Kitobni o'qish: «Balonla Beş Hafta»
ÖN SÖZ
Jules Verne, 19. yüzyılın ikinci yarısının en tanınmış ve en çok okunan yazarları arasındadır. Jules Verne kitapları; -Ölümünün üzerinden bir yüzyıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen- araba, telefon ve uçak gibi icatlardan bihaber olan okurlara nasıl bir akıcılık sunuyorsa günümüz okurlarına da aynısını sunmaktadır. Jules Verne’in; uzay yolculuğu, denizaltı, helikopter ve daha birçok bilimsel mucizeyi ilk akla getiren kişi olduğunu varsaymak biraz ileri gitmek olsa da Verne özellikle bilim kurgunun büyükbabası olarak hatırlanmaktadır. Diğer yandan, yazar belki de bilim ve teknoloji kavramlarının insan hayatına yeni yeni girmeye başladığı bir dönemde, bu kavramları gözde kılan ilk kişi olarak değerlendirilebilir.
Verne, 1828 yılının 8 Şubatında, Kuzeybatı Fransa’da bulunan Loire Nehri kıyısındaki Nantes şehrinde dünyaya geldi. Babası Pierre, avukattı. Annesi Sophie ise Breton’da yaşayan İskoç kökenli denizci bir aileden gelmekteydi. Nantes, dönemin önemli limanlarındandı ve denizcilik, küçük yaşlardan itibaren genç Verne’in kanına işlemişti. Denize açılmak için yanıp tutuşsa da bu tutkusunu ancak on iki yaşında, Loire Nehri’nin denize döküldüğü yerde bir tekne yolculuğuna çıkarak gerçekleştirebildi. Çocukluğunun en değerli kitabı Johann Wyss’in kaleminden çıkan “İsveçli Robinson Ailesi” idi ve bu kitap, kendisine macera ve yolculuk tutkusunu aşılamanın yanı sıra yazacağı kitaplar için de bir örnek teşkil etti.
Verne 1847 yılında hukuk eğitimi almak için Fransa’ya taşındı; fakat gönlü avukatlıkta değildi ve yirmili yaşlarının başında yine hüsrana uğrayacağı bir meslek olan simsarlığa yöneldi. Tiyatro, tutkusu hâline geldi ve hayal gücü, mahkemelerin ya da piyasaların koyduğu sınırların çok ötesindeydi. Doyumsuz bir okur hâline gelmişti ve hayatının ilerleyen dönemlerinde, gençken İngilizce okuyamadığını belirtmiş olsa da Edgar Allan Poe eserlerini soluksuz okuyarak bu durumun gerçek dışı olduğunu gösterdi.
Verne, kendi yazımını da etkileyen Alexandre Dumas, Victor Hugo ve E. T. A. Hoffman gibi yazarların eserlerini de zevk alarak okudu. Tiyatroda başarılı olabileceği kanısına Hugo’nun etkisi altındayken vardı. Akla gelen ilk eseri, Paris’e vardıktan kısa bir süre sonra Mayıs 1847’de kaleme aldığı “Alexander VI” adlı oyunun bir nüshasıdır. Sahnelenen ilk oyunu ise Alexandre Dumas Pere yönetimindeki Theatre Historique’te 1850 yılının Haziran ayında on iki gece boyunca sahlenen tek perdelik komedi “Les Pailles Rompues”dür. (Kırık Sazlar)Tiyatro için Madame Beck tarafından, oyunun beş yüz kopyalık sınırlı bir basımı yapıldı ve böylece teknik olarak Verne’in ilk kitabı da basılmış oldu.
Verne kariyeri boyunca oyunlar yazmaya devam etti, ayrıca zaman geçtikçe bazı kitapları da tiyatroya uyarlandı. Bunun yanı sıra, bazı operetler için metin yazdı ve bu operetlerden birkaçı vasat sayılabilecek başarılarla sahnelendi fakat aynı zamanda yaratıcılığı da yeni bir yönde gelişmeye başladı. İki kısa hikâyesi, akıl hocalarından birisi ve aynı zamanda “Musee des Famillies” adlı aile dergisinin editörü olan Pitre-Chavier tarafından seçildi. “Les premiers narives de la marine mexicaine” adlı ilk kısa hikâye, 1851 yılı Temmuz sayısında yayımlandı ve onu bir diğer sayıda yayımlanan “Un voyage en ballon” takip etti. İkinci hikâye “Havadaki Dram” olarak yeniden basılmıştır ve birçok açıdan kayda değerdir. Bu sadece Verne’in ilk balon hikâyesi olmakla kalmaz, ayrıca yazarın hikâyeyi bilimsel açıdan inanılır kıldığı ilk hikâyesidir. Öyle ki kitabın editörü, kitabı popüler bilim örneği olarak tanıtmıştır. Ayrıca bu hikâye, Verne’in İngilizce olarak basılmış ilk hikâyesidir. “Sartain’s Union Magazine” adlı dergide Philadelphia’lı yayıncı John Sartain, hikâyenin çevirisini “Balonda Yolculuk” adı altında yayımlamıştır.
Verne “Musee des Famillies” dergisine birkaç hikâye daha satmış olsa da asıl çalışması hâlâ tiyatroya yönelikti.1857’de bir ordu mensubunun kızı olan Honorine de Viane ile evlendi (Honorine, iki kızı olan genç bir duldu). Mutlu bir evlilikti ve kızlarının dışında bir de Michel adında bir oğulları oldu.
1859 yılında İskoçya’da yapılan bir tatil, Verne’e ilk kitabının (Voyage en Angleterre et en Encosse) ilhamını verdi fakat bu kitap Parisli Yayıncı Jules Hetzel tarafından reddedildi ve 1989 yılına kadar Fransa’da basılmadı. Gözü pek Verne yılmadı ve tekrar denedi. Sıra dışı maceraperest ve fotoğrafçı Felix Tournachon (namıdiğer Nadar) ile yapılan arkadaşlık, balon seyahatine olan ilgisini tazeledi ve Verne, Afrika’yı keşfetmek için seyahat etmeye uygun bir balonun nasıl yapılabileceğini araştırmaya başladı. Sonuç, Verne’in Hetzel’e satmayı başardığı “Cing semaines en ballon” (Balonla Beş Hafta) oldu. Kitap Ocak 1863’te büyük bir başarıyla yayımlandı.
Verne’in Hetzel’le ilişkisi ona uğurlu geldi. Hetzel, Mart 1864’te “Magasin d’education et de recreation” adı altında bir gençlik dergisi çıkarmayı planlamaktaydı ve Verne’den her yıl magazinde seri olarak yayımlanacak üç roman yazmasını istedi. Bu durum, hayatlarının sonuna kadar devam edecek bir ortaklık başlattı. Verne’nin yazdığı romanlar bir bütün olarak “Voyages extraordinaires” olarak bilindi ve Leon Benett, Alphonse de Neuville, Jules-Descartes Fe-rat ve özellikle Edouard Riou gibi sanatçılar tarafından resmedildi. Verne’in magazinde yayımlanan ilk eseri “Les Angalis au Pole Nord” (Kuzey Kutbu’ndaki İngilizler) adını taşıyordu. Bir yıl boyunca yayımlandı fakat bitmeden önce Hetzel, Verne’in üçüncü romanının kitap olarak yayımlanması için acele etti. Bu kitap, “Voyage au centre de la tere” (Dünyanın Merkezine Yolculuk, 1864) idi ve Verne’in çok daha yaratıcı olan kitaplarının ilki oldu; çünkü bu hikâyeler, yerküreden çok öteye, tamamıyla kendi hayal gücünün eseri olan hayalî bir dünyaya kadar uzandı.
Verne’in ilk birkaç kitabı Fransa’daki popülerliklerine rağmen İngiltere ve Amerika’da da aynı ilgiyi yakalayamadı çünkü kitapların çevirisi hemen yapılmadı. İlk olarak Şubat 1869’da, “Balonla Beş Hafta” New York’ta, Appleton tarafından İngilizce olarak basıldı ve bu ancak Verne’in beşinci kitabı olan “De la terre a la lune”ün (Dünyadan Aya)başarısından sonra gerçekleşti. Bu eser, 1865’te Fransa’da basıldıktan sonra 1867 yılı boyunca Amerika’da “New York Weekly Magazine” dergisinde yayımlandı. Bu durum Verne’in aynı yıl kardeşi Paul ile beraber New York’a gitmesiyle sonuçlandı. Verne, Amerikan ve İngiliz hayranıydı ve İskoç kökenli olmasıyla da gurur duymaktaydı çünkü Amerikan toplumunu, yeni teknolojileri kucaklamaya ve bilimsel çalışmaları desteklemeye daha yatkın olarak görüyordu, böylelikle Amerikalı ve İngiliz karakterler romanlarında genellikle ana karakterler olmuştur.
“Dünyadan Aya” adlı eseri aya yolculuk için bilimsel bir dayanak kurmaya çalışan ilk romandı. Verne hesaplamaları kendisi yapmamıştı (Günümüzde de yanlış oldukları kanıtlanmaktadır). Bunun yanı sıra daha da hayret verici olan şey ise Verne’in, gözü kara yolcularını, uzaya kocaman bir topla ateşlenen içi boş bir mermi içinde göndermeyi seçmesiydi. Bu yöntemi kullanmanın sonucu olarak Verne, yolcularını aya gönderemedi ve dünyaya da geri dönemediler. Böylece, serinin devamı olan “Autour de la lune” (Ay’ın Çevresinde Seyahat,1869) adlı kitapta maceraperestlerinin ayın etrafında tur atıp dünyaya dönmesini sağladı.
Verne’in bazı kitapları maalesef, hızlı çevirinin ya da genç yetişkinlere uyarlayabilmek için haddini aşan düzenlemelerin kurbanı oldu. 1871 basımı “Dünyanın Merkezine Yolculuk” kitabında olduğu gibi bazı çevirmenler sınırları aşan bir “özgürlük” kullanarak sadece karakterlerin isimlerini değiştirmekle kalmamış metnin büyük bir bölümünü yeniden yazmışlardır. Fakat bu derlemede kullanılan versiyonlar, ilk çevirilerin en iyilerini sonradan düzeltilmiş ve geliştirilmiş hâlleriyle sunmaktadır. Derlemede yer alan “Dünyanın Merkezine Yolculuk” romanını İngilizce’ye orijinal olarak çeviren çevirmen, Verne’in metnine sadık kalmanın yanı sıra Verne’in bazı kasıtsız hatalarını da düzeltmiştir.
Verne’in sonraki iki romanı, “Les Forceurs de blocus” (Ablukadan Zorla Geçiş, 1865) ve “İsveçli Robinson Ailesi”nin tekrar kaleme alındığı “Les Enfants du Capitaine Grant”tır (Kaptan Grant’ın Çocukları, 1865-1867 -“Deniz Kazazedelerini Ararken” olarak da bilinir.). Verne’in daha sonra tartışmalı olarak en iyi eseri kabul edilen kitabı “Vingt mille soue les mers” (Deniz Altında 20.000 Fersah) Mart 1869’dan Haziran 1870’e kadar Fransa’da seri olarak yayımlandı. 1872 yılının yılbaşında ise ilk İngilizce çevirisi kitabın adı da doğru çevrilerek -Denizler Altında 20.000 Fersah (çoğul)– yayımlandı. Bu versiyon, Boston’lı James R. Osgood’un neredeyse birebir çeviri olarak bilinen çevirisinin yeniden yorumlanmış hâliydi ve kitaba en bilinen adı olan “Denizler Altında 20.000 Fersah” adı verildi.
Bu roman Verne’in hem en tanınmış karakterlerinden birisini, Kaptan Nemo’yu hem de en hatırda kalır buluşlarından birini, denizaltı Nautilus’u barındırır. Verne’in çok dramatik olarak ortaya koyduğu şey, denizaltının sahip olduğu tüm potansiyeliydi; hem iyi hem de kötü yönleriyle. Bilimsel bir dehanın suçun fikir babasına dönüşümünü irdeleyen ilk yazardı. Aslında kitabın ilk taslaklarında Verne, Nemo’yu öyle kinci tasvir etmişti ki Hetzel, eğer karakteri biraz daha insancıl hâle getirmezse kitabı yayımlamayı reddedeceğini belirtmişti.
Çok ses getirmeyen birkaç eserden sonra Verne, kati olarak kendisini ünlü bir yazar kılan eserini, “Le Tour du monde en quarter-vingts jours”yu (80 Günde Devr-i Alem) tamamladı. 6 Kasım ve 22 Aralık 1872 tarihleri arasında “Le Temps”da günlük olarak yayımlandı ve öyle çok ilgi gördü ki insanlar, Phileas Fogg’un bahsi nasıl kazanacağını öğrenmek arzusuyla derginin her sayısını alabilmek için kuyruklar oluşturdular. Charles Dickens’ın ilk çalışmalarının seri hâlinde yayımlanmasından bu yana hiçbir romanın yeni bölümü için bu denli yoğun bir talep olmamıştı. Bu eser ile Verne, haklı olarak bir dünya yıldızı oldu.
Bu romanı takiben, Verne’in eski eserlerinin çevirisinde bir patlama oldu ve tüm kitap piyasası bu çevirilerle âdeta istila edildi. Bundan sonra, Verne’in kitaplarının İngilizce versiyonları neredeyse Fransızca versiyonlarıyla aynı zamanda yayımlanmaya başladı. Bir sonraki romanı olan “L’ile Mysterieuse, (Esrarlı Ada); “İsveçli Robinson Ailesi” kitabının bir benzeri ve aynı zamanda “Denizler Altında 20.000 Fersah” kitabının da devamı niteliğinde olsa da 1874 ve 1875 yılları arasında Fransa’da ve ilk olarak tamamlandığı yer olan Amerika’da seri olarak yayımlandı.
Verne seyahat etmeyi çok seviyordu. Birleşik Devletler’den döndükten bir sene sonra, Saint-Michel adlı bir tekne aldı ve İskoç adalarının çevresinde, Norveç’e kadar uzanarak Avrupa’ya yelken açtı. 1871’de babasını kaybetmesine ve dikbaşlı oğluyla artan geçimsizliğine rağmen, 1870’ler muhtemelen en mutlu zamanlarıydı.
İster yaptığı seyahatlerin dikkatini dağıtması ister ilham kıvılcımının solması olarak adlandıralım, “Esrarlı Ada”dan sonra Verne’in yaratıcılığının körelmeye başladığını söylemek adil olur. Sonraları ikiye düşürülse de Hetzel’in her sene üç roman isteğini karşılamaya çabalayarak çok fazla yazmaktaydı. “Fatih Robur” (1886) ve “Karpatlar Şatosu ” nadiren deha kıvılcımları parlatsa da eserleri tekrardan ibaret olmaya başlamıştı.
Verne, diyabet hastalığının etkileri görülmeye başladığından beri, otuz yıldan fazla süreyle evi olan Amiens’da, yetmiş beş yaşında, 24 Mart 1905’te hayata veda etti. Verne, tekrar doğuşunu betimleyen muhteşem bir mezar taşıyla, Amiens’daki Madeleine Mezarlığı’nda yatmakta. Heykel (tescil edilmemiş olsa da) Vers l’immortalite et l’eternelle jeunesse – “Ölümsüzlüğe ve Sonsuz Gençliğe Doğru” olarak adlandırılıyor; tam anlamıyla yerinde bir hürmet…
Verne, ölümünün ardından birçok yayımlanmamış eser bıraktı. Bazıları vasat eserlerdi bazılarıysa oğlu Michel tarafından gözden geçirilmiş (Birkaç eser tamamen yeniden yazılmış.) kopyalardı ki Michel hiçbir suretle yazar olarak değerlendirilemezdi. Son yirmi yıl, Verne’in daha özgün eserlerini bulma çabasıyla, eserlerinin kayda değer bir tekrar değerlendirilmesi sürecine tanık olunmuştur. Böylece onun edebî ve bilimsel zekâsını layıkıyla takdir edebiliriz.
Verne herkesin hatırladığı harika kâhin olmayabilir fakat yazıları milyonlara ilham vermiştir. Geleceği görememiş olsa da eserleriyle diğer kişilerin onu yaratmasına yardımcı olduğu su götürmez bir gerçektir.
MIKE ASHLEY
Mike Ashley bilim kurgu dalında dünya çapında bir bilim adamıdır. Altmışın üzerindeki kitaplarından bazıları şunlardır: Kusursuz bir biyografi olan, “Yıldız Işığı Adam: Algernon Blackwood’un Sıra Dışı Hayatı”; dört ciltlik, “Bilim Kurgu Dergisi’nin Tarihçesi” ve “Gernsback Günleri: 1911-1937 Arasında Modern Bilim Kurgunun Evrimi”. Ayrıca, “Yeni Jules Verne Maceralarının Muazzam Kitabı”nın da aralarında bulunduğu yirmi beşten fazla kurgu antolojisi derlemiştir.
BÖLÜM I
Çok alkışlanan konuşmanın sonu – Dr. Samuel Ferguson’ın sunumu – Excelsior – Doktorun ayrıntılı portresi – Bir kaderci razı geldi – Seyyahlar Kulubünde bir yemek – Olayın üzerine yapılan tebrikler
1862 yılının 14 Ocak gününde, Londra’nın Waterloo bölgesinde, 3 numarada bulunan Kraliyet Coğrafya Cemiyetinin toplantısında büyük bir kalabalık vardı. Sir Francis M.... meslektaşlarına sürekli alkışlarla kesilen bir konuşma yapmaktaydı.
Hitabet sanatının bu özgün örneği, vatanseverlikle dolup taşan şu cümlelerle son buldu:
“İngiltere, her zaman ulusların başında yer almıştır (Okurun da göreceği gibi, uluslar hep birbirlerinin tepesinde ilerler.)!.. Coğrafi keşif arzusundaki kâşiflerinin cesareti sayesinde tabii ki (genel onay belirten sesler) Dr. Samuel Ferguson, ki kendisi bu vatanın en aziz evlatlarındandır, köklerine saygısızlık etmeyecektir.”
Salonun tüm kesimlerinden “Tabii ki hayır!” sesleri yükseldi.
“Bu çaba, başarıyla sonuçlanırsa (‘Sonuçlanacak!’) dünyanın, Afrika haritası üzerindeki bölük pörçük tüm fikirlerini birleştirip bir bütün kılacak (coşkulu alkışlar) ve eğer başarısız olursa en azından insan dehasının en cüretkâr fikirlerinden biri olarak kayda geçecektir (inanılmaz bir tezahürat)!”
“Bravo! Bravo!” diye bağırdı bu etkili sözlerle ateşlenmiş kalabalık.
“Çok yaşa gözü kara Ferguson!” diye ekledi kalabalığın en heyecanlı üyelerinden biri.
Yoğun tezahürat her köşede yankılandı; Ferguson’ın adı dillerdeydi ve adının, İngiliz gırtlaklarından geçerken hiçbir şey kaybetmediğini kolayca varsayabiliriz. Aslına bakarsanız, tüm salon bu isimle çınlıyordu.
Aynı ortamda, büyük çoğunluğu, bu zorlu bilim hizmetinde yaşlanmış ve tükenmiş olan fakat enerjik mizaçları sayesinde yerkürenin her bir çeyreğinden çıkmayı başarmış korkusuz seyyah ve kâşifler de bulunmaktaydı. Her biri farklı seviyelerde de olsa fiziksel ya da psikolojik olarak birçok zorluğa meydan okumuştu. Gemi kazalarından, büyük yangınlardan, Kızılderili savaş baltalarından ve topuzlarından; top ve kazıklardan; hatta Kuzey Denizi adalarındaki yamyamların kursaklarından kurtulmuşlardı. Fakat yine de Kraliyet Coğrafya Cemiyetinde yapılan gelmiş geçmiş en iyi konuşmayı, Sir Francis M....’nin nutkunu dinlerken kalpleri güm güm atmaktaydı.
Fakat İngiltere’de coşku, sadece sözde kalmaz. Kraliyet darphanesinin damgalarından hızlı para basar. Ve Dr. Ferguson’ı cesaretlendirmek için bağışlar yapıldı, bir seferde tam iki bin beş yüz pound’luk para toplandı. Tabii ki hesaplamalar yatırımın önemiyle orantılı olarak yapılmıştı.
Sonra topluluğun bir üyesi, başkana, Dr. Ferguson’ın resmî olarak takdim edilip edilmeyeceğini sordu.
Sir Francis “Doktor dışarıda beklemektedir.” diye cevapladı soruyu.
Kalabalıktan; “İçeri alın, doktoru içeri getirin!” sesleri yükseldi. “Bu denli sıra dışı bir cürete sahip olan kişiyle yüz yüze tanışmak isteriz!”
“Belki de doktorun bu akılalmaz önerisi, sadece bizi hayrete düşürmek için planlanmıştır!” diye gürledi sinirli, yaşlı bir amiral.
“Dr. Ferguson diye birinin var olmadığını mı söylemeye çalışıyorsunuz?” diyen hınzır bir ses duyuldu.
“Neden? Peki o zaman, öyleyse bizim bir tane icat etmemiz gerek!” Bu saygın topluluğun patavatsız bir üyesi dalga geçer gibi yanıtlamıştı soruyu.
“Dr. Ferguson’dan içeri gelmesini rica edin.” Sir Francis M....’nin yanıtı sakindi.
Ve doktor içeri girdi, öylece durdu. Kendisinin gelişini kutlayanların yoğun tezahüratından hiç etkilenmemişe benziyordu.
Kırk yaşlarında, orta boylu ve pek de kuvvetli görünmeyen bir adamdı. Canlı tabiatı, yanaklarının koyu rengiyle ifşa ediliyordu. Çehresi soğuk bir canlılığa sahipti; sıradan özellikler ve büyük bir burun -bir geminin pruvasına benzeyen ve kaderlerinde büyük keşifler yazılı olan erkeklerin yüzlerini tasdikleyen büyük bir burun. Cesur olmaktan çok, kibar ve zeki bakan gözleri, görüntüsüne alışılmadık bir albeni katıyordu. Kolları uzundu ve çok yürüyen bir insanın dayanıklılığını işaret eden ayakları, yere gömülmüş gibiydi.
Vakur bir ağırbaşlılık, doktorun tüm benliğini kuşatmış gibiydi ve hiç kimse onu, kendine gizemli bir hava vermekle suçlayamazdı. Ayrıca, zararsız bir duruşu olduğu söylenebilirdi.
Böylece, içeri girdiği andan beri onu selamlamakta olanların tezahürat sesleri, kendisi sakin bir hareketle sessizlik istediğini gösterene dek devam etti. Onun için hazırlanmış olan koltuğa doğru yürüdü ve kararlı bakışlarla dimdik, bir heykel gibi hareketsiz durarak sağ elinin işaret parmağını havaya kaldırdı. Ağzından tek bir söz çıktı:
“Excelsior!”1
Ne Bright ya da Cobden’ın ani hücumları ne de Palmerston’ın, İngiliz kıyılarındaki kayaları zırhla kaplamak için bütçe talebi bu denli heyecan yaratmıştı. Sir Francis M....’nin konuşması tamamen gölgede kalmıştı. Doktor, kendisini ılımlı, haşmetli, kendine yeten bir bütün olarak gösterebilmişti; durumu tanımlayan kelimeyi söylemişti…
“Excelsior!”
Hata bulmakla meşgul gut hastası yaşlı amiral, karşısında durmakta olan bu kişi tarafından bozguna uğratılmıştı ve derhâl Dr. Ferguson’ın konuşmasının “Londra Kraliyet Coğrafya Cemiyeti Bülteni”nde yayımlamasını önerdi.
Peki, o zaman bu adam kimdi ve önerdiği girişim neyin nesiydi?
İngiliz Donanmasında cesur ve nitelikli bir kaptan olan Ferguson’ın babası, çok küçük yaşlarından itibaren, oğlunu kendi işinin macera ve tehlikeleriyle haşır neşir etmişti. Korku nedir bilmeyen bu küçük yoldaş, öncelikle istekli ve çalışan bir kafa ve araştıran bir zekâydı. Ayrıca, bilime hatırı sayılır bir yatkınlık ortaya koyuyordu. Dahası, kendisini zorluklardan kurtarma yolunda sıra dışı bir hüner sergiledi. Çocukların genellikle başarısız olduğu bir durum olan ilk kez çatal kullanmada bile asla çelişkiye düşmedi.
Bu ilgisi çok erken yaşlarda okuduğu denizcilik ve yatırımcılık üzerine olan kitaplarla alevlendi ve 19. yüzyılın ilk bölümünü şekillendiren keşifleri ilgiyle takip etti. Mungo Park, Bruces, Cailliés, teğmenler ve bir yere kadar da katiyen diğerlerinden daha düşük konumda görmediği Selkirk2 gibi kâşiflerin zaferleri hakkında kafa yordu. Juan Fernandez Adası’nda kaç saati bu kahramanla dolu dolu geçirmişti! Genellikle, gemisi batmış olan bu denizcinin fikirlerini eleştirirdi. Bazen de planlarını ve projelerini… Şöyle bir durumda çok daha farklı davranırdı ya da en azından aynısını yapmazdı. Tabii tamamen ikna olduysa! Diğer yandan, tek bir şeyden memnundu; tebaası olmayan bir kral gibi mutlu yaşayabileceği bu güzel adayı asla bırakmak zorunda kalmayacaktı. Hayır! Tabii ki karşılığında verilen rüşvet, donanmada amiral rütbesi değilse!
Bu eğilimlerin, yerküreyi köşe bucak gezerek geçirilmiş bir gençlik döneminde şekillendiği varsayılabilir. Bunun yanı sıra tam bir eğitimci olan babası, bu sınırsız zekâyı; su bilimi, fizik, mekanik gibi ciddi çalışmalarla beraber, az miktarda botanik, tıp ve astronomiyle takviye etmek için en küçük bir fırsatı bile kaçırmadı.
Muhterem Kaptan Samuel Ferguson öldüğünde -ki Francis o zaman yirmi iki yaşındaydı- dünyayı dolaşmıştı. Bengalli Mühendisler Taburu’na katılmış ve birkaç hadisede kendisini göstermişti; fakat bu asker hayatı ona uygun değildi; ilgili fakat emir almaya gelemeyen biriydi! Hiçbir zaman emir almaktan hoşlanmazdı. Bu yüzden istifasını verdi ve biraz botanik merakı biraz da avcıyı oynamak adına Hint Yarımadası’nın kuzeyinden yola koyuldu ve Kalküta’dan Surat’a kadar amatör bir yolculuk yaptı.
Surat’tan Avustralya’ya geçti ve 1845’te Yeni Hollanda’nın merkezinde bulunduğu varsayılan Hazar Denizi’ni keşif için gönderilen Kaptan Sturt’un seferine katıldı.
Samuel Ferguson, 1850 yılında İngiltere’ye döndü ve keşif arzusu adlı şeytan tarafından her zamankinden daha çok ele geçirilmiş bir hâlde 1853’e kadar, Kaptan McClure’a, Amerika Kıtası’nı Bering Boğazı’ndan Farewell Burnu’na kadar geçmek için çıkılan seferde eşlik etti.
Tüm zorluklara ve hava koşullarına rağmen Ferguson’ın bünyesi gayet dayanıklı çıktı. Her türlü mahrumiyet durumunda hiç rahatsızlık duymadı. Aslında, midesi isteğe göre genişleyip daralan, bacakları yolculuğun belirleyeceği “yatağa” uygun olarak uzayıp kısalabilen, günün her saatinde uyuyup gecenin her anında uyanabilen Ferguson, denizcilik ve kâşiflik için tam anlamıyla biçilmiş kaftandı.
Tüm bu anlatılanlardan sonra seyyahımızı 1855-1857 yılları arasında Tibet’in batısında kalan bölgeyi Schlagintweit kardeşlerle beraber gezerken ve bu seferden birçok ilginç etnografik gözlemle dönerken görmek hiç de şaşırtıcı olmazdı.
Tüm bu farklı yolculuklarda Ferguson, “Daily Telegraph” adlı 140.000 tirajı olan fakat yine de bir ordu dolusu okuruna güç bela ulaşabilen gazetenin en aktif ve ilgi çekici muhabiri oldu. Böylece doktor, tanınan bir şahsiyet hâline geldi fakat yine de ne Londra, Paris, Berlin, Viyana ya da St. Petersburg’da bulunan Kraliyet Coğrafya Cemiyetlerine katılabildi ne de Seyyahlar Kulübüne ya da istatikçi arkadaşı Cockburn’ün etkin görev aldığı Kraliyet Politeknik Enstitüsüne kabul edildi.
Bir diğer âlim, şu soruyu soracak kadar ileri gitti: Doktorun, yerkürenin çevresini dolaşırken katettiği yol mil olarak hesaplanırken kafa ölçüsü, ayak ölçüsünden kaç mil daha fazla yol yapmış olarak hesaplanmıştı? Çünkü kafasının ve ayaklarının yarı çapları farklı ölçülerde olmalıydı. Ya da sırasıyla doktorun kafası ve ayakları tarafından katedilmiş miller, bu centilmenin gerçek uzunluk ölçüleri istenerek mi hesaplanmıştı?
Bu konuşma aslında doktora iltifat etmek için yapılmıştı fakat doktor kendisini tüm bu âlim zümreden -kendisinin de olduğu gibi kiliseye bağlı fakat kilisenin polemikçisi olmayan zümreden- çok uzakta hissediyordu. Tartışmak yerine araştırarak, vaaz vermek yerine keşfederek zamanın çok daha verimli geçirileceğine inanıyordu.
Gölü gezmek için Cenevre’ye gelen bir İngiliz’in hikâyesi anlatılır. İngiliz, insanların omnibüslerde istiflendiği gibi yanlamasına oturtulduğu garip bir arabaya biner. Neyse; sırtı göle dönük, bir koltuğa oturur. Araba, o bir kez bile arkasına dönüp dışarı bakmayı akıl edemeden turunu bitirir ve o da Cenevre Gölü’nden “büyülenmiş” bir şekilde Londra’ya döner.
Fakat, Dr. Ferguson, kendi seyahatlerinde arkasına dönmeyi akıl etti ve çok iyi bir anlaşma olarak gördüğü iyi bir amaca yüzünü döndü. Bu şekilde davranarak aslında doğası gereği hareket etmiş oldu. Dr. Ferguson bir yere kadar kaderciliği benimsemişti; fakat kendisine ve hatta Tanrı’ya güvenmesini sağlayan, kaderciliğe kısmen bağlı olan Ortodoks bir okuldan gelmeydi. Bu yolculukta iradesinin değil de kaderinin onu yönlendirdiğini söylemişti. Dünyayı kendi kendine değil de üzerinde bulunduğu raylar tarafından yönlendirilen bir lokomotif gibi gezdiğini anlatmıştı.
“Ben yolu takip etmem.” derdi genellikle. “Yol, beni takip eder.”
Artık okur, doktorun, Kraliyet Coğrafya Cemiyetine girdiğinde karşılaştığı büyük tezahürat karşısında bu denli sakin kalmasına şaşmayacaktır. Tüm bu değersiz şeylerin üstündeydi; kibirsiz ve caka satmaya gerek duymayan biri… Sir Francis M....’nin kendisine sunduğu teklife dünyadaki en basit şeymişçesine tepeden baktı ve yarattığı inanılmaz etkiyi neredeyse fark etmedi bile.
Oturum bittiğinde doktor, Pall Mall’daki Seyyahlar Kulübüne götürüldü. Şerefine görkemli bir eğlence hazırlanmıştı. Servis yapılan tabakların boyutları, ağırlanan konuğun önemine göre ayarlanmıştı. Bu inanılmaz yemekte servis edilen mersin balığı da Dr. Ferguson’ın ta kendisinden bir inç3 bile kısa değildi.
Afrika’daki keşifleri sebebiyle isimlerini şanlı kılmış bu seçkin misafirler, sınırsız çeşitlilikte ekmek ve şaraba boğuldu. Konuklar, İngilizlerin güzel âdetine göre alfabetik sırayla tüm misafirlerin şerefine kadeh kaldırdı. Hatırlanan ve şerefine kadeh kaldırılanlar: Abbadie, Adams, Adamson, Anderson, Arnaud, Baikie, Baldwin, Barth, Batouda, Beke, Beltram, Du Berba, Bimbachi, Bolognesi, Bolwik, Belzoni, Bonnemain, Brisson, Browne, Bruce, Brun-Roliet-Burchell, Burckhardt, Burton, Caillaud, Caillie, Campbell, Chapman, Clapperton, Clot-Bey, Colomieu, Courval, Cumming, Cuny, Debono, Decken, Denham, Desavachers, Dicksen, Dickson, Dochard, Du Chaillu, Duncan, Durand, Duroule, Duveyrier, D’Escayrac, De Lauture, Erhardt, Ferret, Fresnel, Galinier, Galton, Geoffroy, Golberry, Hahn, Halm, Harnier, Hecquart, Heuglin, Hornemann, Houghton, Imbert, Kauffmann, Knoblecher, Krapf, Kummer, Lafargue, Laing, Lafaille, Lambert, Lamiral, Lampriere, John Lander, Richard Lander, Lefebvre, Lejean, Levaillant, Livingstone, Mac Carthy, Maggiar, Maizan, Malzac, Moffat, Mollien, Monterio, Morrison, Mungo Park, Neimans, Overwey, Panet, Partarrieau, Pascal, Pearse, Peddie, Pe-ney, Petherick, Poncet, Prax, Raffenel, Rabh, Rebmann, Richardson, Riley, Ritchey, Rochet d’Hericourt, Rongawi, Roscher, Ruppel, Saugnier, Speke, Steidner, Thibaud, Thompson, Thornton, Toole, Tousny, Trotter, Tuckey, Trywhitt, Vaudey, Veyssiere, Vincent, Vinco, Vogel, Wahlberg, Warrington, Washington, Werne, Wild ve listenin sonunda fakat önem sıralamasının başlarında yer alan kişi; akılalmaz teşebbüsüyle, Afrika keşif dizisini tamamlayacak ve tüm bu kâşiflerin başarılarını bir bütün kılacak olan Dr. Ferguson…