Kitobni o'qish: «Kuzey Amerika Mitolojisi»

Shrift:

Giriş

Mitoloji terimi, mitolojik karakterlerin ve olayların sistematik ve bilinçli bir şekilde düzenlenmesi olarak düşünüldüğünde, Kuzey Amerika Kızılderililerinin hikâyelerinden “mitoloji” olarak bahsetmek kesinlikle yanlış olur. Kuşkusuz, belirli kabileler ve gruplar (Birbirinden çok farklı örneklerden bahsetmek gerekirse; İrokualar, Pavniler, Zuniler, Bella Coola gibi) mitolojik inançlarında bir tutarlılığa ve tekbiçimliliğe ulaşmışlardır (ve sadece bu gruplarda insan biçimcilik sürecinin en uç noktasına gidilmiş olması önemlidir). Ancak kıtanın hiçbir yerinde, Eski Dünya’da kısmen kanıtlanan ve kısmen de destansı edebiyatlar tarafından ortaya koyulan (Aryan, Babil, Grek, İskandinav gibi) sistem duygusu gibi bir şeye rastlayamıyoruz.

Bu nedenle, klasik kabuldeki mitolojinin Kuzey Amerika’da var olduğu pek söylenemez. Ancak tamamen başka bir anlamda (açıkça az ya da çok kişileştirilmiş doğa güçlerine inanca ve bu kişilerin eylemlerini ve maceralarını anlatan hikâyelere sahip olma) Kızılderililer bir değil, birçok mitolojiye sahiptir. Her kabile ve genellikle kabile içindeki her klan ve toplum kendi bireysel mitolojik örfüne sahiptir. Burada ifadenin tekrardan nitelendirilmesi gerekiyor. İnançlar kabileden kabileye, hatta klandan klana değişir, fakat geniş bir çerçeveden bakılırsa Kuzey Amerika Kızılderili mitolojisinin bir tür eleştirel yeniden inşasına altyapı oluşturabilecek temel benzerlikler ve tekbiçimlilikler bulunabilir. Hiçbir kabile veya kabile grubu bu mitolojiyi tam olarak ifade etmemiş, daha da azı bu mitolojinin yapısını idrak etmişti. Fakat Kızılderili örfü üzerine çalışan kimse, Eski Dünya fikirlerinin müdahalesi kafalarını karıştırmasaydı zaman içinde Kızılderililerin de kavrayabilecekleri tutarlı bir mitler sisteminin bilincine varmaktan pek de geri kalmayacaktır.

Kızılderili mitlerini çalışmaya bir giriş yapmak için bir dizi ayrım gereklidir. İlk olarak, Amerika’da, Eski Dünya’da olduğu gibi dini mitolojiyle özdeşleştirmemiz gerekir. Bu ikisi yakından ilişkilidir. Her mitoloji, bir dereceye kadar dini tanımlama çabasıdır. Ancak tanrı ve kahraman arasında derin bir paralellik yoktur, hatta töreni açıklamak için hikâye anlatıldığında bile dini tören ile mitolojik anlatı arasında sabit bir ilişki yoktur. Kızılderili efsanevi kahramanların en büyüğü olan Hilekâr Dönüştürücü’nün (aynı zamanda tavşan, çakal, kuzgun) ayinin hiçbir yerinde önem arz etmediği gerçeğinden daha iyi bir örnek olamaz. Kızılderililerin en derin saygısını uyandıran güçler (Gök Baba ve Toprak Ana) ise masallarda nadiren görülür.

Kızılderili dini, mitlerinden ziyade ayinlerinde incelenmelidir ve bu ayinlerin en önemli ve yaygın olanını burada belirtmekte fayda var. En önemlisi, Kızılderili kozmosunun bir tür ritüel tanımını oluşturan, gökyüzüne, yeryüzüne ve dünyanın dört bir yanındaki yöneticilere duman sunulduğu calumet1 törenidir. İkincisi, yalnızca hastalıkları iyileştirmenin bir aracı değil, aynı zamanda elementlere hitap eden bir güç ve arınma duası olan ter banyosu ayinidir (evrenin yaşam veren gücünün içinde bulunduğu toprak, ateş, su ve hava). Üçüncü sırada ise, hayata yön verecek görüntüleri uyandırmak amacıyla yapılan oruç tutma ve gece nöbeti gibi törenler bulunur. Zira Kızılderililerin en köklü inançlarına göre tüm fiziksel çevre, güç aşılayan bir kuvvettir ve görüş ve dokunuştan yalnızca ince bir perdeyle ayrılır. Görünmeyen varlıkların fani bedene sahip olma ve ona ilham verme gücüne dair inanca dayanan Şamanistik veya medyumcu ayinler dördüncü tören grubunu oluşturur. Beşincisi, genellikle beyaz adamlar tarafından “danslar” olarak adlandırılan büyük toplumsal törenlerden oluşur. Bunlar neredeyse değişmez bir şekilde, büyük doğa güçlerine, güneşe ve toprağa, yağmur getirenlere ve yiyecek ile av verenlere hitap eden dramatik dualar (kurban, şarkı ve sembolik kişileştirme kombinasyonları) biçimindedir. Son grup, ölülerin veya koruyucu ataların onuruna yapılan ayinlerden oluşur; törenler genellikle yıllıktır ve amacı, ayrılanların refahını istemekten, onların yardımını ve olası kötü niyetlerini yatıştırmaya kadar değişen törenlerdir.

Bu ritüellerde Kızılderili pagan dininin temel varlıkları tanımlanır. Gök Baba veya göğün yüce enkarnasyonu Güneş Baba tarafından temsil edilen Yüce Ruh ile Toprak Ana ve kızı Mısır Ana vardır. Kuşlar ve büyük efsanevi Gökgürültüsü kuşu, rüzgârlar, bulutlar ve gök cisimleri dahil olmak üzere aşağıdaki güçler ile yukarıdakiler arasındaki aracılar vardır. Toprağı avla dolduran ve avcılara yardımcı olan hayvan türünden Yaşlılar veya Koruyucular vardır. Hem görünen hem de görünmeyen dünyaya ait güçlü varlıklardan oluşan kocaman bir küme vardır. Doğa’dan istifade etmeyi bilen insanlar bunlardan “büyü” şeklinde yararlanabilirler.

Bu güçlerin, mitin değişken görüntülerindeki temsili kaçınılmaz olarak dalgalıdır. Burada tutarlılık yoktur, çünkü Kızılderilinin düşünce tarzı, kendi hikâyelerini gerçek olarak kabul edemeyecek kadar derinden semboliktir. Bunlar ne alegori ne de tarihtir. Bunlar, alegori ile tarih arasında bir hakikat taşıyan mitlerdir. Mit, ancak kaynaklarına ve doğuş sebeplerine atıfta bulunularak tam olarak tanımlanabilir. Kızılderili hikâyelerinin doğuş sebeplerini genel olarak belirlemek zor değildir. Büyük çoğunluğu açıkça eğlence için anlatılmıştır; bir sanatı, kurmaca sanatını temsil ederler ve kurmaca, hiciv, mizah, romantizm, macera sınıflarına girerler. Ahlaki alegori olan pek çok örnek vardır veya bunlar, ateşin en iyi tutuşturulabileceği odun türlerini detaylandıran ateş hırsızlığı hikâyesinde sıklıkla görülenler gibi bariz dersler veren masallardır. Üçüncü sebep, evrensel insani merakımızdır: İster tekrarlayan fenomenlerin altında yatan güçler olsun, ister başlangıçları belirleyen ve tarihin akışını yöneten görünür amaçlar olsun, şeylerin nedenlerini bilmek istiyoruz. Sebepleri detaylandıran mitler, bebeklik çağındaki bilimdir ve belki de tam anlamıyla mit olarak adlandırılabilecek tek hikâyelerdir. Bunlar, hayvan özelliklerinin kökenine dair basit hayali açıklamalar olabilir. Köpeğin burnunun neden soğuk olduğunu veya ardıçkuşunun göğsünün neden kırmızı olduğunu anlatan hikâyelerdir bunlar. Bir de canavar masalımız var. Bunlar hayal gücüne dayanan anlatılardır ve akla göre daha derin bir kaynaktan kabul gören bir ayin veya geleneğin oluşumuyla ilgilidir. Bunun yanı sıra etiyolojik mitlerimiz de var. Bunlar, yeni yaşam biçimlerinin başlangıcı, ateşin kontrol altına alınması veya efsanevi bilge adamlar tarafından mısırın tanıtılmasıyla ilgili yarı tarihi hatıralar olabilir ya da efsanenin çarpık bakış açısıyla kurtarılabilir kabile hikâyelerini tasvir edebilirler. En önemli grupta ise, her şeyin başlangıcını, kozmogonik alegorilerde kavramsallaştırmaya çalışırlar ki bu alegorilerin son gelişmiş örneği bulutsu hipotezidir.

Sebepler hakkındaki merakı gideren hikâyeler gerçek efsanelerdir. Bu ölçütle, araştırıcının mitolojiyi kurgudan ayırması ve malzemelerinden seçmesi ya da reddetmesi belki de kolay bir iş gibi görünmelidir. Ama durum o kadar basit değildir. Toplumun hangi düzeyinde olursa olsun, insan güdüleri nadiren karışmamış haldedir; onları örnek olarak ayırt etmektense tür bakımından analiz etmek çok daha kolaydır. Ölümün kökenine dair neredeyse evrensel olan Kuzey Amerika anlatısı gibi bir temayı ele alalım. Bu, ilk bakışta nedensel bir açıklamadır; ama pek çok örnekte bu ahlaki bir masaldır. Diğer taraftan hem bilimsel hem de ahlaki ilginin estetiğin önünde unutulup gittiği örnekler az değildir. Bir Wikeno hikâyesinde ölüm dünyaya küçük bir kuşun iradesi üzerine gelmiştir: “İnsanlar sonsuza kadar yaşarsa sizin sıcak mezarlarınıza nasıl yuva yapacağım?” Hayali ne kadar acımasız olursa olsun, burada sanattan başka bir güdü görmek zordur; ama Arktik Dağlılar tarafından bilinen ve dokunaklı bir seçimin yapıldığı yorumda sanat, ahlak ve felsefe hep iç içedir: “Sonsuz karanlığa ve sonsuz yaşama mı yoksa ışık ve ölüme mi sahip olacaksın?”

Kıstasımızı mükemmelleştirmek için mitolojik kavramların kaynaklarının incelenmesini güdü analizine eklemeliyiz. Bunlar geniş anlamda etrafı çevreleyen doğa hakkındaki imalar, insan doğasının hem psişik hem de fizyolojik analojileridir. Bunlardan muhtemelen ilki en önemlisidir, ancak “doğa miti” daha eski bir öğrenci neslinin anlayacağı basit ve kaçınılmaz bir şey olmaktan uzaktır. İnsanların düşünceleri, kaçınılmaz olarak, bildikleri dünyayı yansıtır ve efsanevi olayların aynı olduğu yerlerde bile masalın tınısı değişir. Sözgelimi Yukon’dan Mississippi’ye, doğu ormanında veya batı çölünde… Kıta içinde, yerli düşünce yapısındaki bölünmelerin doğal bir tablosunu oluşturan fiziki sınırlar vardır. Sayısız örtüşme, taşkın ve müdahale olsa da birkaç bölgenin karakterinin, onlarda geliştirilen mitolojik bilginin karakteriyle genel uyumu çarpıcıdır. Doğunun ormanları, Büyük Ovalar, kurak güneybatı, tenha Kaliforniya, kuzeybatı takımadalarının her birinin kendi doğa özellikleri olduğu gibi kendi düşünce özellikleri de vardır ve birincisinin bir dereceye kadar ikincisinin bir yansıması olduğunu varsaymamız kaçınılmazdır. Bütün bunların ötesinde, doğadaki belirli sabitlikler, karanlığın ve aydınlığın birbirini takip etmesi, mevsimlerin döngüsü, Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların, nehirlerin ve rüzgârların hareketleri insanları her yerde etkiler ve onların hayal güçlerini renklendirir. Bütünüyle anlatıma hizmet edebilen doğal fenomenlerin çeşitliliğini görmek, yaygın bir mitolojik tema veya vaka çalışmasının en az ilgi çeken özelliği değildir. Çünkü mit yaratıcısı hikâyesini doğada bulmaz, ama onu oraya doğanın renkleriyle yazar.

Mit malzemesinin ikinci büyük kaynağı, insan doğasının analojilerinde bulunur. Öncelikle bunlar psişiktir: İnsanların arzularının ve amaçlarının, tamamen bilinçsizce, doğanın büyümesi ve değişmesinin tüm dramasını canlandırdığı ve ona ilham verdiği varsayılır. Böylece evren, canavarlar olarak vücut bulan, anlamsızca doymak bilmez iştahlılardan, kendi kendine sahip olunan amaçlara ve nadiren de olsa insan-varlıkların ve tanrıların “hoş makullüğüne” kadar değişen kişiliklerle dolu hale gelir. Bununla birlikte, psişik olanın yanı sıra insan türünün fiziksel analojileri de vardır. En temel olanı, bazen ürkütücü, bazen şiirsel bir sembolizme yol açan fizyolojik olanlardır. Kalp, saç ve nefes Kızılderili için en önemlileridir. Bunların içsel anlamı, bir Pavni rahibinin (Alice Fletcher, Hako2 hakkındaki raporunu onun aracılığıyla yazmıştır) sözlerinden daha iyi ifade edilemezdi. Bu törenin bir eylemi olarak kutsanmış bir çocuğun saçına biraz beyaz tüy dökülür. Rahip bu ayini açıklarken şunları söylemiştir: “Kuştüyü, beyaz kartalın kanatlarının altından alınır; kartalın kalbine yakınlaşır ve kartal nefes aldıkça hareket eder. Bu kuştüyü, çocuğun babası olan beyaz kartalın nefesini ve yaşamını temsil ediyor.” Ayrıca, kartal insan ve Gök Baba arasında aracı olduğu için “sanki nefes alıyormuşçasına sürekli hareket eden beyaz tüy, bulutların üzerindeki mavi gökyüzünün ötesinde yaşayan Tirawa-atius’u temsil eder.” Çocuğun saçında “bir bebeğin kafatasının açık olduğu yere yerleştirilir ve onun nefes aldığını görebilirsiniz.” Bu, sembolizmin şiirsel yanıdır; korkunç olan, kafa derisi yüzerek kalbin yırtılmasıyla ve bazen de katledilenin gücünü elde etmek için yutulmasıyla temsil edilir. Fizyolojik simgeciliğin bir başka aşaması, vahşilerin seks meselelerine karşı hiç azalmayan merakıyla ilgilidir. Kuzey Amerika’da cinsel organa tapınmaya dair çok az iz vardır, ama Kızılderililerin mitleri, bilinçsizce olduğu kadar utanmazca ahlaksız olaylarla da doludur. Kızılderili mitinin garip ve yinelenen bir özelliği, vücut uzuvlarının, özellikle de genital ve boşaltım organlarının genellikle kehanetle bağlantılı olarak kişileştirilmesidir. İnsan vücudunun bir sembol olarak kullanılmasındaki son adım, insanbiçimciliktir: Bu tam insanbiçimcilikte, mitolojik güçlere kısmen insan ve kısmen hayvan değil, tamamen insan bedenleri verilir. İnsan haysiyetinin ve bilgeliğinin vahşilerinkine üstünlüğünün ilk açık anlamına işaret eder. Pek çok Kızılderili grup bu yönde çok ileri gitmemiştir, ancak daha ileri düzeyde olanlar arasında bu açıkça atılmış bir adımdır.

Hayal gücü, bir masallar bütünü ya da bir dizi resimli sembol tarafından yaratılan estetik etkiyle en iyi şekilde gerçekleştirilen mitin gelişmesinde rol oynar. Kızılderililerin mitolojik sembollerinin oluşturduğu genel izlenim kuşkusuz grotesktir, ancak groteski aşan Yunan sanatı dışında herhangi bir pagan dini sanatına işaret etmek zordur ve Kızılderililerin kendine has bir kalitesi vardır. Bununla birlikte birkaç bölgede ve aslında aynı bölgenin kabileleri arasında büyük bir fark vardır. Kuzeybatı ve güneybatı sanatı oldukça gelişmiştir, ancak maskeler gibi benzer nesnelerde bile farklı deha ürünü türleri temsil ederler. Navaho ve Apaçiler birbirleriyle komşu ve akrabadırlar, ancak estetik ifadeleri birbirlerinden çok farklıdır. Pavni gibi bazı kabileler büyük bir özgünlük sergilerken diğerleri (kuzey Atabasklar ve Salişlerin çoğu gibi) olduğu gibi taklit ederler.

Ödünç alma, gerçekten de çözülmesi en zor problemdir. Soyut olarak Kuzey Amerika’daki çevrenin ana benzerlikleri ve her yerde neolitik olan bir uygarlığın genel düzgünlüğü ile benzer bir insan doğasının benzer koşullarının benzer fikir ve hayal gücüne yol açacağını varsaymak kolaydır. Neredeyse her yerde geçirgen olan bir bölgede, sürekli ilişki içinde olan kabileler arasında düşünce alışverişinin yaygın olması gerektiğini varsaymak da aynı derecede kolaydır. Her iki faktör de önemlidir, ancak genel olarak bariz ödünç almanın daha etkileyici görünmesi muhtemeldir. Bununla birlikte topyekûn ödünç alma zorlama bir hipotezdir, çünkü iletişimin mümkün olmadığı bir zamanda Eski Dünya ve Yeni Dünya fikirleri arasında bir özdeşlik oluğunu gösteren sayısız örnek vardır. Yeni Dünya’da bile, farklı kökenleri ima ediyor gibi görünen özdeş kavramlar için geniş ayrımlar vardır. Sözgelimi dünyada başka halklar olduğunu daha yeni öğrenmiş olan Arktik Dağlılar, uzak güneydeki Kızılderililerinkilerle aynı düşünce yapısına sahiptir. Örneğin söz konusu fikir basitçe, “Ruhların meskeni mağaraya benzeyen bir yeraltı dünyasıdır,” ise iletişim varsayımına gerek yoktur; çünkü bu kavram dünya çapındadır. Ancak iki bölge, dört yeraltı mağarası olduğunu (hiçbir anlamda doğal bir çıkarım olmayan bir fikir) iddia etmekte hemfikirse iletişim şüphesi kaçınılmaz hale gelir. Yine, Corona Boreal-ls’ta bir kabile reisi, Pleiades’te bir grup dansçı, Büyük Ayı’da üç avcı tarafından takip edilen dörtlü bir grup olarak görülen takımyıldız mitlerinin bağımsız kökeni olabilir. Ancak kuzeyde Eskimoların, güneyde Çerokilerin anlattığı Güneş ve Ay’ın ensest ilişkileri gibi ilginç bir hikâyeyle karşılaştığımızda akla yine iletişim gelir. Ayrıca, bu mitin özel bir olayının (gizli âşığın boyaya veya küle bulanıp sonradan böyle tanınır olması) kıtanın hemen her yerinde bulunan başka bir masalda köpeğe çocuk doğuran kızın hikâyesi) ortaya çıktığını öğrendiğimizde bu ima neredeyse kesinlik kazanır.

Az önce bahsi geçen hikâyede, kız ve köpeğin çocukları bazen yıldız, bazen bir kabilenin veya bir erkek klanının ataları olur ve bu, tüm kurmaca karaktere sahip olayların çeşitli kullanıcıları için açıklayıcı mitler olarak hizmet etme biçiminin güzel bir örneğidir. Mitin temel malzemesi, doğanın katıksız icadı yerine, algı ve alışkanlığın önerdiği şeylerin şemasına uyan olaylar toplamıdır ve olayların bir yerde uydurulmuş olması gerekirken, büyük kısmı sanat tarafından verilmiş ve doğa tarafından benimsenmiş gibi görünüyor. Ödünç alma ve uyarlama, medeni insan için olduğu kadar vahşiler için de yeni bir düşünce üretmekten daha kolaydır.

Her kayda değer Kızılderili hikâyeleri derlemesinde ortak fikirlerin ve olayların birçok uyarlaması bulunur. Farklı bölgelerde bu temel malzeme karakteristik ifade biçimleri kazanır. Son olarak, büyük bir bölge olarak görülen bir bütün olarak kıtada, içinde Kuzey Amerika’nın efsanevi kavramlarının yer aldığı, genel olarak tanımlanabilir bir şema vardır. Bu anlamda ve bu şemaya referansla, bir Kuzey Amerika Kızılderili mitolojik sisteminden söz edebiliriz.


Kozmoloji konusunda şema zaten belirtilmiştir. Yukarıda bir dünya vardır. Burası Gök Baba’nın ve semavi güçlerin evidir. Aşağıda bir dünya vardır. Burası da Toprak Ana’nın vücut bulmuş hali ve ölülerin meskenidir. Dünyanın merkezi düzlemi vardır ve burada Dört Ana Yön’ün cinleri bulunur. Ancak kozmoloji yalnızca tiyatroyu tanımlamaya hizmet eder, eylemi vermez. Kozmogoni temel dramadır. Kızılderili şemasında başlangıç nadiren mutlaktır. Birkaç kabile, dünyayı ve sakinlerini yaratan bir yaratıcıyı ya da bir doğurucuyu kabul eder. Fakat genel anlayış, ya henüz oluşmamış bir yeryüzü dünyasının varlıklarının imgeleriyle dolu önceden var olan bir gök dünyası ya da İlk İnsanlar’ın kökenlerini kazandıkları bir tür kozmik rahimdir. İlk efsane türünde, eylem gökte doğmuş bir titanın yeryüzüne inişiyle başlar. İkincisinde ise ilk perde, ata varlıkların nesilden yükselişini tasvir eder. Dünya dramasının bir sonraki perdesi, yaşanabilir dünyanın şekillendiricileri ve kanun koyucuları olan bir kahraman veya ikiz kahramanların eylemlerini tekbiçimci bir şekilde detaylandırır. Kahramanlar, ilkel canavarları yenerler ve yaratılış şartlarını düzenlerler. Son derece alışıldık bir şekilde bunlardan biri öldürülür ve yeraltı dünyasına buranın efendisi olmak için geçer. Ateşin çalınması, ölümün kökeni, hayvanların kurtuluşu, sanatların verilmesi, ayinlerin kurulması; bunların hepsi şaşırtıcı derecede küçük farklılıklar gösteren biçimlerde defalarca tekrarlanan temalardır. Genel olgu, dünyanın sel veya büyük bir yangın felaketiyle yok edilmesidir ve kurtarılan toprakları yeniden doldurmak için geriye birkaç kişi kalır. Bu olay, genellikle insanların ya biçim olarak hayvan ya da yalnızca yetersiz insan olduğu bir İlk ya da Tufan Öncesi Çağ’ın kapanışını işaret eder. Tufandan sonra yeni insan ırkı yaratılırken, hayvanlar ilk ve son olarak şimdi oldukları varlıklara dönüşürler. Pek çok kabilede kozmogonik dönemi sona erdiren ve efsanevi tarihin dönemine götüren bir dil karmaşası ve ulusların dağılması hikâyelerine rastlamak son derece normaldir.

Kızılderililerin kozmik bakış açısının haritası genel hatlarıyla böyledir. İlerleyen bölümlerde incelenen mitler, Amerikan Kızılderili töresinin bütününden seçilmiştir.

Birinci Bölüm
Uzak Kuzey

I. Vikingler ve Skraelingler

İzlanda’dan kaçan Kızıl Eric, MS 982’de, kısa süre sonra İzlandalılar tarafından kolonileştirilecek olan Grönland’ı keşfetti. Eric’in oğlu Şanslı Leif (Yeni Dünya’nın ilk Hıristiyan’ı), Norveç’ten Grönland’a seyahat ederken, Grönland’ın güneyinde “kendi kendine ekilen mısır” ve yabani asmaların yetiştiği ve bu yüzden Vinland adını verdiği bir bölgeye rastladı. Bu, tüm ortaçağ Avrupa’sının ikinci gelişi ve dünyanın yıkımını beklediği, ancak bunun yerine Yeni Dünya’nın keşfedildiği 1000 yılında gerçekleşti.

İskandinavlar henüz yeni keşfedilen topraklarda hiçbir insanla karşılaşmamıştı. Ama Vinland hakkındaki haberler Thorfinn Karlsefni’yi ve karısı Gudrid’i heyecanlandırdı. Karı koca, bir grup adam ve iki gemiyle Leif’in bulduğu bölgeye doğru yola çıktılar. Önce Helluland, yani “yassı taşlar diyarı” olarak adlandırdıkları bir ülkeye geldiler. Burası onlara pek değerli bir yer gibi gelmedi. Daha sonra vahşi hayvanlarla dolu ormanlık bir ülkeyi ziyaret ettiler ve buraya da Markland adını verdiler. Sonunda Vinland’a geldiler ve burada üç kış kaldılar. Gudrid, Snorri’yi dünyaya getirdi. Snorri, batı kıtasında doğan ilk beyaz çocuk oldu. Vikingler Skraelingler ile ilk kez Vinland’da karşılaştılar: “Deriden yapılmış birkaç kano gördüler, kayıklar harman dövülüşü gibi bir gürültüyle teknelerinden savruldu ve güneşin hareket ettiği yönde döndüler.” Thorfinn’in ekibi küçüktü, Skraelingler ise kalabalıktı, bu yüzden koloni 1006 yılında Grönland’a döndü.

Görünüşe göre anakaraya yerleşmek için başka bir girişimde bulunulmadı ancak kereste yükleri için oraya zaman zaman seferler yapıldı. Ama Grönland kolonisi rahatsız edilmeyip gelişerek varlığını sürdürdü. On üçüncü yüzyılın ortalarında kuzeyden kısa boylu ve esmer halklar ortaya çıkmaya başladı; bu karşılaşmalar düşmanca oldu ve 1341’de en kuzeydeki İskandinav yerleşimi yıkıldı. Bu arada, Norveç’ten gemiler gitgide daha seyrek geliyordu ve koloninin gelişmesi durdu. Koloniden haber gelmez oldu. Kristof Kolomb, Antilleri keşfettiğinde Papa tarafından görevlendirilen bir Grönland piskoposu vardı, ancak piskoposluk bölgesini gördüğüne dair hiçbir kanıt yoktur. 1585’te John Davis, şimdi onun adını taşıyan boğaza girdiğinde Viking kolonisine dair tüm izler kaybolmuştu.

Ama uzak kuzey halkı unutmamıştı. Beyaz adamlar tekrar aralarına girdiklerinde kadim Kablunait efsanelerini hâlâ koruyorlardı. İki halkın ilk karşılaşmasının hikâyesi günümüze ulaşmıştır. Burada karşılıklı merak ve korkuları ve beceri ile güç bakımından birbirini alt edemeyen bir Eskimo ile bir beyazın çabucak arkadaş oldukları anlatılır. Sonunda Eskimo, bir okçuluk yarışmasını kazanır ve beyaz adam, memleketlileri tarafından bir uçurumdan aşağı atılır. Eskimo erkeklerinin pusuya yatıp su çekmeye gelen Kablunait kadınlarını kaçırdıklarına dair bir hikâye de vardır. İki halk arasındaki kan davalarını ve bütün köylerin yıkımını anlatan hikâyeler mevcuttur. Ikat’ta Kablunaitler gafil avlanırlar; dört baba çocuklarıyla buzun üzerinde kaçarken hepsi boğulur. “Bunlar bazen denizin dibinde göründüklerinde,” der Eskimo, “insanlarımızdan biri ölecek.”

Bunlar, Grönlandlıların koruduğu kayıp koloniye dair anılardır. Ancak tüm Eskimo kabileleri arasında kan davası ve savaşla ayrı düştükleri Tornitlerle eski ilişkilerine dair bir anlatı geleneği vardır. Tornitler, Eskimolardan daha uzun, daha güçlü ve daha hızlıydı ve çoğunun gözleri bulanıktı; kıyafetleri ve silahları farklıydı ve kayıkçılıkta, denizcilikte ya da yay kullanmakta pek de yetenekli değillerdi. Sonunda bir Eskimo genci Tornitlerden biriyle tartıştı ve kristal bir delgiyle alnında bir delik açarak onu öldürdü. Bunun üzerine tüm Tornitler, Eskimo korkusuyla kaçtı ve o zamandan itibaren Sahil İnsanları ve Kara Sakinleri birbirlerine düşman oldular.

Tornit hikâyelerinde eski Vikinglere dair bazı belirsiz hatıralar olabilir; daha makul olacak şekilde bunlar, anakaradaki Eskimo kabilelerinin Kızılderili komşularını temsil ediyorlardı çünkü Grönlandlılar için Kızılderililer, uzun zamandan beri muhteşem ve büyülü bir ırk haline gelmişti. Bazen Tornitlerin sisin içinde kaybolan kadınları çaldıklarını söylerler, ama yine de çok tehlikeli değildirler; erkeklerden uzak dururlar ve köpeklerden çok korkarlar. Eskimoların esrarengiz topraklarında Tornitlerin yanı sıra; elfler, yamyam devler, tek gözlü insanlar, şekil değiştiriciler, köpek adamlar, Amarok gibi canavarlar, dev kurtlar ya da bir kadının bebeğini yutacak kadar büyüyene değin beslediği korkunç tırtıllar vardır. Zira burası tarihin ve hayal gücünün belirsiz bir mucizeye karıştığı bir bölgedir.

1.Barış çubuğu. (ç.n.)
2.Amerikan Kızılderililerinin yaşamları konusunda çalışmalar yapan ABD’li antropoloğun bir Pavni töreni olan Hako üzerine yazdığı kitap.
34 457,58 s`om