Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Kardeş Sesler 2017»

Анонимный автор
Shrift:

Takdim

Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi atölye çalışmalarında dokuzuncu dönemi geride bıraktık. Bu dönemde sözü edilmesi gereken yeniliğimiz “3. Adım” oldu. Geçmiş dönemlerde atölye çalışmalarımıza katılarak ürettiği eserlerle ortak kitaplarımızda yer almış olan arkadaşlarımızın ısrarlı isteği üzerine 3. Adım çalışmalarını başlattık. 3. Adım’a önceki dönemlerde şiir, hikâye, deneme, senaryo atölyelerinden birine, birkaçına veya hepsine katılarak iki katılım belgesi almış olan herkes devam edebildi. 3. Adım’da her türü kapsayan karma çalışmalar yapıldı. Bundan sonraki dönemlerde de şiir, hikâye, deneme atölyeleri, 3. Adım çalışmaları devam edecek ve Avrasya Yazarlar Birliği edebiyat dünyamıza yeni yazarlar, yeni eserler kazandırmanın mutluluğunu yaşayacaktır.

AYB olarak Türkiye’de pek çok ilki biz gerçekleştirdik. Bu ilklerden biri de gerçek atölye çalışmalarıyla edebî ürünler üretilen yazarlık okuludur. Bunda başarılı olduk. Türk edebiyatına kazandırdığımız yeni yazarlar ve yeni eserler ortadadır. Arkadaşlarımızın ısrarıyla başlattığımız 3. Adım’la da verimliliği artıracağımıza ve devamlı kılacağımıza inanıyoruz. Emeğimize yüreğimizi de katarak çalıştıkça beklediğimizden daha yüksek başarılar bizim olacaktır. Geçmiş uygulamalarımız bizi bu inanca taşımıştır.

Ortak kitaplarımızla edebiyat dünyasına giren arkadaşlarımızdan yazmaya ve kendini geliştirmeye devam edip müstakil kitap çıkaranlar oldu. Daha da ileri bir çalışkanlıkla neredeyse her yıl yeni bir kitap çıkaran; estetik seviyesini her kitapta biraz daha yükselten arkadaşlarımız oldu. Avrasya Yazarlar Birliği olarak bu arkadaşlarımız bizim mutluluk kaynaklarımızdır. Giderek böyle başarılı arkadaşlarımızın çoğalacağına, Türk edebiyatında yeni bir ses, yeni bir renk, yeni bir iz olacaklarına içtenlikle inanıyoruz.

“Kardeş Sesler” her dönem sonunda çıkardığımız ortak kitabımızın adıdır. İlkini, 2010’da “Kardeş Hikâyeler Kardeş Şiirler” adıyla çıkarmıştık. Sonraki yıllarda “Kardeş Sesler 2011, 2012, 2013… diye atölye çalışmalarımıza katılan arkadaşlarımızın ürünlerini kitaplaştırmaya devam ettik. “Kardeş Sesler 2017” 3. Adım dışında dokuzuncu dönem atölye çalışmalarına katılan arkadaşlarımızın eserlerinden bir kısmını içermektedir.

Dokuzuncu dönemin şiir atölyesinde şair Ali Akbaş, hikâye atölyesinde yazar Ataman Kalebozan, deneme atölyesinde yazar Sema Tanrıverdioğlu Ersöz, 3. Adım’da yazar Osman Çeviksoy gönüllü olarak ve özveriyle çalışmışlardır. Her metin; ilgili atölye hocası tarafından estetik, konu, kurgu, ifade, yazım ve noktalama yönlerinden gerektiğinde tekrar tekrar değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler ışığında yazarları tarafından son şekli verilen eserler, dergilerde ve bu kitapta yer almaya hak kazanmıştır.

Kardeş Sesler 2017’nin de geçen dönemlerde olduğu gibi ilgiyle okunacağına inanıyoruz. Özellikle, gönlünde yazma sevdası taşıyan, çeşitli sebeplerden dolayı atölye çalışmalarımıza katılamamış olan arkadaşlarımızın, bu kitabı inceleyerek okumaları gerektiğini düşünüyoruz.

Başarımızdaki en büyük pay, yazarlığın çilesini kabullenmiş, değerlendirmelerimizi dikkate alarak ve inanarak yazmaya devam etmiş olan katılımcı arkadaşlarımızındır. Kardeş Sesler 2017’de yer alan arkadaşlarımızı kutluyor, gelecekte her birinin yeni yeni müstakil kitaplarla karşımıza çıkmalarını bekliyoruz.

Osman Çeviksoy
AYB Edebiyat Akademisi Bşk.

ALPER ŞENADAM


6 Mart 1994 İstanbul doğumlu. İlk ve ortaokulu aynı okulda, Bahçelievler Atatürk İlkokulunda okudu (2000-2008). Bahçelievler Erkan Avcı Endüstri Meslek Lisesi’nin Metal Teknolojileri Alanında okudu (2008-2012). Gazi üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü 4. sınıf öğrencisi, Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı 1. sınıf öğrencisi ve Çaycı Edebiyat Dergisi’nin yazı işleri sorumlusudur. Avrasya Yazarlar Birliği’nin Edebiyat Akademisi’ni bitirdi (2014-2016). Kültür Bakanlığı GENCDES projesi kapsamında yer alan Dergi Atölyesini bitirdi (2016). Kültür Bakanlığı GENCDES destekli “Çaycı Yazı Atölyesi” nin proje yürütücülüğünü yaptı (2017). Kardeş Kalemler Dergisinin yazı kurulu üyesidir.

Yazıları Çaycı, Kardeş Kalemler, İhtimal, Yedi İklim dergilerinde yayımlanmıştır.


Hikâye:

Ağlamak Yasak

Büyük kuş

Koca kurt

AĞLAMAK YASAK

Çekik gözlü Özbek genci Murad, parkasının sol iç cebine yerleştirdiği mektupları sağ eliyle sıkıca tutuyordu. Murad dualar fısıldıyordu. Ormanın içinde, dalların açtığı kesikleri umursamadan koşuyordu. Etrafta Rusça küfürler yankılanıyor, köpeklerin havlamaları her dakika daha da yakından duyuluyordu. Üstündeki emaneti teslim edememekten korkuyordu Murad. Su sesini duyduğunda rahatlamıştı. Köprüyü gördüğü anda bir av köpeği bacağından ısırdı. Murad can havliyle kendini yere attı. Belinden babasının verdiği gümüş saplı hançeri çıkarıp köpeğin başına defalarca sapladı. Köpeğin can havliyle çıkardığı iniltiler ormandaki diğer havlamalara karıştı. Rus askerlerinin sesleri çok yakından geliyordu. Sürünerek çalıların arkasına saklandı. İki Rus askerinin koşarak köpek leşinin yanına geldiğini gördü. Murad nefesini tutmuştu. Rus askerleri etrafı aramaya başladı. Bir asker süngüsüyle çalıları yoklamaya başladı. Murad, “Bismillah” dedi ve çalıları yoklayan Rus askerinin üstüne atlayıp ağzını kapayarak onu birkaç bıçak darbesiyle yere indirdi. Küçüklüğünden beri güreş tutan, güçlü bir Türk için cılız Rus askeri çok kolay bir av olmuştu. Üstü kana bulanmıştı.

Mektupları yoklayıp rahat bir nefes aldı. Emaneti yerinde duruyordu. Ağaçların arasında diğer askeri gördü. Askerin arkası Murad’a dönüktü. Rus askerinin bacakları titriyordu. Türkler ormanlarda, bozkırda yaşar. Kurtların yaşadığı dağlarda avlanırlardı. Rus askeri bu özellikleri hatırladıkça daha da korkuyordu. Murad, öldürdüğü askerin tüfeğini sağ eline aldı. Hançerini sol elinde tuttu. Arkası dönük olan bir Rus olsa da Murad ona saldıramazdı. Topallıyordu, yavaşça yürüdü. Ayağıyla, askere doğru bir taş attı. Rus askeri arkasını dönmesiyle başına nişanladığı tüfeğini ateşledi. Silah sesiyle birlikte diğer Rus askerleri ve köpekleri o yöne doğru koşmaya başladı. Murad, bacağındaki yaradan dolayı koşamıyordu. Sağ ayağını sürüyerek köprüden geçti. Atının yanına geldi. Çantasına mektupları koydu. Belinden nacağını çıkarıp köprünün iplerini kesti. Arkasını döndüğünde çalıların arasından bir Rus askeri çıktı ve Murad’ı sırtından vurdu. Murad orman içlerine doğru bağırdı. “Aktay, Korbaşı1 Enver Paşa’ya koş!” bir el silah sesi daha duyuldu. Murad diz çöktü. Ellerini dizinin üstüne koydu. Şehadet parmağı gökyüzünü gösteriyordu. Usturayla tıraş edilmiş başı secde eder gibi toprağa değdi. Aktay şaha kalkıp arkadaşını kaybetmenin acısıyla kişnedi. Bütün gücüyle ordugâha doğru koşmaya başladı.

Enver Paşa, karargâhında haritaları inceliyordu. Dışarıdan askerlerin bağırmalarını duyunca çadırından çıktı. Nöbetçi askerler, üstünde el işi örme heybesi olan, eri olmayan beyaz bir küheylanı kovalıyorlardı. Attıkları kementler boynuna geçmiyordu. Önünde kimse duramıyordu. Hışımla ordugâha daldı. Enver Paşa’nın çadırına doğru koşuyordu. Enver Paşa dimdik durmuş üstüne gelen atın gözlerine bakıyordu. Beyaz küheylan tüm engellemelere rağmen çadırın önüne gelip ön ayakları üstüne düştü. Sol tarafa doğru yattı. Başı, Enver Paşa’nın ayakları dibine düşüp titredi. Ağzından ve burnundan kan aktı. Ordu 2. Komutanı Hüseyinbek, atın başını kucağına aldı. Gözlerini kapattı. “Komutanım, Aktay çatladı.” Enver Paşa başı dik bir biçimde çadırına girip masasına oturdu.

Hüseyinbek elinde Murad’ın çantasıyla içeri girdi. Masanın üstüne bıraktı. Enver Paşa çantanın içini eliyle yokladı. Mektuplar eline geldiğinde yüreği yandı. İçinden “Helal olsun çocuğa” dedi. Başını kaldırıp Hüseyinbek’e baktı. “Murad’dan bir haber var mı?” “Komutanım, bir at ersiz geri dönerse eri tutsak düşmüştür. Ama at çatlarcasına koşar ve ölürse. Bilin ki sahibi şehit düşmüştür.” Hüseyinbek’in gözleri yaşardı.

– Hüseyinbek, Sultan Ebu Abdullah’ı bilir misin?– Bilmiyorum komutanım.

– Endülüs Emevi Devleti’nin son sultanıdır. Toprakları İspanyollar tarafından kuşatıldığında savaşmak yerine, ailesiyle beraber kaçarak dağda bir mağaraya sığınmıştır. Sultan yanan şehrini görünce, hıçkırıklarla ağlamaya başlamış. Onun bu halini gören annesi, yanına yaklaşarak ‘Erkekler gibi savaşmadın. Otur kadınlar gibi ağla’ demiş.

–Bu sözleri söyleyen bir kadın… Hüseyinbek, kadınlar namusları için kaçar ve kimse bu sebepten ötürü bir kadını suçlayamaz. Çünkü onlar kendi namuslarından, erkeklerse vatanın namusundan sorumludur. Bırak kadınlar, kara bağlayıp ağlasınlar. Erkekler ağlamaz. Savaş meydanındaysa kadınlar bile ağlayamaz!

Hüseyinbek dik duruşunu değiştirmeden, izin isteyerek konuşmaya başladı.

– Komutanım, Murad yetim ve öksüzdü. Fergana vadisinde otuz bin Özbek Türk’ü soykırıma uğradığında ben cephedeydim. Vadide benim ve Murad’ın soyu katledilmişti. Askerlerimle şehre yardıma koştuğumuzda geriye kül yığınları ve dağlara kaçmayı başarmış yaralı insanlarla karşılaştım. Yurttaşlarımla ilgilenirken Murad’a rastladım. Bir küçük çocuktu… Kendine bol gelen kabana sıkıca sarılmış ve korku dolu gözlerle etrafına bakıyordu. Cebinden yıpranmış bir deri düştü. Eğilip deriyi almaya çalıştığım da hançeriyle üstüme atladı. Bileğinden zamanında tutmasam, boğazımı kesebilirdi. Deriyi kimin verdiğini sordum. ‘Atam’ dedi. Yanına oturup bir tas çorbayla ekmek uzattım. Hançerini beline yerleştirdi. Gözlerimin içine bakarak tası alıp hızla çorbayı içmeye başladı. O yemeğini yerken ben de deriye baktım. Damgasından babasını tanıdım. Uzaktan akrabam olurdu.

‘Bu deriyi taşıyan çocuk en küçük oğlumdur ve adı Murad’dır. Atalarım, ben ve oğlum; yeri ve göğü kuşatan Tanrı’ya inandık. Allah rızası için ona sahip çıkın. O artık soyu kırıma uğramış, öksüz ve yetim bir müselmandır 2 .’


– Süngülenmiş, yahnisi yapılmış evlatlarımın yerine koydum onu, Komutanım, ağlamam bu yüzdendir.

Enver Paşa derin bir nefes aldı. Hüseyinbek’in sandalyeye oturmasını söyledi.

–Bak Hüseyin, sen bu ordunun komutanısın. Sen üzülür, ağlar ve başı eğik olursan ordu da başı eğik gezer. Böyle bir kuvvet hiçbir zaman savaş kazanamaz.

Enver Paşa yanındaki abdest ibriğini Hüseyinbek’e uzattı. Yüzünü iyice yıka ve öyle çık askerlerinin karşısına. Kimse ağladığını anlamasın. Ayrıca Murad’ın şehadeti kesinleştiğinde cenaze namazını sen kıldır.” Hüseyinbek ayağa kalkıp gür bir sesle “Emredersiniz komutanım!” dedi ve çenesinden dökülen damlacıkları koluyla sildi. Başı dik bir vaziyette nöbetçilerin teftişine gitti.

Enver Paşa, Kuşçubaşı Hacı Sami Bey’in mektubunu eli titreyerek okumaya başladı.

Komutanım, Kafiran’dan geri çekildiğinizin haberini alıp ordumla yola çıktım. Ancak Rus kuvvetlerinin sayıca üstün taarruzu yüzünden yardımınıza gelemedik. Takviye kuvvetleri beklemekteyiz. Emirlerinizi bekliyoruz.

Not: Morallerimiz yerinde olup bu zor zamanı da atlatacağımıza, hedefimize ulaşacağımıza eminiz. Büyük aydın ve dostunuz Ziya Bey’in dediği gibi;

 
Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan
Sadık askeriniz Kuşçubaşı Hacı Sami.
 

Enver Paşa, gece boyu haritaları inceleyip bu kapandan nasıl çıkacaklarını düşündü. Kısa bir not yazıp mührünü vurdu. Ordugâhın meydanında Hüseyinbek’in sesi yankılandı. “Er kişi niyetine” mühür Enver Paşa’nın elinden düştü. Usulca gidip çadırın girişindeki keçeyi aralayıp baktı. İmamın önü boştu. Enver Paşa, çadırında tek başına cenaze namazını kıldı. Seccadesinin üzerinde ağlayıp dua etti. Hüseyinbek’i çadırına çağırttı. “Hüseyinbek, şu mektubu en sağlam adamınla, tez Kuşçubaşı Hacı Sami Paşa’ya gönder. Ordu, taarruz hazırlıklarını en yakın zamanda bitirsin. Emrimle saldırıya geçeceğiz. Elleriniz tetikte bekleyin.” Abdest ibriği masanın üstündeydi. Enver Paşa’nın yanağından, su damlıyordu.

Taarruz günü Enver Paşa banyosunu yaptı. Temiz üniformasını giydi. Sakal tıraşını oldu. Badem yağıyla bıyıklarını tarayıp yukarı doğru büktü. Ordugâhın meydanında bayram namazı için bekleyen askerlerinin önüne geçip bayram namazını kıldırdı. Atının yanına ağıla gitti. Semerini bağlayıp eliyle besledi. Ordu, Enver Paşa’nın sert duruşundan güç ve cesaret alıyordu. Yüzünde üzüntünün kırıntısı bile yoktu. Hüseyinbek o an fark etti. Enver Paşa haklıydı…

Enver Paşa, ordunun en önüne geçti. Beylik tabancasını çekti. Rus mevzilerini gösterdi. “Soykırımcı Ermeni ve Ruslar oradalar! Akrabalarınızı kesen, dininize ve namusunuza saldıranlar orada! Siz nasıl öleceksiniz diye düşünmeyin. Esir düşersem. Atalarımın yüzüne nasıl bakarım. Bunu düşünün!” Enver Paşa atını ileriye doğru sürmesiyle… Ordu, “Allah, Allah” nidaları eşliğinde hücuma geçti.

Enver Paşa, Rus mevzilerine daldığında mermisi bitmişti. Silahını attı. Kılıcını çekti ve Rus makineli tüfeklerin bulunduğu sipere daldı. Askerleri biçerek ilerlemeye başladı. Enver Paşa bedenini delip geçen kurşunlara inat dimdik duruyordu at üstünde. “Havan topu” diye bir ses duyuldu. Havan mermisi Enver Paşa’nın yakınına düşmüştü. Paşa siperden dışarıya savruldu. Türkistan bir yiğit komutanı daha yuttu.

(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)

BÜYÜK KUŞ

Mevsim yazdı. Altay Dağlarının zirvesi her mevsim karlı, etekleri yemyeşildi. Rüzgârın çıkardığı ıslığın yanında bir ıslık daha yankılandı. Altayların zirvesinde yuva yapmış bir şahin çıkardı başını yuvasından. Tek gözünün üstünde pençe izi vardı. Bir gözü görmez şahin açtı kanatlarını boşluğa. Bıraktı kendini Altay’ın yemyeşil ovasına doğru. Dostunu tanımıştı. Sevinç çığlıkları atıyordu. Şahinin geldiğini gören yiğit, şaha kaldırdı atını, selamladı dostunu. Dörtnala sürdü doru atını. Doğduğu çadıra, yurduna doğru… Şahin de havadan, onu takip ediyordu. Altay ovasında şahinin sevinç çığlıkları yankılanıyor, sesi, oba halkının dikkatini uzaktaki yabancıya çekiyordu. Uzaktan gelen atlıyı görmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Çocuklardan biri uzun bir ağacın tepesinden bağırdı.

– Osman Batur!

Bütün oba çocuğa baktı. Sonra yaklaşmakta olan atlıya baktılar. Gözleri iyi görenler artık Osman Batur’u seçebiliyordu.

Osman Batur için kurbanlar kesilmişti. Obanın büyükleri oba beyinin çadırında toplanmışlardı. Soy büyüklüğüne göre yan yana dizilmişlerdi. Oba beyi konuşmaya başlayacaktı ki, büyük bir uğultu duyuldu. Herkes çadırlarına kaçmaya başladı. Yaşlılardan biri ellerini semaya doğru kaldırdı.

– Tengri Teâlâ, düşmanın büyük katil kuşundan koru…

Osman Batur yerinden doğruldu. Uçağın ışıkları bulutların arasından görünüyordu. Ağaçların yüksekliğine göre hareket ediyor, obanın üzerinde daireler çiziyordu. Osman Batur atına atlayıp kırbacını dişleriyle sımsıkı tuttu. Uzun bir ağaca tırmanmaya başladı. Tepesine geldiğinde şaklattı uzun kırbacını, biraz daha tırmandı. Ağacın tepesi eğilmişti. Uçak obadakileri rahatsız etmek için ağaçların seviyesine kadar aşağı inip birden yukarı çıkıyordu. Kanatlarında yazılı Çince karakterler çadırlarından başlarını çıkaranlar tarafından görülebiliyordu.

Osman Batur, insan boyu kadar olan kırbacını kanata doğru sallayıp doladı. Uçak, koca yiğidi havaya kaldırdı. Ancak taşıyamadı. Pilot, uçağın dengesini sağlamaya çalışıyor bir yandan da telsiz başında çığlık çığlığa ağlıyordu. Uçak obanın içine doğru ağaçlara çarparak düştü. Tüm oba donakalmıştı. Ağaçlarına arasında Osman Batur göründü. Kucağında kocaman uçak pervanesi vardı. Havaya kaldırdı. “Allahu Ekber” diye bağırdı. Bağrışında isyan gizliydi. Üstünde kara kurt postu vardı. Batmaya yüz tutmuş güneş, laciverte çalıyordu kürkün rengini.

(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)

KOCA KURT

Kale burçlarındaki nöbetçiler arasında sesler duyulmaya başlandı. Plevne kalesi komutanı Ömer Lütfi Paşa pencereye koştu. “Çabuk dürbünümü ver!” dedi yaverine. Bütün askerlerin dikkati nöbetçilerdeydi. “Osman Paşa ordusuyla yardıma gelmiş. Atının üstünde Rus kâfirini biçerek ilerliyor.” Kalenin içinde sevinç çığlıkları atılmaya başlandı. Askerler kılıçlarını kınlarından çekip verilecek emri beklemeye koyuldular. Ömer Lütfi Paşa ise gözünü savaş meydanından ayıramıyordu. Korkusuzca her gördüğü subayın üstüne atını süren Komutanı kalede tek tanıyan Ömer Lütfi Paşa’ydı. Nöbetçiler Osman Paşa’nın yardıma geleceğini biliyordu. Geri kalan cümleler ise kalıp kelimelerden oluşmaktaydı. Ömer Lütfi Paşa kale burçlarından aşağı indi. “Yedek kuvvetler atlansın. Kale kapılarını açın.” Siyah atına atlayıp kılıcını çekti. “Hücum!” nidasıyla bütün askerler yeni bir şevkle savaş meydanına atıldı. Yeni kuvvetler karşısında Ruslar çekilmeye başlamıştı. Kale ikinci komutanı mehteran birliklerine doğru bağırdı. “Elinize Allah zeval vermesin. Vurun tokmağı davula, yer gök sesinizle inlesin.” Mehteran kale içinde tur atmaya başladı. Savaş meydanı dalga dalga yayılan davul sesiyle inliyordu. Osman Paşa’nın askerleri geri çekilen Rus kuvvetlerini takibe başlamıştı. Ömer Paşa, ordusunu kaleye çekti.

Osman Paşa, ordunun en önünde yavaşça kalenin meydanına gelip atından atladı. Ömer Lütfi Paşa, topuk selamı verip gür sesiyle “Kırk bin erle, Plevne Kalesi emrinizdedir Paşam!” dedi ve birbirlerine sıkıca sarıldılar. Bütün kale “Padişahım çok yaşa” diye inledi. Osman Paşa yanında Ömer Lütfi Paşa’yla sığınağa indi.

– Komutanım, üç gündür top ateşiyle şehri dövüyorlar. Ancak öğleden sonra kesildi. Ardından taarruza geçtiler. Osman Paşa kafasını salladı.

– Paşam, karşı tepelerin ardından çıkıp topçulara saldırdık. Rus toplarını havaya uçurup taarruza geçen Rus ordusunu arkasından çevirdik. Kayıpları fazla olmalı. Bu Rusların kayıp verdikleri üçüncü savaşı ama sürekli asker takviyesiyle karşımıza çıkıyorlar. Aldığımız duyumlara göre karargâhta da fikir ayrılıkları siyasi çatışmalara dönüşmüş.

Kapı üç kere çalındı. İçeri giren er, “Komutanım, Ruslar toplarını geri çekmeye başladı.” dedi

Osman Paşa ve Ömer Lütfi Paşa koşarak surlara çıktılar. Dürbünle karşı mevzileri izlemeye başladılar. “Osman Paşam, kâfire iyi zarar vermişsiniz. Geri çekilmeye başlamışlar.” Osman Paşa sakalını sıvazladı.

– Yeni kuvvetler ve toplarla geri dönecekler. Ömer Paşam, arkalarından askerler gönderin, nereye kadar çekiliyorlarmış öğrensinler. Mehterana da söyleyin içimizi titretsinler. Rusları güzel uğurlayalım”

–Emredersiniz komutanım! Paşam, savaş mahkemesi kurulması gerekiyor. Yoğun top atışları esnasında kuramadık.”

– Tamam, kuralım.”

İki zabit ite kaka elleri, paslı kalın zincirlerle bağlanmış, şişman, bakışlarından sinsilik okunan; yüzü kapkara, üstünde bezden yapılma un çuvalı olan bir kişiyi getiriyorlardı. Osman Paşa sert bakışlarını mahkûmun üstünde tutuyordu. Bu bakışlar mahkûmu daha çok içine sindiriyordu. “Ömer Paşa, kimdir bu melun?”

– Habis bin Tarık, nöbetçi teftiş zabitimiz. Ordunun ekmeklik unlarını ıslatırken yakaladık. Ayrıca cebinden de küçük bir kâğıt çıktı.”

– Ruslara, para karşılığında casusluk yapıyormuş.” Osman Paşa hiddetlendi. Geniş yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. “Kansız köpek” Habis bin Tarık kendini hemen savunmaya geçti. İki büklüm olmuş bir hâlde, yavaş yavaş konuşmaya başladı. Konuşması sinir bozucuydu. Siyah saçları una bulanmış, esmer yüzü doğuştan bir hainlik besliyordu. “Sus! Boş boş konuşuyorsun. Suç üstü yakalanmışsın.

– Tamam, yeter bu kadar. Götürün meydanda asın.”

– Asmayın!

Habis bin Tarık da dâhil herkes şaşırmıştı. Osman Paşa ayağa kalktı. Habis bin Tarık’ın yanına geldi.

– Bu münafığı çengele çekin! Zabitler Habis bin Tarık’ı dışarı çıkardılar.

Ömer Paşa yutkundu.

– Komutanım, cahilliğimi bağışlayın, çengele asmak cezası dine küfredenler için değil midir?

– Paşa, Rus kâfiri için Müslüman askerlerin yiyeceğine musallat olan biri, olsa olsa yeziddir, cezası da çengeldir. Savaş zamanındayız. Adam görünen mahlûkatları ibreti âlem diye sallandırmalıyız. Tek bir askerin aklında küçük bir zafiyet eksikliği olmamalı.

Osman Paşa ve Ömer Lütfi Paşa harita başında Rusların nereye çekildiğine bakıyordu. Savunma ve saldırı taktikleri üzerinde konuşuyorlardı. Kalenin meydanından davul sesi duyuldu. Sesi gür, tellal köslerin önüne gelip bağırmaya başladı. “Yüce Allah yâr, melekler miğferiniz, yüzü güzel Muhammet rehberiniz, dört halife yoldaşınız olsun!” kösler çaldıkça herkes meydana bakıyordu. “Düşmanın kılıcı kınında kırılsın, münafığın eli taş kesilsin.”

Tellal Tarık’ı gösterdi.

– Habis bin Tarık, ekmeğimize kan doğramak istedi. Rus kâfirine Müslüman ahaliyi sattı. Cezası çengele çekilmektir.” ‘Çekilsin’ bağrışları meydanda yankılanıyordu. Tellal bağırmaya başladı.

“Duyduk duymadık demeyin, Habis bin Tarık bize hakkını helal etmiyormuş; peki zındığa siz hakkınızı helal ediyor musunuz ahali?” “Haram olsun” bağrışları kale surlarını aştı. Tarık’ın elleri ve ayakları arkadan birbirine bağlandı.İki uzun kazığın ortasına bir kanca sabitlendi. Habis bin Tarık bu çengel ucuna gelene kadar beş kişi tarafından çekildi. Ağlıyor ve yalvarıyordu. Çengelin ucunda sallanmaya başladı. Beş kişi zor taşıyorlardı. Tellal bağırdı. “Bırakın canlar, taşımayın şu münafık zındığı” bir anda bıraktılar ipi. Habis bin Tarık çengele geçti. Ömer Paşa, göz ucuyla meydana bakıp perdeyi kapattı.

Ömer Paşa, gaz lambasını yakıp duvara astı. Masanın etrafındaki paşalar dikkatlice Osman Paşa’yı dinliyorlardı.

–Ethem Paşa, siz atlı birliğinizle sağdan saldıracaksınız. Müşir Kazım Paşa, sizde soldan atlı birliğinizle saldıracaksınız. Ben ve Ömer Lütfi Paşa da ortadan atlı ve yaya birliklerle kuşatmayı delmeye çalışacağız. Karargâh bu planı kabul etmese de, yiyeceğimizin azalmasından dolayı bunu yapmak zorundayız. Eğer Rusların çemberini delebilirsek en azından Orhaniye’ye geçeriz. Bu da bize rahat nefes aldırır. Ömer Lütfi Paşa, şehrin etrafına üç askerin rahatlıkla geçebileceği hendekler kazın. Zamansız taarruza geçerlerse püskürtmesi kolay olsun.

Kale karanlığa bürünmüştü. Nöbetçilerin “Yektir Allah” sesleri burçlar arasında yankılanıyordu. Osman Paşa’nın gözleri Rus hatlarındaydı. Ömer Lütfi Paşa saygıyla yanına geldi. “Paşam, ordu savaşa hazır. Hendekler de kazıldı. Yarın sabah namazından sonra saldırabiliriz. Gün aydınlandığında herkes hazır olsun” “Emredersiniz Paşam”

Güneşin ilk ışıkları kale burçlarını aydınlatıyordu. Osman Paşa üniformasının söküklerini dikmiş, çizmelerini cilalamıştı. Beylik tabancasını, tüfeğini ve kılıcını kontrol etti. Güzel koku sürüp sakalını ve saçını taradı. Kalpağını taktı. Son hazırlıkları kontrol ederek ahıra indi. Siyah savaş atı, heyecanlı görünüyordu. Sahibini görünce sakinleşip yanına gitti. Osman Paşa atına atlayıp emir erinin uzattığı tüfeği eline aldı. Ordunun önüne atını sürdü. Lütfi Paşa mehteran başına döndü. “Ordu savaşa hazırlansın!” mehteran başı gür sesiyle bağırdı. “Yaptığımız büyük ve küçük günahlar için, Allah rızası için ‘estağfurullah’ diyelim. Ordu içinde hıçkırık sesleri ve ağlamalar duyuldu. Dalgalanarak yayılan hıçkırık seslerini yine mehteran başının gür sesi kesti. “Üçler, yediler, kırklar aşkına, evliyalar; arslanlar arslanı Ali aşkına, gül yüzlü Muhammed aşkına, Allah aşkına! ‘Hu’ diyelim. Hıçkırık sesleri kesildi. Bütün ordu ‘Hu’ sesiyle dağları inletti. Rus mevzilerine kurt ulumasını andıran bir ses gitmişti. Takviye gelen yeni Rus askerleri savaşta nasıl askerlerle karşılaşacaklarını birbirlerine sorup korkudan titriyorlardı.

Rus yaya birlikleri hücuma kalktı. Osman Paşa kale burçlarına baktı. “Allah elinize zeval vermesin! Vurduğunuz yerle yeksan olsun! Taş üstünde taş koymayın.” Toplar Rus mevzilerini dövmeye başladı. Ömer Lütfi Paşa kılıcını eline aldı. “Nişan al! Ateş!” Osman Paşa geriye döndü. “Gazilerim, şehit evlatları, dünya hâkimi Yüce Devlet Osmanlı’nın yiğit askerleri, gün gaza günüdür. Geri döneni çengele takarım. Süngü tak! Hücum!”

En önde rütbelerini sökmüş, atlı paşalar, yaya askerler ve sancaktarlar hücuma kalktı. Osman Paşa süvarileriyle şimşek gibi girmişti mevzilere. Ruslar geri çekilmeye başlamıştı. Ömer Lütfi Paşa Osman Paşa’ya doğru bağırdı. “Paşam geri çekiliyorlar. Savaş bizimdir.”

Ruslar, dağlara gizledikleri silahları ateşlediler. Karşıki dağlardan beş bin top birden ateşlendi. Ömer Lütfi Paşa’nın yakınına bir gülle geldi. Osman Paşa atını Ömer Lütfi’nin düştüğü yere sürdü. Ömer Paşa atından düşerken gözleri sancaktaydı. Osman Paşa’nın sırtına da şarapnel parçaları saplandı. Gözleri karardı. Atıyla beraber yere yuvarlandı.

Müşir Kazım, Osman Paşa’nın gözlerini açtığını görünce heyecanla hücresinin parmaklıklarına koştu. Yan Hücredeki Ethem Paşa’ya bağırdı. “Komutanım uyanıyor.” Koridordaki bütün hücrelerden “Çok şükür ” nidaları geldi. “Komutanım! Ben Müşir Kazım! Beni duyuyor musunuz?” Osman Paşa bezlerle sarılmış bedenini kaldıramadı. Başını kaldırıp karşıya baktı. Parmaklıkları görünce kahroldu. Sesler artmıştı. Bütün askerler Osman Paşa’yı merak ediyorlardı. Ethem ve Müşir Kazım, Osman Paşa’nın koluna girip yatağından kaldırdılar. Komutanın emriyle sadece hücresinden çıkarıldı. Rus Genelkurmay Başkanı, kazandığı savaşın verdiği gururla Osman Paşa’nın karşısında durdu.

“Osman Paşa sizi yine karşımda görmek beni onurlandırdı. Sizi yenmenin sarhoşluğuyla kabalık yaparsam beni bağışlayın. Osman Paşa’yı yenme zevki mucize gibi bir olay… Efendim, ben Kırımda da görev yaptım. Türkçeyi iyi bilirim. Ancak Ömer Lütfi Paşa’yı bu savaşta göremedim. Haberiniz var mı?”

Osman Paşa yanındaki paşaların yardımıyla biraz doğruldu.

“Sayın komutan, Ömer Lütfi Paşa Kırımda kaldı. Kırım ise hayallerimizde… Hayallerle yaşamaya gerek yok.”

“Osman Paşa, Rus savaş kurallarını bilirsiniz. Eğer bir komutan mertçe direnmişse, esir düşse bile kılıcı iade edilir ve ülkesine geri dönmesine izin verilir. O yüzden akşam yemeğini benimle yemek isterseniz bana büyük bir onur vermiş olursunuz. Ayrıca Abdülhamit Han size özel bir mektup gönderdi. Buyurun.”

Cebinden çıkardığı mektubu uzattı. Osman Paşa yaralarının ağrısına aldırmadan mektubu aldı. Göğsüne sarılmış bandajların arasına soktu.

“Sayın Komutan, nazik davetiniz için teşekkür ederim. Ancak akşam yemeğini askerlerimle birlikte yiyeceğim.”

“Ha, Bu arada Osman Paşa, sizi yendiğimi içki içtiğim her mevkidaşıma ve yaşadığım sürece aileme her gün anlatacağım. Umarım darılmazsınız.”

Osman Paşa dimdik durdu. Yanındaki paşaları geriye iteledi.

“Sayın Komutan, biz inançlı insanlarız, zafer de Allah’tan, yenilgi de. Ancak siz de şunu unutmayın. Kurt kocayınca bir kemik için saatlerce yol giden köpeklerin maskarası olurmuş.” Şaşkın bakışlar arasında Osman Paşa dik bir hâlde yürüdü ve hücresine girdi.

Akşam yemeğinin ardından, ısrarlara rağmen Osman Paşa, sabah yerine gecenin en karanlık vaktinde yola çıktı. Yanında Ethem ve Müşir Kazım Paşa vardı. Uzun ve yorucu bir yolun sonunda Abdülhamit Han’ın huzuruna vardılar. Yol boyunca gerekmedikçe konuşmadı Osman Paşa. İç dünyasına çekilmişti. Lütfi Paşa aklına geldikçe kolundaki yaraları sızlıyordu. Bu üç süvariye Osmanlı sınırına kadar üç Rus subayı eşlik etti. Sonrasında İstanbul’a kadar gerekmedikçe mola vermediler. Bu Osman Paşa’nın emriydi. Bir an önce padişahın huzuruna çıkmak ve başka bir cepheye gönderilmek istiyordu. Yoksa kimsenin yüzüne bakamazdı. Yüzlerinde peçelerle girdiler İstanbul’a. Saraya kadar hiç durmadılar. Abdülhamit Han geldiklerini duyunca bekletmeden yanına çağırttı.Padişah, yüzünü yerden kaldıramayan Osman Paşa’nın kolunu sıvazladı. Göğsüne madalyasını taktı. “Gazi Osman Paşa, sen benim yüzümü güldürdün. İki cihanda da yüzün ak olsun.” Dedi. Osman Paşa bu anı ve Plevne’yi, ömrü boyunca unutamadı. Verilen yeni görevi hemen kabul edip İstanbul’dan dörtnala çıktı. Batmakta olan güneşi arkasında bırakarak sürdü atını kurak topraklara.

(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)

1.Komutan
2.Müslüman
9 610,68 soʻm
Janrlar va teglar
Yosh cheklamasi:
0+
Litresda chiqarilgan sana:
02 avgust 2023
Hajm:
5 Sahifa 9 illyustratsiayalar
ISBN:
978-625-6852-44-0
Matbaachilar:
Mualliflik huquqi egasi:
Elips Kitap