Kitobni o'qish: «Turan İyilikten Yanadır»
SÖZ BAŞI
Her şey hayal etmekle başlar. 1987 yılı. Giresun, Akçalı Ortaokulunun öğretmenler odası. Ülküdaşım Hasan’a duvarda asılı duran dünya haritasında Sibirya’yı göstererk: “Hasan bu Türk illeri şimdi esir, zaman gelecek buralar özgürlüğüne kavuşacak, Türk devletleri bir olacak, Turan kurulacak. Bizler de karşılıklı birbirimizi görmeye gideceğiz” diye hayallerimi anlatıyorum. Türk doğmuşuz, Türk milliyetçisi olmuşuz. Her Türk milliyetçisi gibi bizim de hayalimiz esir Türklerin esaretten kurtulması, sonra birlik olması, Turan’ı kurması üzerine.
Daha ortaokul yılları. İngilizce öğretmenimiz Ejder Dilci. Bir gün derste ağlayarak anlatıyor: “Çocuklar Kırımlı Mustafa Cemiloğlu’nu şehit etmişler.” diyor. Hocamızın üzüntüsüyle biz de üzülüyoruz. Yüreği kendinden büyük Cemiloğlu şehit oldu diye Türk Mavisi basılan Türk Kültürü dergisinin bir sayısı siyah kapakla çıkmıştı. Neyse ki haber doğru değilmiş. Büyük yürekli Cemiloğlu güzel Kırım’ın nispeten özgürlüğüne kavuşmasını da gördü yeniden tutsak edilmesinin acısını bir kez daha yaşadı ve hâlâ ayakta. Kırım tam özgür oluncaya kadar yaşasın!
Hayal kuruyorduk, bir umuttu, ulaşılması çok zor bir ümitti. Şimdi dönüp baktığımda hiç de zor değilmiş meğer. Hasan’a hayallerimi anlattığım o yerlere gitmem sadece 6 yıl sonra gerçek oldu. 1993 yılının Kasım ayında Güney Sibirya’daki Tuva’nın başkenti Kızıl’a giden uçağın içindeydim. Gittim, onlarla hayatlarını yaşadım, dillerini tattım, GULAK hikâyeleri dinledim, eksi 55 derecede Sibirya’da nasıl yaşandığını öğrendim. Türkiye’de Müslümanlık adına yaşayıp yaşattığımız pek çok şeyin bin yıllar öncesinin Gök Tanrı inancından süzüp getirdiğimiz kültür değerlerimizin dine dönüşmüş hâli olduğunu anladım. Dünyam genişledi, zenginleşti. Sonraki yıllarda da Türk Dünyasının pek çok yerini gördüm, yıllarca hayallerimi gerçekleştirdim, Turan ellerinde yıllarca yaşadım. Ne zor şartlardan geçtiklerini gördüm, kültürümüzde farklılıklardan çok benzerliklerimizin olduğunu anladım. Türk’ün en ele alınmaz yanının kardeş düşmanlığı olduğunu, kardeşle düşman olmak için düşmanla dost olunduğunu yaşayarak öğrendim.
Kendimi bildim bileli Türk Milliyetçisiyim. Türk Milliyetçiliği Türk’ü sevmektir ve onun birliği, dirliği, güçlü olması için çalışmaktır. Türk’ü sevmemiz başka milletlere düşman olmamızı gerektirmez. Elbette bize düşmanlık edenin, ocağımızı söndürenin düşmanlığını aklımızda tutmalıyız fakat Türk olmayanı “bizden değil” diye hor görmeyiz. Bizim, Tanrının verdiği üstünlüklerimiz bizim gibi olmayanı yok etmek için değil; bizden olmayanı da mutlu, tok yaşatmak için verilmiş özel üstünlüklerimizdir. Tanrı Türkü dünyaya nizam versin diye, insanlık içinde adalet dağıtsın diye il tutma yeteneğiyle yaratmıştır. Tarihin geçmiş sayfaları bunun böyle olduğunu söylüyor, bundan sonrası da böyle olacak…
Turan hayalimin gerçekleşme sürecinin epeyce bir bölümünü, bir insan ömrünün kısacık süresinde, yaşayarak gördüm. Bu hayalin tam gerçekleşmesi için neler gerekli, eksiğimiz fazlamız nedir? Hangi değerlerimiz insanlığa güzellikler getirir? Bütün bunları 50 yıllık Türk Milliyetçiliği, 30 yıllık Türk Dünyası hizmetkârlığı tecrübelerimle deneme tarzında yazdım. İçinde bulunduğumuz sıkıntılı günler Turan için bir fırsat olabilir. Dünyanın vahşi kapitalizm yönetimlerinin, faşist diktatörlüklerin, irticai insanlık dışı uygulamaların bir işe yaramadığı, insanlığın ve dünyamızın geleceğini yok ettiği ortaya çıktı. Yeni arayışların ilacı Türk birliğidir, Turan’dır. İnsanı seven, iyiliği esas alan, dünyaya saygı duyan bir düşünce, birlik dirlik düşüncesi Turan.
Turan Gelecektir, Gelecek Turandır.
TURAN TARİHİ
Türklerin tarihi en az on bin yıllıktır. Akrabalık bağlarının olduğuna dair kuvvetli deliller bulunan Amerikan yerlileri ile bu akrabalıkları kesinleşirse on bin yıldan daha öncesine gitmemiz gerekir. Sümerce ile Türkçe arasında ilişki bulunduğu kesindir. Sümerler MÖ 4 binli yıllarda Mezopotamya’da uygarlık kurdular. Yazıyı icat ettiler. Bu demek oluyor ki 6 bin yıl önce Türkler kesin olarak, bugünkü Türkçe dediğimiz dili kullanan topluluk olarak yeryüzünde var idiler. Çeşitli kaynakların iddialarına göre Türklerin o zaman yaşadıkları bölge bugünkü Anadolu’nun Doğusu ile Merkezi Asya’nın Batısında bir yer idi. MÖ 8. yüzyıldan itibaren Asya’dan Avrupa’ya uzanan ve arkalarında pek çok sanat eseri bırakan İskitler çoğu tarihçiye göre bugünkü Türklerin ataları idi. Varlıkları MS 3. asra kadar devam etti. Kazakistan’da bulunan Altın Elbiseli Adam, Tuva’da bulunan Arjan Kurganı’ndaki çok kıymetli altın hazineler İskitlerin, yani uzak atalarımızın sanatta, maden işlemeciliği alanında çok ileri olduğunu gösteriyor. MÖ 1200 yılından Milat yıllarına kadar Asya’da Hun atalarımızın hâkimiyeti vardır. MS 4-5. yüzyıllarda Batı Hun atalarımız Avrupa’ya hâkimdi. 4. yüzyılda Asya’ya hâkim olan Toba (Tabgaç) devletinin hâkim unsurları Türkler idiler. Sonra Göktürkler, sonra Uygurlar, sonra Kırgızlar, Moğollar, Gazneliler, Babürlüler, Çağatay Hanlığı…
Batıda Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Ak Koyunlular, Kara Koyunlular, Karamanoğulları, Onlarca Türk Beyliği, Memlükler ve Osmanlı İmparatorluğu.
20. Asra gelinceye kadar neredeyse bütün tarih boyunca yeryüzünün en hâkim güçlerinden biri Türklerin kurduğu devletlerdi.
20. Asır biz Türkler için tarihin en kara yüzyılı olmuştur. En çok acı çektiğimiz, en çok esir kaldığımız asırdır. Bu asırda Türklerin bütünüyle esarete düşmesini önleyen Türkiye Cumhuriyetinin varlığıdır.
Turan’ın bundan sonraki tarihi ne olacak? Turan’ın tarihi Türk’ün tarihidir. Türk, sadece Türk ırkından olanları değil onun kültürü etkisinde asırlarca yaşamış coğrafyayı da Turan olarak algılar. Bu sınırın bir ucu Çin Seddi’dir diğer ucu Viyana ve Roma’dır. Bilinen Türk tarihinin zirvesi 15-16. yüzyıldır. Bu asırda Türkler Doğu’da ve Batı’da dünyaya hâkim olan yeğâne güçtür. Bu iki sınır arasındaki mesafe günümüzden bakınca hayal gibi gelebilir (Turan bugün zaten bir hayaldir ve gerçekçi bir hayaldir) fakat hayal olmadığı tarihte gerçekleşerek görülmüştür. MÖ 3. asırda, MS. 4-5. asırda, 7-8. asırda, 15-16. asırda olan 21. asırda neden olmasın? Biz orta yaşını geçmiş faniler bile bağımsız ve yarı bağımsız çekirdek Turan coğrafyasının birleştiğini görmeyi umarız. Kardeşlerimizin çoğunun hayal ettiğimiz esaret prangalarından kurtulmalarını şükürler olsun yaşadık. Dostluk bileklerinin birleşerek dünya gücü olma yolunda adımların atıldığını görüyoruz. Hem biz görmesek oğullarımız, kızlarımız, torunlarımız, torunlarımızın çocukları o günleri mutlaka görecek. Bu inançla Turan kardeşliği için çalışmak ne kutsal bir iştir. Ne kadar kutsal bir emek veriştir. Bunun gerçekleşmesi son derece kolay olacak, birbirimizi kardeş göreceğiz, iyi insanlar olacağız ve çok çalışacağız. Turan iyilikten yanadır. İyiliği görünce gelir.
TURAN DİLİ
“Bugünden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”
Karaman Oğlu Mehmet Bey
Turan’ın dili Türkçedir. Türkçe dünyanın en eski dillerinden biridir. Osman Nedim Tuna’nın söyleyişi ile “kelimeleri yazılı kayıtlarda bulunan dünyanın yaşayan en eski dili Türkçedir.” Türkçenin bilinen kökleri 10 bin yıl öncesine dayanır. Milattan öncesine ait yazılı metinleri vardır. 8. asırda yazı dili Türkçe ile felsefe yapılırken dünyanın günümüzdeki pek çok popüler dili henüz yazı dile bile olmamıştı. Türkçe başlangıçtan 12. yüzyıla kadar bütün Turan dünyasının ortak dilidir. Bugün Moğolistan sınırları içinde bulunan Köktürk Bengü Taşlarındaki yazı, Divanu Lügati’t-Türk, Kutadgu Bilig Turan coğrafyasındaki herkesin ortak eseridir. Bu ortaklık bütün Türk boyları tarafından kabul edilir. 12. yüzyıldan itibaren Anadolu’da Oğuzların konuşma dilinden yeni bir yazı dili ortaya çıkmıştır. Zamanla bu yazı diline de özellikle Divan edebiyatı dediğimiz yazılı edebiyat türünde Arapça-Farsça sözler çokça girmiştir. Oysa bugün annemizden emdiğimiz süt kadar taze ve leziz Yunus Emre Türkçesinin tarihi yedi yüz yıl önceye gider. 15-16. asırlarda en güzel eserlerini veren Doğu (Çağatay) ve Batı (Osmanlı) edebî dilinin adı, yazarlarının söyleyişi “Türk dili”, “Türkçe” idi.
Bir ucu Çin Seddi’nde diğer ucu Viyana kapılarında, kuzeyi Kuzey kutbunda Güneyi Hint Denizinde olan bir dilin elbette söyleyişte, yazılışta küçük farklılıkları olacaktır. Üç kıtada, dünyanın yarısını kaplayan bir alanda, farklı coğrafyalarda, farklı medeniyetlerle karşılaşınca birbirinden farklı söyleyişlerinin ortaya çıkmasından tabii ne olabilir?
Tûran’ın bir ili var/Ve yalnız bir dili var./Başka dil var diyenin,/Başka bir emeli var.
Türklüğün vicdânı bir /Dîni bir, vatanı bir/Fakat hepsi ayrılır/Olmazsa lisânı bir. (Ziya Gökalp)
Ziya Gökalp’in lisan şiirinde dile getirdiği bu hakikati, Türk Dünyasını bölüp parçalayarak devletçikler hâline getirip yutan komünistler de emperyalistler de biliyorlardı. “Size beylik veriyoruz, devlet kuruyoruz” diyerek kolayca kandırdılar bütün boylarımızı. 1930’lu yıllarda her Türk lehçesinden ayrı yazı dilleri yaratıldı. Önce Latin alfabesiyle yazacaksınız diye kandırıldılar, milli duygularını yazanları asıp kurşunladılar, on yıl geçmeden hepsi Kiril alfabesine döndürüldüler. Her birinin alfabesinde üç-beş farklı işaret koyup “sizin diliniz farklı” dediler.
Oysa daha asrın başında Gaspıralı İsmail Beg, “Dilde, fikirde, işte birlik” düsturuyla çıkardığı Tercüman gazetesiyle bütün Turan illerine ulaşıyordu, anlaşılıyordu. 20. asrın başında Türklerin talihi yaver gitseydi, tek bir kişi (Gaspıralı) tek bir gazeteyle Dilde Turan fikrini gerçekleştirmiş olacaktı. Dilde birlik olunca gerisi çok kolay gelirdi…
Bütün ayrıştırma çabalarına rağmen bugün de Turan dünyasında konuşulan, yazılan Türk lehçeleri, kadim Türk dilinin, ortak ulu çınarın kollarıdır. Ulu çınar kolundan armut dalı yetişmez. Çınarın kolu çınar olur. Türkçenin kolları da Türkçedir. Onlara boy adları ile hitap ediyor olmamız başka bir dil, başka bir dünya oldukları anlamına gelmemektedir. Bugünkü yazı dillerinin altını birazcık kazdığımızda ortak binlerce deyim, atasözü, söyleyiş biçimleri şaşkınlıkla görülmektedir. Bu konuda Türk dünyasında çok çalışan bilim adamlarından biri olarak en çok ortaklıklarımızın dillerimizde, dillerimizin derinliklerinde olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Bin tane atasözü alsanız en az dokuz yüzü bütün Türk dünyasında ortak çıkacaktır. Turan Birliği kardeş olup kaynaştıkça binlerce yıllık tarihi olan bu zenginlikleri yeniden keşfetmenin keyfini yaşayacaktır.
Türkçenin zayıf noktaları Türk boylarının konuştuğu ve yazdığı lehçelerin birbirlerinden yapacağı alıntılarla zenginleştirilir. Turan tarihten günümüze konuşulan ve yazılan bütün Türk lehçe ve ağızları bir bütün olarak alır. Bu bütünlüğün ve zenginliğin ortaya çıkarılması, kullanılması ve geleceğe aktarılması için çaba sarf eder. Çünkü kültür zenginliklerinin tamamına yakınının ifade aracı dildir. Dil millî varlığın bütün unsurlarını geçmişten geleceğe taşıyan araçtır. Turan ülkesinde bu araç etkin bir şekilde kullanılmak için ortak irade gösterilir ve bilimlik çalışmalar yapılır. Şimdilik bütün Turan boylarında Türk hançeresindeki bütün sesleri karşılayan 34 harfli Latin alfabesi esas alınır. Uzak hedefte Türklerin millî yazısı Köktürk alfabesine geçme çalışmaları yapılır. Bütün Türk boyları birbirlerini daha iyi anlamak için Türkçenin bütün dil zenginliklerini içine alan bir Türkçe bankası oluşturulur. Bu bankanın zenginliğinden mümkün olduğunca çok nüfusun faydalanması sağlanır.
Bütün Türk lehçeleri karıştırılarak ortak bir suni dil yaratılamaz. Lehçeler birbirlerinde bulunmayan, unutulmuş kelimeleri almalıdır. Atatük’ün Türkçe ile ilgili koyduğu hedeflerden biri de budur. Dille ilgili gelişmeler liderlerin ortaya koyacağı politik tavırlarla daha çok ilgilidir. Turan Birliğinin aksakalları, Ulu Keneş zaman içerisindeki gelişmeye göre bu konuda tavır geliştirecektir. Dince, ırkça, kültürce hiç bağları bulunmayan “Rusça”da birleşebilen Turan Birliği üyeleri alfabe birliğinde epeyce yol almış bulunmaktadır, ortak Türkçede de buluşacaktır. Ortak dilin gelişimi konusunda su akacak yatağını bulacaktır.
**
İyilikten yana olan Turan ülkesinde ortak Türkçede buluşmanın önündeki engeller nelerdir? Özellikle Sovyetler Birliği içinde kalan coğrafyada en az yüz yıldır, bazı bölgelerde 3-4 asırdır boyların kendi dilleri yok edilmiş yerlerine ortak dil olarak Rusça konulmuştur. Bir asırlık yoğun bir çabayla ortak dil hâline getirilen Rusçanın sökülüp yerine Türkçenin konulması hiç de kolay görünmüyor. Bunun için her boyun kendi özüne, kendi diline dönmesi gerekiyor. Almatı sokaklarında herkes Kazakça, Bişkek sokaklarında herkes Kırgızca konuştuğu zaman bu Türk boyları kendi özlerine dönmüş olacaktır. Bağımsızlık kazanıldığından bu yana 30 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen ilerleme istenilen düzeyde değildir. Kendi özlerine dönmek özellikle bu kardeş boyların kendi kendileriyle, kendi ana dillerinde anlaşmaları sağlanmış olacaktır. Kazakça-Kırgızca birbirine, Özbekçe-Uygurca, Tatarca-Başkurtça, Türkiye Türkçesi-Azerbaycan Türkçesi birbirlerine çok yakındır. Öncelikle birbirlerine çok yakın bu Türk lehçelerinin konuşurlarının birbirleriyle kendi dillerinde anlaşmaları teşvik edilmelidir. Turan’ın iyiliği her boyun kendi kültürünü özgürce yaşayıp yaşatması anlamına gelir. Emperyalist güçlerin toplumların milli kültürlerini yok ederek yerine kendi dil ve kültürlerini ikame etme politikasına karşılık Turan, kendi değerlerinizi yaşayacağınız ve yaşatacağınız bir birliktir. Bu değerler çok büyük oranda ortaktır. Turan illerinin vatandaşları birbirlerinin kültürlerini ortak değerler olarak görüp öğrenmeye, kendini zenginleştirmeye çalışır. Ben Tuva’ya gidince Tuvaca, Kırgızistan’a gidince Kırgızca öğrendim. Bir Rus öğretmen ancak kendi dilini öğretmek için gidiyordu oralara. Nitekim bütün Turan coğrafyasında Rusça bu şekilde ortak dil olmuştur. Oysa Turan Birliğinde birimizin zenginliği hepimizin zenginliği kabul edilecek, öğrenme, kültür zenginliğini paylaşma karşılıklı olacaktır. Türkiye Türkleri “tapmak” kelimesinin bulmak, “tartmak” kelimesinin çekmek, “ötmek” kelimesinin geçmek anlamına geldiğini hemen öğrenmelidir. Çünkü Doğu Türkçesinde bu kelimeler ortak ve yaygındır. Aynı şekilde tarihten gelen mirasımızdır.
Bir Türkiye Türkünün Kazak kardeşine “Sen Türksün, senin dilin Türkçedir.” deme hakkı yoktur. Bu Kazak için onun varlığını inkâr ettiğiniz anlamına gelir. Bu hemen bütün Türk boyları için geçerlidir. Böyle söylerseniz ancak kavga edersiniz. Buna karşılık, “Kazakça da Eski Türkçenin bir koludur, Kazaklar ve Türkler kardeştir, aynı atanın çocuklarıyız.” demek anlaşmamızı sağlar. Turan illerinde amaç anlaşarak, gönül bağı kurarak birlikte mutlu ve güçlü olmaktır. Öyleyse kavga dilinden kaçıp iyilik, güzellik dilinde buluşmak gerekir. Bin yıllardır ayrı kalmış kardeşlerin dillerinde ayrılıktan doğan farklılaşmaları bahane ederek birbirlerini kardeş görmemelerinden daha garip ne olabilir. Kardeşlik hukukumuzu geliştirmek yoluyla derinlerde, özümüzde, genlerimizde olan ortaklıklarımızı yeniden keşfederiz. Birbirlerimizden öğreneceklerimiz unuttuğumuz kendi değerlerimizdir, kendi zenginliğimizdir, kendi renk çeşitliliğimizdir. 21. asır Türkün, Turan’ın asrı olacaktır, üçüncü bin yılda dünya nizamını “Turan Birliği, Turan Kardeşliği” sağlayacaktır. Bunu yapmak, insani şekilde yapmak, dünyayı yok etmeden yapmak bizim genlerimizde olan, bize verilmiş bir yetenektir. Başkalarının dünyayı yok etmek üzere olduğunu yaşayarak gördük, dünyanın Türk’ün ona nizam verme gücüne ihtiyacı var. Bunun bilincinde ve birlik içinde olmalıyız.
Prof. Dr. Ahmet Buran’dan Yazıya Yorum: 2003 yılı idi… Kırgızistan’da Bereke Pazarı’nda, benim çocukluğumda köyümüzde de yapılan “kurut” gördüm. Bu bizim kuruta benziyor ama acaba nedir ve adı nedir diye içimden geçirdim. Satıcıya yaklaşıp bu nedir dedim, gayet doğal bir şekilde “KURUT” dedi. Şaşırdım. Doğrusu beklemiyordum. Türkiye’de bile çok kişi kurutu tanımaz, adını bilmez! Başka bir gün de, yine Türkiye’de çok kişinin tanımadığı ve adını bilmediği bir bitki var. Baharda, Elazığ’ın Palu ilçesi tarafları ile Tunceli dağlarında yetişir. Ekşimsi tadı olan, kabuğu soyularak yenen bir bitkidir. Elazığ ve çevresinde bu bitkiye “ışkın” denir. Yol kenarında bir kadının bizim ışkın dediğimiz otu sattığını gördüm. Gittim bir miktar alayım dedim. Satıcı istediğim miktarı verirken bunun adı nedir, dedim. Cevap beni kuruttan daha çok şaşırtmıştı. Adı IŞKIN dedi… Ben bu adın sadece Elazığ çevresinde bilinip kullanılan bir mahalli kelime olduğunu sanırken Kırgızistan’da bir sesi bile farklı olmadan karşıma çıkmıştı.
2008 yılında Aytmatov ile ilgili bir program vesilesiyle Kırgızistan’da bulunuyorduk. Burana’daki müzede de Toguz korgol tahtası ve oyunu hakkında müze görevlisi hanımdan bilgi alırken, Esat Kabaklı bunun benzeri bir oyun var biz Harput’ta çocukken oynardık. Beş taş derdik dedi. Kadın, bizde de var o ve biz de ” BEŞ TAŞ” diyoruz, dedi. Bir de oyunu tarif etti, tamamen bizim oynadığımız oyun ile aynı idi. Esat Kabaklı şaşkınlık içinde yahu adı aynı ama oynama biçimi hatta oyunun son bölümünde elini yere koyup taşları tek tek parmaklarının arasındaki boşluktan geçirirken parmaklarının aldığı şekle bakarak, parmaklarının şekli bile aynı dedi. İşte, dil bizi böyle birleştiriyor. İşte onun için çok farklı olduğu ve hatta ayrı bir dil olduğu söylenen Kırgız Türkçesi ile benim köyümün, yöremin Türkçesinin ne kadar yakın olduğunu gösteren örnekler. Kültür, folklor, gelenekler ve dil, sayısız örnek verilebilir. Dolayısıyla;
Turan’ın bir ili var
Ve yalnız bir dili var
Başka dil var diyenin
Başka bir emeli var!
TURAN’IN DOSTU DÜŞMANI
Turan’ın en büyük düşmanı Türk boylarının birbirleriyle olan hüsumetleri, çatışmalarıdır. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Boyların her birinin ayrı ayrı devlet kurma, dünya gücü olma hevesi, kardeşlerin birlikten güç doğar felsefesini unutarak birbirleriyle mücadelesi onların düşman milletlere esir düşmelerine sebep olmuştur, olmaktadır. Esir düşülen bu düşman beş yüz yıl öncesine kadar sadece Çin idi. Son beş yüz yıldır Çin ve Rusya’dır. Türkleri ve Türk yurtlarını esir alan başka millet yoktur. Hükmettiğimiz diğer Turan yurtlarını kendi gücümüzün azalmasıyla, iç karışıklıklarımızla, kardeşin kardeşe olan düşmanlığıyla, kırıp yok etmesiyle kaybettik. Bundan sonra da Turan’ın en büyük düşmanı kardeş kavgası olacaktır. Turan hedefinin en çetin yolu, en zor yanı kardeşler arasında barışın, nizamın, birlikten güç doğar felsefesinin gerçekleştirilmesidir. Bunun iki yolu olabilir. Birincisi özellikle Türkiye’den çok güçlü bir liderin çıkması ve Turan ülküsüne baş koymasıdır. 20. asırda Türkler iki büyük lider çıkardı. Atatürk, Batı’dan atılmak istenen Türklüğü küllerinden alevlendirerek ancak Anadolu’yu kurtarabildi. Nazarbayev, esaretten kurtulan ülkesini iyi yöneterek yurttaşlarına Tarih-Kazaklık-Türklük-Turan fikrini aşılayabildi. İkisinin ortak yanı kurucu lider oluşlarıydı. 21. yüzyılda Turan fikrini hayata geçirecek yeni bir lider çıkar mı? Neden olmasın. Çok sık olmamakla birlikte ihtiyaç halinde lider çıkarabiliyoruz. Turan için ikinci bir yol ise zaman içerisinde Turan devletlerinin gelişen ilişkileri ile birlikte kurulacak “Turan Birliği Keneşi”, “Turan Meclisi” gibi herkesin ortak iradesine inandığı bir kurum aracılığı ile ilişkilerin yoğunlaştırılmasıdır. Ticari ilişkilerin çok gelişmesi diğer ilişkilerin de yoğunlaşmasını tetikleyecektir. Böyle bir birlik, aralarında sıkıntı olan boyların sıkıntılarını gidermek için başka boy ve devletlerin de çözüme katkı sunmasıyla Turan’ı güçlendirebilir.
Turan Birliği, kendisini yok etmek isteyen, birliği bozmak isteyen her dış devleti düşman kabul eder. Birliğin yanında yer alanlar, iyi ilişkiler kuranlar dosttur.
Türkler son üç bin yılın iki bin yılında Çin ile kurdukları ilişkilerde, özellikle Çin içlerine girdiklerinde, kimliklerini kaybedip asimile olmuşlardır. Buna karşılık tarihte Türklerin asimile ettiği herhangi bir millet yoktur. Bu yüzden dünyayı biz idare etmeliyiz. Türkler Müslüman olana kadar, Çin nüfusunun yoğun olduğu bölgelere giren Türkler kimliklerini kaybedip yok oluyorlardı. Müslüman olduktan sonra Çinlileşme, asimile olma bitmiştir. Son üç asırda Çin doğal sınırlarından taşarak Türkistan’ın bir bölümünü işgal etmiştir. 1949 yılından beri Turan’ın yaklaşık beşte birini oluşturan Doğu Türkistan Çin’in işgali altındadır. Turan’ın ilk siyasi hedefi Doğu Türkistan’ın Çin’in esareti altından kurtarılmasıdır. Çin, 1949’dan sonra Doğu Türkistan’ı işgal etmekle kalmamış, o bölgeyi Türk yurdu olmaktan çıkarmak için yoğun demografik (nüfus göçü) hareketlerde de bulunmuştur. Bununla da yetinmeyip son on yılda Uygurları toplama kamplarındaki faşist uygulamalarla soykırıma tabii tutmaktadır. Aynı şekilde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan gibi diğer Turan devletlerine yoğun Çinli göçü devam etmektedir. Buradan amaç nüfus olarak Çin sınırlarının dışına taşarak Türkistan coğrafyasını işgal edip temelli yurt edinmektir. Turan için gelecekte olabilecek en büyük tehlike budur. Bu yüzden bütün Turan coğrafyası Çin’e karşı dikkatli olmalı, yalan sözüne yeşil dolarına kanmamalıdır. Kanarsanız yaklaştırır ve yok eder. Son zamanlarda değiştirdiği taktikle siz gitmeseniz de kendisi gelmekte yerinizde sizi yok etmektedir. Doğu Türkistan’da bunu yapıyor. Türk titreyip kendine gelmezse Ulu Türkistan’da aynısını yapacak.
16. yüzyıldan günümüze Turan coğrafyasının büyük çoğunluğu Rusya’nın işgali altında kalmıştır. Bu işgal Sovyetler Birliğinin çöküşüyle nispeten azalsa da günümüzde Türk coğrafyasının büyük çoğunluğu hâlâ Rusya Federasyonu içerisinde bulunmaktadır. Tarihî Turan kültür değerlerinin bulunduğu coğrafya Rusya idaresindedir. Turan’ın en eski köklerini barındıran Sibirya Turan toplulukları Rusya’nın işgali altındadır. Turan hedefinin tam anlamıyla gerçekleşmesi bütün Türk soylu ve Türk kültür değerlerini yaşatan millet ve topluluklarının birliğidir. Bu unsurlardan herhangi bir esaret altında ise Turan tam gerçekleşmiş sayılmaz. Rusya’nın nüfusunda görülen azalma, Turanlıların çoğalması 21. asırda bu yurtların asli sahiplerine dönüşünü kolaylaştıracaktır. Turan yurtları şu anda Rusya ile çatışmak yerine kendi kültürlerine, özlerine dönme çabalarını yoğunlaştırmalı, öncelikle kültür emperyalizminden kurtulmalıdır.
Günümüzde Ermeniler dünyanın her yerinde Türklere düşmanlık etseler de yüzyıllarca Türklerin idaresinde barış içinde yaşamışlar, “millet-i sadıka” olmuşlardır. Fransızların, İngilizlerin, Rusların kışkırtmasıyla Türk’e ihanet etmişler, katliamlar yapmışlar ve bunun karşılığı olarak acı çekmişlerdir. Günümüzde Hocalı’da soykırım yapıp Azerbaycan topraklarını işgal etmişlerdir. Gelecekte mutlu bir hayat sürmeleri bu işgallerden vazgeçip Türklerle iyi geçinmeleriyle mümkün olacaktır. Bu işgallerinden vazgeçip Turan coğrafyasına bağlılıklarını bildirmeleri Ermenilerin yeniden Türklerin idaresinde barış içinde inançlarını ve kültürlerini yaşamalarını sağlar. Dünya üzerinde, düşman olduğumuz şu anda bile en mutlu Ermeniler İstanbul’da yaşamaktadır, dışarıdakiler de yaşamak istemektedir.
300 milyonluk Turan coğrafyası 10 milyon nüfuslu Yunan-Rum milletini muhatap kabul etmez. Turan coğrafyasında Yunanlılar-Rumlar da barış içinde yaşarlar. Türk gölü Akdeniz’de Rumların da mutlu bir şekilde yaşayacakları zenginlikler vardır. Türklere düşmanlık beslemeleri ancak mutsuz olmalarına yol açar, Türk’e düşman olan abad olmaz.
15. asırda Engizisyondan Musevileri Türkler kurtarmıştır. 80 yıl önce Hitlerin soykırımından kaçan Museviler Türkiye’ye sığınmıştır. Tarih boyunca Musevilerin en azılı düşmanı Hristiyanlar olmuştur. Hristiyanlar Musevilere soykırım uygulamıştır. Biz Türkler hiçbir zaman Musevilerle düşman olmadık. Turan coğrafyasında yaşayan Museviler iyi vatandaş olmuşlar ve ülkelerine iyi hizmet etmişlerdir. Dünya üzerinde ciddi bir beyin güçleri olan Musevilerle düşman olmak bize de onlara da bir kazanç sağlamaz. Dostluğumuz karşılıklı çıkarlarımızın korunması açısından önemlidir. Kudüs’te her inançtan insanlar barış içinde, kardeşçe yaşamalıdır. Türkler, yeryüzündeki her zulme kartşı çıktığı gibi, İsraillilerin Filistinlilere uyguladıkları zulme de hoş görüyle bakamaz. Kudüs’te, Filistin’de hiç kimseye zulmedilmemelidir. Filistin topraklarını İngilizlerle bir olan Araplar bizimle savaşarak bizden almışlar, orada bir İsrail devletinin kurulmasına yol açmışlardır.
İran’la sınırlarımız asırlar öncesinde çizilmesine karşılık esasen bu sınırlar bir ırk sınırı değil daha çok “mezhep” sınırı olmuştur. İran, 1928 yılına kadar Türkler tarafından –Kaçar Hanedanlığı- yönetiliyordu. Amerika, İsrail’in güvenliği ve dünyanın bir numaralı gücü olduğunu göstermek için İran’a ambargolar uygulamakta, bizi ve bütün dünyayı da buna zorlamaktadır. Biz İran’da nüfusun yaklaşık yarısını oluşturan kardeşlerimizin daha özgür bir ortamda kendi kendilerini yönetme haklarını savunmalıyız. Gelecekte Amerika’nın Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirme planları olabileceğini aklımızda tutmalıyız. İran’da ortaya çıkabilecek şiddet olaylarını, iç karışıklıkları desteklememeliyiz. Bunun yerine İran devletinin Türkler tarafından yönetilmesini, Türklerin kültürel haklarını geliştirmelerini, dillerini korumalarını desteklemeliyiz. Gelecekte İran da, Büyük Turan Birliği’nin bir parçası olarak düşünülmelidir. İnanç, dil, kültür başta olmak üzere İran’la pek çok ortak yanımız vardır. Esasen Uzun Hasan’la Fatih, Şah İsmail ile Yavuz Sultan arasındaki mücadeleleri Türklerin dünyaya hükmetme yarışı, “en büyük lider benim” kavgası olarak görmek gerekir. Yani olanlar Turan’ın bir iç mücadelesidir.
En az bin yıldır aynı coğrafyada yaşayıp aynı inanç ve kültürü paylaştığımız Kürt kardeşlerimizle aramızı açmaya çalışıyorlar. Amaçları hem bizi meşgul etmek hem de kukla bir devletçik kurmaktır. Geçen 40 yıllık, yaşanan bunca acıya rağmen, bu kardeşliğin kolayca bozulamayacağını göstermiştir. Çünkü et ile tırnak kolay kolay ayrılamaz. Türkiye Cumhuriyeti Turan’ın motor gücü olmak istiyorsa dış güçlerin içerdeki veya yakın çevredeki oyunlarına karşı devlet ciddiyetiyle cevap vermeli, kendi varlığına kasteden unsurları bertaraf etmelidir. Son birkaç yılda bu yapılmaktadır. Yakın geçmişte görülün yalpalamalar, teröristlerle pazarlığa girmeler devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz. Seçim çıkarları için hiçbir zaman devletin varlığına kasteden unsurlarla açık ya da gizli işbirliğini yapılamaz. “İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.” Şimdiye kadar yapılan hatalar bunların olabileceğini göstermiştir. Bunu yapan olursa cezasını er ya da geç çeker. Vatanın bütünlüğünü koruyacak iradeye sahip olduğunu millet ve onun güvenlik güçleri binlerce şehit vererek göstermiştir. Türk ve Kürtlerin kardeşliği, devlet yurttaşlarının mal ve can güvenliğini tam olarak sağladığı, vatandaşını teröristlerin inisiyatifine bırakmadığı sürece zarar görmeyecektir. Esasen bunun için yasaların tam olarak uygulanması yeterli olacaktır.