Kitobni o'qish: «Ablam – Ustam Emine Işınsu»
2. BASKIYA ÖNSÖZ
Işınsu ile ilk tanıştığım, yüz yüze konuştuğum tarihi kesin olarak hatırlamıyorum. Töre Devlet Yayınevi’nin açtığı tiyatro eserleri yarışmasına katılmıştım. “Düşünme Odası” adlı eserim mansiyonla ödüllendirildi ve kitaplaştırıldı. Bu ödüllendirme sonrasında tanışmış, konuşmuş olmalıyım. Ancak öncesi vardır. Bozkurt dergisi çıkarılmaya başlanınca bana, dergide yazmam istenen bir davet mektubu gelmişti. Bu davete uydum. “Sav Kalınız” adlı yazım, Bozkurt’un Şubat 1973 tarihli 5. sayısında yer aldı. Bu yazımla Töre – Devlet – Bozkurt dergileri şair, yazar ve fikir adamlarının arasına katıldım. Bozkurt dergilerinde sonraki sayılarda yer alan yazılarım “Oğuzsoylu” mahlasıyla çıktı. Töre ve Devlet dergilerinde de birkaç yazıma yer verildi.
Denizli’de yaşıyor ve ilkokul öğretmenliği yapıyordum. Ankara’ya yılda bir-iki defa gidiyor, her gittiğimde mutlaka Töre’ye uğruyordum. O ziyaretlerde Emine Işınsu ile defalarca konuştum. Sevgisine, ilgisine, teşviğine şahit oldum. Töre dergisine uğradığım bir gün, dergiye gelen mektuplardan birkaç tanesine cevap yazdırmıştı. “Töre sorumlusu diye yaz!” demişti. Yaklaşık kırk beş yılı bulan tanışıklığımız, abla-kardeş ve usta-çırak ilişkisi şeklinde gelişti ve Alzheimer’e yakalanana kadar devam etti.
2004 yılı aralık ayı içinde öğretim üyesi, değerli bir hocamızla ilgili olarak armağan kitap hazırlığı başlamıştı. O an zihnime şu düşünce gelip yerleşti: Profesörlerin doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi unvanlarında sevenleri ve talebeleri vardı. Onlar armağan kitap hazırlama işini üstleniyor ve birbiri ardınca armağan kitaplar ortaya koyuyorlardı. Peki, yazarlarla ilgili armağan kitaplar niçin hazırlanmıyordu? Onlar sağlıklarında bu tür bir iltifatla niçin karşılaşmıyorlardı?
Bu düşüncenin zihnime yerleştiği o günlerde, Emine Işınsu ile yazıştığımız, konuştuğumuz ve hatıralarımızın bulunduğunu hatırladım. O, bana mektuplar yazmış, yıllar boyu çalışmalarımla ilgilenmişti. Ben de ustamın kitaplarıyla ilgili tanıtım yazıları yayımlamıştım. Arşivimi karıştırarak ustamla ilgili olanları seçmeye başladım.
Emine Işınsu, bana on üç mektup ile bir tebrik kartı göndermişti. Bir müsvedde eserimi kelime kelime incelemiş, üç hikâyemle ilgili görüşlerini belirtmiş, ayrıca şahsımla ilgili bazı meseleleri takip etmişti. Hatıralarımız da mevcuttu. Meğer Emine Işınsu’yu ne kadar da meşgul etmişim! Üzerindeki ev hayatının ve dergi yükünün yanı sıra romanlar yazdığını da düşünürsek, şahsıma vakit ayırması büyük fedakârlıktı.
Şöyle bir düşünün: Taşradan, yazar olmaya hevesli biri, mektuplar yazacak, telefonlar açacak, “Eserim nasıl olmuş?” diyerek oyunlar ve hikâyeler gönderecek… Yazar da o kişiyle, bir usta-çırak, bir abla-kardeş ilişkisi içinde, kıymetli vakitlerini ayırarak sabırla, ciddiyetle ilgilenecek… Bu açıdan şanslıydım. Eli kalem tutan bir taşralı olarak bir ustanın tedrisinden geçmek herkese nasip olmazdı.
Bana yazdığı mektuplarını, yazılarımla ilgili tenkit ve tavsiyelerini, hatıralarımızı, kitaplarını tanıttığım yazıları bir araya getirerek Emine Işınsu Armağan kitabını hazırladım. İlgilendiği, elinden tuttuğu belki yüzlerce evladından / kardeşinden yalnız “Hasan Kallimci yüzünü / cephesini” gösteren bu armağan kitaba, “Ablam-Ustam Emine Işınsu” adını verdim. 2006 yılında Hikmet Neşriyat tarafından yayımlandı. Mektuplarını, tenkit ve tavsiyelerini okuduğunuzda, Işınsu’nun önce bir abla samimiyeti, daha sonra da bir usta anlayışıyla benimle ilgilenmesindeki fedakârlığı sizler de tespit edeceksiniz.
Vefatından yedi ay önce, Ekim 2020’de “Kendimden Kendime” adlı hatıratı ile birlikte, aynı tarihte, “Emine Işınsu Armağanı” adlı kitap Ihlamur Yayınları tarafından yayımlandı. Hastalığının ilerlemiş olması sebebiyle bu eserleri eline alarak sevinmek ustama nasip olmadı.
Üzerimde çok emeği var. Çırağı olmakla gurur duyuyorum.
Hasan KALLİMCİ
EMİNE IŞINSU
Hayatı
Işınsu, 17 Mayıs 1938’de babasının Tümen Komutanı olarak görev yaptığı Kars’ta doğdu. Cumhuriyet döneminin tanınmış şair ve yazarı Halide Nusret Zorlutuna ile Tümgeneral Aziz Vecihi Zorlutuna’nın kızı, İsmet Kür’ün yeğeni; Pınar Kür’ün kuzenidir. Annesinden dolaylı sürekli edebiyattan söz edilen, şiir okunan bir çevrede, babasının görevlerinden ötürü de Sarıkamış, Urfa, Karaman gibi yurdun çeşitli yerlerinde ve her birinde birkaç yıl yaşayarak büyüdü.
Yetiştiği okullar, bu sık yer değiştirmeleri yansıtır. İlkokulu Urfa, Sarıkamış ve Ankara’da okudu. Liseden mezun olduğu okul TED Ankara Koleji’dir. Bir yarıyıl AFS bursiyeri olarak ABD’de bulundu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı, aynı fakültenin Felsefe bölümlerinde ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’nde bir süre okudu. İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda okurken bir yarıyıl AFS bursuyla ABD’ye gitti.
İlk eseri 17 yaşında iken 1956 yılında basılan şiir kitabı İki Nokta’dır. 1963’te ödül kazanan Küçük Dünya’dan sonra yoğun şekilde romana yöneldi. Roman yazmanın dışında 1970’lerin önemli fikir ve sanat süreli yayınlarından Töre Dergisi’ni 1971-1981 yılları arasında çıkardı. Birçok dergi ve gazetede yazıları yayınlandı; Yeni İstanbul ve Sabah gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.
Yazar İskender Öksüz ile evli olan Işınsu, üç çocuk annesiydi. 2008’den beri Alzheimer hastalığı ile mücadele eden Işınsu, 5 Mayıs 2021’de 82 yaşında hayatını kaybetti. Cenazesi ertesi gün Hacı Bayram Camii’nde düzenlenen cenaze töreninin ardından Ankara Gölbaşı Mezarlığına defnedildi.
Emine Işınsu, Türkiye Yazarlar Birliği, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM) ile Türk Edebiyatı Vakfı Mütevelli Heyeti üyesiydi.”1
***
Eşi, ağabeyim Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ, Millî Düşünce Merkezi sitesinde yer alan 8 Mayıs 2021 tarihli, “Işınsu: Aşk imiş her ne var âlemde” başlıklı yazısında duygu ve düşüncelerini şöyle ifade etti:
“Teşhisi kendisi koydu. 2008 yılında, ‘Ben Alzheimer oluyorum.’ dedi. Biz konduramadık. Zaten anksiyete denilen endişe sıkıntısı çekiyordu. Bir de bu düşüncelerle canını sıkma dedik. Fakat ısrar etti ve hekime gittik. Tıp, onun endişesini teyit etti. Anksiyete de o hastalığın erken işaretiymiş.”
“Yazarak yaşayan, yazarak nefes alan, yüreği yazdıklarıyla çarpan, yarattığı küçük ve büyük dünyalarda, onların kahramanlarıyla yaşayan bir ruh… Yazamamaktan korkuyordu. Büyüğümüz ve aile dostumuz Arif Nihat Asya’nın çok sevdiği Yelken şiirindeki gemi gibi… Kıyıda ölmekti korkusu ve uğradı korktuğuna.”
“Yine de yazmak istiyordu. Başka ne yapabilirdi ki insan. Bir de okurdu tabi, ama okumak da yazmağa hazırlık değil miydi?”
“Romanlarındaki kahramanlar onun için gerçekti. Belki bazı gerçek insanlardan da gerçekti. Bir kitabı bitirdiğinde, kahramanlarını terk etmiş gibi hissederdi kendini. Şimdi onlar ne yapacaklar, nereye gidecekler, diye endişelenirdi. Kahramanları zihninde ete kemiğe büründüğünde bağımsız hareket etmeye başlarlardı. Çiçekler Büyür’ün devamını yazmayı düşündü. İlay’ı Türkiye’ye getirmek istedi ama kendi ifadesiyle: İlay, gelmek istemedi…”
“Bir Aile romanını hasta iken yazdı. O bir Işınsu romanıdır ama bilenler, dikkatli gözler ve gönüller o romanda hastalığı hisseder. Ihlamur’un yayımladığı Kendimden Kendime adlı hayat hikâyesi de hastalığı karşıladığı günlerde yazıldı.”
“Ahi Evran’ı yazacaktı. Denedi, bir daha denedi, bir daha… Yazdıklarını bastırdım. Okuması için ona verdim. Okudu… Olmamış, dedi.”
“Güzel kelimelerimi bulamıyorum… Usulca söylediği bu üç kelime beni ağlatmıştı. Ona belli etmedim… Güzel kelimelerini bulamıyordu ve o noktada bıraktı. Fakat sevmeye ve sevilmeye devam etti.”
“Işınsu artık yok. Aslında yıllardır yoktu. Fakat sevgisi yaşamaya devam ediyor. Bir deniz gibi yükselmeye devam ediyor ve bütün gemileri yükseltiyor. Onun sevgilileri… Selam sizlere.”
Eserleri
*Şiir kitabı
İki Nokta (1956)
*Romanlar
Küçük Dünya (1966)
Azap Toprakları (1970)
Ak Topraklar (1971)
Tutsak (1973) / (2017 –Kerkük / Irak)
Sancı (1974)
Çiçekler Büyür (1978)
Canbaz (1982)
Kaf Dağı’nın Ardında (1988)
Alpaslan (1990)
Atlı Karınca (1990)
Un coeur aux encheres (1991 – Fransa)
Cumhuriyet Türküsü (1993)
Nisan Yağmuru (1997) Havva (1999)
Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri (2002)
Bukağı (2004)
Hacı Bayram (2005)
Cümhuriyyet Neğmesi (2007 – Bakü / Azerbaycan) Hacı Bektaş Veli (2008)
Bir Aile (2013)
Çiçekler Böyüyer (2017 – Bakü / Azerbaycan)
*Tiyatro eserleri:
Bir Yürek Satıldı (1967)
Bir Milyon İğne (1967)
Ne Mutlu Türküm Diyene (1969)
Adsız Kahramanlar (1975)
*Denemeler
Dost Dost Diye (1995)
*Hikâyeler
Bir Gece Yıldızlarla (1991)
*Otobiyografi
Kendimden Kendime (2020)2
Küçük Dünya, Yönetmen Osman Sınav tarafından televizyon dizisi olarak çekilmiş ve TRT’de yayınlanmıştır. Atlı Karınca eseri, önce senaryo tarzında yazılmış ve Yönetmen Osman Sınav tarafından TRT’ye televizyon dizisi olarak çekilmiştir. TRT “aydınlarla alay ediyor” gerekçesiyle yasaklayınca roman tarzında yayımlanmıştır.
Ödüller – Armağanlar – Yarışmalar
“Küçük Dünya” adlı romanıyla “1966 Yılı Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Sanat Armağanı”;
“Bir Yürek Satıldı” oyunuyla 1969 TRT Radyo Oyunları Yarışması Dram Dalı birinciliği;
“Ak Topraklar” adlı romanı ile Türk Edebiyatı Vakfı’nın “1971 Yılı Roman Ödülü”;
“Sancı” romanı ile Türkiye Millî Kültür Vakfı’nın “1975 Yılı Roman Ödülü”;
“Canbaz” romanı ile Türkiye Yazarlar Birliği’nin “1982 Yılı Roman Ödülü”;
26 Mayıs 1995 tarihinde, Türk Ocakları Genel Merkezi’nin “Hamdullah Suphi Tanrıöver Kültür Armağanı”;
11 Ekim 2003 tarihinde, Türkiye Yazarlar Birliği’nin kuruluşunu 25. yılında, “Sanatını fikrî temeller üzerine yücelten Türk romanının idealist hanımefendisi Emine Işınsu’ya, “altmış beş yıllık ömrünün sa’yini tebcil için şükran ve ihtiram beratı”;
2005 yılında Karaman Türk Dili Ödülleri, “Türkçeyi Doğru ve Güzel Kullanan Yazar Ödülü”;
18 Mayıs 2006 tarihinde, Türk Ocakları Genel Merkezi’nin, “millî kültürümüze ve sanat hayatımıza yaptığı hizmet ve katkılarının 40. yılı vesilesiyle teşekkür plaketi”;
2009 yılında İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği), “Şeref Ödülü”;
10 Aralık 2011 tarihinde, Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nin “Ömür Boyu Roman Ödülü”;
2015 yılında, Millî Düşünce Merkezi’nin “Yahya Kemal Fikir – Sanat – Edebiyat Armağanı”.
MEKTUPLARI
Bu bölümde, Emine Işınsu’nun bana gönderdiği (13) mektup ile bir bayram tebriğini okuyacaksınız. Nazarımda çok değerli belgeler olma özelliğini taşıyan mektupları ve bayram tebriği, benim o yıllardaki çalışmalarım hakkında değerlendirmeleri barındırsa da Işınsu’nun edebî anlayışını ortaya koyması bakımından da önemlidir.
Mektuplaşmamız 1978 yılında başladı, 1994 yılına kadar devam etti. Sonrasında ise telefonlar devreye girdi. Telefon büyük nimet ancak yazışmaları sona erdirdiği ve kayda geçmesi gereken nice güzelliklerin konuşmalarda kalarak uçup gitmesine sebep olduğu için hayıflanıyorum.
Mektuplar, ustama gönderdiklerimin karşılığı olarak yazılmıştır. Keşke elimde, yazdığım mektupların birer nüshası bulunsaydı ve onları da bu çalışma içinde değerlendirebilseydim! Böylesi daha anlamlı olurdu. Ne yazık ki mektuplar birer nüsha yazılarak gönderiliyor.
Bu çalışmayı yaparken; “İyi ki Emine Işınsu ile tanışmışım! İyi ki mektuplaşmışım!” diye sevindim. Türk Milleti sevdalısı bir büyük yazarın kaleminden çıkan mektupların muhatabı olmak benim için şeref ve ayrıcalıktır. İşte bana yazdığı mektuplar:
-1-
“Töre” antetli pelür kâğıda, daktilo ile yazdığı ilk mektup:
(Mektupta, Töre-Devlet Yayınevinin tertiplediği Dündar Taşer Roman Yarışması için gönderdiğim, teşvik armağanı alan, “Önce Hürriyet” adlı eserden söz ediyor.)
“13 Mart 1978
Değerli kardeşim, Sana karşı son derece mahcup olduğum için bir türlü yazamadım. Eserlerinin yazıhanede kazaya uğraması aklıma gelmeyecek bir olaydı. Hâlâ daha da kafam almıyor. Başkası yapsa, sorumsuzluk örneği olarak gösteririm. Kendi başıma gelince mahcubiyetten elim ayağım kesiliyor. Affedersin.
Tabii bu affedersinin bir anlamı yok, eserinin kaybı yanında. Ben yine de affedersin diyorum, çünkü başka bir şey diyecek yüzüm yok.
Erol Kılınç’tan geleni, düzene sokacağım. Eğer mutlaka senin görmen gereken (düzeltmen gereken) yer olursa gönderirim.
Bahsettiğin şahıs hakkında yazdıkların doğru, dönmeyecek. Onun için alelacele haberi iletmekte mânâ yok. Mamafih Burhanettin’e3 söyleyeceğim, yazsın. Dönmeyeceği kat’i.
Bildiğin gibiyiz. Derginin bütün sorumluluğunu Yalçın İzbul aldı. İskender, yayınevi ile meşgul, bir de A. Tuğcugil’in yazılarını yazmakla.
Ben de romanımla dövüşüyorum. Bitmek üzere… Temize falan çekmesi de alır birkaç ay, Allah izin verirse, sezona basılır.
Sana hayırlı günler, hayırlı başarılar diler; selâm ve sevgilerimi iletirim kardeşim.
E. Işınsu Öksüz.”
(İmzasının sağındaki boşluğa, el yazısı ile şu notu düşmüş:)
“Allah rızası için, bundan böyle eserlerini (2 – 3) kopya yaz. 3. hamur kâğıt kullan.”
-2-
Üçüncü hamur kâğıda daktilo ile yazdığı iki sayfalık, ikinci mektup:
(Mektupta, ağırlıklı olarak, “Mağduristan Yağması” adlı, tiyatro eserim hakkında tenkitlerini sıralıyor. Bu eserim, o tenkitlerden sonra dosyada öylece kaldı, kitaplaşmadı. İlerdeki sayfalarda, “Mağduristan Yağması” üzerinde, kurşun kalemle aldığı notları ayrı bir bölümde okuyacaksınız.)
“25 Temmuz 1978
Kardeşçiğim, İnşallah şeytanın ayağı kırıldı da sana mektup yazmaya durabildim. Önce şunu söyleyeyim oyun için çok güzel konu bulup da bir hayli kötü yazmada ustasın! Düşünme Odası nefisti, iyi işlenmemişti. Bu da öyle! Mağduristan Yağması. Dur bakayım, bir hayli oldu okuyalı, yan taraflarına kurşun kalemle notlar almıştım. Onları oku, tabii okunurken alındı o notlar, bir hayli sağlıklıdır sanırım. Genel olarak, zaman ve mekân kavramlarını kötü kullanıyorsun. Olayları baştan almışsın, her şey pek çabuk ilerledi, kız bir sınıf dahi atlamadı, derken oldubitti her şey. Lider kaçıverdi… Oysa biz bu işlerin sancısını en azından Tanzimat’tan beri çekmekteyiz… Son olaylar ise 67’de başladı, hâlâ daha liderlerin kaçtıkları falan yok. Ümitleri devam ediyor. (Şu anda pek uykusuz olduğum için kafam hayli karışık, bu yüzden düzensiz sıralayacağım tenkitleri, kusura kalma.) Sonra o iç konuşmalar nedir öyle, hangi adam kendi kendisiyle ve yüksek sesle bunca uzun konuşur? İç konuşma dedim, o da çok uzun ve sıkıcı. Film olsa, çeşitli sahneler geçer, adam düşünür, o lâfları ederken seyirci sıkılmaz amma piyeste olmaz. İki arkadaşın konuşmaları çok ukalâca. Bütün o lâfları, daha tabii konuşmalar halinde verebilirsin. Yani birbirlerine konferans çekiyorlar ha bire. Sonra o moda diye tutturduğun nedir, Allah’ını seversen? Kadın kıyafetleri mi şimdi derdimiz? Diskotekler, seks mecmuaları, esrar çekmeler, pek açık saçık filmler bunca almış yürümüşken, bir moda dergisi tutturmuşsun. Oysa bu çeşit propagandaları, halktan genç kızlar için “resimli roman” dergilerinde yapıyorlar. Ucuza satılan, her türlü sapıklığı işleyen seks kitapları var. Pek açık saçık magazin mecmuaları var. Şimdi ismini hatırlayamadım, bizim Yağmur almıştı haftalık bir magazin dergisi ki Allah Allah! Modern gazete mi öyle bir b..tu ismi. Yani moda dergisi öyle masum ki bunların yanında… Sonra efendim, kız grip deniyor, okula gitmiyor, ne yattığı var ne bir şey, ev işine devam… Canım babası merak etmez mi, bu kız hasta ise istirahat etsin, ilâç alsın vs diye… Derken, hiçbir genç kız sevgilisinden gelen mektubu, öyle günlerce unutuverir mi masanın üstünde? Yastığının altında saklar! Sonra efendim, Tanju’nun görevi ne saçma, kızları aldatmak… Anam bir erkek kaç kızı aldatır, kızlar tükenir mi? Bir görev değil de, yetişme tarzından dolayı, âdi çapkın olmuş biri, olmalıydı.
Sonra talan edilen bir evi polis falan bekler, öyle önüne gelen girip içeri, nutuklar atmaz. Romatizma olan biri anî krize tutulmaz, öyle eve gelip yatıp, ilâçlar aldıracak kadar.
Allah rızası için propaganda yapacağım diye mantıktan, gerçekten ayrılma. Acele yazma, yazarken mutlaka YAŞA. Ve diyalogları mutlaka kendi kendine yüksek sesle oku. Nutuk vermekten kaç.
Şimdi bu piyesi bir kenara koy. Konuyu al ve zaman, mekân kavramını da at bir kenara. Zamanı, mekânı iç içe kullan, bir sahnede birkaç olay yan yana iç içe cereyan etsin. Bir kesimi ışık aydınlatır, şahıslar konuşur, hareket ederler, öbürleri donar. Donanlar harekete başladığı zaman, diğerleri donar. Öyle kalır, beklerler yani. Bu modern bir tarz, zaman ve mekâna bağlı olmadığın için, istediğin oyunları kıvırabilirsin… Halktan kişiler de koy… Eylemler hakkında saçma sapan sözler eden kişiler. Bunu düşünmeye gerek bile yok, şöyle bir etrafı dinle. Millet kahvede, şurada burada neler konuşuyor, olduğu gibi yaz… Her şey tabii olsun.
Yani uzun boylu düşün, çaba harca ve şu piyesi bir güzel adam et kardeşim. Uzun diyaloglardan kaçın, tek cümle, iki cümle ile can alacak noktaya vur, teferruattan kaçın.
İşte böyle, bilmem istediklerimi iyi ifade edebildim mi?
Şimdi senden ricam, kendi kendinle bir mülâkat yapman Töre için. Bir isim uydururlar, hayat hikâyen, neler yaptığın, neler yapmakta olduğun ve bol bol Taşer müsabakasında kazanan romanın hakkında bilgi… Bir fotoğrafın. Bu Töre için gerekli. Aslında hemen yapılmak lâzımdı röportaj, fakat gecikti. Hiç olmazsa sonbahar sayılarına yetişsin, ölü mevsim geçmiş olur, okuyucu sayısı artar. İki üç daktilo sayfası olsun… Gönderdiğin yazıları Töre’ciye verdim. Biliyorsun kaç aydır benim ilgim yok dergi ile; Yalçın İzbul çıkarıyor, tam anlamıyla o, yetkili.
Kadınlar Derneği yarışmasında başarılar diliyorum. Yarıya yakını bizden, yarıya yakın A.P.’li bir kadın derneğidir. İnşallah derece alırsın kardeşçiğim, şimdi kesiyorum, kafam berbat olduğu için ifade ve daktilo hatâları yaptım, kusura bakma.
Çok çok selâmlar, Allah kolaylık versin. Ha, İstanbul’da Tercüman Çocuk’çu ile konuştum, senin ona pek uzun şiirler göndermenden şikâyet etti. Oysa üç beş kıtalık şiir, bir daktilo sayfalık hikâyeler istemekte. Lütfen dene. Tekrar selâm.
E. Işınsu Öksüz”
-3-
“Töre” antetli beyaz kâğıda, daktilo ile yazdığı, iki sayfalık mektup:
(Bu mektupta; Sevinç Çokum’un Töre-Devlet Yayınevi’nden ayrılma sebebini sormuş olmalıyım ki cevap veriyor. Ayrıca Yazarlar Birliği ve bazı mensupları hakkında görüşlerini belirtiyor.)
“26.1.1979
Değerli kardeşim, Seninle benim aramda nasıl bir büyü var, bilemem, ille çok geç cevap veririm mektuplarına. Ha önce şunu söyleyeyim, bu mektup 6 Aralıkta yazdığının cevabıdır. Daha öncekini görmedim. Aşağı yukarı bir yıldır TÖRE’yi Yalçın İzbul çıkarmakta. Yazıhanelerimiz de ayrıldığı için, PK’ya gönderilenlerin elime geçmesi, onun insafına kalmış bir şey. Allah’ın izni ile Mart ayından itibaren yine ben alacağım dergiyi, fazla arzumdan değil, Yalçın bırakıyor. Her neyse… Töre bir hayli var ki sallanmakta, bakalım ne olacak. Gayri hayırlısı.
Sevinç’in kitapları için müsaade istediler, İskender de olurladı!… Şu zamanda kitap basmak öyle zor, onca kârsız bir uğraş ki. Gâye sırf, hizmet… Onun için kim neyi basarsa, basabilirse kârdır, helâldir. Buyursun.
Kuzum, yazın, kafamın çok bozuk olduğu bir gün sana yazmış, oyununu tenkit etmiştim. İnşallah o mektup geçmiştir eline. Ne yaptın, merak ediyorum, çok ilgi çekici bir konu yakalamıştın çünkü.
Yazarlar Birliği’ne gelince, bir beş yüz TL bulduğumuz zaman, İskender ve ben de üyelik kartımızı alacağız!… Evrak dolduruldu. Fotoğraf da lâzım, bu yüzden daha işlem tamamlanmadı. Yazarlar Birliği; büyük çapta MSP, küçük çapta mücadeleciler, biraz da MHP’nin yazarları; yazar olma meraklıları ve ukalâlar ile oluşturulmaya çalışılan bir birlik. Girmekte fayda var, ziyan yok… Pazar günleri romancılar için toplantılar yapılıyor. İlki Kayıhan içindi, çocuk saati şaşırmış, gelemedi, bu yüzden genel olarak roman üzerinde konuşuldu. Görsen, ne kuş fikirler! Galip ile gitmiştik, tabiatı icabı Galip, bir miktar yedi onları. Ertesi hafta, çok zavallı, küçük bir romancı Ahmet Efe (kitabı: Kor, Nur yayınlarından) için toplantı yapıldı. Cemil Meriç imzalı, Mavera ve MSP artığı fikirler, rezalet. Meselâ, İslâm cemiyetinde roman geleneği yokmuş, bize batıdan geçmiş, batı da hep rezillik etmiş romanda, roman bize gerekli değilmiş!!! Roman yazmak için kişinin derûnunu araştırmak lâzımmış, roman ifşa ve teşhir sanatı imiş, İslâm’da böyle bir şey yokmuş, yazılmamalıymış! Roman için dram lâzımmış, oysa Müslüman cemiyeti hiç dram yaşamamış!… Görüyorsun ki kuştan da, öte öte b.k fikirler… Bu kez, bizim gurup tam tekmil oradaydı, Galip, İskender, Umay Günay, Ahmet Bican, Hasan Kayıhan… ve toplantı küçük çapta bir katliam oldu.
Bu pazar da Allah’ın izni ile ben konuşacağım.
İşte böyle kardeşim, üye ol. Faydalıdır.
Lütfen benim kusuruma bakma, sen yazmaya devam et. Töre’yi alacağıma göre, artık PK’ye de hâkim olacağım. Yayınevinin bana verdiği Çiçekler Büyür hemen bitti, maalesef sana gönderemedim. İkinci defa alacağım, sana mutlaka yollarım, tenkitlerini öğrenmek istiyorum.
Yazmaya, okumaya devam et…
Ben de sigara içmeye devam ediyorum! Ne dersin?!
Sana ve ailene pek hayırlı, başarılı günler temenni eder, selâm ve sevgilerimi gönderirim.
E. Işınsu Öksüz”
-4-
Töre dergisinde yer alan “Ülkücü Düğünü” 4 adlı hikâyemle ilgili olarak gönderilen tenkit yazısı üzerine Işınsu’nun bana daktilo ile yazdığı mektup:
(Töre dergisine, kendi düğünümü konu edinen “Düğün” adında bir hikâye göndermiştim. Düğünüm; Esir Türk illerindeki kızlarımızın gözyaşlarının gelinin yakasına taktığım siyah gül ile sembolize edildiği, Kur’an-Bayrak-Hançer hediyesi, Türk Ocağı Denizli Şubesinin üç ayrı folklor ekibinin yer aldığı; davetlilerin Uşak bölgesi radyo sanatçısı Akif Yağcı’nın türküleri ile coştuğu, bozkurt tişörtlü gençlerin hizmet ettiği; millî muhtevalı tebriklerin okunduğu, “İşte gecenin telgrafı!” diye dikkat çekilerek Başbuğ Alparslan Türkeş’in telgrafının oda okunduğu, orkestraya ve dansa çok az yer verilen bir düğün olmuştu. Töre dergisi sorumlusu hikâyeyi okuyunca heyecanlanmış ve –imzasız- bir tebrik yazısı göndermişti. Hikâyenin adını “Ülkücü Düğünü” şeklinde değiştirerek Töre’de yayımlamıştı.
Bu hikâyeyi okuyan, Elazığ’dan Recepoğlu Mithat Yılmaz; “Bu nasıl ülkücü düğünüdür? Ülkücü düğününde dans olur mu?” mealindeki tenkitlerini, el yazısı ile kaleme aldığı, dokuz sayfalık mektupla Töre’ye göndermiş. Işınsu da o tenkit yazısını, kendi yazdığı mektubunun ekinde bana postalamış. Recepoğlu Mithat Yılmaz’a; “Bu benim düğünümdür. Denizli’de ülkücü düğünü ancak bu kadar oluyor. Sahile, batıya yaklaştıkça, bazı anlayış ve davranışlar maalesef değişiyor.” şeklinde bir cevap verdiğimi hatırlıyorum. Sonrasında, Mithat Bey ile uzun süre bayramlarda kartlarla tebrikleştik. Ona, “Sınıf öğretmenisin, lütfen çocuklar için yaz.” demiş; Mithat Bey’den, “Maalesef yazamıyorum.” karşılığını almıştım.)
“15.2.1979
Hasan kardeşim, Bu mektubuna cevap değil, çünkü mektup şu anda evde, ben de yazıhanedeyim. Bir ilkokul öğretmeninden, seni tenkit eden mektup aldım. Kendisine, bu aya kadar dergiden sorumlu bulunmadığım için senin hikâyenin mesuliyetini üzerime alıp, tenkitlerini cevaplandıramayacağımı yazdım. Gerçekten de derginin neşriyatı benim elimde olsaydı, o hikâyeyi yayınlar mıydım öylece, yoksa üzerinde biraz oynar mıydım, bilemem. Galiba oynardım ve o tel bahislerini falan çıkarırdım.
Tanrı aşkına, solcuların yaptığı gibi başa çivi çakar gibi propaganda yapma.
Adama, senin her türlü tenkide açık, iyi niyetli, iyi ve samimi bir arkadaşımız olduğunu yazdım. O da bir öğretmen, tanışmanızda, tartışmanızda fayda umdum.
İşte mektup, al oku, cevaplandır.
Sana ve ailene sevgilerimi, selâmlarımı ve hayır dualarımı iletirim kardeşim.
Sigaraya devam ediyorum.
Işınsu.”
-5-
“Töre” antetli pelür kâğıda, daktilo yazılmış bir başka mektubu:
(Bu mektupta Işınsu; Töre’ye gönderdiğim, orada yayımlanmayan “Girdap” adlı hikâyem üzerindeki görüşlerini belirtmektedir. Bu vesileyle ustamın, arkadaşı (merhum) Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun hikâyeleri hakkındaki görüşlerini de öğreniyoruz.)
“15 Mart 1979
Kardeşçiğim, “Düğün”ün başına gelene üzüldüm. Yalçın’da gelen her yazıya kendinden bir şey ilâve etmek huyu vardı. Gereksiz tenkide uğramışsın, Elazığlıya da yaz bunu… Şimdi gelelim Girdap’a, işin doğrusu ben bunu hikâye diye koymam. Baştanbaşa nutuk, kör gözü gördürecek propaganda! Fakat bu Tekin eğer Cengiz Şen5 ise –ki öyle görünüyor-. Bu yazdıklarını hatıra diye yazıp, çocuğun asıl ismini verip, mümkün olduğu kadar propagandadan uzak, -olay zaten yeterli her şeyi anlatmaya- daha sıcak ve bilhassa samimî yazamaz mısın?
Çocuğun sana gelişleri, yazıları bilhassa girdap üzerine konuşması, dış görünüşü, heyecanı, ümitleri vs vs… çok iyi olur. Ama senin gazetede neler yaptığın, gazoz faslı, çimento bilmem nesi, deprem (bu eğer Cengiz’le ilgisi varsa girebilir) falan gereksiz. Neye ağırlık veriyorsun, Tekin’e mi, senin gazete çalışmaların ve gençleri yetiştirmekteki hünerine mi, yoksa çimento yolsuzluğu, deprem yolsuzluğu mu?… Pek çok şeyi bir araya koymuşsun, hepsine aynı derecede önem vermişsin, asıl mesele kaynayıp gitmiş.
Gel sen şunu hatıra olarak yeniden ele al. Yahut hikâyeyi, hikâye yap, uzun uzun ders vermeğe kalkma… Bak Hacıeminoğlu da öyle yapar hikâyelerinde. Tartışırız. O, gençler için bu yolun çok faydalı olduğunu söyler. Kendince haklı. Fakat onun da Londra’dan yazıp gönderdiği bir hikâyeyi ben basmamış, Hisar’a yollamıştım, o da basmadı, Devlet’e verdik. Onlar da yüz vermediler. Hikâye kaynayıp gitti. Hacıeminoğlu dehşetli kızdı ama ne yapalım her yazının bir yeri var.6 Girdap bu haliyle Töre’ye girmez. Ama kıyamıyorsan değiştirmeğe, başka bir yere yolla… Belki mahalli gazetede falan iyi gider, ne de olsa, o mahallin hikâyesi, bu yüzden ilgi çeker. İşte böyle kardeşçiğim, sana hayırlı günler, başarılar diliyor, sevgi ve selâmlarımı yolluyorum.
E. Işınsu Öksüz”
-6-
Yine “Töre” antetli pelür kâğıda, daktilo ile yazdığı bir mektup:
(Işınsu bu mektubunda, “Bu İnsanlar” adlı hikâyem hakkındaki görüşlerini belirtmiş.)
“25 Haziran 1979
Sevgili kardeşim Kallimci,
İşte hikâyen. Ruhuna dokunmadan, bazı teferruatları atarak ve senin vurgulamak isteyip de ayrıntılar arasında kaybettiğin fikirleri vurgulayarak yeniden yazdım. Dursun’un ruh hâliyle ilgili bir iki şiirli cümle. Daha iyi oldu sanıyorum. Dün bütün öğleden sonra çalıştım üzerinde, bugün Allah’ın izniyle Ercilasun’a ulaştırmaya çalışacağım. Eğer vakit ciddî olarak geçmişse, sana bildiririm. Hisar veya Türk Edebiyatı’na yollarsın… Çocuğum, (yaşın her neyse bir yerde çocuğum sayılırsın) dinle bak; sende olması lâzım gelen hırs yok. Yazıp göndermişsin hikâyeni, ben vicdan azabı çekiyorum, belki nezaketinden “Aman abla boş ver, uğraşma…” diyorsun. Hayır… “Lütfen uğraş abla” diyeceksin. Bu bir. İkincisi, fazla teferruata kaçıyorsun, dediydi, dedimdi… ıvırdı zıvırdı. Bunlar roman işi. Öyle uzun hikâye basan dergilerimiz olsa, neyse. Fakat biliyorsun, kısa hikâyeyi tercih ediyorlar. Az, öz… Çok güzel konular buluyorsun, dikkatle işlemiyorsun. Kelime haznen dar… Vermek istediğin manaya en uygun kelimeyi ara mutlaka, düşün üzerinde. Yahya Kemal, bir şiirin üzerinde, bir kelime üzerinde yıllarca düşünürmüş. Düşünürmüş de, bulduğu kelimeler bu yüzden istediği anlamları tam verebilmekteler. Sonra bir savrukluğun var, imlâya dikkat etmemişsin, kopyanın 8. sayfasını da müsabakaya gönderdiğin hikâyeye eklemişsin. Dikkatli ol. Titiz ol… Bak, ilk hikâyende tenkit ettiğim nutuk faslını atmışsın burada, çok iyi… Şimdi lütfen çocuğum şu sözlerimi de ciddiye al… Cümleler hep tek-düze gitmesin. Oyna üslûpla. Ben kendimce oynadım; anlatım daha hareketlendi sanırım. Aslında sen kendin, kendi üslûbunu bulacak, seçeceksin… Ben hikâyeci değilim, biliyorsun. Yazmaktan da sıkılırım. Yani demek istiyorum ki, sana daha fazla yardımcı olmaya, yeteneğim, bilgim kâfi değil. Belki Sevinç Çokum, sana daha iyi yardımcı olurdu. O, esaslı.
Ama işte, elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Çünkü Allah şahidimdir, gerçekten senin çok iyi yetişmeni istiyorum. (Sigara içmesen de!) Şimdilik eyvallah… Allah yardımcın olsun. Hâne halkına selâm, sevgi.
E. Işınsu Öksüz”
-7-
“Töre” antetli pelür kâğıda, daktilo ile yazılmış mektup:
“4 Eylül 1979
Değerli kardeşim, Dün gece yarısı tatilden döndük, bugün yazıhanede mektubunu buldum. Sağ olasın, sıhhatimle ilgilenmen beni çok duygulandırdı. Fakat çocuğum, kime bırakabilirim dergiyi?… Bu işin meraklısı, aşırı meraklısı Yalçın İzbul bile, bir yılda “pes” dedi. Hem de iyi değil, kötü çıkarıyordu Töre’yi maalesef. Aslında memleket iyi şartlarda olsa, çocuklarıma bilhassa Yağmur’a karşı duyduğum sorumluluk hafiflese, bir sürü işi kıvırabilirim. Senin başına gelen, hafifi güya, bir sürgün, az mı üzücü? Her ölenle ölmek, işkence çekenlerle işkence çekmek, geleceğe güven duymamak, şu zavallı ve aptal milletimiz için ıstırap çekmek. “Allah’ın dediği olur, ahmak derdinden ölür.” Çok doğru bir lâf, ancak ben ezelî ve dahî ebedî bir “ahmak” olmaya mahkûmum galiba!
Ayşe Hanım’ın7 bende hiç yazısı yoktu ki basmamış olayım. Bir zahmet kendisine izah et durumu. Bir yıl dergiyi Yalçın’ın çıkardığını, benim hiç karışmadığımı falan. Yoksa kendisine hürmetim var, gıyabî sevgim ve takdirim var. Lütfen yazsın.
Senin yazın girecek inşallah.
Ne münasebet bana niçin zahmet vermiş olasınız, Töre’de kalmakla. Bunu ben istedim samimi olarak. Ve sizi akşam yemeğine davet edemediğim için ziyadesiyle mahcup oldum. Ancak gerçekten eve gidip misafir için yemek hazırlayacak vaktim ve gönlüm müsait değildi.
Mektubu kesiyorum, avukat arkadaşına, soranlara selâm.
Yeni yerinde Allah seni muvaffak etsin, hayırlı günler ihsan etsin.
Ailene ve sana selâmlar kardeşim.
E. Işınsu Öksüz”
-8-
“Töre” antetli beyaz kâğıda, daktilo ile yazdığı mektup:
“21 Nisan 1980
Kardeşçiğim,
Mektubunu şimdi aldım, derhal cevap vermesem yine kaynayacak. Kasıtlı kaynamıyor. Sağlığım hiç iyi değil. Ameliyatlı dizimi çok yormuşum, tekrar şişti, topallık falan. Doktor kesin istirahat diyor, bir sürü ilaç alıyorum vs vs. Romanım ilerlemiyor, bu yüzden de moralim bozuk. Her neyse, yazıhaneye az geliyorum. Ve mektuplara cevap veremiyorum. Ben, K. B.’lığı Çocuk ve Halk Kurulu’na seçilince, zaten Ekrem’e8 söylemiştim. “Kallimci’nin hikâyelerini toplayalım, bir de dilekçe yazalım, ben imzasını atarım, kurula havale edelim.” diye. Derken senin mektubun geldi. Düşündüğümü yapmışsın. Bu ay İstanbul’da iki gün önce toplantı yapıldı, tabi ki gidemedim. Bilmiyorum senin kitaplar geldi mi? Önümüzdeki ay inşallah Ankara’da olursa toplantı, katılacağım ve senin kitaplardan bir ikisini alırım tetkik için. Merak etme. Çokum’a, Cilasun’a falan da –nazımın geçtiği kimseler- söylerim, tesir edebilirim.
Bepul matn qismi tugad.