Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Tom Amca’nın Kulübesi»

Shrift:

Harriet Beecher Stowe, 1811 yılında ABD’nin Connecticut eyaletinde doğdu ve 1896 yılında Hartford, Connecticut’da öldü. Dindar bir aileye sahip olan Stowe, köle olan siyahların zor şartlarını konu aldığı Tom Amca’nın Kulübesi romanıyla tanınmaktadır. 30’dan fazla kitap yazan Stowe, günün toplumsal meselelerine eğilerek söz sahibi oldu.

Stowe, aile arasında olayları ve toplumsal meseleleri tartışarak görüşlerini inandırıcı bir şekilde savunmayı öğrendi. Kendisini dine ve başkalarına yardıma adayan babası eğitime önem veriyordu. Eğitim ve ahlaki dürüstlük atmosferi içinde büyüyen Stowe, edebiyat ve dil üzerine akademik eğitim aldı. 1824’te kız kardeşi tarafından kurulan Hartford Female Seminary’de öğrenci olup sonra da öğretmen olarak görev aldı. Burada saatlerini makaleler yazmaya harcayarak yazı becerilerini geliştirdi. 1832’de babası Lane ilahiyat fakültesinin başına geçtiği için ailesiyle Cincinnati’ye taşındı. 1836’da profesör olan Calvin Ellis Stowe ile evlendi ve yedi çocuk sahibi oldu. Cincinnatti’de yaşarken kaçak kölelerle tanışıp onların güneydeki yaşamlarını öğrendi. 1830’larda köleliğin kaldırılması taraftarı oldu. 1850’de kocası Bowdoin College’da profesör olunca aile Maine’e taşındı. Orada okuduğu ve gözlemlediği olaylara dayanarak kölelerle ilgili bir hikâye yazdı. Bu hikâye, 1851-1852’de National Era gazetesinde çıktı, 1852’de Tom Amca’nın Kulübesi adı altında kitap olarak yayımlandı. Basıldığı zaman büyük sansasyon yaratan kitap birçok dile çevrildi ve oyun olarak oynandı. Kitabıyla kırbaçlamaları, zalimliği ve ailelerin bir araya gelemeyişini konu alarak okuyucularının köleliğe başkaldırmasını umdu. Amerika’da ve Avrupa’da köleliğe karşı konuşmalar yaptı. 1860’larda Florida’da ev alarak oradaki siyahlar için okullar kurulmasına yardımcı oldu. Kocası emekli olduktan sonra aile Hartford’a taşındı. Hartford’da bulunduğu sürede birisi doğu kıyılarına, birisi batı eyaletlerine olan iki konuşma turuna çıktı. Wadsworth Atheneum’da bir sanat müzesinin yenilenmesinde çalıştı, daha sonra Hartford Üniversitesinin bir parçası hâline gelecek olan Hartford Sanat Okulunu kurdu.

Stowe, 19. yüzyılın en popüler Amerikalı yazarları arasındadır. Stowe’un yazarlık kariyeri 51 seneye yayıldı. Yazıları sayesinde kadınların oy kullanamadığı, topluluk arasında konuşmasının iyi karşılanmadığı bir zamanda toplum önünde düşüncelerini ve inançlarını ifade etti. Kitaplarında ev hayatı, çocuk yetiştirme ve din konularına eğildi. Sık sık çocukluğundan, geniş ve dindar ailesinden esinlendi. Şiirler, seyahat kitapları, biyografik eserler ve çocuk kitapları yazdı. Portreleriyle toplumsal hayatı ve o zamanın kültürünü yansıtan bir realisttir. Eserleri arasında 1856’da kölelik yüzünden yozlaşan toplumu ele aldığı Dred, 1859’da toplumsal hayatı irdelediği The Minister’s Wooing bulunmaktadır. 1889’da ilk resmî biyografisini yazan en küçük çocuğu Charles’a yardımcı oldu. Diğer eserleri The American Woman’s Home (1869), Old Town Folks (1869), The Atlantic Monthly dergisinde yayımlanan The True Story of Lady Byron’s Life (1869), Palmetto Leaves (1873) ve Poganuc People (1878)’dır.

Eren Gökce, 1975 yılında Ankara’da doğdu. Gazi Üniversitesinden Endüstri Mühendisliği lisans; California State University, Long Beach’den Finans alanında İşletme yüksek lisans ve İstanbul Bilgi Üniversitesinden İşletme yüksek lisans derecesine sahiptir. Tusaş Motor Sanayi AŞ (TEI), MITS, MİKES AŞ ve ABD’de Panasonic Avionics Corporation şirketlerinde proje mühendisi olarak görev aldı. Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ’de endüstri mühendisi ve çeşitli kuruluşlarda danışman olarak çalıştı. Koçoğlu Elektromekanik şirketinde proje yönetici yardımcısı olarak görev almaktadır.

Stanford Üniversitesinde İleri Proje Yönetimi (SAPM) sertifika programını tamamlamıştır. Proje Yönetim Derneği (PMI)’nden Proje Yönetim Profesyoneli (PMP) sertifikasyonu, AACE International’dan Kazanılmış Değer Profesyoneli (EVP) sertifikasyonu bulunmaktadır.

2005 yılından bu yana serbest çevirmen olarak çalışmaktadır. TED konferanslarında gönüllü olarak Türkçe dil koordinatörlüğü görevi yapmaktadır.

BÖLÜM I

I
Okuyucunun, İnsanlığın Bir Bireyi ile Tanıştırıldığı Yer

Soğuk bir şubat akşamüstü, iki beyefendi Kentucky’nin P. kasabasında iyi döşenmiş bir yemek salonunda şaraplarıyla bir başlarına oturuyorlardı. Görünürde hizmetçiler yoktu ve beyefendiler sandalyelerini birbirine yanaştırmış, bir meseleyi samimiyetle tartışır görünüyorlardı.

Şimdiye dek iki beyefendi dememizin nedeni uygun bir dil kullanmaktı. Ancak dikkatle incelendiğinde doğrusunu söylemek gerekirse, bir taraf bu türden biri değildi. Bayağı, sıradan yüz çizgileriyle dünyada daha iyi bir yer edinmek için dirsek atan düşük birinin göstergesi olan iddialı serseri hareketleriyle kısa, tıknaz bir adamdı. Karmaşık renkli şatafatlı yeleği, sarı benekleriyle neşeyle sallanan mavi atkısı, yanına adamın genel havasına uyan gösterişli boyun bağıyla aşırı süslüydü. İri, kaba elleri yüzükle doluydu ve altın köstekli saatin zincirine bağlı olan bir deste rengârenk, aşırı büyüklükte mühür vardı ve bunları konuşmanın heyecanına kapıldığında sallayıp şakırdatıyordu. Konuşması Murray’nin Grameri1’ne karşı serbest ve kolay bir meydan okumaydı, burada net olma isteğimizin bile bunları aktarmaya bizi ikna edemeyeceği, arada sırada kullandığı pek çok saygısız ifadeyle süslüydü.

Arkadaşı Bay Shelby ise beyefendi havasındaydı ve evin düzeni, yaşam tarzına ilişkin hava kolay ve varlıklı koşullara dahi işaret ediyordu. Daha önce de belirttiğimiz gibi ikisi samimi bir konuşmanın ortasındaydılar.

“Benim konuyu böyle düzenlemem gerekiyordu.” dedi Bay Shelby.

“Ben ticareti böyle yapamam. Gerçekten öyle Bay Shelby.” dedi diğeri, elindeki bir bardak şarabı gözüyle ışık arasında tutuyordu.

“Gerçekten nedeni şu, Haley, Tom eşsiz biridir; bu miktar her yerde muhakkak eder. Sağlam, dürüst, yetenekli, tüm çiftliğimi saat gibi işletir.”

“Yani zenciler gibi dürüst demek istiyorsun.” dedi Haley, kendine bir bardak konyak koydu.

“Hayır; gerçekten öyle demek istedim. Tom iyi, sağlam, duyarlı, dindar bir adamdır. Dört yıl önce kamp toplantısında din edindi ve gerçekten öyle olduğuna inanıyorum. O zamandan beri ona güvendim, sahip olduğum her şeyde -para, ev, atlar- çiftlikte girip çıkmasına izin verdim ve her seferinde de her konuda onun dürüst ve namuslu olduğunu gördüm.”

“Bazı kimseler dindar zencilerin olduğuna inanmıyor Shelby.” dedi Haley, elini abartılı bir içtenlikle sallayarak, “Ama ben inanıyorum. Bu yıl son kura için Orleans’a götürdüğüm biri vardı. Bir toplantıya kadar iyiydi, şimdi, gerçekten, o mahluku dua ederken duymak; oldukça kibar görünüyordu. Bana iyi para da getirmişti, zira onu zorunlu nedenlerden dolayı satmak zorunda kalan birinden ucuza almıştım; sonunda ondan altı yüz elde ettim. Evet, zencide din para getiren bir şey, içten gelen ve hatasız olunca.”

“Eh, Tom’da bu özellik kimsede olmadığı kadar var.” diye katıldı diğerine. “Nedeni de geçen sonbaharda tek başına bana iş yapması ve eve beş yüz dolar getirmesi için Cincinnati’ye gönderdim. ‘Tom.’ dedim ona, ‘Sana güveniyorum çünkü bir Hristiyan olduğuna inanıyorum. Biliyorum ki üçkâğıt yapmazsın.’ Elbette Tom geri geldi; öyle olacağını biliyordum. Bazı kendini bilmezler demiş ki ona ‘Tom, neden Kanada’ya gitmiyorsun?’ ‘Ah, efendim bana güvendi, yapamam.’ diye söylediler. Tom’dan ayrıldığıma üzüldüğümü söylemeliyim. Onu borcun tamamını kapatmaya saymalısın, Haley, eğer vicdanın olsa öyle yaparsın.”

“Eh, bende de bu işte olanlardaki kadar vicdan var. Bilirsin biraz, bir şeye yemin edecek kadar.” dedi tüccar şakayla karışık. “Ve sonra arkadaşlara iyilik olsun diye mantık çerçevesinde her şeyi yapmaya hazırım ama bu yıl, gördüğün gibi bu adam için işler çok tatsız, çok tatsız.” Tüccar düşünceli bir şekilde iç çekti ve biraz daha konyak doldurdu.

“Eh, o zaman, Haley, nasıl iş yapacaksın?” dedi Bay Shelby, zor geçen bir sessizlikten sonra.

“Eh, Tom’la sepete atacağın bir oğlan ya da kız yok mu?”

“Hımm! Gözden çıkarabileceğim biri yok; doğrusunu söylemek gerekirse sadece zor şartlardan dolayı satmak zorundayım. Ayrıca, yardımcılarımın hiçbirinden ayrılmayı sevmiyorum.”

Burada kapı açıldı ve dört beş yaşlarında küçük melez bir çocuk odaya girdi. Görünüşünde kayda değer bir güzellik ve insanı çeken bir şeyler vardı. Ham ipek gibi güzel siyah saçları parlak buklelerle yuvarlak, gamzeli yüzünü çevrelerken, ateş ve yumuşaklıkla dolu bir çift iri göz sık, uzun kirpiklerinin altından bakıyordu, bu esnada odayı merakla inceliyordu. Dikkatlice dikilmiş, üstüne iyice oturtulmuş kırmızı ve sarı kareli hoş bir giysi, güzelliğinin esmerliğini ve etkileyiciliğini ortaya çıkarıyordu; utangaçlıkla karışık komik bir kendine güven, efendisi tarafından el üstünde tutulmaya ve fark edilmeye alışık olduğunu gösteriyordu.

“Merhaba, Jim Crow!” dedi Bay Shelby, ıslık çalarak ve bir avuç üzümü ona doğru attı. “Hadi, al bunları!”

Çocuk tüm gücüyle ödülün peşinden koşarken efendisi gülüyordu.

“Gel buraya, Jim Crow.” dedi. Çocuk geldi, efendisi kıvırcık saçlarını tıpışladı ve çenesinin altını okşadı.

“Şimdi Jim, bu beyefendiye nasıl dans edip şarkı söylediğini göster.” Oğlan zenciler arasında yaygın olan yaban, tuhaf şarkılardan birini gür, duru sesiyle söylemeye başladı. Hepsi de müziğe tam bir zamanlamayla eşlik eden ellerinin, ayaklarının ve tüm bedeninin komik değişimleriyle şarkısına eşlik ediyordu.

“Bravo!” dedi Haley, ona çeyrek bir portakal attı.

“Şimdi Jim, romatizmalı yaşlı Cudjoe Amca gibi yürü.” dedi efendisi.

Anında çocuğun esnek uzuvlarının biçimi bozuldu ve çarpıldı, sırtı kambur ve elinde de efendisinin sopasıyla odada dolaşırken, çocukça yüzü sıkıntıyla buruştu ve yaşlı adamı taklit ederek sağa sola tükürdü.

İki beyefendi de kahkahalara boğuldu.

“Şimdi Jim.” dedi efendisi. “Bize yaşlı Elder Robbins’in nasıl ilahi okuduğunu göster.”

Oğlan tombul yüzünü zorla uzatıp ağırbaşlı ciddiyetle burnundan bir ilahi tonuna başladı.

“Yaşa! Bravo! Ne çocuk ama!” dedi Haley. “Bu ufaklık bir olay, sözüm söz. Sana bir şey söyleyeceğim.” dedi, aniden elini Bay Shelby’nin omuzuna vurarak. “Ufaklığı ortaya at ve iş tamam olsun. Bitiririm. Hadi gel, en doğru çözüm bu değilse nedir!”

O anda kapı yavaşça açıldı ve belli ki yirmi beşlerinde olan genç bir melez kadın odaya girdi.

Annesi olduğunu anlamak için çocuktan kadına bir bakış yeterliydi. Aynı uzun kirpikleriyle güzel, büyük, koyu gözler; aynı dalgalı ipeksi siyah saçlar. Esmer tenli yanaklarında fark edilebilir bir kızarıklık oldu, tuhaf adamın cüretkâr ve apaçık hayranlığıyla bakışlarını sabitlediğini görünce bu arttı. Giysisi mümkün olabilecek en iyi şekilde üzerine oturuyor ve biçimli bedenini ortaya çıkarıyordu; narin elleri, biçimli ayakları ve bilekleri bir dişinin iyi yerlerini bir bakışta ayırt etmekte usta olan tüccarın hızlı bakışlarından kaçamamıştı.

“Eh, Eliza?” dedi efendisi, kadın duraksayıp ona tereddütle bakarken.

“Harry’ye bakıyordum, efendim, lütfen.” Oğlan ona doğru sıçradı, şımarıklığını giysisinin eteğine sokularak gösterdi.

“Eh, al o zaman.” dedi Bay Shelby; kadın çocuğunu kucağına alarak alelacele çekildi.

“Tanrı istedi ki…” dedi tüccar, ona hayranlıkla dönerek. “Artık iyi bir mal var! Ne zaman istersen Orleans’ta bu kadınla bir servet yapabilirsin. İyi günümde daha güzel olmayan kadınların binden fazla ettiğini gördüm.”

“Servetimi onunla yapmak istemiyorum.” dedi Bay Shelby, kuru bir sesle; konuşmanın akışını değiştirmek için yeni bir şişe şarap açtı ve arkadaşına fikrini sordu.

“Kusursuz, bayım, birinci kalite!” dedi tüccar; sonra dönüp elini teklifsizce Shelby’nin omzuna vurdu, ekledi:

“Hadi nasıl satacaksın kadını? Ona ne kadar vermeliyim? Ne kadar alırsın?”

“Bay Haley, o satılık değil.” dedi Shelby. Ağırlığınca altın olsa da karım ondan ayrılmaz.”

“Aman canım! Kadınlar hep böyle şeyler söyler çünkü bu tür hesaplamalar yapamazlar. Onlara sadece ağırlığınca altının kaç tane saat, tüy ve incik boncuk alacağını gösterin, o zaman değişir, buna inanıyorum.

“Size diyorum Haley, bunun sözünü etmeyelim. Eğer hayır diyorsam, hayır demek istiyorumdur.” dedi Shelby kararlılıkla.

“Peki ama çocuğu verirsin.” dedi tüccar. “Onun için iyi bir fiyat verdim, düşün.”

“Çocuğu ne yapacaksın Tanrı aşkına?” dedi Shelby.

“Nedeni; bu sene bu iş koluna giren bir arkadaşım var. Yakışıklı çocukları bu pazar için almak istiyor.Yalnızca çekici olanları. Garsonluğa ve benzeri işlere yakışıklı olanları ödeyebilecek zenginlere satacak. Büyük yerlerinizden birinde başlar. Kapıyı açmak, beklemek ve eğilmek için gerçekten yakışıklı bir çocuk. İyi bir miktar getirirler; bu küçük şeytan da hem komik hem müziğe yatkın, tam bir mal!”

“Onu satmayı tercih etmem.” dedi Bay Shelby, düşünceli bir şekilde. “Doğrusu şu ki bayım, ben vicdanlı bir adamım ve çocuğu annesinden ayırmak istemem.”

“Ya, öyle mi? Hımm, evet, o tür bir duygu yani. Tam olarak anlıyorum. Kadınlarla başa çıkmak bazen çok tatsız olabilir. Ben hep o çırpınışlardan, çığlıklardan nefret etmişimdir. Müthiş can sıkıcı olabilirler ama ben işi idare ettiğimden genelde bunlardan kaçınıyorum, efendim. Eğer kızı bir günlüğüne ya da haftalığına uzaklaştırırsanız işler sessizce yürür. O eve gelmeden her şey biter. Karınızla barışmak için de ona yeni bir küpe, giysi ya da birkaç eşya alırsınız.”

“Korkarım olmaz.”

“Tanrı seni korusun, evet! Bu mahluklar beyaz adamlar gibi değildir, bilirsin; olanları unuturlar, sadece düzgün yönet. Derler ki…” dedi Haley, samimi ve sır verir gibi bir tavır takınarak. “Bu tür ticaret duyguları köreltirmiş ama öyle olduğunu hiç görmedim. Doğrusu, ben bazı adamların işleri yönettiği gibi yönetmiyorum. Onların çocuğu kadının kollarından çekip de sattıklarını gördüm ve kadın hep feryat ediyordu. (Çok kötü bir yöntem.) Mala zarar verir, bazen onları hizmet edemez duruma getirir. Bir keresinde gerçekten çok güzel bir kadın tanıdım Orleans’ta fakat bu tür davranışlardan mahvolmuştu. Onu satın alan adam bebeğini istemedi; kanı tepesine çıkınca epey sorun yaratmıştı. Sana diyeceğim, kadın çocuğu kollarında sımsıkı kucaklayıp çok kötü konuştu. Düşününce hâlâ kanım donar ve çocuğu götürüp kadını kilitleyince, kadın çıldırdı ve bir hafta sonra öldü. Gerçekten ziyan, efendim, bin dolar, yönetim yüzünden, olan buydu. Her zaman insancıl olmak daha iyidir, efendim; bu benim deneyimim.” Ve tüccar sandalyesine yaslandı ve kollarını kavuşturdu, erdemli karar veren bir havası vardı, belli ki kendini ikinci Wilberforce olarak düşünüyordu.

Konu beyefendinin çok ilgisini çekmiş gibiydi; Bay Shelby düşünceli bir şekilde portakalını soyarken, Haley giderek çekinerek ama gerçeğin gücü birkaç cümle daha etmesini sağlıyormuş gibi yeniden başladı.

“Bir adamın kendini övmesi çok hoş görünmüyor ama gerçek bu olduğu için söylüyorum. İnanıyorum ki gelen en iyi zencileri benim getirdiğim söyleniyor, en azından bana öyle söylendi. Bir değil, tahmin ederim yüz defa böyle -hepsi iyi durumdalardı- şişman ve hoştu, ben de işte birkaç fire verdim. Ve bunu da yönetimime bağlıyorum efendim ve insancıllık, efendim, benim yönetimiminin en büyük temelidir diyebilirim.”

Bay Shelby ne diyeceğini bilemedi ve “Çok iyi!” dedi.

“Bu görüşlerim için bana güldüler bayım ve benimle konuştular. Öyle popüler değildi ve sıradan da değildi ama onlardan vazgeçmedim, efendim; onlardan da olumlu dönüş aldım; evet, efendim, diyebilirim ki geçişlerini ödediler.” Ve tüccar kendi şakasına güldü.

İnsancıllığın böyle izahında çok etkileyici ve orijinal bir şeyler vardı ki Bay Shelby gülmeden edemedi. Belki siz de gülüyorsunuz, sevgili okuyucu ama biliyorsunuz ki bugünlerde insancıllık pek çok değişik şekilde kendini gösteriyor ve insancıl kişilerin ne deyip yaptıklarında garip şeylerin sonu yok.

Bay Shelby’nin gülmesi tüccarı devam etmek için yüreklendirdi.

“Şimdi bu garip geliyor fakat bunu insanların kafasına asla sokamadım. Natchez’de eski ortağım Tom Loker vardı; akıllı bir adamdı ama işler zencilere gelince şeytan gibiydi, görsen prensipte daha iyi kalpli bir adamla ekmeğini bölüşmezdi, bu onun sistemiydi, efendim. Onunla eskiden konuşurdum. ‘Neden Tom?’ derdim. ‘Kızların ağlarken, onların kafalarına vurup evire çevire dövmek de ne diye? Çok korkunç.’ derdim, ‘Hiçbir işe yaramıyor. Nedense ağlamalarında bir kötülük görmüyorum.’ derdim. ‘Bu doğaları.’ derdim. ‘Ve eğer doğası öyle çıkmazsa böyle çıkar. ‘Bu sadece onların güzelliklerini bozuyor; hasta oluyorlar ve ağızları bozuluyor; bazen çirkinleşiyorlar, -özellikle açık renkli olanları- bütün bunlar kötü ve onları da kötüleştiriyor. Şimdi.’ derdim. ‘Neden onları tatlı sözlerle kandırmıyorsun ve güzelce konuşmuyorsun? Buna güven, Tom, gösterilen az bir insanlık senin itip kakmandan çok daha fazla iş görür ve daha fazla kazandırır.’ derdim. ‘Buna güven.’ Fakat Tom bir türlü bunu anlamadı ve benimkilerden bir sürü bozdu ki onunla ayrılmak zorunda kaldım, aslında iyi kalpli bir adamdı ve işlerim dürüstlükle iyi gidiyor.”

“Yani işleri yönetme biçiminizi Tom’unkinden daha mı iyi buluyorsunuz?” dedi Bay Shelby.

“Nedense böyle diyebilirim, evet, efendim. Görüyorsunuz, küçüklerin satılması gibi işlerde hoşa gitmeyen şeyleri elimden geldiğince dikkatle ele alırım, kızları göz önünden çekerim. Bilirsiniz, gözden ırak, gönülden de ıraktır ve işler tertemiz bitince, elden bir şey gelmeyince doğal olarak buna alışırlar. Bilirsin, bunlar çocuklarla karılarını ve diğer şeyleri korumaları beklenen beyaz insanlar değiller ki. Bilirsiniz ki zenciler uygun şekilde ele alınınca, hiçbir beklentileri kalmaz; böyle işler daha kolay hâle gelir.”

“Korkarım benimkiler düzgünce yetiştirilmemiş o zaman.” dedi Bay Shelby.

“Zannederim öyle; siz Kentucky insanları zencilerinizi şımartıyorsunuz. Onlara iyi davranmak istersiniz ama gerçek iyilik bu değildir aslında. Şimdi bir zenci, gördüğünüz gibi, dünyanın dört bir yanında itilip kakıldıktan sonra Tom, Dick ya da Tanrı bilir kime satılmışsa beklentilerine nezaket göstermek iyilik değildir, zira itilip kakılmak ona daha zor gelir. Şimdi cesaret edip söyleyeyim, tarlada çalışan zencileriniz şarkı söyleyip neşeyle bağırırlarken sizin zenciler kesilmiş ağaç gibi orta yerde kalakalır. Bildiğiniz gibi Bay Shelby, her insan kendi aklını beğenir ve düşünceme göre ben zencilere onlara layık olduğu gibi davranıyorum.”

Huysuz doğasının anlaşılabilir olduğunu gösteren hafif bir omuz silkişiyle, “Tatmin olmak iyi bir şey.” dedi Bay Shelby.

“Eh.” dedi Haley, her birinin kendi durumunu değerlendirdiği bir sessizlikten sonra. “Ne diyorsunuz?”

“Meseleyi düşüneceğim ve karımla konuşacağım.” dedi Bay Shelby. “Bu arada, Haley, dediğiniz gibi meselenin sessiz bir şekilde halledilmesini istiyorsanız işleriniz bu çevrede duyulmasa iyi olur. Erkekler arasında yayılır ve diğerlerinin de duyması ile birlikte bu iş sessiz olarak kalmaktan çıkar.”

“Ah! Elbette, her şekilde öyle. Ama bakın ne diyeceğim. Oldukça acelem var ve neye güveneceğimi en kısa zamanda bilmek istiyorum.” dedi, ayağa kalkıp paltosunu giyerken.

“Eh, bu akşam altı ya da yedi arasında arayıp cevabımı öğrenin.” dedi Bay Shelby, tüccar eğilip daireden çıkıp gitti.

“Şu adamı merdivenlerden itmeyi isterdim.” dedi kendi kendine, kapı biraz kapanınca. “Arsız kendine güveniyle bana karşı üstünlüğü olduğunu biliyor. Eğer biri bana Tom’u rezil tüccarlardan birine satacağımı söylemiş olsa, derdim ki ‘Bu hizmetkâr bir köpek mi bunu ona yapayım?’ Şimdi zamanı geldi zira göreceğiz. Ve Eliza’nın çocuğu da! Biliyorum ki karımla başım ağrıyacak ve Tom’la ilgili olarak da tabii. Bu kadar borç içinde olmasaydım, aman Tanrı’m! Adam üstünlüğünü görüyor, ona göre bastırıyor.”

Belki de kölelik sisteminin en hafif şekli Kentucky eyaletinde görülüyordu. Hâkim olan genel tarımsal faaliyetler sessiz ve yavaştı. Daha güney eyaletlerdeki işler gibi acele ve baskı gerektiren periyodik sezonlar gerekmiyordu. Bu da zencilerin işlerini daha sağlıklı ve mantıklı hâle getiriyordu. Bu sırada efendisi daha yavaş verim elde etmekten mutlu, yardıma muhtaç ve korunmasızın çıkarlarından üstün olmayan dengeyle hızlı kazanç söz konusu olduğunda kırılgan insan doğasına hep üstün gelen katı yürekliliğe meydan vermiyordu.

Buradaki konakları kim ziyaret etse bazı efendilerin ve hanımefendilerin iyi niyetli şımartmalarına ve bazı kölelerin sevecen bağlılıklarına tanık olsa masal gibi gelen ataerkil kurumun şiirsel efsanelerini düşler hâle gelebilir ama bu sahnenin üzerine, uğursuz bir gölge tünemiştir; yasanın gölgesi. Yasa, atan kalpleri ve var olan duygularıyla bu insanları efendisine ait şeyler olarak gördüğü sürece, -bir başarısızlık ya da şanssızlık, düşüncesizlik veya cesur efendinin ölümü- onların bir günde hayatlarının koruma ve şımartılmadan umutsuz ızdırap ve meşakkate dönüşmesine sebep olabilir. En iyi düzenlenen kölelik yönetiminde bile böyle bir şeyi güzel ya da çekici yapmak imkânsızdır.

Bay Shelby orta hâlli bir adamdı, iyi huylu ve nazik, çevresindekilere kolaylıkla hoşgörü göstermeye hazırdı ve konağındaki zencilerin fiziki rahatını bozabilecek bir şey olmamıştı. Ancak oldukça çok spekülasyon yapmıştı, bu işe kendini vermişti ve büyük miktarda banknotu Haley’nin eline düşmüştü; bu küçük bilgi önceki konuşmanın anahtarıdır.

Şimdi öyle oldu ki kapıya yaklaşınca Eliza tüccarın efendisine, birisi için teklifler yaptığını bilecek kadar konuşmayı duydu.

Dışarı çıktıktan sonra, dinlemek için memnuniyetle kapıda dururdu ama hanımı o sırada çağırınca aceleyle uzaklaşması gerekmişti.

Hâlâ tüccarı oğlu için teklif yaparken duyduğunu düşündü. Yanlış anlamış olabilir miydi? Yüreği kabardı ve hızla çarptı, elinde olmadan oğlunu öyle sıktı ki küçük çocuk yüzüne şaşkınlıkla bakakaldı.

“Eliza, kız, neyin var bugün?” dedi hanımı, su ibriğiyle sehpayı devirip sonunda hanımının dolaptan getirmesini istediği ipek giysi yerine uzun geceliği dalgın dalgın uzatınca.

Eliza başladı. “Ah, hanımım!” dedi, gözlerini kaldırarak; sonra gözyaşlarına boğuldu, bir sandalyeye oturarak hıçkırarak ağlamaya başladı.

“Neden canın sıkılıyor, Eliza çocuğum?” dedi hanımı.

“Ah! Hanımım, hanımım.” dedi Eliza. “Salonda efendimle bir tüccar konuşuyordu! Onu duydum.”

“Eh, şaşkın çocuk, öyle olsa ne olur?”

“Ah, hanımım, sizce efendim Harry’mi satar mı?” Ve zavallı mahluk kendini sandalyeye atıp katılarak ağlıyordu.

“Satmak mı? Hayır, aptal kızım! Bilirsin ki efendin hiçbir zaman o Güneyli tüccarlarla alakadar olmaz ve iyi davrandıkları sürece hiçbir hizmetkârını satmayı düşünmez. Neden, aptal çocuk, senin Harry’ni almak istesin ki? Seninki gibi bütün dünyanın onun üzerine mi kurulu olduğunu düşünüyorsun, sersem tavuk? Hadi gel, neşelen ve elbisemi ilikle. Sonra da geçen gün öğrendiğin gibi saçlarımı tepemde toplayıp o güzel örgüyü yap ve artık kapıları dinleyip durma.”

“Eh ama hanımım, siz hiçbir zaman izin vermezsiniz, değil mi?”

“Saçmalama, çocuğum! Emin ol, vermem. Neden bunu konuşuyoruz ki? Kendi çocuklarımı da satsaydım bari. Ama Eliza, gerçekten o küçük çocukla ilgili çok fazla böbürleniyorsun. Biri kapıdan burnunu uzatamıyor, onu satın almak için geldi sanıyorsun.”

Hanımının güvenli ses tonundan rahatlayan Eliza ustalıkla tuvaletini bitirdi, bu esnada kendi korkularına güldü.

Bayan Shelby hem entelektüel olarak hem de ahlak açısından yüksek sınıftan bir kadındı. Kentuckyli kadınların özelliği olarak görülebilecek doğal asalet ve cömertliğe, yüksek ahlak, dinî duyarlılık ve prensipler eklemişti, pratik sonuçlar sağlayan bol enerjisi ve kabiliyeti ile de tatbik ediyordu. Pek de dindar biri olmayan kocası ise yine de onun tutarlılığına saygı duymuştu ve belki de fikirlerine karşı korkuyla huşu karışımı bir yerde duruyordu. Şu bir gerçek ki ona hizmetkârların rahatı, eğitimi ve gelişiminde yüce gayretleri için geniş imkânlar vermişti ama kendi karar mekanizmasında yer almamıştı. Aslında, azizlerin aşırı iyiliklerinin etkisi prensibine tam olarak inanmasa da karısının ikisi için de yetecek kadar dindarlık ve hayırseverlik sahibi olması gerçekten bir şekilde hoşuna gitmişti. Hiçbir şekilde özenmediği karısındaki iyi özelliklerin bolluğu ile cennete girme konusunda puslu beklentilerle memnundu.

Tüccarla konuştuktan sonra düşüncelerindeki en ağır yük, niyet edilen anlaşmayı karısına söyleme gerekliliğiydi. Karşılaşmak zorunda kalacağı ısrarlar ve karşı koymalarla yüzyüze gelmek.

Kocasının utandıran durumundan tamamen habersiz olan ve sadece ruh durumunun inceliğini bilen Bayan Shelby Eliza’nın şüpheleriyle karşılaştığında tam olarak inanmazlığında oldukça samimiydi. Aslında meseleyi ikinci kez düşünmeden tamamen aklından çıkardı ve akşam ziyareti hazırlıklarıyla meşgul hâlde bunlar düşüncelerinden uzaklaştı.

1.İngilizce Grameri (1795), Lindley Murray (1745-1826), zamanının en güvenilir Amerikalı gramercisi. (y.n.)
Yosh cheklamasi:
0+
Litresda chiqarilgan sana:
09 avgust 2023
Hajm:
4 Sahifa 7 illyustratsiayalar
ISBN:
978-625-99852-0-6
Matbaachilar:
Mualliflik huquqi egasi:
Elips Kitap

Ushbu kitob bilan o'qiladi