Kitobni o'qish: «ZEPLIN TEYZE'NIN YILDIZLARI»
Yolculuğumuz; bir kaleydoskoptan dünyaya bakmak için değil, kaleydoskobun kendisi olmak için…
SİZ DE BİR FISLIK ÇALIN
Bir gün aylak aylak fıslık çalarken annem bir defter koydu önüme. “Islık çalmayı bırak da, şuna bak!” dedi. “Senin yaşındayken tutmaya çalıştığım günlük!”
Fıslığımı ağzıma tıkan eski püskü deftere bakakaldım. Sayfalarını karıştırdığımda, sararmış yaprakların arasından tek tük kurumuş papatyalar çıktı. Bir de ufacık bir karasinek!
“Ööö!” diye yüzümü buruşturup, “Bu sinek kurusu da ne?” dedim.
“Çocukluğumun arsız sineği!” diye bir çığlık attı annem. “Hayret, buraya kadar girmiş!”
Bir fiskeyle toz oldu sinek kurusu. Defteri karıştırmaya devam ettim. Kargacık burgacık yazılmış sayfaların kenarlarına ufacık resimler yapılmıştı. Annemin ressam olacağı daha o zamandan belliymiş.
Çizimlerle dolu defteri incelerken, “Yazıdan çok resmi sevdim!” dedi annem. “Ama sen yazmayı seviyorsun.” deyip başka bir defter daha koydu önüme. Minicik yıldızlarla süslü kapağına bakakaldım. Ortasında kocaman bir boşluk vardı. Parmağını oraya koyan annem, “Günlüğünün adını buraya yazmayı unutma!” dedi. Unutmadım.
ZEPLİN TEYZE’NİN YILDIZLARI yazdım o boşluğa.
Bu bir günlük değil, öyle olsaydı kimseye okutmazdım. Yaşadıklarımdan yola çıkarak bir roman yazmayı denedim, ama başımdan büyük işlere kalkışmışım… Roman yazmak ne zormuş! Bazı günler tek sözcük bile yazamadım. Öyle zamanlarda, bol bol fıslık çalıp düşündüm. Sihirli fıslığım çok işe yaradı. Meğerse, benim şaşkın ilham perilerim fıslık seviyormuş da haberim yokmuş.
Romanımı severseniz siz de bir fıslık çalın! Nerede olursam olayım sizi duyarım. Hem hiç belli olmaz, belki sizin de ilham perileriniz vardır. Bir bakmışsınız ki, hepsi başınıza üşüşmüş!
İMGE
TÜY SİKLET PUHPUH
Sözde bugün tatil yapacağız, ama nerdeee! Her cumartesi sabahı keyfimi kaçıran o çokbilmiş, birazdan gelir. Kimden mi söz ediyorum? Annemin öğrencisi Puhpuh’tan. Öyle gıcık bir çocuk ki… Sevimsizliği yetmezmiş gibi çok da nazlı. Resim dosyasını bile annesine taşıtıyor. Çenesi de acayip düşük! Eve girdiği an bir başlıyor, gidene kadar hiç susmuyor. “Puh, puuh, puuhh…” diye garip sesler çıkarmasına da ifrit oluyorum. Dedim ya, sinir bozucu bir çocuk! Ama ne yazık ki, annem ona bayılıyor. Bense kıskançlık yapıyormuşum. O daha küçücük bir çocukmuş (Sevsinler onu! Yedi yaşında bir çocuk ne kadar küçükse…).
Aslında annem öğretmen değil, ressam. Puhpuh’un annesi resim kursu diye tutturmuş. Ama oğlu mutlaka bir ressamdan ders almalıymış. Tanıdıkları da annemi önermişler. Annem de bayıla bayıla kabul etmez mi, ah ahh! İşte, böyle güme gitti cumartesi günlerimiz!
Puhpuh’la tanıştığımızdan beri annem onu dilinden düşürmüyor (Aman da pek tatlıymış, vallahi cin gibiymiş, ay çok da şekermiş! Miş, miş, miş…).
Annem yine telaşlı. Öğrencisi gelecek ya! Arkasından atlı kovalıyor sanki. Harıl harıl koştururken emirler yağdırmayı da unutmuyor.
“Müzik setine Mozart’ın CD’sini koy İmge!”
“Koyamam anne!”
“Nedenmiş o?”
“Sabah sabah hiç çekilmez de ondan!”
“Yine ters tarafından mı kalktın kızım?”
“Mozart falan çalamam şimdi, bir de müzik mi dinleteceğiz o şapşala?”
“Söylenmeyi bırak da, dediğimi yapıver İmge!”
Puhpuh resim yaparken annem ona klasik müzik dinletiyor. Bazen Chopin, Çaykovski, bazen de Mozart… Duyan da onu resim değil, müzik öğretmeni sanır. Aslında ben de müzikle resim yapıyorum. Ama daha çok rock ve pop dinliyorum. Hem de bangır bangır!
İnadım, inat işte! Annemin dediğini yapmayacağım. Kendi koysun CD’yi!
Huyumu bilen annem, söylene söylene girdi salona. Sabah kahvesini içen babama, “Senin şu kızın var ya!” diye ofladı. Fincanından bir yudum alan babam, gülümsedi. “O yaştaki çocuk, ne anlar Mozart’tan hayatım?”
“Senin dünyadan haberin yok şekerim! Artık ineklere bile klasik müzik dinletiyorlar! Süt üretimleri artıyormuş.”
Babamı bir gülme tuttu, az kalsın kahvesi burnundan geliyordu.
Anneme de, öksüre öksüre gülen babama da sinir olmuştum. İkisine de öfkeyle bakıp, “Çocuklar inek mi?” dedim. Gülmekten gözünden yaş gelen babam, ciddileşti hemen. “Amma da alıngansın İmge!”
Aslında, annemin öyle demek istemediğini bal gibi biliyorum. Ama azıcık huysuzluğun ne zararı var ki? Üstelik böyle zamanlarda mızmızlanmak hoşuma gidiyor. Birazcık ilgi çekmek istiyorum, ama bizimkiler hiç oralı olmuyorlar.
“Ya sabır!” diye söylenen annem, müzik setini çalıştırıp atölyesine koşturdu.
Evimizin arka odası annemin atölyesi. Ama Puhpuh’u oraya sokmuyor. Atölyesini kimseye açmaz zaten. Şu günlerde harıl harıl resim yapıyor. Martılı’da bir karma sergiye katılacak. Bu yüzden birazcık gergin.
Annem, apar topar çalışma masasını da hazırladı. Ne olur ne olmaz diye resim malzemelerini de koydu masaya. Puhpuh, çoğu zaman boş dosyayla geliyor. “Resim gereçlerin nerede?” diye sorduğumda, “Unuttum!” demez mi, deli oluyorum. Annem de hemen kendi malzemelerini veriyor ona. Aynısını ben yapsam paparayı yerim ama!
Şımarık Puhpuh, geçen hafta, “Çüş, çüşşş!” diyerek girmişti kapıdan. Gidene kadar da çüşleyip durmuştu. Dayanamayıp, “Hayrola, eşekler mi var burada?” demiştim. Yüzüme bakıp sırıtmıştı. Bu hafta da çüşlerse canına okuyacağım onun. Umarım çüşler!
Annem, Puhpuh’la ilgilenirken tam bir çocuk oluyor. Bir de oyun uydurmuş; Efektleme Oyunu! Garip garip sesler çıkarıp kahkahalarla gülüyorlar. Çizdikleri resimleri seslendiriyorlarmış. Rüzgârda hışırdayan ağaçlar, miyavlayan kediler, havlayan köpekler, vızıldayan arılar gırla gidiyor. Annemin uydurduğu Efektleme Oyunu’na da sinir oluyorum. Kafa ütülemekten başka bir şey değil!
Zil sesiyle hole koşturan annem, otomatın düğmesine basıp kapıyı açtı. Puhpuh’la annesinin sesleri geliyor aşağıdan. Zevzek şey, merdivenleri çıkarken bile konuşuyor! “Çenesi düşük, n’olcak!” diye söylenmeye başladım. Kaşlarını çatan annem, terslendi.
“Yaptığın hiç hoş değil!”
“O şımarıktan hoşlanmıyorum işte!”
“Yine kıskançlığın tuttu, İmge!”
Puhpuh’un annesi, her zamanki gibi kapı ağzından merhabalaştı bizimle. Elinde yine oğlunun dosyası vardı. Şu anneler de hamallık yapmaya bayılıyorlar. Sonra da elinden hiçbir iş gelmiyor, diye çocuklarından şikâyet ediyorlar.
Kapıda dikilen kadın, “Dosyanı alır mısın, Eray?” diye uyardı Puhpuh’u. Ama bizimki hiç oralı olmadı. Kadıncağız sıkıntıyla içini çekti. Ayağını yere hafifçe vurup, “Al şunu, oğlum!” dedi bıkkın bir sesle. Şımarık şey, homurdanarak uzandı dosyasına.
Puhpuh’un annesini yolcu eden annem, “Hoş geldin Eray, günaydın!” dedi. Ama gıcık şey, onu duymazdan geldi. Daha ayakkabılarını bile çıkarmadan, “Ne resmi yapacağız?” diye sırıttı. Annemin yanıtını beklemeden, “Ben havuza gitmek istiyorum!” diye bağırınca tepem attı.
“Sen önce günaydın demeyi öğrensene!”
“Günaydın, günaydın!”
“Ha şöyle!”
Puhpuh’u azarlamanın verdiği mutlulukla fıslık çala çala odama doğru yürüdüm. Ama arsız şey, hiç durur mu? “Puh, puuhh, puuhhh!” diye başladı yine. Hırsla geri dönüp, “Sen hiç susmaz mısın?” diye bir çıkıştım. Yediği laftan gocunmayan yüzsüz şey, “Hiii, hiiiii…” diye sırıttı. Kaş göz işaretleriyle beni susturmaya çalışan annem, öfkeyle kafasını salladı.
KİBİRLİ KİBİRLİ KONUŞMA ASLI
Söylene söylene odama gittim. Kapıyı kapadıktan sonra derin bir oh çektim. Bilgisayarımı açtığımda, Aslı’dan tam beş tane e-posta geldiğini gördüm. Üstelik hepsinde aynı şey yazıyordu.
“Olanları duyduğunda kulaklarına inanamayacaksın, hemen sohbete gir!”
Aslı, teyzemin kızı. Huylarımız pek benzemese de iyi anlaşıyoruz. Kuzenim birazcık mızmız ve hazırlopçudur. Öyle herkesle arkadaşlık da etmez, pek kibirlidir. Sınıfından biri Kibriye diye isim bile takmış ona. Duyduğumda hiç şaşırmadım.
Kuzenimle yaşıtız. Üstelik aynı okulda okuyoruz, ama aynı sınıfta değiliz. Bizim mızmız, ders çalışmaktan nefret eder. Notları yerlerde sürünüyor. Sınıfını da zar zor geçiyor zaten. Ben de ders çalışmayı pek sevmem, kim sever ki? Ama ödevlerimi düzenli yapıyorum. Notlarım da iyi. Bende zekâ varmış, herkes öyle diyor. Aslı’da da zekâ var, ama tembelin önde gideni.
Sohbet programını açtığımda, Aslı’nın ışığı yanıyordu. Ekranı titreten ses tuşuna bastıktan sonra yazmaya başladım.
<<meyveliyogurt>> mrb aslı
<<meyveliyogurt>> bi sürü şey göndermişsin hayrola?
<<kelebeklisactokasi>>@@@///???@@@@@@//&&&///
<<kelebeklisactokasi>> // ###@@@@//&&&
<<meyveliyogurt>> KES ŞUNU ARDA!
<<kelebeklisactokasi>>
<<meyveliyogurt>> ablan nerde arda?
<<kelebeklisactokasi>> geldim, geldim!
<<kelebeklisactokasi>> of şu kardeşimden! tam bi baş belası oldu, işi gücü bilgisayarımla oynamak
<<meyveliyogurt>> yine ne oldu? bi sürü ileti göndermişsin <<kelebeklisactokasi>> ingiltere’deki yaz okuluna adımı yazdırmıştım ya!
<<meyveliyogurt>> evet?
<<kelebeklisactokasi>> annem bunu duyduğunda küplere bindi
<<kelebeklisactokasi>> bu yaz hiçbi yere gidemezmişim
<<kelebeklisactokasi>> bal gibi de giderim, dedim
<<kelebeklisactokasi>> annem de, umarım bi gün gidersin, dedi
<<meyveliyogurt>> ee?
<<kelebeklisactokasi>> en iyisi size gelip anlatayım.
<<meyveliyogurt>> tamam, bekliyorum
Aslılar alt katımızda oturuyorlar. Biz iki kardeşiz, onlar üç. Kuduruk Arda, dokuz yaşında, cin gibi bir şey. Asıl zekâ onda var. Gerçi Aslı da çok zeki, ama “tembellik kraliçeliğini” kimseye kaptırmaya niyeti yok. Üç yaşında, Ada isimli bir kız kardeşleri daha var. Acayip sevimli bir şey. Bıcır bıcır konuşmasına bayılıyorum. Geçen gün, “Ey yeyim işelek oymuş!” diye isilikli kollarını gösteriyordu. “Yerim o işelekleri!” diye bir yapıştım kollarına, annem çok kızdı. Öyle çocuk sevilmezmiş.
Ada’nın şirinliklerini gördükçe bir kardeşim olsun istiyorum. Ama Arda’nın yaramazlıklarını görünce cayıyorum hemen.
Aslı şıp diye damlar şimdi. O kapıyı çalmadan koşturup açayım bari.
Kapıya doğru yürürken annemle Puhpuh’un anırdıklarını duydum. Yine efektliyorlar! Sıra eşeklere geldi galiba, Mozart’ın müziğiyle anırmak da… pes yani!
“Aaiii, , aaiiii, , aaiiii, , aaiii, , aaiiiii.”
Onlara doğru baktım. Annemle göz göze gelmemizle kahkahayı basmamız bir oldu. Var gücüyle anıran Puhpuh ise tam cozuttu. Kuyruğunu kapıya kıstırmış eşek gibi bağıran çocuğun hâli çok komikti. Ona da gülümseyip gıcık bir laf attım. “Eşeklik sana çok yakışmış!”
Hemen ciddileşen annem, “İmge!” dedi sert bir sesle. O sırada, evin kapısı gümbürdemeye başladı.
Kapıyı açar açmaz kuzenim içeri daldı. Ağlamaktan yüzü gözü şişmiş, burnu da sosis gibi kızarmıştı.
“Hayrola, bu ne hâl?” dedim şaşkınlıkla. Bizimki içini çekip, “Anlatacağım.” dedi kısık bir sesle. Hemen odama geçtik. Sandalyeye çöken kuzenim, “Olanları bir bilsen!” diye hıçkırdı.
“Bütün hayallerim suya düştü İmge, hem de buzlu suya! Oysa kaç günden beri İngiltere düşleriyle yatıp kalkıyordum. Hayal kırıklığım yetmezmiş gibi, moralimi iyice bozan bir şey daha öğrendim. Son aylarda babamın işleri hiç iyi gitmiyormuş. Gelecek yıl okul masraflarımızı ödemekte zorlanacakmışız!”
Elinin tersiyle burnunu silen Aslı, hüngür hüngür ağlıyordu. Kutudan bir parça kâğıt mendil alıp eline tutuşturdum. Mendili lime lime ederek anlatmaya devam etti.
“Okul masraflarımı çıkarmak için çalışmak zorundaymışım İmge!”
“Çalışmak mı?”
“Çalışmak ya, hele yapacağım işi bir duysan!”
Kuzenim, iki gözü iki çeşme ağlarken iyice meraklanmıştım. “Neymiş bu iş?” dedim. “Tezgâhtarlık, hem de sokak ortasında!” diyen Aslı, gözyaşlarını silerek sürdürdü konuşmasını.
“Annemler, Martılı’da mevsimlik bir yer bile kiralamışlar İmge! Hani o sahil boyunca sıralanan prefabrik dükkânlar var ya! Onlardan biri, yaz bitene kadar bizimmiş! Her gece turistlere satış yapacakmışız. Hem de kadın ve çocuk giysileri… İç çamaşırı bile satacakmışız!”
Aslı’nın anlattıklarını duyunca bir çığlık attım. Ama şaşkınlıktan çok, sevinç çığlığıydı bu. Aval aval yüzüme bakan kuzenime gülümsedim.
“Harikaymış Aslı!”
“Aşk olsun İmge, demek sen de beni tezgâhtarlığa layık gördün!”
“Bence çok kıyak iş Aslı, boşuna ağlıyorsun!”
“Nesi kıyakmış?”
“Düşünsene, insanlarla tanışacaksın, turistlerle İngilizce konuşacaksın!”
“Ya okul arkadaşlarımdan biri görürse beni?”
“Görürse görsün, çalışmak ayıp değil ki!”
“Sen de annem gibi konuşma İmge!”
“Bence çok eğlenceli bir iş, boşuna üzülüyorsun.”
Bana ne dercesine omuz silken Aslı, kızgın kızgın baktı bana. Mendil kutusunu önüne koyup, “Bakma öyle!” dedim. “Serüven dolu bir yaz bizi bekliyor.”
Yüzüne düşen saçlarını geriye atan kuzenim, “Bu işte para varmış İmge!” dedi.
“Ne güzel işte!”
“Dört metre karelik dükkânda giysi satmak… ne utanç verici!”
“Nesi utanç verici Aslı, anlamadım? Benim babam da makine satıyor.”
“Ama kocaman bir firmada satıyor. Üstelik baban satış müdürü, tezgâhtar değil!”
“Ama yıllarca tezgâhtar gibi çalıştı. İyi satış yapmasaydı, müdür falan olamazdı.”
“Hele satışları gece yapacağımızı duyunca, tam afalladım İmge!”
“İşte buna daha çok sevindim Aslı! Gündüz doya doya denize girer, akşam da minik dükkânımızda çalışırız.”
“Çalışır mıyız? Yoksa sen de mi bizimle çalışacaksın?”
“Neden olmasın? Annemler izin verirse, bayıla bayıla çalışırım!”
Önce gözleri ışıldayan Aslı, ardından yine somurtup ağlamaya başladı. Burnunu çeke çeke, “Olmaz, ben tezgâhtarlık yapamam!” dedi.
“Okulda sattığımız poğaçaları, kurabiyeleri unuttun galiba!”
“O başka, okul kermesinde herkes sattı İmge!”
“Biz de kendi tezgâhımızda satacağız, ne var ki bunda?”
Kısa bir süre düşünen Aslı, “Elinden hiçbir iş gelmeyenler tezgâhtar olur İmge!” demez mi? Sabrım taşmak üzereydi. Kasıntı kuzenime ters ters bakıp lafı yapıştırdım.
“Kim demiş onu? Kibirli kibirli konuşma!”
“Yapamam İmge, utanırım!”
“Biz de maske takarak satış yaparız. Böylece seni kimse tanımaz.”
“Maske mi? Offf yaa! Sen işin dalgasındasın kızım. Hem ben öyle ıvır zıvır şeyler satamam!”
“Öyleyse biz de kendi mallarımızı satarız!”
“Kendi mallarımız mı, ne demek o?”
Boş gözlerle bakan Aslı’ya, “Bir şeyler üretip satalım!” dedim. “O zaman kendini böyle hissetmezsin. Hadi, ilginç bir şeyler düşünelim!”
Ağlamayı kesen Aslı, ayağa kalkıp uzun uzun gerindi. Saçlarını havalandıra havalandıra, “Bilmem ki İmge… Benim sesim bile zor çıkar o tezgâhta.” dedi.
“Sen o işi bana bırak. Koşuun, koşuuun! Sudan ucuz donlara kooşuuun!”
Ben bas bas bağırırken, Aslı katıla katıla gülmeye başladı. Çok geçmeden, içerideki müziğin sesi yükseldi. Mozart, susun diyordu bize!
Annemi kızdırdık galiba demeye kalmadan odamın kapısı açıldı. Şaşkın gözlerle bakan annem, “Bu ne gürültü?” diye söylenip gitti.
Aklıma müthiş bir fikir gelmişti. Hemen çekmecelerimi karıştırmaya başladım. “Ne arıyorsun?” diye soran Aslı’ya, “Sürpriz, sürpriz!” dedim.
Geçen yaz, annemle yaptığımız kitap ayraçlarını arıyordum. Çok geçmeden hepsini şıp diye buldum. Ayraçları yelpaze gibi dizip sallamaya başladım. “Bunlardan yapıp satacağız!”
Elimdekilere yan yan bakan Aslı suratını ekşitti. Yetmezmiş gibi, bana ne dercesine omuz silkti. “Hadi, kolları sıvayalım!” diye üsteledim. Ama bizim mızmız, isteksizce baktı ayraçlara. Yine omuz silkip, “Ben resim falan yapamam ki!” diye homurdandı. Ayraç yelpazesini sallaya sallaya, “Resimleri ben yapacağım, sen de diğer işleri!” dedim.
“Hangi işleri?”
“Kartonları çizip keseceksin. Kurdeleleri kesip yapıştıracaksın. Pvc kaplamaları da kırtasiyede yaptıracağız.”
“Amaann çok zormuş, ben öyle şeylerle uğraşamam!”
“Yaparsın, yaparsın, hepsini öğreteceğim.”
“Of İmge, off! Uğraşamam dedim ya!”
“Ehh, sen de don satarsın Aslı hanım!”
“Tamam tamam, off yaa… Kızma hemen!”
Bepul matn qismi tugad.