Kitobni o'qish: «Zer Mi? Hiç Mi?»
Yavuzca…
Doksanlı yılların ilk yarısı. Kendi üslubuyla Hollanda Türk basın yayın hayatında yer edinmeye başlayan bir Anadolu delikanlısı. Keskin, sert, kıvrak ve çoğu zaman hararetli bir duruş sergileyen bu delikanlı Yavuz Nufel’dir.
Yavuz Nufel’i ilk önce Ekin dergisinde tanıdım. O yıllarda Hollanda’da organize edilen yağlı güreşleri kapak yapmışlardı. Daha sonra Türkiye gazetesinde çalışmaya başladı Yavuz Nufel. Bir çok kişi gibi ben de ‘bu solcunun Türkiye gazetesinde ne işi var demiştim’. Malum o zamanlar insanlar genel anlamda, solcu veya sağcı olarak anılırlardı.
İşin esprisine bakın ki, o zaman solcu dediğimiz Yavuz Nufel’le bir kaç yıl aradan sonra beraber çalışmaya başladık. Daha yakından tanıdıkca Yavuz’un bizden fazla farklı olmadığını anladık. Haksızlıklar karşısında Yavuz farklı bir şekilde susmuyor, düşüncelerini dile getiriyor, bizde farklı getiriyorduk. Zaten, Hollanda’da eli kalem tutan, hangi cephede yer alırsa alsın, kaç kişi vardı ki? Bir takım zevat yadırgasada, insanların geçmişlerine bakmadan birlikte çalışabileceklerini bizzat ortaya koyduk.
İlk ortak çalışmamız, Türklerin Hollanda’ya göç etmelerinin 40. Yılı anısına oldu. Göç’ün kırkıncı yılında kırk ayrı insanın öyküsünü kaleme alan Yavuz Nufel’in kitabı Türkevi Yayınları arasında yayınlandı. Tabii ki kitabın yayınlanmasıyla iş bitmedi. Amsterdam’da düzenlenen kitap tanıtım galası programıyla kırk kişiyi bir araya getirdik. Kitabın tanıtımına özel olarak Türkiye’den çok değer verdiğimiz bilim adamı, feylozof, aynı zamanda Devlet Bakanı olan Prof. Dr. Mehmet Aydın katıldı. Unutulmayacak bir program gerçekleştirdik bizim solcu Yavuz Nufel’le.
40 Yıl, 40 İnsan, 40 Öykü adlı kitaptan hareketle, Kanal Avrupa’da ‘Mavinin Destanı’ adıyla yine onüç bölümlük bir belgesel yayınlandı. Yavuz’un Türkevi Yayınları arasında yer alan bir başka esesi ise ‘Lalezarda Deli Var’ oldu. Birlikte calışmamız bununla kalmadı. Kitap, belgesel derken bir de “HİÇ” adında CD yayınladık.
Sonradan tanıştığımız ve birlikte çalışmaya başladığımız Yavuz Nufel meğer yazmaya taa 1976 yılında başlamış. İlk olarak, lise yıllarında hepimizin hafızalarında yer edinen ‘Gırgır Dergisi’nde yayınlanmış espri ve fıkraları.
Ve aradan otuz beş yıl geçmiş. Dile kolay. Tam otuz beş yıldır kalem sallamamış Yavuz Nufel. Seferi olduğu dönemlerde, sonraki dönemlerde de mensup olduğu toplumun sorunlarını şiir, öykü tarzında dile getirmiş. Emek vermiş, alın teri akıtmış. Materyalizmden tasavvufa uzanan bir yolda yürümüş.
Hollanda’daki Türklerin sorunlarını muhtelif gazete köşelerinde ve internet sayfalarında geniş kitlelere duyurmuş. Zaman zaman bu insanların avukatı olmuş. Yeri gelmiş resmi makamları uyarmış. Yeri gelmiş bunlara eyvallah demenen eleştirmiş. Çok fazla para kazanmamış ama onurlu bir şekilde yılları geride bırakmış. Bazen Yavuzca bazen Yunusca yaşamaya devam ediyor. Yakasında her an “HİÇ” rozetini taşıyarak.
Şimdi bize düşen görev Yavuz’u onurlandırmaktır. Yazar ve şairliğinin otuz beşinci yıldönümünde ona gereken değeri gösterebilmektir. Elinizdeki bu eser, Bengü ve Türkevi yayınlarının ortaklaşa hazırladıkları bir yayındır. Eserin Türkiye’deki edebiyat çevrelerine ulaşmasını arzu ediyoruz. Devamla eserin Avrupa’da oluşan Türk edebiyatına katkıda bulunacağına inanmaktayız. Eserin Avrupa’da yeni yetişen genç Türk edebiyatcılarına ceseret vereceğini ümit ederken, nice otuz beşinci yıllara…
Veyis GÜNGÖRUETD Hollanda Başkanı
Yavuz Nufel
Zer Mi? Hiç Mi?
Onun ve Eseleri hakkında Diyorlar ki: YATSIDA SÖNMEYEN MUM IŞIGINDA
Değerli okurlar, sizlere Yavuz Nufel’in “ Yatsıda Sönmeyen Mum Işığında” adlı şiir kitabını dilimin döndüğüce, gönlümden gelen sözlerle tanıtmaya çalışacağım.
Öncelikle şairimizin “ Kelimelerin yürek deryasındaki yakamoz hali” diye özleştirdiği veciz sözlerle başlamak istiyorum.
Gelin önce kısaca şairimizi tanıyalım birlikte; “ O Bir Sihirbaz” başlığı ile görüşlerini belirten Kemal Kırar; Yavuz Nufel için, “ Şiirlerinin çatısını kurarken matematik problemiyle meşgul bir tekniker edasıyla ve titizliği ile çalışması, takdire şayan özelliklerinden balat olanıdır” Yavuz’un şiirlerini yazarken bir kelime için günlerce beklediğini, bitmiş gibi görünen bir şiir için dahi defalarca defalarca değişiklik yaptığını bizzat biliyorum.” diyor.
Ekin Dergisi görsel yönetmeni Ali Aksan ise şöyle tanıtıyor şairimizi; “ Okurken adeta yeniden yaşadım Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki yıllarımı, ikinci kez gezdim Anadolu’nun kimi yörelerini, geceler boyu İstanbul’u arşınladım, hovardaca Yüksek Kaldırım’ı dolaştım.” Pendik Lisesi’ndeki yıllarını ise Pendik Lisesi’nden arkadaşı Tacettin Koç’tan öğreniyoruz… Eşi Pakize Nufel’den de; Yavuz Nufel’in bu kitabını çocukları Tolga, Oğuz ve Özgenur gibi kendi çocuğu olarak gördüğünü ve ilk şiir kitabı olduğunu anlıyoruz.
Ve şair dizelerine;
Ne düşler yorulsun
Ne büyüler bozulsun
diye başlıyor..
Hollanda ve Avrupa’da Yavuzlar çoğalıyor, büyüyor da büyüyor..
Kaç Titanik battı gönül okyanusunda
Kaç metre dipte yatar
Kaç Çin Seddi var yüreğinde
Kalınlığı ne kadar
Mısır Pramitlerinde
Kaç yevmiye çalıştın......
Diye devam ededn dizeler.
Başka bir şiirinde de;
“ Özgürlük zordur, başa vurur” diyor şairimiz.
Çağdaş şiir-bilim ustası Roman Jacobsen; şiir bilimin, edebi ürünlerin değerini ölçmeye yarayan bir işlevi olduğunu söyler. Jacobsen’e göre; “şiirsel dil, doğal dilin temel işlevlerinden biridir. Şiir dili işlevlerinin bütün değişkenlikleri içinde incelenmesidir, şiirsel işlevde bildirinin başka bir şeye değil, kendi kendisine yönelmesidir”
İşte şairimiz Yavuz Nufel şiirlerini bu bilinçle, aynı işlev içinde yazmıştır. Şiir sanatını, şiirsel işlevin yoğunluğu içinde yoğurmayı iyi bilmiştir…
Şairimizin dili, adeta geleneksel hale gelmiş, şiirselleşmiş güzel ve arı Türkçe’dir. Kendine özgü birbirinden ayrı anlatış şekli, hatta söylem türleri vardır ki; Bu da şairimizin görüş açıklığını ve zenginliğini belirler. Söz ve anlam araçlarını kullanmakta ustalığını şu dizelerle de anlayabiliyoruz.
İnönü’de Sakarya’da
Çanakkale’de
Dedem de savaşmadı mı?
Gurbetçim. Emekçim
Kuruş kuruş biriktirip
Vatan’a yollamadı mı
Mölln’de, Solingen’de
Bizler yakılmadık mı
Tavla zarı kafalı
Kış uykulu
Deve kuşları
Yemiş sente muhtaçken
Döviz makinası
Oy hakkı denince
Gelmedi kırk yıldır sırası
Takma dişlerini takmış
“ Tek dişi kalmış canavar”ın
Bitmek bilmiyor ısırası..
Böylece Türkçe’nin Avrupa’da son durumunu da anlamış oluyoruz; Avrupa’daki Türk Şairinin hangi konular üzerinde durduğunu da.
Kitabın arka kapağındaki dizelerde, şiirin ne olması, nasıl olması gerektiği hakkında bize son mesajları veriyor:
Konuşmakla olsaydı
Papağanınki de sanat
Laf-ı güzaf ile de
Yapılmaz ki EDEBİYAT
Kelimeler kılıç
Cümleler ok olursa
Hedefine ulaşır
Gerisi,
Ne kokar, ne bulaşır.
Yatsıda sönmeyen mum ışıklarında buluşmak dileğiyle, tanıtım bizden, beğeni ve takdir sizlerden olsun.
Fahriye İpekçioğluEğtimci/YazarKIBATEK Genel Başkanı…
LALEZARDA DELİ VAR
Günlük yaşamın uğraşılarından yakayı sıyırıp kitapların o sıcacık dünyasına dalmaya hazırlandığım zaman, okunacak kitaplar göz kırpmaya başlarlar. Ben de o günkü ruhsal durumuma en uygununu alıp okurum. Okunacak kitapların yanında da kendileri için yazı yazmamı bekleyen kitaplar vardır. Ama onlar çoğu zaman somurtkan bir gülüşle bana bakarlar. Yavuz Nufel’in 40 Yıl 40 İnsan 40 Öykü adlı kitabı da o somurtkan kitaplardan biridir. Ne zamandan beridir onun için aldığım notları yayıma hazırlayamadım. Tatilden dönünce Yavuz Nufel’in bir yıl önce yayımlanan bu kitabını en kısa zamanda çeşitli yönleriyle tanıtmak için kendi kendime söz verdim. Ama tam işe başlayacaktım ki, Yavuz Nufel’in yeni yapıtı Lalezarda Deli Var yayınlandı. Bir süre “Hangisini tanıtayım?” diye düşündüm. Bir karar verememiştim ki, Halit Umar, tabak içindeki kahve fincanı fotoğrafını gönderdi. Ama onun altında da Yavuz Nüfel’in Lalezarda Deli Var adlı yapıtının kapağı vardı. Kahvenin kırk yıl hatırı özdeyişine göre bir önceki kitaptan başlamalıydım, ama yeni kitabın kapağı da başka şeyler söylüyordu. Bir karar vermekte epeyce zorlandım. Sonra yeni çıkan kitabı tanıtmanın daha mantıklı olacağına karar verdim. Umarım ilerki bir zamanda 40 Yıl 40 İnsan 40 Öykü adlı yapıta verdiğim sözü de yerine getiririm.
Lalezarda Deli Var adlı yapıt şairin okuyucuya seslenmesiyle başlıyor. Bu seslenişte ince bir ironi var. Bu sadece okuyucuya gönderme yapan bir ironi değil, aynı zamanda şair kendine dönük de bazı göndermelerde bulunuyor. Ama Nufel bu göndermelerle yetinmiyor içten içe geçişli kaygıları nedeniyle bazı açıklamalarda da bulunuyor. Bu açıklamalardan biri de kitabın adındaki iki sözcüğün açıklanması. Yavuz Nüfel;
Lâle-zâr: Lâle bahçesi, Hollanda.
Delilik: Bir sıfat/unvan ya da “normal” olmama hâli olarak açıklamış kitabının adının ilk iki sözcüğünü. Daha sonra da bu açıklamalarını genişletmiş. Fakat benim dikkatimi çeken en önemli sözcük ve bana kendi kendime sorular sormamın kapısını açan sözcük “Lâle bahçesi” sözcük öbeğinden sonra gelen “Hollanda” sözcüğü oldu. Kendi kendime yorumlar yaptım. En fazla da, son yıllardaki politik gelişmelerden sonra Hollanda’ya bakıldığında insana iç huzuru veren lâle bahçesi deyip diyemeyeceğimiz düşüncesine takılıp kaldım. Eminim tüm okuyucular kitabı okuduktan sonra bu soruyu kendilerine defalarca soracaklardır. Okuyucuların yanıtları hangi yanda olursa olsun bu çok önemli değil ama şairin bu soruyu okuyucusuna sordurmuş olmasıdır bence önemli olan.
Şair her ne kadar genel bir açıklamayla deliliğe bir unvan dese de, yapıtın özelinde “Lâle bahçesi” Hollanda’nın deliliğini kendine saklamış. Zaten o mecnunca delilik değil mi ona bunca şiiri ve şiir tadındaki makaleleri yazdıran.
Yavuz Nufel Lalezarda Deli Var adlı yapıtındaki şiir ve makalelerde sadece ironik göndermelerle yetinmemiş aynı zamanda karşılaştırmalar da yapmış. İnsan “ben”liğinin kendinden önceki ‘tasavvuf’ anlayışı içerisinde şairlerce dile getirilişini Hayyam’ın ve Mevlâna’nın dizeleriyle örnekledikten sonra, kendi şiirlerindeki “ben” in açıklama ve karşılaştırmasını da kendi dizeleriyle yapmış. Bence Yavuz Nufel o kısa karşılaştırmalarla maddeci “ben”in tasavvuftaki “hiç”liğe yönelen yüzünü de okuyucularına göstermeye çalışmış. Umarım ki, okuyucular da okumalarını daha derinleştirir, benim bu söylediklerime kendi yorumlarını katarak yapıta daha dipten ve derinden bakma olanağını bulurlar.
Sunum yazısıyla başlayan Lalezarda Deli Var, iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Yavuz Nufel’in son yazdığı şiirler yeralmış. Bu şiirlerde Yavuz Nufel, kendi sesiyle sözcükleri bölük pörçük etmiş. Daha sonra da bu bölük pörçük sözcükleri anlamlı dizeler hâline getirmiş. Bu Nufel’in sözcüklerle oynamasını sevmesindan kaynaklanan bir durumdur. Eğer şair sözcüklerle oynamasını sevmezseydi, hem kendi sesini bulamazdı, hem de seslerle oynamak gibi zor bir işi başaramazdı. Ama Yavuz Nufel aynı sesten sesler yaratma işini çok güzel yapan bir şair; o nedenledir ki, şiirlerinde ayrı bir tad vardır. Bu onun Yatsıda Sönmeyen Mum Işığında adlı yapıtında da, Şiirmatik adlı yapıtındaki şiirlerde de açıkça göze çarpar. Bu özelliği nedeniyledir ki, onun şiirlerini kolay sindiremezsiniz ve ikinci kez okumanız gerekir. Zaten ikinci kez okuduğunuz zaman varırsınız şiirlerdeki tada… Yani bazı okuyucular okuduğu şiirlerin ilk okuyuşta bir türkü gibi zihnine ‘nakş’ olmasını ister ve öylesi şiirlerden hoşlanır, ama Yavuz Nufel’in şiirlerinde böylesi bir durum sözkonusu değildir. Onun şiirleri kolaycılıktan çok akılcılığı önplana çıkarmaktadır. Daha doğrusu onun şiirlerindeki ironi açık ironi değildir. Hem kendisiyle, hem de okuyucusuyla gizli söyleşi yapan bir ironi anlayışıdır.
Biz ne kadar çok yazsak da, okuyucu kendi düşünce süzgecinden geçireceği şiirleri daha başka yorumlayacaktır elbette. O nedenle biz kendi yorumumuzu sürdüreceğimize, yorum hakkını şiirlerin kendine bırakmak gibi bir erdemliliği göstererek yapıttaki şiirlerden birkaçını sunmak ve kısa yorumlar yapmakla yetinelim.
Ağlama
delibozuk şairin
delibozuk öyküsü
fazla gelir bu şehre
heybesi boş
elinde Musa asası
ayaklarında demir çarık
umut toplamaya gidiyor
dönene kadar sabret
ağlarsan felaket
ağlama
(...........)
Görüldüğü gibi şiir sizi ironik bir girdaba doğru sürüklüyor, siz ona yaklaştıkça da dönerek sizi daha içeri çekiyor. Eğer iyi yüzücüyseniz, daha doğrusu dalgıçsanız o girdaptan kurtuluyorsunuz ama aklınız biraz zor başınıza geliyor… Aklınız başınıza gelince de ikinci okuma zaten gündeminize girmiş oluyor. Şimdi gelin, bu dizelerin arasına girerek hep birlikte küçük bir irdeleme yapalım. Delibozuk öyküler yazan şairin boş heybesindeki öyküler bile koca bir kente ağır gelebiliyor. Boş heybeli şairin demir çarıkları var çünkü umut toplamaya gitmek kolay bir iş değildir…
Borcu var
bin yıl önceden beri
acısını çekenlerin
terk edip gidenlerin
hasreti var bu şehirde
diller lal, anlatılmadı
yok oldu kalemler
bu şehre kalemin
destan borcu var.
(.......)
Şair bir giriftarlık içinde söylüyor son sözünü ve dizelerdeki anlam vurgusunun hepsini son dizeye yüklüyor, orada dillendiriyor. Şiirin ilk dizelerini hızlı bir okumayla geçerseniz, son dizenin ne demek istediğini birden bire kavrayamazsınız. Yani yeniden başa dönmek zorunda kalırsınız. O nedenle de Nufel’in şiirlerini daha dikkatli okumanız gerekiyor.
Aşağıda alıntı yaptığım şiirde de bu böyle. Çünkü Yavuz Nufel’in şiir kurgusu okuyucuyu zorlayan bir kurgudur. Çok sesten az ses türeten ve bu az sesle söylemek istediklerini söylemeye çalışan parçalı bir kurgu da diyebiliriz buna.
İste
“Ol!” deyince olur mu
o sadece “O”na mahsus
istemekle başladı
her şey
ama her şey
önce hayaller verdı
ondan evveli de
istemek lazım
hayali bile
(......)
Şiirlerdeki tadı daha iyi alabilmek için Lalezarda Deli Var’ı okumak gerek. Çünkü hepimizin lâlezar anlayışı da alacağı tadlar da farklıdır.
Lalezarda Deli Var’ın ikinci bölümünde ise şairin şiir tadındaki makaleleri yeralmış. Burada makaleler hakkında bir yorum yapmayacağım. Sadece yorum yapabilmeniz için Nüfel’in makalelerinden birini aşağıda sizlere sunacağım. Kitabı bir bütün olarak okuduktan sonra da yorumu siz yapacaksınız.
Murat Tuncel
Eğitimci/YazarAnafilya Dergisi....
Yavuz ağabey,
Her iki kitabınızı da okudum. şiirlerinizi yorumlamak bana düşmez lakin çok beğendiklerimden söz edebilirim ancak.
“Enkaz altında” şiiriniz bence evrensel yaklaşımı tamamen yakalamış ve Türk şairleri arasında sizi en üst boyutlara taşıyabilecek önemli bir çalışmanızdır diye düşünüyorum.
“İbadet” şiirinizi literatür bir çalışma olarak değerlendiriyorum.
“Hayat” şiirinizi tam anlamıyla felsefe olarak değerlendiriken, Nazım Hikmet ile Özdemir Asaf’ın birleştiğ yer olarak tanımlamanın doğru olacağı inancındayım.
“Ne düşler yorulsun, ne büyüler bozulsun” ve “Her devrin adamına” şiirleriniz için sizi tebrik etmekten başka diyecek bir şey yok.
Aşkı tarif eden “sayfa 57” ve “sayfa 61” deki şiirleriniz biraz üstüne gidilebilse dillere pelesenk olabilecek tatta yazılmışlar.
Sayfa 67 deki “günümüzün en iyi vatandaşı” şiiri dönem şiiri olarak sloganlaşmalı hatta siyasi çalışmalarda aitasyon maksatlı kullanılmalıdır diye düşünüyorum.
“Her şey parayı bulana kadar mı?” şiirinizin üstüne konuşmak değil sadece oturup düşünmek lazım. Şimdilerde 12 Eylül zedelerin en büyük çelişkisine yalın bir anlatımla parmak basıyorsunuz.
Bir sorum da şu;
Enkaz altında şiirinizi önce size, sonra da yayıncım izin verirse yeni baskılarda kitabımda yayınlamak isterim.
Sami DündarYazar / Yapımcı/ Yönetmen
Bepul matn qismi tugad.