Kitobni o'qish: «Cengiz Aytmatov ve Masal Dünyası»
Her yazar bir milletin çocuğudur ve o milletin hayatını anlatmak ve kendi vmillî gelenek ve törelerini kaynak alarak zenginleştirmek zorundadır.
Cengiz Aytmatov
Bağımsızlığın 30. Yılında Cengiz Aytmatov’un aziz ruhuna ithaf olunur!..
TAKDİM
Sevgili okuyucu,
Cengiz Aytmatov, dünya seviyesindeki eserlerin listesinde yer alan ve ruhani temizliğe çağıran eserleri ile dünya medeniyetini zenginleştirmeye büyük katkıda bulunmuştur. Aytmatov sadece Kırgız halkının değil, Türk dilini konuşan bütün halkların iç dünyasına kapı aralayan, millî bir betimleyicidir.
Aytmatov’un eserlerinde anlatılan mitler, efsaneler ve masallar özel ilgiyi hak ediyorlar. Yazar eserlerinde bin yıl önceki folkloru, ataların vasiyetleri ve onların derin felsefesine dayanarak günümüzün sorunlarını, hayatın gerçeklerini büyük bir ustalıkla yansıtabilmiştir.
Elinizdeki kitabın, Aytmatov’un eserlerindeki mitolojik ve folklorik motifleri tanıtacağına, ayrıca okuyucuların Aytmatov’un dünyasını bir kez daha dolaşıp onu hatırlamalarını sağlayacağına inanıyorum.
Kitabın yazarlarına edebiyat biliminin “Aytmatov çalışmaları” alanındaki katkılarından ve emeklerinden dolayı teşekkür ederim. Kardeş Türkiye’de Aytmatov’un eserlerine olan ilgiyi bu kitapla daha da artırıp derinleştirebileceğimize içtenlikle inanıyorum.
Saygılarımla,
Kubanıçbek ÖmüraliyevKırgız Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi
SUNUŞ
Aytmatov… Âlem… Edebiyat…
Cengiz Aytmatov… Âlem… Edebiyat… Bu üç temel kavram, günümüzün değişen dünyasında çok katmanlı bir anlam taşıyor. Cengiz Aytmatov ulusal bir yazar ve yerel edebiyatın temsilcisi olmasına rağmen, onun edebî dünyası giderek daha küresel hale geliyor.
Edebiyat, her şeyden önce sanatsal estetiğin, o halkın manevi kalbinin ve ruhunun bir ürünüdür ve ancak bu değerler yazarın eserleri aracılığıyla insanlığın doruklarına yükseldiğinde, bu milli edebiyatın derinliği ve anlamı genişler. Aytmatov bu meridyende yaşıyordu. Bugün Aytmatov evrensel bir manevi kod haline geldi. Eserleri yeryüzünün bütün köşe bucaklarında okunmaktadır. Edebi hazineler, şaheserler ve büyük yeteneklerle dolu olan Avrupa neden uzaklardaki Kırgızistan yazarının eserlerine bu kadar dalmış ve romanlarını ve kısa öykülerini özel bir özveriyle okuyor?
Avrupalı okuyucu Aytmatov’un eserlerinde ne buldu? Bakış açısı, dünya görüşü, mentalitesi, yurt severliği önemli ölçüde farklı olan Avrupalı okuyucu Aytmatov’un eserlerinde nasıl bir manevî ve bediî güzelliğin sırlarını açabildi? Bu elbette, yaşlı bir adam için çok zor bir soru olabilir, ancak aynı zamanda ilginç bir durum da yaratabilir.
İnsan – Devir, Devir – İnsan…
Bu iki büyük kavramın anlamı nedir?.. Aytmatov veya Aytmatov fenomeni nedir?.. İnsanda insanlığın korunması mı?.. Bu soruda olduğu gibi Aytmatov işte bu soruyla yaşadı, insan merkezli dünyanın en acil soruları olan evrenin gerçekliğini konuştular ve hem kendisi hem de bizim için cevap aradı…
Çağın otoportrelerini insanlar yaratır. Aytmatov kendi çağını yaratıp gitti
Aytmatov, bize sadece kalbin sesini iletmekle kalmamış, insan dehasıyla dünya medeniyetinin ilerlemesine ve çağın yeni bir entelektüel ortamının gelişmesine de katkıda bulunmuştur. Aymatov’un dönüşümü, her şeyden önce, insanlığın hümanist düşüncelerini uyandırdı, insan toplumunu evrenselleşmeden kurtarmaya çalışan dünya görüşünün manevi bir galaksisini yarattı.
İşte bu mahalli insan, küresel bir düşünür olduğunu kanıtladı, bununla birlikte Aytmatovluk ruh alanını, medeniyetler ittifakını yarattı… Bu ruhî alyans, en evveli manevi erkinliğine, bağımsızlığına, insandaki insanî idealler doktrinine dönüşen ruhun birlikteliği.
Cengiz Aytmatov’un dediği gibi, “Biz dünyayı değiştirdik, dünya bizi değiştirdi.” Aytmatov’un fikir ve düşünceleri, günümüzün değişen dünyasında, çağın sorunlarına cevap bulmak için dünyanın dört bir yanındaki zeki insanlarını araştırma, tartışma ve ortak çabaya davet etmektedir. Aytmatov’un fikirleri bizimle yaşıyor, o bizim için gerçek bir insan, bizimle birlikte, çünkü Aytmatov, Aytmatov’un fikirlerinde yaşıyor.
Büyük yazarımız Cengiz Aytmatov’un bilgeliği, “Ne yaparsa insan büyük insan olur, insanoğlu ne zaman çözer, ne zaman karar verir!?” Modern uygarlığın sorunlarını ancak insan haysiyetini koruyarak çözülebileceğini kaydedip gitti.
Aytmatov’un tüm hayatı ve çalışması, eski Sovyetler Birliği’nin ve dünya sosyalist imparatorluğunun kalbi haline gelen komünist sistemde geçti. Bu dönem hayatında mücadele ve mücadele yıllarıydı. Babası zulme uğrayan eski bir aktivistin oğlu, totaliter rejimin zor durumunu küçük yaşlardan itibaren görmüş ve bu dönemin zor yıllarında evlilik konusundaki görüşleri ve duruşu şekillenmiştir.
Bu dönemin acısı, babasını erken kaybetmesi, hayatının zorlukları, tüm bunlar onu içsel hazırlığını, tüm kalbini bir sanat eserinde ifade etmeye, hayatını edebiyata adamaya motive etti.
Yazar ve kader…
Bu iki kavram birbirinden ayrılamaz. Aytmatov, Gün Uzar Yüzyıl Olur, Elveda Gülsarı, Cemile, Cengiz Han’a Küsen Bulut, Erken Gelen Turnalar ve son çalışması Dağlar Yıkıldığında gibi eserlerinde evvela kendi dünyasını, kendi trajedisi ile hayatını, kendi sevgisi ve çelişkisini, ömürdeki acı gerçeği, yani bütün hayatın çilesini, kanı ve canı ile geçirdiği azap ve eziyetin prizmasından gösterdi.
Жазуучуга тагдыр керек, ошол тагдыр гана аны мыкты чыгармаларды жаратууга түрткү бере ала тургандыгын Айтматовдун өмүр жолунан көрүүгө болот…
O kuşağın kaderiyle örtüşen zor bir dramdı. Aytmatov’un büyüklüğü o zor çağın magmasında yaşadı, o dönemin bütün dramını gösterebildi. Bu anlamda onun yaratıcı kodunun formülü yatıyor. Tek kelime ile ifade edilirse bu “kader”dir… Aytmatov, Sovyet sisteminin zorluklarını yaşamamış olsaydı, yazar olup olmayacağı tartışılırdı. Yazarın bir kadere ihtiyacı vardır ve işte bu kader da onu güçlü eserler yazmaya götüren dürtüyü Aitmatov’un hayatından da anlamak mümkündür…
Büyük bir adamın büyük mirası, bize bıraktığı büyük sorudadır
Yazarın eserlerinde toplumsal akıl ve zihinden ne kadar ileride gittiğinin, kendi fikirleri ile çağdan ayrılıp, onu arkada bırakıp, ileriye, sonsuzluğa, geleceğin inanç matrisini gelecek nesillere bırakıp gidişini, biz şimdi neredeyse dünyanın geride bıraktığı tozu yuttuğunu seziyoruz.
Aytmatov’un benzersizliği, her birimizin manevi dünyanın ayrılmaz bir parçası olarak oluşumunu etkilemesi, her birimizin bir adam, insan olarak zihnimizi paylaşması, iç dünyamızı arındırması, kalplerimizde büyük Aytmatov’un sözünün tohumlarını bırakması, bu büyük haysiyet bizi hayatın içinden çıkılmaz labirentinden, manevi felçten kurtardı …
Ve belki Aytmatov’un ruhu bu fenomendedir?!
Zaman kendi kanununa göre devam ediyor. Şimdi bir yol ayrımındayız. Ama bu zorlu yolda asıl zaferimiz, özgürlük oldu, kalp ve ruhun özgürlüğü oldu! Bağımsız bir toplumda yaşamın kendisi, insan yaşamının büyük bir medeniyetidir.
Sadece dış görünüşümüzle değil, içimizdeki insanî düşüncelerinin bağımsızlığı ile ancak özgürlüğe hazır olabiliriz. Fikrî hürriyeti olan insan ancak özgür bir toplumu hak eder. Aytmatov’un miras bıraktığı gibi, «her zaman iç ruhun özgürlüğü için savaşmalıyız …» Çan sesi gibi düşen Kassandra’nın çığlığı, sesi, insanı genetik olarak ahir zamana alıp götürmekte olduğunu ve bununla birlikte insanlık medeniyetinin güneşinin batmakta olduğunu işaret ediyor. İşte bu insanî akıl, hafızaya kaydediyor mu yoksa insani akıl hafızaya mı çağırıyor?! ..
“Biz dünyayı değiştiriyoruz, dünya da bizi…” işte bu Aytmatov’un manevi sloganı…
Aslında Aytmatov dünyayı değiştirdi. Peki ya biz değiştik mi?
Bu soru bir zaman ve çağ sorusudur. Buna cevap bulmak için hepimizin başımızı ellerimiz arasına alıp düşünmemiz gerekiyor. Bu dünyada tek bir ulusun ya da tek bir devletin sorusu değil, çağımızın zorluklarına hepimiz birlikte cevap vermemiz gerekiyor ve hepimiz bundan sorumluyuz.
Адамзат кайыгын бул мухитте чайпалтпай, глоабалдык апаатан, терроризм менен фашизмден, ашынган фундаментализм жана деспотизмден аман сактап калуу, дүйнөнү көз карегиндей коргоп калуу – ал биздин, жалпы адамзаттын ыйык милдети!
Cengiz Aytmatov’un miras bıraktığı gibi, “Hepimiz aynı gemideyiz, önümüzde kocaman kozmik bir muhit var.” İnsan gemisini bu okyanusta batırmadan, küresel afetten, terörizm ile faşizmden, aşırı köktendincilik ve despotizmden korumalı, dünyayı gözünün bebeği gibi saklamalı. İşte bizim yani bütün insanlığın kutsal görevi!
İşte bu endişe verici soruyu bütün insanlara ve insanlığa, dünyaca tanınmış düşünür, hümanist, filozof, yazar Cengiz Aytmatov bize manevi bir eğilim olarak anlata geldi.
Cengiz Aytmatov kendi zamanında “Dünyayı kurtarmak için, insandaki insanlığı kurtarmak için!” demişti.
Bu söz doğruluğunu binlerce kez kanıtladı!
Ünlü yazar Cengiz Aytmatov, Kırgız millî edebiyatının ününü uluslararası düzeye yükseltti, adını uzaklara taşıdı. Dünya halklarının Kırgızları Cengiz Aytmatov aracılığıyla tanıdığı sözü de doğrudur. Kitapları tüm ulusların dillerine çevrildi.
Aytmatov dünyaca ünlü bir yazardır. Türk dünyasının önde gelen yazarlarındandır. Eserleri hemen hemen tüm Türkçe konuşan halkların dillerine çevrilmiş ve ilgiyle okunmuştur. Cengiz Aytmatov Türk dünyasının “çoban yıldızı”dır. Manevi yüksekliği de Türk dünyasının büyüklüğünü de Aytmatov’un yüksekliği ile ölçüyoruz. Yükseklik sadece yükseklikle ölçülür. Cengiz Aytmatov, Türk dünyasının manevi bir “meşalesi”dir.
Büyük yazarın aşkın büyüklüğünü yücelten ilk aşk hikayesi “Cemile” povesti, Louis Aragon’un Aytmatov hakkında yazdığı ve dünyaya duyurduğu “bu eser dünyada ne kadar sevgi konulu eser yazılsa da bu sevgiyi öne çıkaran en güçlü hikaye” diyerek paha biçmişti. Her şeyden evvel Aytmatov’un eserlerine Avrupa okurunun penceresini açıvermişti.
Kırgızistan’ın son 40 yıldır çeşitli büyük yazarların en iyi romanlarını okuyan ama aynı zamanda okuyucu kitlesi yüksek olan Kırgız yazarının Avrupa’ya gelişi ve manevi rekabet yaratması, yüksek edebiyatın ilk işaretiydi…
Ünlü Kazak şairi Muhtar Şahanov’un, “Evrende iki Cengiz yaşadı. Biri dünyayı kılıçla fethetti, biri kalemle fethetti. Kılıçla fetheden Cengiz Han’ın adı lanetle, kalemle fetheden Cengiz Aytmatov’un adı ise insan övgüsü ile sonsuza kadar korunacaktır” diyen bir sözü var. Cengiz Aytmatov’un eserleri tüm Türk halklarının dillerine çevrildi ve Türkiye’de onun edebî dünyası defalarca yayınlandı. Aytmatov Türk dünyasının bir yazarı!
Haziran 2008’de biz sadece Aytmatov’u değil, bütün bir çağı son yolculuğuna uğurladık… Çünkü Aytmatov, zamanının ruhsal bir yansıması, ruhsal bir özüydü… Aytmatov gözleri kapansa bile onun ruhu ve ruhsal zenginliği bundan sonra da dünyanın dört bir yanında dolaşmaya devam edecek. Onun ölümsüzlüğü, sonsuzluğu eserlerinde…
Sultan RaevTÜRKSOY Uluslararası Teşkilatı Genel SekreteriKırgız Halk Yazarı
ÖNSÖZ
Cengiz Aytmatov’u 10 Haziran 2008’de “ebediyete” yolcu ederken geride bıraktıkları ile yetinmek zorunda kalacağımızı biliyorduk. Aslında “gidişi” ile değil de “geride bıraktıkları” ile yükümüzü oldukça ağırlaştırdı. “Ben yazdım yazacağımı, artık gerisini siz düşünün!” der gibi terk etti bu dünyayı. Gitmeden önce herkesi, bütün insanları ve insanlığı uyardı. Kendisini mitolojik kahraman Kassandra’nın yerine koydu ve acı veren geleceğin habercisi oldu.
Aytmatov 24 Ekim 2000’de Milliyet gazetesine verdiği demecinde şöyle demişti: “Değişme insanların bilinci ve isteği dışında gerçekleşir. Dolayısıyla değişim kaçınılmazdır. Sovyetlerin yıkılması da insanlık için bir değişimdi. Gelişmeyi vadettiği için elbette sevindim. Ancak, yeni zaman beni aşırı sevindirmedi. Çünkü gelecek zamanda zorluklar ve sıkıntılar olacağının farkındaydım. Gelen şey cennet değil!”1 Yıl 2000, sıradan bir yıl değildi; çünkü “yeni bir milenyum” başlıyordu. Hazır mıydık veya insanlık hazır mıydı? Bilmiyorum. “Değildik!..” demek istemediğim için “bilmiyorum” demek bir nevi kaçış yolu. Aytmatov biliyordu ama. Bizi, insanları ve aslında “insanlığı” uyarmıştı. Sadece bu söyleşisiyle değil, bütün yazdıklarıyla uyarmıştı. Bu ciddi; fakat ciddiye alınmayan uyarılara kısaca bir göz atalım.
Cengiz Aytmatov’un geride bıraktığı eserleri insanın veya insanoğlunun önce kendini, sonra etrafındakileri, daha sonra da tabiattakileri fark etmesini sağlıyor. Dolayısıyla okuyucu “kendisinin, etrafının ve tabiatın” farkına vararak yaşam kalitesini yüksek tutuyor. Okuyucu, Beyaz Gemi ile yok olmakta olan maralların yanı sıra yok olmakta olan bir doğadan, yok olmakta olan şuurlu ve millî kimliğinin bilincinde bir Kırgız neslinin varlığından haberdar ediyor. Mümin dede ile kaybolmakta olan millî bir bilinci temsil ettiriyor, nesli tükenmekte olan maral ana ile geçmişi, kendini sulara bırakarak babasına ulaşmaya çalışan isimsiz küçük çocuk ile de geleceği temsil ettiriyor.
Gün Olur Asra Bedel romanı, Cengiz Aytmatov’un Kırgızların varlığını anlamlandıran, geçmişine ışık tutan, geleceğini aydınlatan bir eseri olarak okuyucunun karşısına çıkıyor.
• Önce “Nayman Ana” ile çevrelenmiş, kuşatılmış, işgal edilmiş, iğfal edilmiş, iğdiş edilmiş bir bellek mekânı olan ‘ana beyit’in kutsallığını hem Kırgızlara hem de bütün dünyaya haykırıyor.
• İnsanlar arasındaki düşmanlık yüzünden “mankurt”laştırılmış Colaman ile okuyucunun gözünü açıyor.
• Özünü ve benliğini, kimliğini kaybetmiş Sabitcan ile rejimin eğitim yoluyla Kırgızları nasıl köleleştirdiğini anlatıyor, daha acısız, daha farkında olmadan.
• Ardından tüm insanlığın iki süper güç tarafından nasıl haklarından mahrum bırakıldığını gösteriyor.
Kıyamet veya Türkçeye tercümesi ile Dişi Kurdun Rüyaları, tam bir insanlık trajedisi olarak okuyucunun karşısına çıktı. “İnsanlık trajedisi” diyoruz; çünkü insanlığını yitirmiş uyuşturucu tacirleri, bağımlıları, kaçaklar, dinden imandan çıkmış insanlar, tabiatı ve tabiatın kendilerine sunduğu nimetlere şükretmek bir yana bu nimetlerin farkında bile olmayan ve doğayı acımasızca katleden sayga avcıları. Bunların da ötesinde üçüncü batında doğurduğu dişi kurdun yavrularını çalan Bazarbay. İşte bu da tam bir “insanlık trajedisi.” Bütün bunlarla münferit olarak mücadele etmeye çalışan Avdiy Kallistratov ve dürüst, namuslu, çalışkan, kendi hâlinde ama hem kendi varlığının hem etrafındakilerin hem de tabiatın ‘farkında’ olan Boston. Nihayet onun kendi evladını vurması ve yaşadığı trajik son.
Cengiz Aytmatov’un genelde ilham kaynağı olan Orta Asya ve özelde Kırgız mitolojisinden ve tarihinden bir defalık ayrılıp antik Yunan mitolojisine uzandığı eserinin kahramanları Robert Bork ve uzaylı rahip Filofey. Okuyucu, Robert Bork ile bozulmaya yüz tutan, üstelik insan eliyle yok olmaya yüz tutan ve bu bozulmaya sessizce tepki veren, topluca intihar eden balinaların varlığının ‘farkına’ varıyor. Romanın yayımlanmasına kadar yalnızca haber değeri taşıyan insanlar dışındaki canlıların münferit veya topluca intiharları, bu defa bilinçli ve varlığının farkında olan okuyucuların dikkatlerini çekiyor, belleklerine yerleşiyor.
Kıyamet’teki dişi kurt Akbara’nın bir nevi intiharı, Kassandra Damgası’ndaki baykuşun Kremlin Meydanında kendini ölüme atması, balinaların topluca kendilerini karaya vurarak öldürmeleri daha büyük bir anlam kazanıyor. Kendi zamanında diğer insanlar tarafından dikkate alınmayan Kassandra’nın kehanetleri, farklı bir anlam ve boyut kazanarak, günümüz insanını yakın veya uzak gelecekte sürüklenecekleri felakete karşı uyarmaya çalışan Aytmatov’un kehanetleri ile birleşiyor. Kassandra’nın düştüğü zor duruma bu defa Aytmatov düşüyor.
Nihayet Dağlar Devrildiğinde romanı sevgiden yoksun kalmış, günümüzün modern hayatının kıskacına sıkışmış insanların nasıl acımasızca kendi öz varlıklarını pazarladıklarını gösteriyor. Bu kargaşa içerisinde hem Kırgız okuyucu hem de evrensel okuyucu Kırgızistan’a ve onun karlı zirvelerine mahsus, kendi dünyasında yaşam savaşı veren Caabars’ın varlığının ve yok olmakta oluşunun ‘farkına’ varıyor. Bütün bu mücadele içinde yeşermeye uğraşan, kendisine bir var oluş alanı yaratmaya çalışan “sevgi”nin nasıl yok edildiğini gösteriyor.
Galina Guseva ta 1987’de yaptığı söyleşisinde “Aytmatov eserlerinin şahısları hassas insanlardır. Onlar güçlerini esirgemeden çalışır, aşırı derecede sever, hıçkıra hıçkıra ağlar, içten nefret ederler” diyordu.2 Toprak Ana’nın Tolganay’ı hem kocasını hem de çocuklarını savaşın kanlı safhalarında yitirdikten sonra hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Oğlundan miras kalan gelini de biricik torununu doğururken ölmüştü. Tolganay ağlamasın da kimler ağlasındı?.. Günümüz insanının ağlamaya vakti mi var, ağlarken dökecek gözünde yaş mı var? İğdiş edilmiş Gülsarı için Tanabay ağlamasın da kimler ağlasın? Colaman için anası Nayman Ana ağlamasın da kim ağlasın? Köleleştirilmiş Sabitcan için Edigey ağlamasın da kim ağlasın?
Otomatik tüfeklerle taranan saygalar için, üç defa yavrularını kaybettikten sonra canını da kaybeden Taşçaynar ve Akbara için daha sonra kendi hayatını da veren hırsızları, uyuşturucu bağımlılarını, kaçakları yola getirmek için uğraşırken olanlara şahit olan Avdiy Kallistratov ağlamasın da kim ağlasın? Biricik evladını kurtarmak için Akbara’yı ve oğlunu kendi elleriyle öldüren Boston ağlamasın da kim ağlasın? Gözü dönmüş kalabalığın elinde linç edilen Robert Bork için eşi Jessi ağlamasın da kim ağlasın?
İnsanları inandırabilmek için kendini uzay boşluğuna bırakan zavallı rahip Filofey için Robert Bork ağlamasın da kim ağlasın? Nihayet, Kırgızistan’ın karlı zirvelerinin süsü, varlık mekânı mağarada gözü dönmüş paralı avcıların kurşunlarıyla canlarını veren Caabars ve Arsen için Eles ağlamasın da kim ağlasın. Üç kuruş para ve menfaati için ülkesinin ve milletinin değerlerini satanlar mı ağlasın? Yoksa biz mi ağlayalım?
İşte bütün bunları bırakıp gitti Cengiz Aytmatov. Hem de bir bulmaca, bir puzzle gibi çözümünü de biz “insanlara” bırakarak.
Elinizdeki kitapta yazarın ölümünden sonra yayınlanan Masallar ve Efsaneler kitabındaki dördü masal dördü efsane olan “masallar ve efsaneler”den alıntıların Rusçadan çevirisini ve çözümlemelerini yaptık.3 Kitaptaki sekiz anlatının beşini yazar, henüz hayatta iken romanlarının içinde kullanmıştı. Mesela “Çıpa-lak parmak çocuk” ve “Maral ana” anlatıları Beyaz Gemi’nin sayfalarında yerini almıştı. “Kuz başında kalan avcının feryadı” olarak Karagül efsanesi de Elveda Gülsarı romanında işlenmişti. Sabina Said’in bir toplantıda ifade ettiği gibi;
… Efsaneye göre, avcılıkta usta olan bir babanın oğluna avcılığı iyi öğretip kötü sonuçlar doğurmasına yol açtığı anlatılır. Karagül adlı çocuk öyle iyi bir avcı olmuş ki, attığı ok hiç boşa gitmezmiş. Karagül dağlardaki tüm hayvanları; yeni doğan yavruları dahi öldürmüş. Boz Geyik soyunu kırıp geçirmiş. Kaçan son Boz Geyik’in peşine düşmüş, fakat hareket edemeyeceği bir dağ başında kala kalmış. Babası onu bulmuş, ancak öz oğlunu silahıyla vurarak acı sonuçtan kaçamamış ve acı bir ağıt yakmıştır. Soyunu tüketen bir harekete kalkışmanın kendi tarihsel geleneğini, değerlerini ve özünü yok etmekten başka bir şey olmadığı açıkça görülmektedir.
“Mankurt” efsanesini bilmeyen yoktur. Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel romanında anlattığı bu efsane ile özünde millî hafızanın yok edilmesi konusunu işledi ve “mankurt” kavramını dünya edebiyat alanına yerleştirdi. Şimdi gelelim yazarın hayatta iken kaleme aldığı kitaplarına girmeyen ve burada ilk defa okuyucunun karşısına çıkacak iki masal ve bir efsaneye. Yine Sabina Said’in kaleminden aktaralım;
1. “Üç Zavallı Kız Kardeş” masalı:
Bu masal için kitapta “Ayımkan ninenin masalı” notu düşülmüş. Demek ki yazarın ninesinden dinlediği ve kayda geçirdiği bir masal. Bu anlatıyı Aytmatov daha önceki eserlerinde kullanmamış. Masal üç kızın üvey nineleri tarafından istenmeyerek ormana götürülüp bırakılması ile başlar ve kızların tekrar eve dönüşlerini konu edinir. Kırgız kültürüne ait köy yaşamı ve önemli unsurlarından biri olan “boz üy” masal içerisinde işlenir.
2. “Akbara” efsanesi:
Han kızı olan Akbara ile Hiveli Ozan’ın aşkını konu alır. Ancak sonları iyi olmaz. Kendisi bir dişi kurt olur ve bir daha yaşadığı yere dönmez. Ozan ise deli ve bitik bir duruma düşmüştür. Artık kum hortumlarının görüldüğü vakitler kovalayanlarından kaçar gibi görünen ve halk tarafından güzel “Akbara” olarak anılırmış/benzetilirmiş.
3. “Çantalı maymun” masalı:
Gabi’nin bir büyü ile maymuna dönüşmesi ve avcılar tarafından yakalanarak Moskova hayvanat bahçesine satılmasıyla başlar. Moskova’ya tatile gelmiş bir aile—Aytmatov ailesi–ve destan kahramanı Manas tarafından kurtarılır, Kırgızistan’a dönerek büyü bozulur. Gabi ailesine kavuşur. Manas’ın Kırgızlar için önemi de bu masal aracılığıyla bir kez daha görülür.
Aytmatov, kalemiyle Kırgız halkının gelenek ve göreneklerini yaşatmak için elinden geleni yaptı kuşkusuz. Beyaz Gemi’nin Mümin dedesi kendisine intikal eden inanç ve gelenekleri sahipsiz, kimsesiz ve anne-babası tarafından terkedilmiş isimsiz çocuğa temsil ettiği bütün gelecek nesillere aktarmayı başardı. Eğer bu aktarım gerçekleşmemiş olsaydı yine Sabina Said’in ifadesi ile “uzak bir geçmişte yitirilmiş ölü bir efsane olmaktan” kurtulamayacaktı.
Bu kitapta tarihin karanlık dehlizlerinde unutulmaya terkedilmiş bu tür halk kültür mahsullerini bulacaksınız. Burada alıntılanan anlatıların Rusçadan çevirisini öğrencim Sabina Said ile birlikte uzun saatler çalışarak, defalarca okuyarak hazırladık. Yine mezun edip hayat denilen meydan muharebesine saldığım öğrencim Nur İpek ile defalarca okuyarak düzeltmeler yaptık. En son okumayı ise sevgili Kerem Arslan ile yaparak masal ve efsanelerin çocuk gözüyle ve kulağıyla teyidini aldık. Çözümlemeler ise Mehmet Emrecan Yük’ün gayreti ve kalem gücüyle ortaya çıktı. Bu gençler olmasaydı elinizdeki kitap ortaya çıkmazdı. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Son teşekkür ise bize bu kadar güzel eserleri bırakıp giden Cengiz Aytmatov’a. Hatırası ve eserleri önünde saygıyla eğiliyoruz. Ana Beyit’te yatan Nayman Ana’dan Ata Beyit’te yatan Törekul’a giden yolda bıraktığın eserler için sana minnet borçluyuz. Rahat uyu büyük usta!..
Prof. Dr. Orhan SöylemezKastamonu, 2022