Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Ses Rengi»

Shrift:

Takdim
Canseyit TÜYMEBAYEV
Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi

Kazakistan’ın bağımsızlığından önceki ve sonraki dönemlerine tanık olan, öykü anlayışıyla edebiyatımızda büyük bir değişim yaratan ve günümüz okurlarının beğenisini kazanan değerli Kazak yazarımız Marhabat Baygut, söz sanatının üstadı olarak özel bir ilgiyi hak etmektedir.

Güney Kazakistan’ın coğrafyası, doğası, kendine has mantalitesi ve insanıyla bütünleşen değerli yazarımız, Kazak Devlet üniversitesinde eğitim aldığı yıllardan itibaren söz sanatı üzerinde çalışarak yaşamının her anını çok iyi değerlendirdiğini göstermektedir. O, Kazakistan’ın kültür ve sanat hayatının şekillenmesinde önemli görevler üstlendi. 1968’de Şamşırak Gazetesinde önce düzeltici sonra tercüman ve bölüm redaktörü olarak yer aldı. 1974 ile 1984 arası eyalet valiliğine bağlı olan Güney Kazakistan Gazetesinde çeşitli görevler yaptı. Gazetecilik alanında çalışmalarını sürdürerek toplumsal sorunları mizah tarzıyla gündeme getirebildi. Sonraki yıllarda Kazakistan Yazarlar Birliğinin Şube müdürlüğünü yürüttü. Üstlendiği bu görevlerin yanı sıra edebiyatla yakından ilgilenen değerli yazarımız, 1978’de ilk öykü kitabını yayımlanmıştı.

Tanınmış Kazak edebiyatçısı Taken Alimkulov, yazarın gün yüzüne çıkan ilk çalışmaların şöyle değerlendirmekte: “Marhabat Baygut, ilk yayımladığı öykü kitabıyla tanıklık eden bir yazardır. O gazetecilikteki kendine has üslubuyla az ve öz yazmayı prensip edinmiştir. Herbir edebi eseri emsalsiz doğa ve ruhuyla belirlenmektedir. Ayrıca onun çeviri alanında yaptığı çalışmaları takdire şayandır.” Zaten yazarın “Sırbulak”, “Yatılı Okulun Çocuğu”, “Nevruzek”, “Temmuz”, “Köy Hikâyeleri”, “Ses Rengi”, “Korumasız Yürek”, “Maşattaki Sevda”, “Edebiyat Dersinin Meleği”, “Şubattaki Kediler”, “Ensar”, “Okuma Salonu”, “Özlem Türküleri” gibi hemen hemen yılda bir yayımlanan eserleri okuruyla buluşarak edebiyata olan saygınlığı daha da arttırmıştır.

Edebiyat eserleri ile kitaplar hakkında yazdığı değerlendirme yazıları, verdiği konferanslar da onun entelektüel birikimini gösteren önemli niteliklerdir. Bundan dolayı yazarın yaptığı birçok çalışmaları tezlerin konusuna dönüşerek akademik camianın da dikkatini çekmiştir. Yeri gelmişken günümüzün gazete ve kitap okurları, yazarın zaman zaman kaleme aldığı heyecan uyandıran çeşitli yazılarını sabırsızlıkla beklediklerini ve yazılarını her zaman memnuniyetle yorumladıklarını ifade etmektedir.

Marhabat Baygut, öykücülüğü meslek edinen Modern Kazak edebiyatının çığır açıcı öykücülerinden biridir. Beyimbet Maylin, Taken Alimkulov, Askar Süleymenov, Karauılbek Kaziyev, Şerhan Murtaza, Abiş Kekilbayev, Dulat İsabekov, Bek-sultan Nurjekeulı gibi Kazak öykücülüğünün şekillenmesinde önemli yere sahip olan aydınlarımızın yanı sıra öyküdeki ısrarıyla, şiirsel yazılış üslubuyla, eşsiz mizah tarzıyla bu türün edebiyatımızda sevilmesine ve farklı bir saygınlığın kazanmasına çok önemli rol oynamıştır. Kazak edebiyatında her şeyin, daha doğrusu her konunun adeta öyküleştirilebileceğini ayan beyan göstermiştir. Özellikle, Güney Kazakistan bölgesine has rengiyle, dil ve şivesiyle edebiyatımıza farklı bir zenginlik kazandırmıştır. İşte yazar Dulat İsabekov’un: “Memleketime has değerlerini özlediğim, hatta unuttuğum zamanlarda değerli meslektaşım Marhabat Baygut’un eserlerine her zaman başvurmuşumdur,” demesi sözümüzü bir kere daha kanıtlamaktadır. Bu özelliklerinden dolayı Kazak edebiyat eleştirmeni Saylaubek Cumabek: “Marhabat Baygut, sıradan bir yazar değildir. O, gerçek bir ressamdır. Öykücülükte çetin çalışmalarını devam ettirmektedir. Onun hem zor hem de zaman zaman önemsiz gibi görünen böyle bir türde yazdığı birçok öyküleri dünya edebiyatının birer parçasına dönüşmüş bulunmaktadır,” diyerek değerlendirmektedir.

Türk dünyası kültür ve sanatıyla her zaman zenginliğini korumuştur. Manevi değerlerine sahip çıkarak daha çok gelişmeyi, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yükselmeyi hedeflemiştir. Bu açıdan Türk dili konuşan halklarımızın birbirini daha iyi tanıması ve kültürel değerlerini benimsemesi önem arz etmektedir. Özellikle, edebiyat alanındaki çalışmaların farklı dillere çevrilerek tanıtılması kültür diplomasisinin gelişmesine büyük katkı sağlamaktadır.

Değerli Kazak yazarı Marhabat Baygut’un birçok öyküleri Türkiye’de sürekli çıkan çeşitli edebiyat dergilerinde, öykü antoloji kitaplarında yayımlanmıştır. Bu kitapta yer alan öyküler okurlarımızın ilgisini çekeceğinden eminiz. Eseri Türk diline çeviren Elmira KALJAN’a ve yayına hazırlanmasında emeği geçen Avrasya Yazarlar Birliğinin “BENGU” yayınevine teşekkürlerimi sunar, bu kitabın okurlarımıza ve öykü severlere yararlı olmasını dilerim.

Takdim
Yrd. Doç. Dr. Yakup ÖMEROĞLU
Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı

Türk dünyası kültür ve sanatının ayrılmaz parçası olan Kazak edebiyatı, oluşum tarihinden bu yana eşsiz ve emsalsiz ürünler vererek dünya söz sanatının gelişmesine büyük katkılar sağlamaktadır.

Abay, Mahambet, Jambıl gibi zamanları aşan çok değerli söz ustalarıyla çığır açarak Ahmet Baytursınulı, Muhtar Auezov, Beyimbet Maylin, Mırjakıp Dulatov, Mağcan Jumabayev gibi kamet-i balalarla temeli atılan, Gabit Müsirepov, Sabit Mukanov, Taken Alimkulov, Abdicemil Nurpeyisov, Şerhan Murtaza, Mukagali Makatayev, Kasım Amanjolov gibi aydınlarla gelişen, Abiş Kekilbayev, Dulat İsabekov, Beksultan Nurjekeulı, Kabdeş Cumadilov gibi yazarlarla yelpazesini genişleten Kazak edebiyatında, öykücülük geleneğini devam ettirerek toplumsal sorunları mizah tarzıyla işleyen ve hayatın gerçek yüzüyle okurunu buluşturan değerli Kazak yazarı Marhabat Baygut’un birbirinden ilginç ve güzel öykülerini sunmaktayız.

Tanınan Kazak aydını Nesipbek Dautayulı Kazak edebiyatıyla ilgili değerlendirmeler yaparken, “Yazar çoktur, fakat edebiyat sanatıyla resmedenler azdır. İşte Marhabat Baygut, böyle nadir görünen bir ressam yazarıdır,” ifadesini kullanır. Zaten hayatını yazarlığa adayan Marhabat Baygut kendi hayat serüvenini anlatırken şöyle demişti: “Ben birçok öykü ve uzun öykülerimde gücüm yettiği kadar insanda bulunan merhameti, güzel hasletleri oluşturmaya gayret gösteririm ve bu tür güzel vasıfları koruma adına neler yapılması gerektiğini üzerinde kafa yorarım. Zira şu anda gerçekten hayat zorlaştı. Fakat ne olursa olsun, güzel ahlak, soyluluk, yüce sıfatlar gibi insanda bulunması gereken varidatları yok etmeden verebilmek lazımdır. Bu da muhakkak hassasiyet ister. Yoksa her bir adamın hayvana dönüşmesi kolaydır. Günümüzün insanı, daha doğrusu insanın insanlık hasletleri kıldan ince olan köprünün üzerindeymiş gibidir. Sanırım bundan sonra kaleme alacağım birçok edebi eserleri bu açıdan değerlendirmeye tabi tutarım.”

Kazak edebiyatının ileri gelenleri Güney Kazakistan’ın şivesi daha yumuşak olduğunu söylerler. Marhabat Baygut, yumuşak dilin ve üslubun usta yazarlarından biri olarak gerçekten çok önemli eserleri yazmış. Sıradan gibi görünen kahramanlarını sıra dışı şekliyle tanıtabilmiş. Hayata farklı bir gözle bakarak herbir insanın fark edemediği yanlarını incitmeden, kırmadan, dökmeden, gönülleri rahatsız etmeden aktarabilen usta bir öykücüdür.

BİR ÇANTA DİPLOMA

Aniden keten çanta moda oluverdi. Moda, yaygın eğitime gidenler arasında hemen yaygınlaşmaz. Dekan Bey’in söylediğine göre biz bilgiyi de pek benimseyemeyiz. Beyefendi, bizim amfiye yirmi beş kişi önden elinden tutarak, yirmi beş kişi de arkadan önüne katıp zorla götürür gibi girer. Çok nadiren gülümser. O da yüzde yüz alaydan oluşan bir gülümsemedir genelde.

Dekan Bey yaygın eğitimi hiç sevmez. Onun kesin bildiğine göre bu amfide oturan elli öğrencinin bir tanesinin bile aklında “bir şeyler öğrensem, bilgi edinsem” düşünceleri yoktur. Herkesin tek düşündüğü ne olursa olsun bir şekilde sınavı geçmek, başaramazsa da düşe kalka yine bir şekilde geçmektir. Böylece sonunda bir diploma sahibi olmak. Evet, öyle ya da böyle bir diploma edinmek.

Beyefendinin tecrübesi hiç de azımsanamaz. Yılda iki dönem üniversitede belirli bir süre ders görüp mezun olanların bir tanesi bile bu üniversitede okuduğunu, falancadan eğitim aldığını ne hatırlar ne de hatırlamak ister. Onlar diplomayı alıp çantalarına koydukları gün her şeyi unutuverirler. Örgün eğitim gibisi var mıdır? Okuyan herkes keşke örgün eğitimde okusa! Onlar birbirlerine akraba gibi alışır, kardeş gibi kaynaşırlar. Hiç unutmazlar. Hâl hatır sormayı ihmal etmezler. Çoğu eğitime devam edip tez savunur. Mezuniyetlerinin onuncu, on beşinci, yirminci yıllarında bir araya gelirler, öğrencilerini, dekanlarını ve rektörlerini davet ederler. İşte onlarınki gerçek eğitim, gerçek yaşamdır. Örneğin, Dekan Bey çalıştığı yirmi beş yıl içerisinde yaygın eğitimde okuyanların bir defa buluşma düzenlediklerini gördüyse gözü kör olsun. Dışarıdan okuyanlar pek merhametli değildirler, aralarında dayanışma da yoktur, eğitim seviyeleri de düşüktür.

İşte Dekan Bey böyle der. Beyefendi bize sonradan geldi. Birinci sınıfta karşılaşmış olsaydık Allah bilir, ya herkes normal eğitime geçmişti, ya da “Allah korusun böyle bir eğitimden” diyerek her şeyden vazgeçip okulu terk etmişti. Hocanın bize daha geç dönemde dekan olması ne iyi olmuş.

Bizse o dönemde yaygın eğitimin tam kurtları olup çıkmıştık. Bizi gittiğimiz yoldan döndürmek çok zordu artık. Ateşte yanmaz, denizde boğulmaz hâle gelmiştik. Diğer konular şöyle dursun Orhun ve Yenisey yazıtlarının dilini çözüp kelimeleri ekine köküne ayıran bilim adamlarıydık artık bizler.

–Yaa! dedi misis Mayra moda olmaya başlayan keten çantasından kozmetik malzemelerini çıkarırken. -Kendince bizim cesaretimizi kırarak önüne katıp dediğini yaptıracak. Olur (!) Polii-ti-ka! Yoksa dekan olacak insan öyle şeyler söyler mi?

Dekan Bey bir gün yine gelmiş, yüzünden düşen bin parça oturuyordu. Yine yaygın eğitimin hiçbir işe yaramadığını hatırlattıktan sonra ne yazık ki böyle bir eğitim olduğu ve kendisi de dekan yapıldığı için pek çok şey talep edeceğini, okumak isteyenlerin düşünmeleri gerektiğini, diğerlerinin ise kendilerinin bileceklerini belirtti.

–Hocayı biri bize zorla mı dekan yapmış? dedi mister Mamır. -Yaygın eğitimi o kadar kötüledikten sonra bizden daha çok şey isteyeceğini söylemesi de nesi? dedi misis Mayra.

Gerçeği söylemek gerekirse bizim derslerimiz kötü sayılmazdı. Hatta dekan hariç bütün hocalarımız sınıfımızdan çok memnundu. Geçen dönem İngiliz dili haftası düzenlemiştik. “Misis Mayra” ve “mister Mamır” işte o etkinliğin sonucudur. Filolog değil miyiz, bir defasında da Alman dili haftası düzenledik. Bizim sınıf üç gruba ayrılıp Alman, İngiliz ve Fransız dili derslerini alır. Kostanaylı Acar İngilizce döktürmeye başlayınca Genel Dil Bilimi Bölümü Başkanı Sagımbayev Hoca gözlüğünü yere düşürmüştü.

– Gözünüzü seveyim, demişti doçent Sagımbayev gözlüğünü silerken -gündüz bölümünde bu kadar akıcı İngilizce konuşan öğrenci var mıdır, acaba?

– Biz İngiliz dili haftası düzenledik, Almancaya çok önem verdik, Fransızca duvar gazetesi hazırladık. Peki neden Orhun ve Yenisey yazıtları haftası yapmıyoruz? dedi Kanşayım.

– Bu tür etkinlikler moda olmaya başladı. Onun yerine sağ salim sınavı geçmeye bakalım, diyenler de oldu.

Kanşayım’ı dediğinden vazgeçirmek imkânsızdı.

Dekan Bey dışarıdan eğitim almanın anlamsızlığı hakkında çok şeyler anlattığında Kanşayım derste olmazdı. Olsaydı Dekan Bey bu kadar açık konuşabilir miydi?

Kanşayım sınıfımıza ikinci sınıfın sonlarına doğru gelmişti. İlk başta gündüz bölümünde okumuş. Duyduğumuza göre şimdiki Dekan Bey kıza takmış. Nasıl taktığını, neden taktığını bilmiyoruz, ama sonunda Kanşayım yaygın eğitime geçmiş. Daha sonra bir kaç yıl ara vermiş. Aramıza ikinci sınıfta katıldı. Kimseyle pek samimiyeti yoktu. İki kaşının arasında sıkıntıdan ve zamanından önce oluştuğu hemen belli olan iki derin çizgisi vardı. Çizgilere bakıp hiçbirimiz soru sormaya cesaret edemezdik. Rahat şakalaşma ve kolay kaynaşma ustaları bile bu konuda dertliydiler.

Az da olsa benimle konuşurdu. Çünkü yaygın eğitime geçme bakımından biraz kader ortaklığımız vardı. Ben de birinci sınıfta örgün eğitime gitmiş, öğrencilik hayatın güzel tadını biraz tatmışımdır. Ben üniversiteyi bitirene kadar dört büklüm yaşayadurma sözü veren annemin dileği gerçekleşmedi. Umutsuz gözlerle bakan zavallı erkek kardeşlerimi kime, nereye bırakacaktım? Böylece sekiz yıllık okula öğretmen olup yaygın eğitime geçtik. Dekan Bey bunları nereden bilecek. İnsan yaygın eğitime keyfinden mi geçer?

Sırrımı iyice öğrendikten sonra tıpkı ablam gibi farkında olmadan saçımı okşamıştı Kanşayım. “Kaderimiz benziyormuş. Ben de uzak bir köyde sekiz yıllık okuldayım. Hiç olmazsa senin kardeşlerin varmış. Evlenmişsin. Benimse kimsem yok, belki de hiç olmayacak…” demişti.

Benim şaşırdığım Dekan Bey aniden gelip bildiğimiz konuyu açmaya başladığında Kanşayım’ın orada olmamasıdır. Dekanın geldiğini görünce içeriye girmeyip dışarıda mı kaldığı, yoksa pek belli etmeden içeriden dışarıya mı çıktığı bilinmez.

Kanşayım’la birlikte yokuş yukarı çıkıyoruz. Sınavdan çıkmıştık. Sagımbayev Hoca ikimize de “pek iyi” notu vermiş, gözlüğünü tekrar tekrar silerken:

– Siz ikiniz neden örgün eğitimde değilsiniz, ha? demişti. Gözlüğünü takıp Kanşayım’a tekrar bakmıştı. – Serperova, sen gündüz bölümünde biraz okumamış mıydın?

– Ben de okudum Hocam, dedim.

– Seni hatırlamıyorum, ama Serperova’nın okuduğunu hatırlıyorum. İkiniz de kırmızı diploma1 alacak öğrencilersiniz. Ancak yaygın eğitimden mezun olanlara kırmızı diploma takdim etmek bizim üniversitemizde hiç görülmemiş bir şeydir.

İkimiz de sessizce geliyoruz. Bir an ikimiz de üç katlı, camlarının altında beyaz çizgileri olan sarı eve bakakaldık. Bu yurtta o, bir yıl kalmış. Ben de bir yıl kadar yaşamıştım burada.

– Aklımda sadece Torıbay’ın doğum gününde tvist dansı yaptığım kalmış, dedi alay edercesine. Onun bunu öylesine söylediğini, aklında aslında sadece tvist dansı değil, pek çok şeyin bulunduğunu hissetmiştim. – Torıbay doktorasını da yaptı. Bizim dekanın vefalı öğrencisidir.

– Köydeyken bu sarı evin kahverengi tahtakurusunu özlemekten ölecek gibi oluyorum, dedim ben kafasını dağıtmak düşüncesiyle. – Burada tahtakurusuna yem olurken de köydeki ahırın tezeğinin sılasını çekerdim.

– Yapma yaa, özlediğin şeylere bak, diyerek güldü o.

Kanşayım’ı böyle güldürdüğüm için sonsuz sevinmiştim. O nadiren gülerdi. Dolgun ve esmer bacağına sinek konmuş olacak, boyasız da kıpkırmızı olan tırnağıyla vuruverdi eğilerek. Hiç kimsenin bulunmadığı asfalt yola çıkmıştık.

– Tvist dansını şöyle yapardım, dedi Kanşayım ve şarkı eşliğinde ileri atılıp hızla dans etmeye başladı. Yukarı aşağı hareket eden göğüslere bakmamak elde değildi.

Aniden elleriyle yüzünü kapatıp donakaldı. Düşecekmiş gibi görünce pek cesaret edemesem de yaklaşıp desteklemeye çalıştım. Böyle yapınca kız boynuma sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ne yapacağım? Bunlar böyle işte. Mister Mamır’ın söylediğine göre dışarıdan okuyanların hepsi böyledir. Heepsi böyle işte, böyle…

Kız ağlıyor. Bense kafamdan çok çeşitli düşünceleri hızla geçirmekteyim. Şu anda ana kahraman benim. Hiç panik yapmadan gözyaşlarını silerim şimdi. Sonra ne olacak? Devamı belli ya, hepsi de ana kahramanın kendi ellerinde… Ancak cesaret edemiyorum. Sekiz yıllık okulum, evime götüren dar patika yolda biten otlar mı geldi aklıma… Apansız uyanır gibi oldu. Uyandım ve içimden “Fırsat varken eğlenmene bak” diye geçirip sağ kolumu beline sarmak için girişimde bulundum. Elim belinin yukarısına gitmiş olacak metal çengel mengel bir şeylere değdi. Onlar bile ateş gibi yanıyor muydu, ne?

Kanşayım göğsümden geri iter gibi oldu. Derhâl tekrar atılmak istedim. Ama yapamadım. Önümde tehdit edercesine gülümseyerek duruyordu Kanşayım. Gerçek de, rüya da bitmişti böylece…

– Affedersin, bir anlık zayıflıktı, dedi o. Keten çantasından mendil ve bir şeyler daha çıkarıyordu.

– Sen de keten çanta edinmişsin, dedim ben de bir şey olmadığını özellikle vurgulamak istercesine. – Modayı takip etmezdin.

– Kullanışlı ve sade olunca ilgimi çekti.

Ne demem gerekiyor? “Bir anlık zayıflık”. Yani deminki olağanüstü masal sadece bir an mı devam etti? Olamaz. Neden çok kısa sürdü? Tüh!..

Bir daha yokuş çıkıyoruz. Hiç olmazsa kendisinden söz eder artık. Neden yaygın eğitime geçti? Neler yaşadı? Hepsini anlatır herhâlde. Az önce boynuma, benim boynuma sarılıp hüngür hüngür ağladı ya.

Fakat o hiçbir şey anlatmadı.

Dar sokağın bitişinde vedalaştı. Kiraladığı eve doğru giderken tekrar durdu.

– Orhun Türkçesi öğreniyor musun? dedi. Karanlık bastırmaya başlamıştı. O, eski ve tarihî yazıtın arasından çıkagelen esrarengiz bir kız gibi korkunç gözüktü bir an. İkimiz dar bir sokakta değil, Yenisey Irmağı boyunda veya Angara’nın yatağında duruyor gibiydik. Yükselen rüzgâr kızın koyu saçlarını savuruverdi.

– Orhun ve Yenisey yazıtları ile ilgili etkinlik yapacaktık ya, unuttun mu? dedi o, sivri uçlu demir çitlerin yanında durup. Miğferli, mızraklı askerler tarafından çevrelenmiştik sanki.

– Gündüz bölümünde okuyanları da davet edeceğiz, iyi hazırlan.

– Kağan olurtum. Kağan olurup çıgan budunug bay kıldım, dedim ben miğferli, mızraklı ablukadan, korkunç çevreden şakayla çıkma isteğiyle… “Kağan oldum. Kağan olup fakir halkı zengin yaptım” denen cümlelerdi, metinden ezberlemiştim.

Ben öylesine söylemiştim. O ise biraz düşündükten sonra:

– Gerçekten de zirvedeydin. Teşekkür ederim, dedi.

İşte, bunlar böyle yaparlar, böyle. Şimdi sevinmiş görünüyor, han yapıp yüceltiyor, övüyor. Gün gelince de alay edip gülecektir.

Benim aniden moralimin bozulduğunu hissetmişti. Tekrar yaklaşıp sıcacık avucuyla kılları diken diken olan yanağımı okşadı.

– Tün udumadım, küntüz olurmadım, diye oynayarak evine doğru yürüdü. Atalarımızın yazıp bıraktıkları “Gece uyumadım, gündüz oturmadım” cümlesini tekrar ederek eve dönüyorum. Tabii ki şaka yapmıştı, ama içinde alayın da olmadığı söylenemez.

Yine de ben ona kızamam. Ne gizemi varsa beni çok kolay peşine takıp götürür. Kendisi pek bir şey anlatmaz, ama bana anlattırmadığı kalmaz. Bağırsaklarımın kıvrımlarına kadar bilen bitirim olup çıkmıştı. Laftan laf çıkarıp bazen de didiklediğini, eşimi de çok sorduğunu fark etmiyor değilim.

Yaygın eğitime gitmenin ne kadar zor olduğunu ancak dışarıdan okuyan bilir. Dekan Bey bilmez onu, bilmek de istemez. Örneğin, bana gelelim. Sekiz yıllık okulda öğretmenim. Şu şehre değil, trene bineceğim istasyona ulaşmam için yarım gün gerekir. Tren istasyonuna ulaşmak zor, ama okuldan çıkabilmek daha da zordur. Davet yazısını okul müdürü değil, eğitim işlerinden sorumlu müdür yardımcısı takdim eder. Öylesine takdim etmez. Okulun yarısını yakmış birine bakar gibi mosmor kesilerek takdim eder. “Okula gidip gitmemen benim ellerimde” dercesine yapıştırıcı ile yapıştırılmış gibi sımsıkı sıkılmış dudakları ile imalı imalı konuşur. Üniversite sınavlarına hazırlık için ek zaman vereceğine müdür yardımcısı yığınla ek ödev verir… “Çocuk” der. Üniversiteden davet yazısı geldiği andan gidene kadar “çocuk” oluveririm. “Çocuk, şehre gideceksen Saymasayev’in, Baymusayev’in, Barmakov’un odalarını bir düzene sok da git”. “Çocuk, edebiyat grubunun sıradaki ve daha sonraki derslerinin tamamının programını hazırlayıp duvar gazetesi yarışmasını düzenlemezsen sınavlarının tümü yaza kalır”. “Çocuk, iki üç gün geç gidersen bir şey kaçırmazsın, Noel partisinde Noel Baba ol da git”.

Müdürümüz kötü bir insan değildir aslında. Ancak çoğu zaman sovhoz2 ve ilçenin işleriyle meşgul olur. Partiye, ilçe kuruluna gönderilebileceği söylentileri vardır. Yükselecekse onun gibiler yükselsin. Çünkü karşılaştığın an samimiyetle:

– Sen daha buralarda mısın? der. Böyle sorması bile insanı derslere katılıp bir iki sınavı vermişsin gibi sevindirir. Ardından kem küm edersin:

– Daha buralardayız. Müdür yardımcısı görev verince…

– En tuhaf adamdır kendisi. Peki, yarın bana uğrasana.

Ertesi gün yerinde bulamazsın. İlçeden gelirken bir daha karşılaşırsın.

– Sen daha gitmedin mi?

– İzin alamadım.

– Gelsene, gel, der Müdür.

Ancak o günün ertesi günü, bazen iki üç gün, bazen de beş altı gün gecikerek yola çıkarsın. Yüksek yüksek tepeleri arkada bırakırken dönüp dönüp köyüne bakarsın. Tabii müdür yardımcısına kıyamamaktan değil. Ondan değil, ama onu da suçlamamak gerekir. Sekiz yıllık okulun işleri kolay değildir. Müdür yardımcımız Saymasayev, Baymusayev gibilere sözünü pek geçiremez. Onlar yaygın eğitime gitmiyorlar. Dolayısıyla yılda iki defa üniversiteye gitmelerine gerek yoktur. Çalışacakları kadar çalışmışlar zaten. Göreceğimizi gördük demezler ancak. En ufak bir şeyde okulda geçirdikleri otuz, kırk yıllarını saymaya başlarlar. Fakat, o otuz yıl ve kırk kış nasıl geçti, neler kazandırdı, ne tür başarılar getirdi? Onları hiç hesap etmezler.

Yüksek yüksek tepelerden geçerken ilk önce düşündüğün kendi sınıfın olur. Dönene kadar pek çok öğrencinin ilerlemek yerine gerileyeceğinden eminsin çünkü. Bunu düşününce müdür yardımcısına olan kızgınlığın biraz geçer gibi olur. Sınıfından sonra kendi çoluk çocuğunun endişesine kapılırsın. Büyüğe aldığımız botun astarı ince gibi idi, soğuk mu geçiyor, dün gece epey öksürdü. Küçük sağlıklıdır, annesi olmasaydı…

O zaman kış sömestrine gitmiştim. “Bizim için endişelenme. Sınavlarını güzelce ver. Döndüğünde kucağımda oğlunla karşılıyor olacağım” demişti. Bizim bölgenin kışı çok sert değildir. Fakat soğuk olunca da her şeyi ve herkesi dondurur.

Öyle günlerin birinde eşimin sancısı tutmuş. Köydeki tek arabanın da benzini bitmiş. Çaresiz kardeşimle ikisi iki ata binip dağı geçmişler. Dağdan iner inmez yengesi zar zor attan inmiş, indiği gibi de bebeğin ağlama sesi duyulmuş.

– Bıçak lazım, bıçak! demiş yengesi.

– Yok bende, yok yenge! diye ağlayıvermiş kayınbiraderi. Bıçağımı çoban almıştı. Aşağı köye doğru ineyim…

Kayınbiraderinin dönmesini nasıl bekler? Ya bebek donarsa? Etrafta beyaz beyaz çakmak taşları varmış. İki taş alıp göbeği kendisi kesmiş. Göbeği kesilmiş bebeği elbisesinin altına almış ve hızla aşağı doğru inmiş. Aşağı köye götüren yol ikiye ayrılır. O yüzden Dambalsay3 adını almıştır. Kayınbiraderi Dambalsay’ın sol kıyısından yukarı çıkarken yengesi sağ kıyısından aşağı inmiş. Yardımcı çoban olan biraderi yengesini bıraktığı yere geldiğinde ne yengesini, ne de ağlayan bebeği bulur. Bir tek koyun bakarken bindiği at duruyormuş kazık gibi…

Küçük dağ geçidi yamacında dünyaya gelen küçük oğlan sorunsuz bir şekilde güzelce büyüdü, ancak zavallı annesi o olaydan sonra bir türlü iyileşemedi. Uzaktaki şehir hastanelerine götürüp tedavi ettirebilseydi keşke. Şu hâlde o mümkün mü ki? Rahatsızlığı gözlerinden okunan eşinin gözleri aklına geldiğinde sömestr derslerini bırakıp kaçmak ister bazen.

Ben bunları anlattıktan sonra Kanşayım eşimi sık sormayı bırakmıştı.

İşte, yaygın eğitim görmenin bedeli budur, Dekan Bey. Size bizi anlamak nerdeee. Sadece bizi anlasanız. Sizden başka bir şey istemeyiz. Sadece yaygın eğitimin hiçbir işe yaramadığını söyleyip kötülemeyi bırakmanız, zaten yıpranmış olan sinirlerimize pek entelektüel olarak sergilemeye çalıştığınız yüz ifadelerinizle fazla dokunmamanız yeterli olurdu.

Orhun ve Yenisey yazıtları ile ilgili düzenlediğimiz etkinliğe geldiğiniz için teşekkür ederiz. Orada da alaylı ve küçümseyen yüz ifadelerinizi eksik etmediniz. Organizasyonu diğerleri çok takdir etti. Gündüz bölümündekiler çok kızardılar. Dekan Bey, peki siz neden sevinmediniz? Dışarıdan okuyanlar Orhun ve Yenisey yazıtlarını dilini nasıl konuşurlarmış, ha? Sizse…

Siz…

Siz o gün misis Mayra ile nereye gidiyordunuz?..

Ders dönemi de bitmişti.

“Kün yime, tün yime yadag yelü tegdimiz…” Gündüz demeden, gece demeden eyersiz atla sonunda varmıştık.

Diplomayı da elde etmiştik.

Kanşayım ile ikimize Sagımbayev Hoca tez danışmanlığı yaptı. Bitirme tezi için koca dört ay veriliyormuş. Müdürümüz ensesini kaşıyıp gülümsedi, yardımcısı ağlayayazdı. Müdür Yardımcısını ağlatmama isteğimden olmalıdır ki iyice çalışınca tez hazırlamada zorluk çekmedim. Dört ayda değil, dört haftada derleyip toplayıp bitirdikten sonra bölüme gidip Sagımbayev Hoca’nın önüne koyduğumda hoca yine gözlüğünü parkeli zemine düşürdü. Ertesi gün çalışmamı keten çantasına koyup beni görmeye geldi.

– Gözünü seveyim, neredeyse yüksek lisans tezi hazırlamışsın! diye sevinçle parmaklarını çıtlattı. – Aslanım, sen çocukluk yapma, bir yolunu bulup şu konuya devam et. Gözünü seveyim, ciddi söylüyorum.

İşte, Dekan Bey, sekiz yıllık okulun yaygın eğitime giden öğretmeni üniversitenizi başarıyla bitirip neredeyse yüksek lisans tezi hazırlamıştır. Sizse…

Siz sadece misis Mayra’ya danışman oldunuz.

Bu durum ortaya çıktığında Kanşayım ile Mayra çok kötü kavga etmişler. Kavganın şiddetine şahit olmadık, detayını bilmiyoruz. Bize değiştirilerek iletilmiş olma ihtimali de vardır. Kimileri Kanşayım’ın haklı olduğunu söylerken kimileri kıskançlıktan meydana gelen kavga olduğunu ileri sürmüştü. Kanşayım: “Bulaşma, ağlarsın”, demiş. Misis Mayra hiç söz dinlememiş, İngilizce döktürmüş diyorlar. “Kavga ettiğim doğru”, dedi Kanşayım. Devamını getirmedi.

Bir gün de çok sinirli gelmişti.

– Lanet olsun! dedi o. Güneyin güzel kızları sinirlenince küfür de ettikleri olurdu, ne yapalım. – Lanet olsun, özellikle takip ettim. Onu da tavlamış! Zavallı enişteye acıdım.

“Enişte” dediği misis Mayra’nın eşi idi. Kendisi veterinerdir. Her sene sömestrlerin birinde mutlaka uğrardı. Dekan Bey, sizinle de gülümseyerek ve öz ağabeyini görmüş gibi ağzı kulaklarına vararak memnuniyetle tanışmıştı, hatırlar mısınız? “Mayra’nın, misis adını kazanan Mayra Mukaşeva’nın eşiyim hocam. Bizzat kendinizin, sizin, Dekan Bey’in Mayraş’a danışman olduğu için çok çok memnun oldum hocam....”

Mayra uzun boylu, etkileyici duruşlu ve endamlı güzel bir misis idi. Çok değişmişti. Değişimi fark etmeyecek çocuk değiliz ya.

Biz sizin düşündüğünüz gibi, sizin söylediğiniz gibi olmadık Dekan Bey. Kırk kız (kızlarımızın sayısı otuz altı idi, yuvarlatıp kırk kız derdik) ve on kadar erkek öğrenci okulu başarı ile tamamladı. Bitirme tezimizi savunma günlerinde eniştemiz uçakla geldi. Misis Mayra’nın yüzünde lekeler oluşmuştu. “İki diploma!” diye uçuyordu veteriner.

– Erkek olması lazım, dedi o. – Babaannem kız doğuracak kadın haşin olur dedi. Farkında mısınız, Mayraş o kadar rahat ki rahat.

– Rahat, rahat… Çekilin şurdan rahat rahat! dedi mister Mamır kötü bir haber iletecekmişçesine.

– Ne oldu? Kıyamet mi koptu yahu? diyorlardı kızlar.

– Dekan Bey’in çok selamını getirdim, – dedi nefes nefese kalan Mamır bir türlü sakinleşemeyip. – Ana binaya gitmiştim. İki üç gün müsait olmayacağını söyledi. Devlet Sınav Komisyonu Başkanı da daha imza atmamış.

– Eyvah, boş boş ne yapacağız buralarda?! diye yaygarayı bastı kırk kız.

Öğrenci işlerindeki bizden sorumlu görevli de, sınıf başkanımız da aynı anda doğum iznine ayrılınca çok zor durumda kalmıştık. Sınıf başkanı olarak Kanşayım’ı seçtik. Dekan’ın hoşuna gitmedi, ama biz öyle istedik. Dişli biri lazımdı.

– Müsait olmayıp da ne yapıyormuş? Annesi ile babası öleli çok olmuştu sanki, dedi Kanşayım dekan gibi mosmor kesilerek.

– Rektör altmış yaşını dolduruyormuş, şehrin tamamı kutlama hazırlığında, dedi mister Mamır. – Dekanı ise gökten arayacağız artık.

– Rektörün yanında elli öğrenci kim ki? Tırnağı bile olamayız değil mi? Üstelik biz dışarıdan okuyan zavallıların tekiyiz, diyerek ağlayıverdi çok yakında doğum yapması beklenen hanımlarımızdan biri.

– Şu işe bak, bugün iznimin son günü idi. Uçağa bilet de almıştık. O zaman, Mayracığım sen kendin kalırsın, dedi veteriner alnının terini silerken.

– Yok böyle bir şey. Dekanlar diploma takdim edeceklerine kutlamaya giderlermiş. Dün bir şey duydum. Bizim Geyorgiyevka’daki doğumevinde bir çocuk doğmuş. Doğar doğmaz da konuşmuş. Zavallı hemşire elinde konuşmaya başlayan bebeği az kalsın elinden düşürüyormuş. Bunları anlatan Juvalı’dan gelen Jusanbay idi.

– Bırak şimdi bunları…

– Anlatsın, anlatsın. Okul bitti, diploma bir yere kaçacak değil ya…

– Kısacası hemşirenin elinde konuşmaya başlayan çocuk: “Savaş olmayacak, fakat dünyada teknoloji yüzünden pek çok insan ölecektir”, demiş. Şu anda bebeğin yanına beş hemşire vermişler ve başka neler söyler diye iyi bir Japon mikrofonu takmışlar.

– Maşallah, atıp tutun, diplomalı dedikoducular!

– Ne yapalım, boş oturacağımıza biraz eğlenelim yaa.

Kanşayım ortaya çıktı. Herkes sustu. O, bana:

–Yürü! diye buyurdu. Diğerlerine bakıp:

– Bizi bekleyin. Burada! dedi üstüne bastırarak.

Ben ona zar zor yetişiyorum. O gün korkunç hızlı yürümüştü. Ana binadaki öğrenci işlerine girdi. Yarım saat kadar çıkmadı. Keten çantasını doldurup bir şeyler alıp çıktı sonunda.

– Nedir şunlar?

– Diploma.

– Yok canım!

– “Canım”ı doğru şekilde söylesene vurgulayarak. Yüksek sesle. Diploma! Senin diploman da bunun içinde. Çantada.

– Versene, görmek istiyorum! Caanıım!

– Öpsene beni, öp…

Yanağını uzattı. Gerçekten. Ne yazık ki öpmeye cesaret edemedim.

– O zaman göstermeyeceğim. Yürü hadi! Profesör bekliyor bizi.

– Nerede? Kim bekliyor?

– Evinde. Sınav Komisyonu Başkanı. Geçendeki kadın var ya!

– Ciddi misin? Evine ben de girecek miyim?

– Ne olmuş, profesörler insan mı yiyormuş.

Odaları genişmiş, ahım şahım bir şeyi yoktu.

Her yer yeşildi, çiçeklerle doluydu.

– Çok sade yaşıyormuşsunuz hocam, dedi Kanşayım çok rahat bir şekilde. Sınav Komisyonu Başkanı da rahat ve gayet samimiydi.

– Çocuklar kusura bakmayın. Çok hastaydım. Daha bugün kafamı kaldırabildim. Diplomanız hayırlı olsun. Sınav sonuçlarınız da çok memnun etti. Dışarıdan okuduğunuz hiç belli olmuyor.

Kanşayım diplomaları tek tek çıkarıp vermeye başladı. Profesör hoca da acele etmeden imzasını atıyordu. İmza işini bitirdikten sonra birkaç yere telefon etti. Çok yorulduğu yüzünden belli oluyordu. Bir an yüzünün rengi kaçıp dudakları morardı ve suyu bile zorla işaretle istedi. Kendine gelir gibi olduktan sonra diplomayı takdim edecek kimsenin olmadığını söyleyebildi. Herkes rektörün doğum gününü kutlamaya gitmiş.

– Canlarım benim, yarın tatil, hem buralarda boşuna kalacaksınız, hem evinize geç gideceksiniz, dedi hoca çok üzgün bir sesle.

Amfideyiz. Herkesin canı çok sıkkın. Mühür vurulmuş ve tüm imzalar atılmış bir çanta dolusu diploma var. Takdim edecek kimse yok. İçine diploma doldurulmuş çanta masada yan gelip yatıyor. Kırk kız ve on kadar erkek talan etmeye hazır. Herkes Kanşayım’dan çekiniyor.

1.Pek iyi ile mezun olan üniversite öğrencisine verilen kapağı kırmızı renkli diploma
2.SSCB döneminde tarımsal üretim yapan devlet çiftlikleri
3.Türkçe anlamı: Don vadi
13 637,86 s`om

Janrlar va teglar

Yosh cheklamasi:
0+
Litresda chiqarilgan sana:
01 avgust 2023
ISBN:
978-625-6494-40-4
Matbaachilar:
Mualliflik huquqi egasi:
Elips Kitap
Audio
O'rtacha reyting 4,2, 622 ta baholash asosida
Audio
O'rtacha reyting 4,7, 1311 ta baholash asosida
Matn, audio format mavjud
O'rtacha reyting 4,7, 593 ta baholash asosida
Matn, audio format mavjud
O'rtacha reyting 4,9, 467 ta baholash asosida
Matn, audio format mavjud
O'rtacha reyting 4,5, 56 ta baholash asosida
Qoralama
O'rtacha reyting 4,9, 159 ta baholash asosida
Audio
O'rtacha reyting 4,2, 17 ta baholash asosida
Audio
O'rtacha reyting 4,7, 82 ta baholash asosida
Matn
O'rtacha reyting 0, 0 ta baholash asosida