Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Yavuz Sultan Selim’den Halife Abdülmecit’e Yedi İklimin Sultanları Osmanlı Halifeleri», sahifa 5

Shrift:

İlk Nefret Tohumu Cemel Vakası’nda Ekildi

Cahiliye döneminin asabiyesini hortlatan bu süreçte tekrar Mekke’ye dönen Ümeyyeoğulları da Hz. Ali’nin karşısında yer aldı. Bu nedenle Hz. Ali öncelikle Basra’dan biat almak üzere süratle asker topladı. Böylece Hz. Muhammed’in vefatının üzerinden geçen yirmi dört yıllık süreçte Müslümanlar bölünmekle yüz yüze geldi. Zira Hz. Ayşe de yandaşlarıyla birlikte, Basra üzerine yürüyen Hz. Ali’nin karşısına çıktı. İslam tarihinin en hazin çarpışması 9 Aralık 656 tarihinde Hureybe bölgesinde meydana geldi. Tarihe Cemel Vakası olarak geçen savaşı Hz. Ali kazanırken, kaybeden Müslümanlar oldu. İslam’ın hafızası niteliğindeki sahabenin ileri gelenlerinden Talha ve Zübeyr’in de aralarında bulunduğu çok sayıda sahabi bu savaşta öldü. Savaşta ölenlerin defin hizmetlerini kendisi yürüten Hz. Ali, Hz. Ayşe’yi de hanımlarının eşliğinde Medine’ye gönderdi. Savaş meydanında ele geçirdiği ganimeti ve hazinedeki paraları ordusuna dağıtan Hz. Ali, daha sonra kendisine karşı gelenleri biat ettirmek için harekete geçti.

Yedi Ay Sonra İkinci Savaş Başladı

Müslümanların birliğini ortadan kaldıran ikinci savaş ise Şam Valisi Muaviye’nin, Hz. Ali’nin halifeliğini tanımamakta ısrar etmesi üzerine meydana geldi. Cemel Vakası’ndan sonra Şam Valisi Muaviye’yi tekrar biat etmeye davet eden Hz. Ali, bu davetinden de sonuç alamayınca devletin birliğini sağlamak için tekrar ordusuyla Şam’ın üzerine yürüdü. Böylece iki ordu, Cemel Vakası’ndan yedi ay sonra, 657 yılının haziran ayında Sıffîn mevkisinde karşı karşıya geldi. Hz. Ali ve Muaviye’nin ordularının çatışması üç ay sürdü. Bu sürede iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamadı. Savaşın en şiddetli anı, 27-28 Temmuz 657 gecesinde yaşandı. Leyletü’l Herîr denilen gece, ordular sabaha kadar birbirlerine kılıç salladılar. O gece orduları çözülmeye yüz tutan Muaviye savaş meydanından kaçmaya karar verdi. Muaviye’nin imdadına ise Mısır’ı fetheden komutan Amr b. Âs yetişti. Üç ay birbirine kılıç sallayan taraflar arasındaki sorunu gidermek için Amr b. Âs Kur’an’ın hakemliğine başvurulmasını önerdi. Bunun üzerine Muaviye, Hz. Osman döneminde çoğaltılıp vilayetlere iletilen Kur’an’ın Şam’a gönderilen nüshasını beş mızrağın ucuna bağlatarak taşıttı. Muaviye’nin askerleri de koyunlarında taşıdıkları Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna bağlayarak, “Ey Iraklılar! Savaşı bırakalım; Allah’ın kitabı aramızda hakem olsun!” diye çağrıda bulundular. Bu hareket Hz. Ali’nin ordusunda beklenen etkiyi hemen gösterdi. Yapılanın bir hile olduğunu ifade etmeye çalışsa da kimse Hz. Ali’ye kulak vermedi. Bunun üzerine Hz. Ali, Amr b. Âs’ın, Kur’an’ın hakemliğine başvurulması önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Hz. Ali, Ebu Musa el-Eş’ari’yi, Muaviye de Amr b. Âs’ı hakem seçti.

Hakem Olayı’ndan Haricilik Doğdu

Ebu Musa el-Eş’ari ve Amr b. Âs, 31 Temmuz ila 4 Ağustos günleri arasında yaptıkları değerlendirmeler sonunda Hz. Ali ile Muaviye’yi, aralarındaki ihtilafları Allah’ın kitabı ve gerektiğinde de Hz. Muhammed’in sünneti ile çözmeleri şartıyla anlaştırdılar. Yetmiş bin Müslüman’ın savaş meydanında kaldığı Sıffîn Savaşı’nın sonunda hakemlerin iki taraf için de verdikleri karara, Hz. Ali’nin saflarında çarpışan Temimlilerden bazıları, “La hükme illa lillah!” sloganıyla itiraz ettiler. Hz. Ali’yi, hakem tayin etmek suretiyle günah işlemekle suçladılar. Günahından arınmak için tövbe etmesini ve Kur’an’ın emrine uygun hareket ederek Muaviye ve taraftarlarını Allah’ın emrine itaat ettirinceye kadar onlarla savaşmasını istediler.

Temimlilerin bu isteğini savaşın başında yerine getirmesine rağmen kendisinin dinlenmediğini söyleyen Hz. Ali, hakem tayin edilmesinden sonra varılan anlaşmadan dönemeyeceğini söyledi. Hz. Ali’ye kendi yorumlarını benimsetemeyen, çoğunluğu Temim Kabilesi’nden olan on iki bin kadar asker, Hz. Ali ile Kufe’ye dönmeyerek bugün Irak topraklarında kalan Kufe şehri yakınındaki Harura’ya çekildiler. Kendisine katılmayan grubu ikna etmek için Harura’ya giden Hz. Ali, burada altı bin kişilik bir grubu ikna ederek beraberinde Kufe’ye götürdü. Kalan dört bin kişilik grup ise Nehrevan’a giderek tarihe Hariciler olarak geçen ekolün nüvesini teşkil ettiler.

Nehrevan Savaşı ve İçinden Çıkılamayan Ayrışma

Ümeyyeoğulları’nın biat etmemesinden ötürü başlayan ayrışma, Haricilik hareketinin başlamasıyla sonuçlanınca Hz. Ali’nin uğraşması gereken bir başka sorun daha ortaya çıkmış oldu. Muaviye ile aralarındaki görüş ayrılığını gidermek için belirlenen hakemler de ilk toplantılarını 658 yılının şubat ayında, Dumetülcendel denilen, Suriye-Irak yolu üzerindeki mevkide yaptılar. Toplantı sonunda, Hz. Osman’ın halifeliği süresince öldürülmeyi gerektirecek bir icraat yapmadığı ve haksız yere öldürüldüğü görüşünü açıkladılar.

Hakemlerin kararlarını açıkladıkları günlerde, Hz. Ali de devletin birliğini sağlamak amacıyla Muaviye’yi kendine biat etmeye zorlamak için yeniden asker toplamaya başladı. Bu amaçla Nehrevan’da toplanan Haricileri de kendisine katılmaya davet etti. Aynı günlerde Hariciler, sahabeden Abdullah b. Habbâb ve hamile karısını, kendileriyle aynı görüşü paylaşmadıkları gerekçesiyle katlettiler. Bu durum, Hariciliğin bir asayiş sorunu yarattığını ortaya koydu. Bunun üzerine Hz. Ali, önce Haricilik sorununu ortadan kaldırmak için askerlerini Nehrevan üzerine yürüttü. 17 Temmuz 658 tarihinde yapılan savaşta Hariciler’in önemli bir bölümü hayatını kaybetti.

Tabii Nehrevan’da elde edilen bu sonuç, Harici sorununu gidermeye yetmedi. Hz. Ali, Nehrevan Savaşı’ndan sonra Şam’ın üzerine yürümek için ordusuyla Nuhayle denilen mevkide konakladığı esnada, Kufe’de yaşayan ve ehl-i Nuhayle denilen, sayıları iki bini bulan Harici topluluğunu kendisiyle birlikte hareket etmeye davet etti. Hariciler ise Hz. Ali’yi Kur’an hükümlerine uymadığı için küfre girmekle itham ederek onun ordusuna karşı kılıç çektiler. Yapılan savaşta büyük çoğunluğu öldürüldü. Savaş alanından kurtulanlar ise Mekke’ye kaçtı.

Arka arkaya gelen savaşlar, Hz. Ali’nin ordusunda da bıkkınlık ve yorgunluk meydana getirdi. Şam’a hareket etmek üzere topladığı ordusundaki isteksizlik Hz. Ali’yi kararından vazgeçirerek Kufe’ye dönmek zorunda bıraktı.

Hz. Ali’yi Halifelikten Azlettiren Hile

Hakemler ikinci toplantılarını 659 yılının ocak ayında Ezruh’ta yaptılar. Toplantı sonunda Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin görevlerinden azledilerek, yerlerine gelecek kişinin bir heyet tarafından belirlenmesine karar verdiler. Varılan bu kararı ilk açıklayan Ebu Musa el-Eş’ari, Hz. Ali’yi halifelik görevinden azlettiğini açıkladı. Amr b. Âs’ın da Muaviye’yi azlettiğini açıklaması beklenirken, o beklenmedik bir şey yaptı ve Muaviye’yi halife tayin ettiğini açıkladı. Ebu Musa el-Eş’ari, Amr bin Âs’ın kendisine oynadığı oyuna karşı çıksa da durum değişmedi ve İslam Devleti’nde ihtilaf içinden çıkılması güç bir hâl aldı. İslam dünyasındaki siyasi ve sosyal huzursuzluklar bu olaydan sonra iyice arttı. Devletin dikkati iç sorunlara yönelince fetihler de bir süre durmak zorunda kaldı.

O da Zehirli Bir Hançerle Öldürüldü

Halkın bir kısmı Hz. Ali’ye biat ederken, bir kısmı da Muaviye’ye biat etti. Böylece Şam ve Kufe’de iki ayrı devlet merkezi ortaya çıktı. Kendisine karşı oynanan oyuna öfkelenen Hz. Ali, Muaviye’ye karşı yeni bir sefer hazırlığı yapmak istese de halktan yeterli desteği göremedi. Buna rağmen kırk bin kişilik bir ordu meydana getirerek Şam üzerine yürüme kararı aldı.

O, devletteki çift başlılığı ortadan kaldırmak ve Müslümanları tek bayrak altında toplamak için hazırlık yaparken, ona karşı intikam hırsıyla yanıp tutuşan Harici Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazını kılarken zehirli bir hançerle ağır şekilde yaralandı. Bu suikasttan iki gün sonra, 28 Ocak 661 tarihinde Hz. Ali hayata gözlerini kapadı. Kur’an ve sünneti en iyi bilenlerden biri olan ve halife seçildiği andan itibaren Ümeyyeoğulları ve Hariciler ile mücadele etmek zorunda kalan Hz. Ali’nin naaşı, günümüzde Necef olarak bilinen Kufe şehrinde toprağa verildi.

HZ. HASAN (661-669)

1 Mart 625’te Medine’de doğdu. Babası ona Harb adını koymayı düşünmüşse de Hz. Peygamber, ona cahiliye döneminde bilinmeyen Hasan adını ve Ebu Muhammed künyesini vermiş ve kulağına bizzat ezan okumuştur.

Hulefa-i Raşidin dönemi yaygın kaynaklarda Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’den ibaret sayılsa da bazı Sünni âlimler tarafından, babasının şehit edilmesinden halifelik görevini Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye’ye devrettiği güne kadar geçen 4 ay 3 günlük süre nedeniyle Hulefa-i Raşidin’in beşincisi ve sonuncusu olarak kabul edilir.

Hz. Hasan, yaşı küçük olması nedeniyle kardeşi Hüseyin gibi ilk halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almamıştır. Çocukluğunu dedesi Hz. Muhammed’in yanında geçirmiştir. Hz. Osman’ın halifeliği sırasında kardeşiyle birlikte, Said b. Âs’ın komutasındaki ordu ile Horasan seferine katılmıştır. Medine’yi kuşatan isyancılara karşı Hz. Osman’ı korumak için iki ay süreyle evinde nöbet tutmuş ve evine su taşımıştır.

Babası Hz. Ali halife seçildiğinde, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah gibi sahabelerin bu seçime karşı çıkması nedeniyle babasının elçisi olarak Kufelileri biate ikna etmek için Ammar b. Yasir ile birlikte Kufe’ye gitti.

Müslümanların kendi aralarında cereyan eden ilk savaşlar olan Cemel Vakası’nda ve ayrıca Sıffîn Savaşı’nda babası ile birlikte kılıç salladı. Hz. Ali’nin 28 Ocak 661’de şehit edilmesinin ardından Kufeliler ona biat etti. Hz. Hasan, halktan biat aldıktan sonra Kufe Mescidi’nde halka hitap ederken, Hz. Muhammed’e olan yakınlığını hatırlatmıştır.

Kufelilerin Hz. Hasan’a biat etmesi, Muaviye’yi çok rahatsız etti. Kufelilerin desteğini almak için büyük bir çaba gösteren Muaviye, Suriye, Filistin ve el-Cezire’den topladığı askerleri Abdullah b. Âmir’in emrine vererek onlara Kufe üzerine yürümelerini emretti. Kendisine karşı başlatılan saldırı hazırlığını öğrenen Hz. Hasan da ordusu ile birlikte bugünkü Bağdat’ın 30 kilometre doğusunda kalan Dicle Nehri kıyısındaki Medain şehrine doğru yola çıktı. Bu sırada, aradaki anlaşmazlığı barış yoluyla ortadan kaldırmak için karşılıklı mektuplar gönderildi. Ancak bu yazışmalar anlaşmazlığı daha da derinleştirdi.

Hz. Hasan, Abdullah b. Âmir’in emrindeki orduyla çarpışmak için Medain’e hareket ettiği esnada, Muaviye de ordusuyla birlikte Musul’a hareket ederek orada konakladı. Hz. Hasan da on iki bin kişilik bir birliği Ubeydullah b. Abbas’ın emrine vererek Muaviye’ye karşı gönderdi. Bu arada, konakladığı Medain şehrinde ordusunun savaşa karşı isteksiz olduğunu gördü. Onlara karşı bir konuşma yaparak, askerlerinin hiçbirinin savaştan hoşlanmadığını bildiğini ve kendisinin de askerlerinin istemediği bir durumla karşı karşıya kalmalarına razı gelmeyeceğini söyledi. Onun yaptığı bu konuşma ordu içindeki Harici grupta büyük bir tepkiyle karşılandı. “Hasan da babası gibi küfre düşmüştür!” diyen bu grup, Hz. Hasan’ın üzerine yürüyerek elbiselerini çekiştirdi. Öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Hz. Muhammed’in torunu, Rebia ve Hemdan kabilelerine mensup sadık adamlarının yanına sığınarak canını kurtardı. Ordu içinde sükûneti sağladıktan sonra da Medain’e doğru harekete geçti. Ancak Harici grup, Medain yolunda rahat durmadı ve Hz. Hasan, Cerrah b. Sinan el-Esedî tarafından kılıç darbesiyle yaralandı.

Hz. Hasan’ın Yaralanması Muaviye’nin İşine Yaradı

Hz. Hasan’ın, babasını şehit eden Haricilerin kılıcıyla yaralanması Muaviye’nin işine yaradı. Bir yandan bu haberi etrafa yayan Muaviye, diğer yandan El-Anbar’da Ubeydullah b. Abbas komutasındaki öncü birliği kuşattı. Eş zamanlı olarak Muaviye’nin birliklerinin komutanı Abdullah b. Âmir de Medain’e giderek, Dicle kıyısında konuşlanan Hz. Hasan’ın ordusunun karşısında mevzilendi. Onlara, Muaviye’nin de El-Anbar’ı işgal ettiğini haber verdi. Muaviye’nin savaş yapmak istemediğini söyleyen Abdullah b. Âmir, barış için Hz. Hasan’ın kendisi de dâhil olmak üzere tüm askerlerin kendilerine sığınmalarını şart koştu. Abdullah b. Âmir’in bu sözleri, Hz. Hasan’ın ordusunda çözülmeye neden oldu. Askerlerindeki tereddüt Hz. Hasan’ı Medain’e dönmeye mecbur etti. Medain’de Abdullah b. Âmir’e haber gönderen Hz. Hasan, halifelik beratını Muaviye’ye teslim etmek için altı şart ileri sürdü.

Hz. Hasan’ın ileri sürdüğü şartlar şunlardı:

1- İntikam için Iraklılardan hiç kimse tutuklanmayacaktır.

2- Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacaktır.

3- İşlenmiş suçların tamamı affedilecektir.

4- Ahvaz’ın haracı yıllık olarak kendisine ödenecektir.

5- Kardeşi Hüseyin’e iki milyon dirhem verilecektir.

6- Haşimoğulları’na da Ümeyyeoğulları’na gösterilen yakınlık gösterilecek ve aynı ihsanlarda bulunulacaktır.

İbnü’l Esîr, Hz. Hasan tarafından ileri sürülen bu şartlara, Hz. Ali’ye küfür etmemeyi de ekledi.

Nihayet Müslümanlar Yeniden Birlik Oldu

İleri sürülen altı şartı, Abdullah b. Âmir, Muaviye’ye iletti. Muaviye, altı şartı da uygun buldu ve kendi elleriyle bir zabıt hazırlayıp üzerini mühürleyerek Hz. Hasan’a gönderdi. İleri sürdüğü şartların kabul edilmesi üzerine Hz. Hasan, anlaşmayı Kays b. Sâ’d’a bildirerek yetkilerini Muaviye’ye devretmesini ve Medain’e dönmesini emretti. Kays b. Sâ’d, Muaviye’nin halifeliğini kabul etmek istemediği için beraberindeki dört bin askeri, kendisiyle birlikte Muaviye’ye karşı savaşa çağırdı. Askerler savaşmak yerine Hz. Hasan’ın çağrısına uymayı tercih ettiler.

Hz. Hasan’ın kararına Hz. Hüseyin de karşı çıktı. Buna rağmen Hz. Hasan kararından dönmedi ve adamları ile birlikte Medain’i terk ederek Kufe’ye çekildi. Daha sonra Kufe’ye gelen Muaviye’ye, 661 yılının eylül ayında vardıkları anlaşmayı sözlü olarak yeniden onaylattı. İslam tarihinde bu yıl, Birlik Yılı olarak kabul edildi.

“Mücteba”, “Taki”, “Zeki” ve “Sıbt” lakaplarıyla tanınan Hz. Hasan, halim selim, cömert, sakin, vakarlı, siyaset ve fitneden kaçınan bir yaradılışa sahipti. Kısa bir süre halife unvanını taşıdıktan sonra hilatini Muaviye’ye devrederek, ailesiyle birlikte Kufe’den Medine’ye göç etti ve yaşamının kalan kısmını Medine’de geçirdi. Onu öldüren ise Hz. Hasan’ın eşlerinden Ca’de binti Eş’as b. Kays oldu. Ca’de binti Eş’as, Yezid ile evlendirileceği sözüne kanarak Hz. Hasan’ı zehirleyip öldürdü. Hz. Hasan’ın naaşı, vasiyetine uygun şekilde Cennet-ül Baki Mezarlığı’nda Hz. Fatma’nın yanına defnedildi.

Hz. Muhammed’den on üç hadis rivayet ettiği tespit edilen Hz. Hasan, yaşadığı dönemde çok boşayan anlamına gelen “Mıtlak” lakabıyla da anılmıştır. Yüze yakın evlilik yaptığı ileri sürülse de hayatına ilişkin tez çalışması yapan Bâkır Şerif el-Kureyşî, onun on üç evlilik yaptığını belirlemiştir. Evliliklerinden on iki çocuğu olsa da bazı kaynaklarda yirmi iki çocuğu olduğu da nakledilmiştir. Hz. Muhammed’in soyunun devamını sağlayan Hz. Hasan’ın çocuklarının bilinen isimleri şöyledir:

Zeyd, Hasan, Kasım, Ebu Bekir, Abdullah, Amr, Abdurrahman, Hüseyin, Muhammed, Yakub, İsmail ve Talha. Soyu Hasan el-Müsennâ ve Zeyd adlı çocuklarından devam etmiştir. Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere “şerif” unvanı verilmiştir. Tarihte soylarının Hz. Hasan’a uzandığını iddia eden aileler tarafından İdrisîler, Ressiler ve Sa’diler adıyla devletler kurulmuştur. Günümüzde de Filâlîler Hanedanı ile Fas’ta ve Haşimiler Hanedanı ile Ürdün’de Hz. Hasan’ın soyundan gelen aileler etkilidir.

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin bütün İslam dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Hz. Muhammed’in torunları sıfatıyla çok sevilip sayılmış, adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.

Şia kültüründe Hz. Hasan’ın ayrı bir yeri vardır. Hz. Ali tarafından tayin edilmiş ikinci imam ve on dört “masum-u pak’’ın dördüncüsü olarak kabul edilip, kendisine birçok keramet atfedilmiştir. Bugün İran ve Irak gibi Şiilerin yaşadığı yerlerde, Hz. Hüseyin için muharrem ayının ilk on bir gününde yapılan taziye ayinleri kadar gösterişli olmamakla beraber, kameri aylara göre 28. Safer günü hem Hz. Muhammed’in hem de Hz. Hasan’ın vefatı münasebetiyle dinî törenler yapılmaktadır

OSMANLI HALİFELERİ



I. SELİM (YAVUZ SULTAN SELİM) (1512-1520)

Halifelik unvanını Osmanlı Devleti’ne kazandıran I. Selim, 1470 yılında babası II. Bayezid’in sancakbeyi olarak bulunduğu Amasya’da doğdu. Adı Selim olsa da sert mizacı, cesareti ve ataklığı sebebiyle “Yavuz” lakabıyla anılmıştır. On yaşlarında iken dedesi Fatih Sultan Mehmet tarafından kardeşleri Ahmet, Korkut, Mahmut, Alemşah ve amcası Cem’in oğlu Oğuz Han ile birlikte İstanbul’a çağrıldı ve sünnet ettirildi. Sünnet töreninin ardından babasının yanına dönen Selim bir süre daha Amasya’da kaldı.

Babası II. Bayezid, tahta çıkmak üzere İstanbul’a gittiğinde o bir süre daha Amasya’da kaldıktan sonra, 1487 yılında şehzade olarak Trabzon sancağına gönderildi. Trabzon’da 24 yıl sancakbeyliği yapan I. Selim, burada devlet yönetimine ilişkin önemli bir deneyim kazandı. Trabzon’da iken özellikle Gürcü prensliklerinin ve Safevî Devleti’nin faaliyetlerini yakından takip etti. Babası II. Bayezid ise Batı’dan gelen tehditleri dikkate alarak doğu sınırlarında sorunla karşılaşmamak için Şah İsmail’in sınır boylarındaki hareketleri karşısında oğlunu fevri hareket etmemesi için uyardı.

I. Selim, 1508 yılında Gürcistan’a yaptığı bir seferde büyük başarı kazandı. II. Bayezid de oğlunun zaferini takdir etti.

Gözü Hep Safevîler’in Üzerindeydi

I. Selim’i doğu seferlerine çıkartan temel neden, uzun süre Trabzon’da şehzadelik yapması oldu. Trabzon’da bulunduğu 24 yıllık sürede bütün dikkatini Şah İsmail üzerinde yoğunlaştırdı. Daha 1501 yılında sınır hattındaki kalelerin tamir edilip sahillerin emniyeti için gemi sağlanmasının gerekliliğini vurgularken Şah İsmail’in hareketleri ve Şirvan’daki durum hakkında devlet merkezine raporlar gönderdi. Babasından aldığı onay doğrultusunda İspir ve Bayburt’a sefer düzenleyip Osmanlı topraklarına katarak Erzurum’a kadar olan yerlerin güvenliğini sağlamaya çalıştı.

Safevî Devleti Hükümdarı Şah İsmail’in, 1507 yılında Dulkadiroğulları’nın üzerine yürümesi ve bir komutanını Trabzon sınırlarına yollaması üzerine sancağının askerlerini toplayarak Erzincan’a kadar ilerledi ve Şah İsmail’e gözdağı verdi. I. Selim’in meydan okumasına karşılık veren Şah İsmail de 10 bin kişilik bir kuvveti Erzincan’a yollayınca iki ordu Erzincan yakınlarında karşılaştı. Yapılan savaşta Safevî ordusu büyük bir hezimete uğradı.

I. Selim, Trabzon’daki Türk nüfusun yoğunlaşmasına büyük önem verdi. Bu amaçla, Şah İsmail’in Tebriz ve çevresinde uyguladığı Şiileştirme baskılarından kaçan Türkleri, Trabzon bölgesine yerleştirdi.

Annesi Ayşe Hatun, vefat ettiği 1506 yılına kadar yanında kaldı. Oğlu Süleyman da onun Trabzon’daki şehzadeliği sırasında dünyaya geldi. Yine burada doğan oğlu Salih ve kızı Kamerşah küçük yaşta vefat etti.

Oldubittiyi Kabullenmedi

Babasının sakin kişiliğinin devlete dönük tehditleri artırdığını gözlemleyen I. Selim, Amasya sancağında bulunan abisi Ahmet’in veliaht olarak öne çıkmasından duyduğu rahatsızlık sebebiyle, tahtı ele geçirmek için açıktan mücadele etmeye başladı. Trabzon sancağında kazandığı zaferler nedeniyle halk arasında ünü yayılan I. Selim, gaza isteyen ordunun da ümidi olarak öne çıktı. İktidar mücadelesini Trabzon’dan sürdürmek istemeyen I. Selim, kabul edilebilir gerekçeler öne sürerek İstanbul’a yakın bir sancağa gelmek istediğini bildirdi. Babasının kabul etmemesi üzerine, oğlu Süleyman için sancak beyliği istedi. Eskişehir veya Giresun-Kürtün-Şiran bölgesinin sancak beyliği olarak verilebileceği haberini alınca babasının kendisini tahtın vârisi olarak düşünmediğini anladı. Abisi Ahmet ile ilişkilerinin giderek gerildiği bir dönemde, II. Bayezid, torunu Süleyman’a, oğlu Selim’in isteği doğrultusunda 6 Temmuz 1509’da Kefe sancağını vermeyi kabul etti. Selim için darbe yapmaktan başka çıkar yol görünmüyordu. Babasının hastalığının arttığı haberlerini alınca abisi Ahmet’e karşı inisiyatif ele geçirmek için izinsiz bir şekilde 1510 yılında oğlu Süleyman’ın yanına Kefe’ye gitti. Bu arada kardeşi Korkut Manisa’ya, abisi Ahmet de Ankara’ya geldi.

Kefe’ye izinsiz gitmesi İstanbul’da büyük yankı uyandırdı. Selim, sancağına dönmesi için nasihat etmek üzere babası tarafından gönderilen ulemadan Sarıgörez Nurettin Efendi’yi dinlemedi ve ona amacının babasını bizzat görmek olduğunu, bu sebeple İstanbul’a gitmek istediğini söyledi. Bu arada kendisine Rumeli yakasında bir sancak verilmesi talebinde de bulunmuştu. Onun buradan ayrılmayacağını anlayan II. Bayezid vezirlerle görüşerek Menteşe sancağını verdiyse de Selim bunu kabul etmeyip Silistre sancağını istedi. Ardından babasının elini öpmek amacıyla hareket ettiğini bildirip Kefe’den Akkirman’a geldi fakat şehre alınmadı; burada durmayarak Haziran 1511’de Kili civarına ulaştı. Kendisiyle birlikte hareket eden kuvvetlerin sayısı 3000’e ulaşınca Edirne’ye doğru yola çıktı. Çukurçayır denilen yerde babasıyla karşı karşıya geldi. Babasından, hayatta bulunduğu müddetçe şehzadelerden herhangi birini saltanat makamına geçirmeyeceğine dair söz aldı. Selim, aldığı söz üzerine Edirne’den ayrılıp Semendire’ye hareket etti.

Yosh cheklamasi:
0+
Litresda chiqarilgan sana:
11 iyul 2023
Hajm:
9 Sahifa 16 illyustratsiayalar
ISBN:
978-605-121-523-5
Matbaachilar:
Mualliflik huquqi egasi:
Elips Kitap

Ushbu kitob bilan o'qiladi