Kitobni o'qish: «Hayatım ve İşim»
Henry Ford, 30 Temmuz 1863’te ABD’nin Michigan eyaletinin Detroit şehrinde dünyaya geldi. Tam adı Henry Martin Ford’dur. Babası William Ford, annesi Mary Litogot Ford’dur. On iki yaşındayken annesini kaybetti. Boş zamanlarını kendisine kurduğu bir atölyede değerlendiren Ford, 15 yaşındayken ilk buharlı makinesini burada tasarladı. 1879 yılında mekanikle ilgili eğitim almak üzere evinden ayrılarak Detroit’e yerleşti. Öğreniminden sonra Westinghouse Company’de iş bularak benzin motorları üzerine çalışmalar yaptı. 1879 yılında Detroit‘te bir şirketin atölyesinde çıraklığa başladı ve cep saatleri onarımı konusunda uzmanlaştı. Bu sırada, cep saatlerini uygun fiyata üretmeyi planladı ancak saatlerin evrensel bir ihtiyaç olmadığını ve bu nedenle insanların bunları almayacağını fark ettiği için bu planından kısa sürede vazgeçti. Çıraklık döneminin ardından Westinghouse Company of Schenectady’nin yerel bir temsilciliğinde yol motorlarının kurulumu ve onarımı konusunda uzman olarak çalıştı.
Ford, Clara Jane Bryant ile 11 Nisan 1888’deki evliliğinden sonra maddi durumunu, kendine ait bir kereste fabrikasıyla iyileştirdi. Çiftin Edsel Ford adında bir oğulları oldu.
Thomas Alva Edison’un kurduğu Edison Illuminating Company’de 1881 yılında mühendisliğe başladı. Dünyaca ünlü mucit Edison ile sonraki yıllarda arkadaş oldular. Başmühendisliğe terfisinden sonra yakıt motorları üzerindeki şahsi araştırmalarına yeterince zaman ve para ayırabilen Ford, Quadricycle isimli aracının gelişimini 1896 yılında tamamladı. Söz konusu başarının ardından Edison, Illuminating’den ayrılarak başka yatırımcılarla birlikte 1899 yılında Detroit Automobile Company’yi kurdu. Kendi modellerinin üstünlüğünü göstermek amacıyla araçlarını başarıyla diğer üreticilerin araçlarıyla yarıştırdı. Ancak 1901’de Detroit Automobile Company iflas etti.
16 Haziran 1903’te Henry Ford, 11 yatırımcıyla birlikte 28 bin dolar sermayeyle, hisselerine yüzde 25.5 oranında ortak olduğu Ford Motor Company’yi kurdu. Aynı yıl içinde ürettikleri ilk otomobil ABD’de satıldı. Ford, ABD’de birçok fabrika kurdu ve üretim maliyetiyle son ürünün fiyatını düşürmek için kendi malzemeciler ağını oluşturdu. Avrupa başta olmak üzere diğer kıtalara ihracat yapmayı başarması da Ford adına önemliydi. Bunun yanında, “999” olarak bilinen yarış arabasıyla dünya rekoru kırmayı da tek başına başardı. İlerleyen yıllarda Model T ile dünya çapında tanınırken 1906 yılında, Avrupa’da ilk kez İngiltere’de şube açtı. Şirket tarafından 1908’de piyasaya sürülen Model T, 1913’e kadar üne kavuştu ve ABD yollarının her yerinde yaygınlaştı. Aynı yıl Ford’un, fabrikalarında yürüyen bantlı üretimi başlatması verimliliği arttırdı. Bu sistemde her işçi, yürüyen bir bant üzerinde önünden geçen arabaların tek bir parçasını monte ediyordu. 1917 yılında tarım sektörünün ihtiyaçlarını karşılayabilecek “Fordson” traktörünü üretti. Traktör üretimiyle müşteri yelpazesi de genişledi. Âdeta rakipsiz kalan Henry Ford, ilerleyen yıllarda Belçika, İtalya, Almanya gibi ülkelerde de fabrikalar açarak üretimlerini artırdı. 1918 yılında ABD’de kullanılan arabaların yarısı Model T idi. Aynı modelden 1927 yılına kadar 15 milyon araç satılarak 45 yıl boyunca satış rekoru elde tutuldu. 1919’da şirketi oğlu Edsel’e devretse de şirket meselelerinde söz sahibi olmaya devam etti.
Henry Ford, Fordizm felsefesiyle üretime yeni bakış açıları ve yöntemler katmıştır. “Hiçbir şey zor değildir, yalnız onu ufak parçalara bölmesini bilelim.” Henry Ford bu sözüyle, felsefesinin yapı taşlarından biri olan iş basitleştirme ve işi parçalara ayırmanın önemini vurgulamıştır. Otomobil montaj işinin parçalara bölünüp basitleştirilerek bir hat üzerinde seri olarak yapılmaya başlanması Ford’un üretim sürecine kattığı en önemli değerlerden biri ve başarısının sırrıdır. Fordizm felsefesi, bir üründen çok sayıda, çok ucuza ve çok hızlı üretmek üzerine kurulmuştur. Henry Ford’un “Siyah olduğu sürece istediğiniz renkte araca sahip olabilirsiniz.” ifadesi bu felsefesini gözler önüne serer. Öyle ki 1914 ve 1925 yılları arasında üretilmiş tüm Model T araçlarının rengi siyahtı.
Ford’un şirketinin ekonomik başarısı, yalnız satışa sunulan taşıtlara değil aynı zamanda planlama, örgütlenme ve üretim alanlarında uygulanan yeniliklere de dayanmaktadır. Ford’un, iş bölümü ve rasyonelleştirme konularının üzerinDe durması sayesinde daha düşük maliyetli bir üretim ve daha yüksek satış sayılarına ulaşılmıştır. Böylece üretim kültürü oluşturularak efsane bir marka yaratılmıştır.
Fordizm felsefesinin yansımaları ilk olarak Model T üzerinde hayata geçirilmiştir. En başta bir aracın üretimi 14 saat sürerken bu süre 1 saat 33 dakikaya düşmüştür. Ayrıca bir aracın fiyatı 1908 yılından 1916 yılına kadar sağlanan gelişmelerle 1000 dolardan 360 dolara kadar düşmüş ve artık otomobil bir lüks değil, işçi sınıfından insanların bile satın alabildiği bir ihtiyaç hâline gelmiştir.
Tarihin bir saçmalık olduğunu iddia eden Ford, kültür, bilim vb. alanlarda sayısız burs veren, araştırmaları finanse eden Ford Vakfı’nı kurmuştur. Bunun yanı sıra ortalama çalışma saatlerini kısaltıp işçilere hisse satma sistemini geliştirmiştir. Fabrikalarındaki işçilere zamanın en yüksek asgari ücretini vererek düşük ücret vermenin avantajlı bir yol olmadığını kanıtlamıştır. Sürümü genişleterek, ücretleri artırarak ve verimliliği yükselterek maliyetlerin ne derece düşürülebileceğini göstermiştir.
Henry Ford, yalnızca kâr elde eden bir şirket değil, yöntem ve uygulamalarıyla endüstride yeni bir çağ açan öncü bir marka yaratmıştır.
Eylül 1945’te emekli olmuştur. Ford Motor Company’yi torunu Henry Ford II’nin başkanlığına bırakmıştır. Ford, ölümüne dek ABD’nin en güçlü ve en çok tartışılan kişilerinden biri olmuştur. 7 Nisan 1947’de, 84. doğum gününe birkaç ay kala, ardında birçok başarı bırakarak beyin kanaması sonucu vefat etmiştir.
Sena Şahin, 5 Ocak 1994’te Ankara’da doğdu. İlköğrenimini Hacı Sabancı İlköğretim Okulunda, ortaöğrenimini ise yabancı dil ağırlıklı eğitim veren Gazi Üniversitesi Vakfı Özel İlköğretim Okulunda bitirdi. Lise öğrenimine ise Gazi Üniversitesi Vakfı Özel Anadolu Lisesinin yabancı dil bölümünde devam ederek 2012 yılında tamamladı. Ortaokuldan başlayarak Almanca ve İngilizce eğitimi aldı. 2012 yılında Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünde lisans eğitimine başladı. 2017 yılının Haziran ayında lisans eğitimini tamamlamasının hemen ardından, Eylül ayında Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde yüksek lisans çalışmalarına başladı. 2019 yılının Eylül ayında tez çalışmasını tamamlayarak mezun oldu. Mezuniyetinin ardından, Fransızca eğitimine başladı. 2020 yılında ORSAM tarafından düzenlenen ORSAM Orta Doğu Seminerleri programına katılarak sertifika almaya hak kazandı. Sonrasında yeminli tercüme ofisleriyle çalışmaya başlayarak hukuk, tıp, teknik çeviri alanlarında birçok tercüme çalışmasını tamamladı. 2022 yılında, Anadolu Üniversitesi ve ÇEVFOR tarafından düzenlenen Yeminli Çevirmenlikte Uygulamalı Formasyon programının eğitimlerine katılarak sertifika almaya hak kazandı. 2021 yılında Elips Kitap ile çalışmaya başlayarak Henry Ford’un otobiyografik romanı olan My Life and Work adlı eserini İngilizceden Türkçeye çevirdi. Üniversite yıllarından beri çeviri çalışmaları yürüten Şahin, profesyonel olarak çalışmalarına devam ediyor.
GİRİŞ
FİKİR NEDİR?
Ülkemizi kalkındırmaya yeni başladık. Tüm bu harika ilerleme ile ilgili istişarelerimize rağmen, henüz ilk adımı atmaktan fazlasını yapamadık. Kaydedilen mesafe yeterince harika ama yaptıklarımızı yapılacaklarla karşılaştırdığımızda, geçmişteki başarılarımızın bir hiç olduğu görünür. Ülkenin tüm sanayi kuruluşlarının toplamından daha fazla gücün sadece toprağı işlemek için sarf edildiğini dikkate aldığımızda, önümüzde ne kadar fırsat olduğu öngörülebiliyor. Ve şimdi, dünyanın pek çok ülkesinde meydana gelen karışıklıklar ve her yerde meydana gelen huzursuzluklar düşünüldüğünde, yapılanların ışığında yapılabilecek şeyler hakkında bir şeyler önermek için mükemmel bir zamandır.
Artan güç, makine ve endüstriden bahsedildiğinde, büyük fabrikaların ağaçları, çiçekleri, kuşları ve yeşil alanları kapı dışarı ettiği soğuk, metalik bir dünya resmi ortaya çıkıyor.
Ve o zaman tüm bunların hiçbirine katılmadığım, metal makineler ve insan makinelerinden oluşan bir dünyamız olacak. Makineler ve kullanımları hakkında daha fazla şey bilmedikçe, yaşamın mekanik tarafını daha iyi anlamadıkça, ağaçların, kuşların, çiçeklerin ve yeşil alanların tadını çıkarmaya zamanımız olamayacağını düşünüyorum.
Keyifli şeyleri hayattan uzaklaştırmak için zaten çok şey yaptığımızı düşünüyorum ve bunu, yaşamak ile geçim kaynağı sağlamak arasında bir zıtlık olduğunu düşünerek yapıyoruz. O kadar çok zaman ve enerji harcıyoruz ki keyfini çıkaracağımız çok az şeyimiz kalıyor.
Güç ve makineler, para ve mal mülk, sadece bizi yaşam özgürlüğüne kavuşturdukları sürece yararlıdır. Onlar ancak bir gaye için aracılardır. Örneğin, ismimi taşıyan makineleri sadece makine olarak görmüyorum. Sadece makineden ibaret olsalardı, başka bir iş yapardım. Bunları, bir iş teorisinden daha fazlası olduğunu umduğum bir iş teorisinin -bu dünyayı yaşamak için daha iyi bir yer hâline getirmeyi amaç edinen bir teori- geliştirildiğinin somut kanıtı olarak ele alıyorum. Ford Motor Company’nin ticari başarısının çok sıra dışı olması gerçeği, yalnızca bugüne kadarki teorinin doğru olduğunu, kimsenin anlamaktan geri kalmayacağı bir şekilde göstermeye hizmet ettiği için önemlidir. Yalnızca bu açıdan ele alındığında, üstün gelen sanayi sistemini, parayı ve toplum organizasyonunu, onlara henüz mağlup olmamış birinin bakış açısı ile eleştirebilirim. İşler şimdi olduğu gibi organize edilse sadece bencilce düşünür, değişiklik isteyemezdim. Sadece para istersem mevcut sistem elbette bana bolca para verir. Ama ben hizmet kısmını düşünüyorum. Mevcut sistem, her türlü israfı desteklediği için en iyi hizmete müsaade etmemekte ve birçok insanı hizmetin tam getirisinden alıkoymakta ve ilerleme sağlamamaktadır. Tüm mesele daha iyi planlama ve düzenleme meselesidir.
Yeni fikirlerle alay etmeye karşı genel tutumla ilgili bir meselem yok. Her yeni fikirden sonra süregelen bir beyin fırtınası ile oradan oraya koşturmaktansa tüm yeni fikirlere şüpheyle yaklaşmak ve kanıtlanmış olanda ısrar etmek daha iyidir.
Tedbirli olmak kastedildiğinde şüphecilik, medeniyetin denge çarkıdır. Dünyanın mevcut kritik sorunlarının çoğu, yeni fikirlerin iyi fikir olup olmadıklarını keşfetmek için dikkatlice araştırma yapılmadan ele alınmalarından kaynaklanmaktadır. Bir fikir eski olduğu için mutlaka iyi veya yeni olduğu için mutlaka kötü değildir. Ancak eski bir fikir işe yarıyorsa tüm kanıtlar onun doğru olduğunu destekler niteliktedir. Fikirler kendi başlarına olağanüstü değerli olsalar da bir fikir sadece bir fikirdir.
Hemen hemen herkes bir fikir üretebilir. Asıl mesele onu pratik bir ürüne dönüştürmektir.
Şimdi en çok, uygulamaya koyduğumuz fikirlerin -ki bu fikirlerin motorlu arabalar veya traktörlerle özel olarak bir ilgisi yok, bunlar evrensel bir kanunun tabiatında oluşan şeyler- en geniş uygulama alanına sahip olduğunu tam olarak kanıtlamakla ilgileniyorum. Bunun doğal bir kanun olduğundan oldukça eminim ve bunu yeni bir fikir olarak değil, doğal bir kanun olarak kabul edilecek şekilde hakkıyla kanıtlamak istiyorum.
Yapılacak olağan şey çalışmaktır, refah ve mutluluğun ancak dosdoğru bir çabayla elde edilebileceğinin farkında olmaktır. İnsani sorunlar genellikle bu doğal seyirden kaçmaya çalışmaktan meydana gelir.
Bu doğa prensibini bütünüyle kabul etmekten başka bir önerim yoktur. Çalışmamız gerektiğini gözüm kapalı kabul ediyorum. Yaptığımız her şey, çalışmamız gerektiği için akıllıca ve tedbirli bir şekilde çalışmanın daha iyi olduğu konusunda belirli bir diretmenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Öyle ki işimizi ne kadar iyi yaparsak o kadar iyi olacağız. Bunların hepsinin sadece esas sağduyu olduğunu düşünüyorum.
Ben ıslahatçı değilim. Dünyada ıslahat için çok fazla girişim olduğunu ve ıslahatçılara çok fazla kulak verdiğimizi düşünüyorum. İki çeşit ıslahatçımız var ve ikisi de başa bela. Kendine ıslahatçı diyen bir kişi bir şeyleri yerle bir etmek ister. Bu kişi öyle bir kişidir ki yaka düğmesi iliğine uymadığı için bütün bir gömleği paramparça eder. Öyle ki düğme iliğini büyütmek asla aklına gelmez. Bu tür bir ıslahatçı hiçbir koşulda ne yaptığını bilmez.
Tecrübe ve ıslahat bir arada yürümez. Bir ıslahatçı, gerçeğin huzurunda hevesini ve coşkusunu ileri safhada tutamaz. Tüm gerçekleri ekarte etmelidir.
1914’ten beri pek çok insan yepyeni entelektüel düşüncelere kapılmaya başladı. Birçoğu ilk kez düşünmeye başladı. Gözlerini açtılar ve dünyada olduklarını fark ettiler. Ardından, hürriyet heyecanıyla dünyaya eleştirel olarak bakabileceklerini anladılar. Öyle de yaptılar ve sistemi hatalı buldular. Sosyal sistem eleştirisinin hükmedici konumunu üstlenmenin verdiği sarhoşluk -ki bunu üstlenmek her insanın hakkıdır- ilk başta dengesizdir. Çok genç yaşta olan eleştirmen çok dengesizdir. O, şiddetle eski düzeni ortadan kaldırıp yeni bir düzen başlatmaktan yanadır. Aslına bakılırsa Rusya’da yeni bir dünya kurmayı başardılar. Dünyayı şekillendirenlerin faaliyetlerinin izlenebileceği yer burasıdır. Rusya’dan öğreniyoruz ki yıkıcı eylemi belirleyenler çoğunluk değil azınlıktır. Ayrıca, insanlar doğal kanunlarla çatışan toplumsal kanunlar ile hüküm verdiğinde, doğanın bu kanunları, çarlardan daha acımasız bir şekilde veto ettiğini de öğreniyoruz. Doğa tüm Sovyet Cumhuriyeti’ni veto etti. Çünkü Sovyet Rusya doğayı inkâr etmeye çalıştı. Hepsinin ötesinde emeğin meyvelerini alma hakkından mahrum etti. Bazı insanlar “Rusya işe gitmek zorunda kalacak.” diyor ama bu, vaziyeti açıklamıyor. Gerçek şu ki fakir Rusya işinin başında ama bu bir anlam ifade etmiyor. Bu, ücretsiz bir iş değil. Amerika Birleşik Devletleri’nde bir işçi günde sekiz saat çalışıyor; Rusya’da ise on iki ila on dört saat arasında çalışıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde, bir işçi bir gün veya bir haftalığına işe ara vermek isterse ve bunu maddi olarak karşılayabiliyorsa onu engelleyecek hiçbir şey yoktur. Sovyetizm altındaki Rusya’da ise işçi istese de istemese de işe gider. Vatandaşın özgürlüğü, herkese aynı şekilde davranıldığı hapishane benzeri tekdüze bir disiplinde ortadan kaybolmuştur. Bu, köleliktir. Özgürlük, insana yaraşır bir zaman ölçüsünde çalışma hakkına sahip olmak ve bunu yapabilmek için insana yaraşır bir şekilde yaşamak, kendi hayatının minik özel detaylarını düzenlemektir. Büyük idealist özgürlüğü oluşturan, bu ve diğer birçok özgürlük ögelerinin bütünüdür. Özgürlüğün küçük formları, hepimizin günlük yaşamını kolaylaştırır.
Rusya, bilgi ve deneyim olmadan geçinemezdi. Fabrikalarını komiteler tarafından çalıştırmaya başlaması ile mahvoldu ve battı. Üretimden çok tartışma vardı. Becerikli çalışanları işten çıkarması ile beraber, binlerce ton değerli materyal heba oldu.
Fanatikler insanları açlık çekmeye ikna etmişlerdir. Sovyetler şimdi, başta kovdukları mühendislere, yöneticilere, ustabaşılara ve komiserlere, geri dönmeleri durumunda büyük meblağlar teklif ediyor. Bolşevizm, dün acımasızca davrandığı beyinler ve deneyimli insanlar için şimdi ağlıyor. Rusya’ya yapılan tüm bu “ıslahatlar” üretimi engellemekteydi.
Bu ülkede kendi emekleri ile çalışan insanlarla, emekleri ile çalışan insanlar için düşünen ve plan yapan insanlar arasına sessizce sızmayı arzu eden sinsi bir unsur var. Beyni, deneyimi ve yeteneği Rusya’dan kapı dışarı eden aynı etki, burada ön yargıyı yükseltmekle meşgul. Yabancının, yıkıcının, mutlu bir insanlığa karşı düşmanlık besleyenin insanlarımızı bölmesine göz yummamalıyız. Beraberliğin içinde Amerikan gücü ve özgürlüğü vardır. Öte yandan kendini asla ıslahatçı olarak nitelendirmeyen bir ıslahatçı türü vardır. Tuhaf bir şekilde radikal ıslahatçı gibidir. Radikalin tecrübesi yoktur ve bunu da istememektedir. Diğer ıslahatçı sınıfının pek çok tecrübesi vardır ama bunun onlara bir faydası olduğu anlamına gelmez. Bolşeviklerle tam olarak aynı sınıfa girdiğini görünce şaşıracak olan irticacılardan bahsediyorum. Bu ıslahatçı türü, iyi şartlar olduğu için değil, mevcut şartları bildiğini düşündüğü için önceki bazı şartlara geri dönmek istemektedir.
Biri, daha iyisini yapmak için tüm dünyayı tuzla buz etmek istemektedir. Diğeri ise dünyayı o kadar güzel düzende tutar ki olduğu gibi kalmasına hatta ve hatta çürümesine izin bile verebilir. Görmek için var olan gözleri kullanmamak dışında, ikinci görüş, ilki ile aynı şekilde ortaya çıkmaktadır. Dünyayı yıkmak kesinlikle mümkündür fakat yenisini inşa etmek mümkün değildir. Dünyanın gelişip ilerlemesini engellemek mümkündür fakat gerileyip bozulmasını önlemek mümkün değildir. Her şey altüst olursa herkesin günde üç öğün yemek bulması ya da her şeyin sabitlenmesiyle yüzde altı faiz ödeneceğini beklemek aptalcadır. Sorun, ıslahatçıların da irticacıların da gerçeklerden, öncelikli işlevlerden uzaklaşmasıdır.
İrticai bir dönüşü sağduyu ile karıştırmadığımızdan çok emin olmak, ihtiyatlı önerilerden biridir. Her türden çalkantılı olan ve pek çok idealist kalkınma haritasının yapıldığı bir dönemden geçtik. Hiçbir yere varamadık. Bu gidilen bir yol değildi, bir gelenekti. Çok güzel şeyler söylendi ama hepsi hayal kırıklığı oldu. İrticacılar böyle bir dönemden kendilerini geri çekmenin avantajından sıklıkla faydalandılar. Genellikle eski, kötü suistimaller manasına gelen “eski güzel zamanlar”ı vadettiler ve tamamen vizyonsuz oldukları için bazen “pratik adamlar” olarak kabul edildiler. İktidara dönüşleri genellikle sağduyunun dönüşü olarak karşılanıp alkışlanır.
Öncelikli işlevler tarım, imalat ve taşımadır.
Onlarsız toplum hayatı imkânsızdır. Onlar dünyayı bir arada tutarlar.
Bir şeyler yetiştirmek, bir şeyler yapmak ve bir şeyler kazanmak, insani ihtiyaçlar kadar ilkel ve bir o kadar da her şey kadar moderndir. Onlar fiziksel yaşamın özüdür. Onlar durakladığında, toplum hayatı da duraklar. Mevcut sistem altındaki bu mevcut dünyada işler rayından çıkmaktadır ancak temel altyapılar sağlamsa bu konuda iyileşme umabiliriz. Temel altyapıların değiştirilebileceği ve toplumsal ilerlemede kaderin bir bölümünün gasbedilebileceği düşüncesi ise bir yanılgıdır. Toplumun altyapıları; bir şeyler yetiştirmek, bir şeyler yapmak ve bir şeyler taşımak için insanlar ve araçlardır. Tarım, imalat ve ulaşım ayakta kaldığı sürece, dünya herhangi bir ekonomik veya toplumsal değişime dayanabilir. İşimize hizmet ettikçe dünyaya hizmet etmiş oluruz.
Yapılacak çok iş vardır ve iş, çalışmaktan meydana gelir. Hâlihazırda üretilmiş olan şeyler üzerine spekülasyon yapmak iş değildir. Bu yalnızca az çok kabul edilebilir bir yolsuzluktur. Ama bu, mevcudiyetin dışında kanunlaştırılamaz. Kanunlar çok az şey yapabilir. Hukuk asla yapıcı bir şey yapmaz. Kanunlar bir polis memurunun verdiği etkiden başkasını sağlayamaz. Eyalet başkentlerimizden veya Washington’dan, tasarlanmamış kanun ile bir şeyleri yapmasını beklemek zaman kaybıdır. Yoksulluğu iyileştirmek veya özel imtiyazları kaldırmak için kanunlara baktığımız sürece, yoksulluğun yayıldığını ve özel imtiyazların arttığını göreceğiz. Washington’ı ve yasaların yapamayacağı şeyleri vadeden yasa koyucuları yeterince bekledik -bu konuda diğer ülkelerde olduğu kadar fazla olmasa da- ve bunlardan bıktık.
Bütün bir ülkeyi tıpkı bizim gibi, Washington’ı tozpembe bulutların ardına kurulmuş her şeye kadir ve hâkim bir çeşit cennet olduğunu düşünerek ele alırsanız, hiç de hayra alamet olmayan bağımlı bir ruhsal hâl ile yetiştirmiş olursunuz. Mededimiz Washington değil, kendimiziz. Ancak yardımımız, bir çeşit merkezî dağıtım noktası olarak herkesin iyiliği için çaba gösterdiğimiz ve bunların koordine edildiği yer olan Washington’a gidebilir. Biz devlete yardım edebiliriz; devlet bize yardım edemez.
“İşte daha az devlet, devlette daha çok iş!” sloganı, çoğunlukla iş veya devlet adına değil, halk adına çok iyi bir slogandır. İş, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulma nedeni değildir. Bağımsızlık Bildirisi, bir iş tüzüğü ya da Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın tasarısı değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nin, toprağı, halkı, devleti ve iş faaliyetleri sadece insanların yaşamını değerli kılan tertiplerdir. Devlet, hizmetkârdır ve asla hizmetkârdan başka bir şey olmamalıdır. Halk devlete yardımcı olduğu takdirde, intikam yasası işlemeye başlar. Çünkü böyle bir ilişki doğal değildir, ahlaka aykırı ve insanlık dışıdır. İş olmadan da devlet olmadan da yaşayamayız. İş ve devlet, su ve tahıl gibi halka hizmet etmelidir, efendi olurlarsa doğal düzeni altüst ederler.
Ülkenin refahının bireyler olarak doğrudan bize bağlı olması elzemdir ve en güvenli olandır. Devletler bir şeyi karşılıksız vadedebilirler ama bunlar boş vaatlerdir, yerine getirilmez. Tıpkı Avrupa’da ve dünyanın her yerindeki bankacıların yaptığı gibi paranın dengesi ile oynanmasından fayda aldıkları sürece, para birimleriyle ipe sapa gelmez nedenlerle oynayabilirler. Her insan yüreğinin derinliklerinde bunun farkındadır ki üretimin devam etmesinin, mahsullerin teslim edilmesinin tek yolu çalışmak ve daha fazla çalışmaktır.
Bizim gibi zeki insanların ekonomik hayatın temel süreçlerini mahvetme ihtimali çok düşüktür. Çoğu insan karşılıksız bir şey alamayacağını bilir. Çoğu insan, bilmese de paranın zenginlik demek olmadığını hisseder. Herkese her şeyi vadeden ve kimseden hiçbir şey talep etmeyen sıradan teoriler, normal bir insanın içgüdüleri tarafından, onlara karşı nedenler bulamasa bile derhâl reddedilir. O kişi onların yanlış olduklarını bilir. Bu yeterlidir. Her zaman beceriksiz, çoğu zaman aptal ve birçok yönden kusurlu olan mevcut düzen, diğerlerine göre işe yarayan bu avantaja sahiptir. Şüphesiz ki bizim düzenimiz aşama aşama bir başkasıyla birleşecektir. Yeni düzen, ne olduğundan ziyade insanların ona kattıkları ile işleyecektir. Bolşevizm’in işlememesinin ve işleyememesinin sebebi ekonomik değildir. Endüstrinin özel olarak yönetilip yönetilmediği veya sosyal olarak kontrol edilip edilmediği mesele değildir; işçilerin payını “maaş” veya “kâr payı” olarak adlandırmamız mesele değildir. İnsanları yiyecek, giyecek ve barınma konusunda disipline etmek veya onların istedikleri gibi yemelerine, giyinmelerine ve yaşamalarına olanak sağlamak da mesele değildir. Bunlar sadece ayrıntılardır. Bolşevik liderlerin yetersizliği, bu tür ayrıntılardan yakınmalarından belli olmaktadır. Bolşevizm, hem doğal olmadığı için hem de ahlak dışı olduğu için başarısız olmuştur. Bizim sistemimiz ayakta duruyor. Yanlış mı? Elbette yanlış, hem de bin noktada yanlış! Peki beceriksiz mi? Tabii ki beceriksizdir. Tüm bu sebeplerden dolayı ekonomimizin yıkılması gerekir. Ama öyle olmadı. Neden mi? Belirli ekonomik ve ahlaki temellere sahip bir içgüdü olduğundan dolayı olmadı.
Ekonominin temeli iş gücüdür. İş gücü, yeryüzünün bereketli mevsimlerini insanlığa faydalı kılan insani bir unsurdur. Hasadı hasat yapan iş gücü yani insan emeğidir. İşte bu ekonominin aslı, temelidir. Her birimiz, yaratmadığımız ve yaratamadığımız ancak bize doğa tarafından bahşedilen malzemeler ile çalışıyoruz.
Ahlaki olarak esas olan, insanın kendi emeğinde olan hakkıdır. Bu, çeşitli şekillerde ifade edilmektedir. Bazen “mülkiyet hakkı” olarak adlandırılır. Bazen “Çalmayacaksın.” emrinin arkasında yerini alır. Hırsızlığı suç yapan, diğer bir kişinin kendi mülkü üzerindeki hakkıdır. Bir kişi ekmeğini kazandığında, o ekmek üzerinde hakkı doğar. Eğer başka biri bunu çalarsa bir ekmeği çalmaktan öte, kutsal olan insan hakkına saldırmış olur. Eğer üretemezsek sahip olma eylemine erişemeyiz. Ama bazıları, üretimin sadece kapitalistler için olduğunu düşünmektedir. Daha iyi üretim araçları sağladıkları için bu hâle gelen kapitalistler toplumun temelidir. Gerçekten onların kendilerine ait bir şeyleri yoktur. Yalnızca, başkalarının yararına mülkü yönetirler. Para ticareti ile bu hâle gelen kapitalistlerin, geçici olarak kötü olmaları gerekebilir. Paraları üretime gittiği takdirde hiç de kötü olmayabilirler. Üretici ile tüketici arasındaki engeller artarsa ve paralarının dağıtımı karmaşık bir hâl alırsa kötüdürler. Paralar yapılan işte daha iyi düzenlendiğinde kötülükleri ortadan kaybolacaktır. Sağlık, zenginlik ve mutluluğun kaçınılmaz olarak sadece ve sadece çalışma yoluyla güvence altına alınabileceği tam olarak anlaşıldığında, para işe daha uygun hâle gelecektir.
Çalışmak isteyen bir insanın çalışmayı başaramaması ve yaptığı işin tam karşılığını almaması için hiçbir neden yoktur. Aynı şekilde, çalışabildiği hâlde çalışmayan bir insanın da topluma yaptığı hizmetlerin tam karşılığını almaması için hiçbir neden yoktur. Ne ektiyse onu biçmelidir, dolayısı ile topluma yaptığı katkının aynısını toplumdan almasına kesinlikle müsaade edilmelidir. Hiçbir katkıda bulunmadıysa hiçbir şey almamalıdır. Aç kalma özgürlüğüne sahip olmalıdır. Her insanın hak ettiğinden daha fazlasına sahip olması gerektiği konusunda ısrarcı olursak hiçbir yere varamayız çünkü bazıları hak ettiğinden daha fazlasını almaktadır.
Genel olarak insanlığa tüm insanların eşit olması konusunda ısrar etmekten daha saçma ve daha zarar verici bir şey yoktur. Muhakkak ki herkes eşit değildir ve insanların eşit olması konusunda ısrar eden herhangi bir demokratik anlayış, ilerlemeyi engellemekten başka bir şey yapmaz. Hizmet konusunda herkes eşit olamaz. Toplum içinde, daha düşük beceriye sahip olan insanlar, daha yüksek beceriye sahip olanlardan sayıca fazladır. Düşük beceriye sahip olan kitlenin yüksek beceriye sahip olanları aşağı çekmesi muhtemeldir fakat bunu yaparken kendilerini de aşağı çekmiş olurlar. “Topluma liderlik eden ve düşük becerili insanların daha az çabayla yaşamasını sağlayanlar, yüksek becerili insanlardır.”
Beceri olgusunu, aşağı düzeye indirgeyen demokrasi anlayışı israfa yol açar. Doğada hiçbir şey birbirinin aynısı değildir. Arabalarımızı tamamen birbiriyle değiştirilebilir şekilde üretiyoruz. Kimyasal analiz, en hassas makine ve en hassas işçiliğin yapabildiği ölçüde tüm parçalar neredeyse aynıdır.
Herhangi bir türde montaja gerek kalmadan ve kesinlikle yan yana duran iki Ford’un tıpatıp birbirine benzeyen ve birinden herhangi bir parça alınıp diğerinin içine konabilecek şekilde yapılmış olması kesinlikle birbirine benzer olduğunu gösterir. Aslında, benzer değillerdir. Bu iki Ford farklı yol alışkanlıklarına sahip olacaklardır. Yüzlerce ve bazı durumlarda binlerce Ford kullanan adamlarımız var ve onlar hiçbir iki Ford’un tam olarak aynı şekilde hareket etmediğini söylemektedirler. Yeni bir arabayı bir saat ya da daha az süre kullandıktan sonra ve daha sonra bir grup yenileriyle karıştırdıktan sonra, her bir arabayı bir saatliğine aynı koşullar altında tekrar kullandıklarında, arabaya bakarak değil sürerek tanıyabilmişlerdir.
Ben genel anlamda konuşuyordum. Haydi şimdi daha somut olalım. Bir insan sunduğu bir hizmetle aynı derecede yaşamalıdır. Son zamanlarda, bir hizmet sunmak insanların aklına gelen son şeydi bu yüzden bu konuda konuşmak için güzel bir zamandır. Kimsenin ücretleri ve sunulan hizmeti önemsemediği bir noktadaydık. Siparişler zahmetsizce geliyordu.
Bir zamanlar müşteri satıcıyı seçip alışveriş yaparken şartlar değişince satıcı müşteriyi seçip satış yapar oldu. Bu durum ticaret için hiç de iyi değildir. Tekelleşme, istifçilik ve mücadele etmek zorunda olmamak iş için hiç iyi değildir. Ticaret en çok çaba gösterilip emek harcandığında sağlam olur; tıpkı bir tavuğun istediğine ulaşana kadar belirli bir süre toprağı eşelemesi gerektiği gibi.
Her şey çok kolay elde ediliyordu. Değerler ve fiyatlar arasında dürüst bir ilişkinin sağlanması gerektiği ilkesinde bir azalma vardı. Halk artık “hizmet edilen” olmak zorunda değildi. Hatta birçok yerde “halkın lanetlendiği” tutum vardı. Bu durum ticaret için oldukça kötüdür. Bazı insanlar bu anormal durumu “refah” olarak adlandırdı. Bunun adı refah değil, gereksizce para avcılığı yapmaktı. Para avcılığı iş değildir.
Bir plan iyice akılda tutulmadıkça paranın yükü altına girmek ve sonra daha fazla para kazanma çabasıyla insanlara talep ettiklerini satmayı ihmal etmek çok kolaydır. Para kazanma merkezli ticaret en emniyetsiz ticaret şeklidir. Bu, çok uzun yıllar boyunca düzensiz ve nadiren ilerleyen pamuk ipliğine bağlı bir vaziyet üzerinde olmaktır. Ticaretin işlevi para ve spekülasyonlar için değil, tüketim için üretmektir. Tüketim için üretmek, üretilen malın kalitesinin yüksek, fiyatının ise düşük olacağı ve yalnızca üreticiye değil, halka hizmet eden bir ürün olması anlamına gelir. Paranın rolü doğru bakış açısından saparsa üretimin de üreticiye verdiği hizmet sapacaktır.
Üreticinin refahı, insanlara verdiği hizmete bağlıdır. Üretici bir süre kendine hizmet ederek idare edebilir ama bu tamamen şans eseri olacaktır ve insanların kendilerine hizmet edilmediği konusunda gözleri açıldığında, o üreticinin sonu görünür. Yükseliş döneminde, üretimin daha büyük çabası kendine hizmet etmekti ve bu nedenle insanlar gerçekleri görmeye , birçok üretici iflas etmeye başladı. Üreticiler ”Buhran Dönemi”ne girdiklerini söylediler. Gerçekte böyle olmamıştı. Onların yaptığı basitçe, anlamsızlığı mantıklı olanla karşı karşıya getirmekti ve bu, başarılamayacak bir şeydi. Para konusunda doyumsuz olmak, parayı elde etmemenin en kesin yoludur. Ancak kişi, doğru olduğuna inandığı şeyi yapmaktan memnuniyet duymak için hizmet etmek adına çalışırsa para kendi kendine bereketlenir.
Para, hizmetin sonucunda kendiliğinden gelir. Ve kesinlikle paraya sahip olmak gereklidir. Şunu unutmamalıyız ki kolay olan paranın bitmesi değil, hizmet etme fırsatının bitmesidir. Bana göre hiçbir şey rahat bir hayattan daha iğrenç olamaz. Hiçbirimizin rahatlamaya hakkı yoktur. Tembellere medeniyette yer yoktur. Parayı ortadan kaldırmayı amaçlayan herhangi bir plan, yalnızca işleri daha karmaşık hâle getirir, bu yüzden hep bir tedbirimiz olmalıdır. Mevcut para sistemimizin değişim için tatmin edici bir altyapısı olduğu ciddi bir şüphe konusudur. Bunu bir sonraki bölümde ele alacağım. Mevcut para sistemine itirazımın temeli, üretimi kolaylaştırmak yerine, kendi başına bir şey hâline gelme ve bloke etme eğiliminde olmasıdır.