Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Aşağılananlar»

Shrift:

Zeyneb Biişeva (1908-1996)


ZEYNEB BİİŞEVA’NIN HAYATI ve EDEBÎ KİŞİLİĞİ
(1908-1996)

 
Ağlayarak doğduysam da yır söyleyerek büyüdüm,
Yır söyleyerek yaşıyorum bugün bile.
Saçlarımı kırağı tutsa da,
Gönlümü kırağı tutmaz.
 
Z. Biişeva

Hayatı

Yazar ve aynı zamanda gazeteci kimliği de bulunan Zeyneb Biişeva, 2 Aralık 1908 yılında, Başkurdistan’ın Kügersin bölgesindeki Töyömbet köyünde doğmuştur. Yoksul bir ailede doğan Biişeva ailenin altıncı çocuğudur.1 Z. Biişeva, ancak 12 yaşında okula başlayabilmiştir. Çünkü üç yaşında annesini, on bir yaşında babasını kaybeden ve yetim kalan bu yoksul köylü çocuğu için zamanında okula gitme imkânı doğmamıştır.

1921 yılında Orenburg Lisesini bitirmiştir. 1924 yılında henüz dördüncü sınıf bilgisine sahip olan küçük Zeyneb, iki aylık bir kurstan sonra Orenburg şehrindeki Kervansaray’a, Başkurt çocukları için açılmış ilk özel okul olan İNO’ya (Milli Pedagoji Enstitüsü) gönderilir. Z. Biişeva İNO’yu tamamladıktan sonra 1929-1930 yılları arasında, Temäs’te çocuklara dersler verir ve 1931 yılında, Ufa’da aynı yıl çıkan, Başkurt ve Tatar dillerinde yayınlar yapan “Pioner” dergisine baş editör olur. Daha sonra ailevi sebeplerden dolayı Ufa’dan ayrılıp MTS (Makine Traktör İstasyonu) ve bölge gazetelerinde çalışır. 1938’de yeniden Ufa’ya döner ve 1951 yılına kadar radyo komitesinde editör, Başkurt Kitap Neşriyatı’nın çocuk edebiyatı bölümünde müdür olarak çalışır.2

Zeyneb Biişeva, Başkurt kadınları arasında ilk şiir kitabını çıkaran, ilk drama eserini yazan, geniş ölçekli ve derin muhtevalı romanlarıyla ilk kez Başkurt edebiyatına üçleme türünü kazandıran büyük bir sanatkârdır.3 Başkurt edibesinin romanları Rusça’ya çevrilerek Moskova’da defalarca basılmış, büyük tirajlar elde ederek tüm ülkeye yayılmıştır.4

Nesir ustası, şair, tiyatro yazarı, sosyo-politik yazar ve tercüman olan Zeyneb Biişeva’nın eserlerini hem çocuklar ve gençler hem de yetişkinler okumuş, edibenin kitapları onların ömürlük yol arkadaşları olmuştur.5

Zeyneb Biişeva edebî çalışmalarıyla “Salavat Yulayev” adlı ödülün sahibi olmuş ve ona “Başkurdistan Halk Yazarı” onur unvanı verilmiştir.6 Sovyet döneminde üne kavuşan Başkurt edibesi üç kez “Poçem Bildehe” nişanına layık görülmüştür.7

Kalp rahatsızlığından dolayı 24 Ağustos 1996 tarihinde, Ufa’da, vefat eden yazarın mezarı da burada bulunmaktadır.8

1998 yılında, doğduğu köy olan Töyömbet’te onun anısına bir müze kurulmuştur. Burası edibenin hayatı ve eserleri ile ilgili materyallerle bezenmiş; şahsi eşyaları, videoları ve ses kasetleri müzeye koyulmuştur.9

Edebî Kişiliği

1929 yılında, teknik liseyi bitirdikten sonra Z. Biişeva, Äbyälil şehrindeki Bilal köyünde işe başlar. Bilal ve Temäs köylerinde öğretmen olarak çalıştıktan sonra 1931 yılında, enstitüde okumak için Ufa’ya gider. Aynı yıl Başkurdistan Kitabevi’nde işe başlar. Önce “Piyoner” dergisinde, daha sonra da kitabevinde editörlük yapar.

Z. Biişeva’nın eserlerini kaleme almaya başladığı dönem, Orenburg Pedagoji Enstitüsünde okuduğu yıllara temas eder.10 Biişeva’nın yazarlık serüveninde çocukluğundan itibaren hayatın acı ve zor yönlerini tadarak büyümesinin etkisi de olmuştur.

Z. Biişeva öykü, efsane, piyes, şiir, masal, ulusal makale ve deneme gibi birçok türde yazılar yazmıştır.11 Halk şairi R. Bikbay, yazar hakkındaki düşüncelerini şu şekilde ifade eder: “Zeyneb Biişeva, Başkurt kadınları arasında şiir kitapları ve drama eserleri yazan ilk kişidir ve kapsamlı, derin konulu romanlardan oluşan Başkurt üçleme eserlerini icra etmiş büyük bir yazardır.12

Z. Biişeva, yayımladığı ilk öyküsüyle yazarlık yoluna adım atmıştır. Bunun ardından da ahenkli ve epik mizaca sahip bir yazar olarak tanınmıştır. Bununla birlikte, Z. Biişeva’nın icra ettiği eserleri belli bir edebî türün kalıplarına sığdırmak mümkün değildir. Aslında yazar, ilk başta çocuk edebiyatına kazandırdığı eseriyle tanınmış, onlar için duygusal hikâyeler, masallar, şiirler ve öğretici öyküler yazmıştır. Daha sonra “Duš Bulayıq”, “Könhılıv”, “Gölyamal”, “Säyer Keşe”, “Uyžar, uyžar…” (1961) gibi keskin polemik dilli uzun öykülerini kaleme almıştır. Z. Biişeva’nın “Möhäbbät häm Näfrät”, Näžer”, “Tılsımlı Quray” (1957) gibi drama eserleri üslup ve biçim yönünden Başkurt edebiyatının en nitelikli eserlerindendir. Çünkü bu eserlerin temelini folklor şiirleri oluşturmuş ve folklor metotlarından büyük ölçüde faydalanılarak yazılmıştır.13

Yazar, her ne kadar tarafsız olsa da çeşitli türlerde eserler verse de bu eserlerden biri, belli dönemde daha ön plana çıkmış ve yazarın nadide eserleri hâline gelmiştir. Z. Biişeva’nın bu denli önemli eseri “Yaktığa” adlı üçlemesidir. Üçlemenin birinci romanı “Kämhetelgändär” 1958 yılında basılmıştır. “Olo Eyek Buyında” (1966) ve “Yemeş” (1969) üçlemenin diğer iki eserleridir. Bu üçleme romanlar, tüm Sovyet okuyucusunun saygısını ve sevgisini kazanmıştır. Geniş bir epik planda, Başkurt halkının sosyalist devrime gidişini tasvir eden bu üçleme eser, çağdaş Başkurt edebiyatının klasikleri hâline gelmiştir. Ardından “Uyanıw” romanı çıkmış ve Rusça’ya tercüme edilerek Moskova’da basılmıştır.14

Yazarın, üçleme türünde kaleme aldığı “Kämhetelgändär”, “Olo Eyek Buyında” ve “Yemeş” romanları günümüze kadar Moskova kitabevlerinde basılarak binlerce tiraj yapmış, çok uluslu Sovyet devrinin ortak bir manevî birikimi hâline gelmiştir.15 Z. Biişeva, üçleme türündeki eserlerinde yeni bir üslup oluşturarak önemli konu ve kompozisyon sorunlarını gidermeye çalışmıştır. Üçleme eserleri sadece biçim yönünden değil aynı zamanda geleneksel teması, tarih ve devrim konularına yaklaşımı yönüyle de önemlidir.16

Biişeva, 1927 yılında “Görläwektär Arahında” isimli ilk eserini kaleme almıştır. Bu eser, 1930 yılında “Oktyabr” dergisinde basılmıştır. Yazarın ikinci eseri olan “Ös Kis” isimli eser 1941 yılında “Oktyabr” dergisinde çıkmıştır. 1941 yılındaki “Dalala Tañ” isimli öyküsü ve “Partizan Malay” isimli uzun öyküsü, yazarın kaleme aldığı eserlerin ileri dönemlerdeki gelişimini görmek açısından oldukça önemlidir.17 Z. Biişeva, Büyük Vatan Savaşından sonraki dönemde çocuklar için yazdığı “Yaržamsı” (1946), “Başak” (1947) ve “Qoyaş Nimä Tine?” (1947) öykülerinde çocukların çeşitli yönlerini tasavvur etmiştir. “Duš Bulayıq” (1952-1954) uzun öyküsünde çocukların yaşamını ve arkadaşlık ilişkilerini, “Yulda” (1946) öyküsünde ve “Könhılıw” uzun öyküsünde işçi sınıfının savaş ve savaş sonrası dönemde verdikleri cesur mücadeleyi anlatmıştır. 1947 yılında hazırladığı “Yänle Xäreftär” adındaki şiir ve resimli alfabe, çocuklara okuma yazma öğretmesi ve güzel anlatımıyla dikkat çekmektedir. Yazarın, 1960 yılında kaleme aldığı “Säyer Keşe” adlı uzun öyküsü, “Hönärse menän Öyränsek” ile “Möhäbbät häm Näfrät” hikâyeleri, bu dönem hakkında verdiği bilgiler yönünden önemli eserlerdendir.18

Başkurt okuyucuları, Z. Biişeva’nın tercümeleri sayesinde L. N. Tolstoy, M. Gorkiy, A. P. Çehov, N. V. Gogol, İ. S. Turgenyev, A. Gaydar ve L. Kassil gibi yazarların eserleriyle tanışmıştır.19

Edebiyatın şiir, nesir ve drama gibi bütün türlerinde büyük bir azimle çalışmıştır. Yazarın, sanatında lirik şiir, balad20, uzun şiir, nesir, öykü, drama, trajedi, roman gibi türleri kullanması eserlerinin sadece edebî zenginliğini değil üslup çeşitliliğini de ortaya koymaktadır.21 Z. Biişeva’nın 1956 yılından başlayarak ömrünün son günlerine kadar devam eden görkemli sanat serüveni 20. yüzyıl Başkurt edebiyatı tarihinde kendine çok özel bir yer edinmiştir.22

Yazarın Diğer Eserleri:

Kiräy Märgän (1947) “Kirey Mergen”, Bäxet Qıžı Xaqında Äkiät (1949) “Baht Kızı Hakkında Hikâye”, Ütkändärgä Ber Äylänep (1974) “Geçmişe Bir Dönüp”, Yel, Yel Arbam (1956) “Yel, Yel Arabam”,23 Başaq “Başak” (1947), Möxäbbät (1954) “Aşk”, Qayža Hin, Göl-nisa? (1961)24Neredesin, Gülnisa?”, Zölxizä (1981) “Zölhize”,25 Dušlıq (1950) “Dostluk26, Yelqa (1948) “Noel Ağacı”, Ütep Baram (1981) “Geçip Gidiyorum”,27 Qoyaş Kölä (1957) “Güneş Gülüyor”, Yırlayım “Türkü Söylüyorum” (1958), Qırıš Buldı (1958) “Zor Oldu”, Tuğan Telem (1960) “Ana Dilim”, Yažğı Yır (1960) “Bahardaki Yır”, Yıldar, Yıldar “Yıllar Yıllar” (1964), Keşesä (1967) “Kişiye Göre”, Hıžlanma, Duš (1968) “Sızlanma Dost”, Şişmä (1978) “Çeşme”, Yıldar Yögö (1978) “Yılların Yükü”, Minuttarım (1978) “Dakikalarım”, Ğümer Yulım (1978) “Ömür Yolum”, Böyöklök (1981) “Büyüklük”, Ütep Baram (1981) “Geçip Gidiyorum”, Xäyerle Kön (1981) “Hayırlı Gün”, Salavattıñ Huñğı Monologı (1984) “Salavat'ın Son Monoloğu”, Aşqınma la, Diñgež “Coşma Deniz”, Maqtav Yırla, Şağir!, “Överek Yırla, Şair!”28 Yäşäv-Bäxet “Yaşam ve Baht”, Yäşäv-Xežmät “Yaşam ve Hizmet”, Bäxet Öläşem “Baht Payım”, Hıžlanma, Küñěl “Sızlanma Gönül”, Yıržarım “Türkülerim”, Nindey Ön Bıl? “Nasıl Ses Bu?”, Xalıq Küñele “Halkın Kalbi”, Teläk “Dilek”, Atayım Vasıyatı “Babamın Vasiyeti”29 , Ütkän Yuldar, Užğan Yıldar “Geçmiş Yollar, Geçmiş Yıllar”30.

ROMANIN TANITIMI

Zeyneb Biişeva’nın, üçleme türünde kaleme aldığı eserin birinci kitabı olan Kämhetelgändär “Aşağılananlar”31 adlı roman, 1958 yılında Başkurt Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Eser 276 sayfadan ve iki ana bölümden oluşmaktadır.

“Aşağılananlar” adlı roman hem sosyal hem siyasî hem de dönemsel şartları kapsamlı bir şekilde ele alması bakımından çok önemlidir. Çünkü yazar, romanında, sadece o dönemde, Başkurt köylerinde yaşayan halkın durumunu anlatmakla kalmamış, bunun nedenlerine de geniş yer vererek açıklamıştır. Tarihî olaylara da değinen yazar, eserinde emperyalist savaşı, Ekim devrimini, işçi ve köylü sınıfının rejime karşı isyan çıkarmasını da ele almıştır. Sovyet rejiminin halka uyguladığı baskı ve zulüm, suçsuz yere insanların Sibirya’ya sürgün edilmesi, halkın Sovyet rejimine ve Ruslara karşı duyduğu nefret romanda gözler önüne serilir.

Ayrıca yazar, yoksul Başkurt halkının hayatını ve verdikleri mücadeleyi betimleyerek dönemin derin tarihî özelliklerini, ezilenlerin uyanışını, özgürlük için mücadele edişlerini ve umutlarını asla kaybetmeyişlerini epik bir dille ifade etmiştir. Eserde, halk için savaşan ve onları kurtarmaya çalışan kahramanların tasviri için de büyük bir yer ayrılmıştır. Elbette, bunların haricinde; Başkurt halkının kültürel özellikleri, gündelik yaşamı, sosyal ilişkileri, inançları, gelenekleri, örf ve âdetleri, hastalıklara karşı uyguladıkları tedavi yöntemleri, efsane ve mitleri roman içerisinde geniş bir yer tutmaktadır.

Yazar, bütün bu olayları romanda bahsi geçen ailenin en küçük çocuğu Yemeş’in gözünden okuyucuya aktarmaktadır. Çünkü sıradan bir Başkurt ailesinin ve bu ailenin fertlerinin yaşamı üzerinden anlatılan olaylar, okuyucuya dönemi halkın gözünden görebilme ve onların duygularına ortak olabilme fırsatı sunmaktadır.

AŞAĞILANANLAR

Birinci Bölüm

 
“Dünyanın genişliği ne fayda,
Ayağına giydiğin dar olunca…”
 
D. Yultıy

I

Gece. Başkurt kızının pullu elbisesi gibi göz kamaştırarak, gülümseyip duran bulutsuz gökyüzünde altın çanak gibi olmuş ay yüzmekte. Çalılıkta bülbüller cıvıldaşmakta. Ağaç tepesinde guguk kuşu ötmekte. Su birikintisindeki yeşil kurbağalar vak vak etmekte. Ulu Eyek nehri sonsuz mutlu, cezbedici türkülerini bülbül nağmelerine daldırarak, güle oynaya aralıksız şırıl şırıl ederek akıyor da akıyor. Ağaçlar, çiçekler, hayvanlar hatta kuşlar bile yumuşak, soğuk rüzgârdan hoşlanıp, gündüz vaktindeki sıcağın azalmaya başlamasına sevinerek bayram ediyor. Dışarıda hayranlık veren huzur, güzel yaz gecesi. Ama evde, Yemeşlerin evinde tamamen başka bir durum var. Peki, tabiata noluyor? İnsanın kaderine mi kaygılanıyor? Güzellik, sevgi, mutluluk olursa ona yeter.

Evin içi karanlık. Küçücük pencereler. Onun da yarısı karın zarı ile kaplanmış. Şimdi, camı düşmemiş pencerenin dar gözeneklerini aşarak kurşun şerit olup uzanan ay ışıkları elbette evin içini aydınlatmıyor. Buraya aydınlık da gerekmez. Aile uyumuyor, divanın üst tarafında en dipte kabarık ekmek gibi yere yayılmış bir erkek çocuk yatıyor. Onun adı İştuğan. On iki yaşında. Ama o bundan sonra ailenin ümidi, inancı. Büyür, babası gibi olur, ona yardım eder. Babası Baygilde de öyle düşünüyor. Onun için ismini İştuğan koymuş ya. Üç kız arasında tek erkek çocuğu, tek ona benzeyeni.

“– Ne zaman büyüyüp de ele gelecek?”

İştuğan’dan daha beride, eski bir yama yorgan altında üç kız uyuyor. Onların adı Bibeş, Yeneş, Yemeş. Kızlar da büyüyor. Bibeş ailedeki en büyük çocuk. On dört yaşında. Artık evdeki tüm işleri hemen hemen o yapıyor. Ama Yeneş ile Yemeş’in yüreği daha minicik. Birisi yedi diğeri dört yaşında.

Evet, küçücük onlar. Nasıl bir kader bekliyor onları gelecekte? Neler gösterecek, neler yaşatacak onlara gelecek? Onlar henüz bu konuda düşünmüyor. Evin karanlık oluşunu, darlığını, yorganın üç kişi için küçük olduğunu da hissetmeden kedi yavruları gibi tatlı, mışıl mışıl uyuyorlar. Ama Baygilde ağabey ile Seğüre yenge önemli bir şey düşünüyor. Bu yüzden gece yarısı olsa da uyuyamıyorlar. Seğüre yenge kızlarından mümkün mertebe uzak olmak için gayret ederek, mutfak tarafında en köşeye sıkıştırılmış iki kişilik yatakta yağ ve mum misali eriyip, sessizce nefes alarak yatıyor. Ama Baygilde ağabey gezinip, birbirine girmiş kürek sakalını çimdikleyerek divanın kenarında deminden beri sessizce oturuyor. Mavimsi ay ışıkları onu hem kardan yapılmış hem kurşundan dökülmüş bir heykele benzetiyor. Seğüre yengenin yüreği ne zamandır kocasının bozkır kartalına benzeyen keskin bakışları ile tir tir titriyordu, onun endişeli şekilde duran sürmeli kara gözlerine nasır bağlayıp, sertleşmiş büyük güçlü kollarına kederlenerek bakıp:

“Ey, mutluluk dediğin güzellik, çalışkanlık değilmiş meğer… Baygilde ile biz güzel, çalışkan olmadık mı? Çilek gibi büyüdük, cin gibi çalıştık. Olmayınca olmuyormuş…” diye düşündü. Ama Baygilde ağabey hiç ses çıkarmıyordu. Seğüre yenge ondan gözünü almadan devam etti:

“Dünyada, Baygilde senin yapmadığın kaç tane iş kaldı? Sürü de güttün. Çizme de diktin. Fırın da çıkardın. Ağaç sevk işini kovalayıp, Eyek, Hakmar, Yayık’ı dolaşarak ne kadar yer geçtin. Karamış zenginden başlayarak Taşlı’nın Timaş boyarına kadar ikimiz tüm zenginlerin az mı orağını vurduk.

“– Orak vururken Baygilde’nin elinin hızına göz yetişmez, bir tutamına güç yetmez. Orakta önüne insan değil, şeytan bile çıkamaz” diye nam saldın. Ama bahtın olmadı. Nerede o baht denen şey? Tek atımıza kadar malımızın hepsi öldü. Atsız erkek kanatsız kuştur…”

Baygilde… Belli ki merhum kaynanam oğlu zengin olsun diye böyle bir isim koymuş, zavallı. Ey Allah’ım, fakirden zengin doğduğunu kim görmüş?

Düşüncesinin bu kısmına gelince bir sıkıntı hissetti. Bu kederli sessizliğe artık dayanacak hâli kalmadı.

“– Kocacığım” dedi narin ve yumuşak bir ses ile. “Evet, anlat artık gidip konuştun mu?”

Baygilde ağabey biraz daha oturduktan sonra ümitsiz şekilde elini sallayarak:

“– Sadece konuşmadım, işe de girdim” dedi. “Yarın onlarda çalışmaya başlıyorum” diye ekledi.

“– Öyleyse” dedi Seğüre yenge kendine gelerek. “Niye üzülüyorsun, niye böyle endişelisin kocacığım?”

“– Endişelenmiyorum. Ama endişelenecek yeri, endişelenecek tarafı var bu işin karıcığım… Dört çocuk babası olunca ırgatlığa gitmek kolay değilmiş karıcığım. Kolay değil. Üstelik kime! Karamış Zengin'e! Halk onun Karamış adını boşuna Kormoş ile değiştirmemiş! Biliyorsun açgözlülük, gözü doymazlık, cimrilik ile Kormoş’a dönüşmüş ya! İşte o Kormoş’a gidip işe kiralanma vakti bile geldi şimdi. Sonu nasıl bitecekse…”

“Bir yıl boyunca iyi çalışırsan bir tay veririm. Tayın at olması uzun mu sürer? İşte, kısmetinde varsa atın da olur” demiş.

Seğüre yenge çocuklar gibi sevindi.

“– Doğru söyle kocacığım. Ey, Allah’ın izniyle atlı eyerli olsak biz de insan gibi yaşar mıyız acaba? Ben acaba hüsrana uğrar mısın diye endişelenmiştim. Öyleyse Allah’a şükür…”

Baygilde ağabey sabırsızca elini sallayarak hanımının sözünü kesti.

“– Evet, sürüyle yılkısı olan Zengin Kormoş bir tayının at olduğu bilmez bile. Ama bizim bunun için bir yıl öküz gibi sabana koşulup çalışmamız sonra tekrar bir yıl tayın aygır olmasını beklememiz gerek. Aygır değil kısrak olunca da sabana koşulacak bir at olmuyor.”

“Bekleriz kocacığım bekleriz, Allah’ın izniyle sadece bir tayımız olsun” diye söyleyesi geldi Seğüre yengenin. Lakin az önce kocasının tartışmadan hoşlanmadığını ve yersiz bir laf ederse konuşmasını tümüyle kesip, kendi kendine düşünceye daldığını hatırlayarak sessiz kaldı.

“– En azından, sen eskisi gibi sağlıklı olsaydın her şey bambaşka olurdu. Birine kilim dokuyup keçe basar, gündeliğinle çocuklarına bakardın. Tayın büyümesini bekleyerek bir yıl yemeden içmeden yaşanılmaz. Üstelik sıcaklık ve kuraklık gelecek. Kıtlık da olursa…”

“– Yağar kocacığım yağmur da yağar, böyle ümitsiz olunmaz” dedi Seğüre yenge. Daha ümitli olmaya çalıştı. Yoksa bu gece ona daha da kötü gelmeye başlıyordu.

Baygilde ağabey derin bir of çekti.

“– Yağar da… Ne zaman yağar? Bak, Haziran geldi daha doğru düzgün bir çiğ tanesi düştüğü yok. Eğer yine on, on beş gün böyle olursa ekin güvesi başlayacak. O zaman da…”

Seğüre yenge güçsüz, hâlsiz kollarını kocasının geniş, güçlü göğsüne koyarak yumuşakça sıvazladı.

“– Kocacığım, dinlen. Az uyu. Sabah işe gideceksin.”

Baygilde ağabey sessizleşti. Ama Seğüre yengenin onu teselli edesi azıcık da olsa ümitlendiresi geldi. Kendinin de çocuklarının da dünyada en dürüst gördüğü, en güvendiği ve tek dayanakları olan bu çocuk gibi güleç, iyi, kocaman adamın ümitsizliğe kapılması ona durmaksızın yüreğine düşen elinin ve ayağının sızlamasından daha ağır geliyordu. Bu yüzden o her zamanki gibi yumuşak, hoş şekilde:

“– Kocacığım” dedi. “Ey, kocacığım bugün Sıvakay yengem gelmişti.” “Seğüre gelin senin elin ayağın kötü kandan sızlıyor. Kanı aldırmak lazım. Kan aldırırsan sapasağlam olursun” dedi.

Baygilde ağabey onun sözünü bıçak gibi kesip:

“– Boş konuşmasın. Elimden gelse, ben sana kan verirdim ben! Anlıyor musun, ne kan aldırması!”

Seğüre yenge hiç konuşmadı. Eve daha da ağır, kaygı dolu bir sessizlik çöktü. Uzun süre sadece çocukların ardı ardına mırıldanmaları, fırın arasına yuvalanmış çekirgelerin bıkkınlık veren cır cır etmeleri duyuldu. Sonra Baygilde ağabey derin bir of çekerek:

“– Hey, Seğüre, Seğüre bizim gördüğümüzü Zengin Kormoş’un köpeği görmedi” dedi ve çizmesini, kazağını kahırla çıkarıp fırlatarak karısının yanına yığıldı. Dar, ince tahtalardan dizilerek yapılmış divan onun büyük, ağır gövdesine dayanamayıp birazcık sallandı. Kulaklı şapka gibi duran mindere yüzünü tümüyle gömüp örtünen Baygilde ağabey belki ağlıyor belki de gözü yaşsız inliyordu. Üzüntüden çökmüş kaygılı gözlerini şimdi ay ışığına kaldırıp, karamsı gözeneklerine bakarak daha kötü düşüncelere dalan Seğüre yenge kocasıyla konuşmadı, onu teselli etmedi.

Gece. Ev bunlu, karanlık. Ama yarınları daha da karanlık. Asıl şimdi teselli olacak sözleri bulmak mümkün mü?

II

Köyde herkes onu sevip komik bulduğundan Sıvakay nine diye çağırıyordu. Sonbahardaki güneş ışığı gibi parlak ve güler yüzlü, yumuşak, hoş sözlü, insanlara iyilik gösteren bu iyi nineye Sıvakay ismi tuhaf şekilde çok uygundu. Bu yüzden ismini, sonuna mollanın ekleme yaptığı şekliyle Sıvakbike diyerek söyleyesi gelmiyordu.

Sıvakay nine köyde hem usta ebe hem kocakarı ilaççısı hem de her ev için kıymetli bir misafirdi. İstediği bir eve istediği zaman gidip, kocakarı ilacını yapıp, konuşup, çay içip, ne verirseler onu da alarak çıkar giderdi. Sinirlerden oluşan küçük zayıf bir gövdesi olan ufak, güleç, kırışıklıklar basmış ince yüzüyle bu nine, ayağına yün çorabını geçirip, üstüne belinden kıvrımlı dikilen dokuma entari giyip, kış günlerinde başına yırtık bir şal örterek sokağın bir ucundan diğer ucuna yürüyordu. Üstünden bir dakika düşmeyen sıkıntı, açlık, çıplaklık hissi değil de her şeyi bilmeye, duymaya, anlamaya acele eden huzursuz gönlü onu böyle kovalıyordu. Kendince herkesin hayatını, üzüntüsünü, mutluluğunu bilmeyi, gerektiğinde herkese elinden geldiğince yardım etmeyi istiyor ve bu yüzden kaderinin ona kolaylıklar sunmasını diliyordu. Ama hayatına çok kanaatkârdı.

Sıvakay nine kocasından gözü yaşlı dul kalınca Sehiulla adındaki oğlunu tek başına büyütmüştü. Artık Sehiulla büyüyünce, eşi ve çoluk çocuğu ile kendi hayatını kurmuştu. Oğlu ona ‘anneciğim’, gelini ‘kaynanam’, torunları ‘babaanne’ diyordu. Ellerinden geldiğince hürmet ediyorlardı. Ondan da işlerinden de sıkılmıyorlardı. Sıvakay nine özgür biriydi. Bu şekilde kendini daha da mutlu hissediyordu. İnsanlara istediği zaman istediği gibi yardım ederek yaşayabilmesi için ona hepsinden önce özgürlük lazımdı.

Sıvakay nine için insanı mutlu, sağlıklı yapan şey kocakarı ilacı, üfürük tükürük işiydi. Bunlar olmadan insanın perişan olacağına inanırdı. Halk arasında buna inanılmadığını görürse içten içe endişelenirdi. Böyle insanlara Ezmezulla Molla gibi ‘imansız, dinden çıkmış’ diyordu. Günaha girmemek için onlardan uzak olmaya çalışıyordu. Ona göre, Baygilde ağabey işte bu dinden çıkmışlardan birisiydi. Onun hakkında Sıvakay nine her yeri geldiğinde:

“– Tümden dinden çıkmış bu zavallı! Camiye gitmiyor, kocakarı ilacına inanmıyor. Ömür baki Rus arasında yabancı yerde dolaşıp dinden çıkmış. Ezmezulla Molla şunu doğru söylemiş: “Dini din, mollayı molla diye bilmeyen fayda görüp, rahata ulaşamaz. Irgatlıktan kurtulamaz.” Artık daha soğukkanlı olan ve daha az konuşan Seğüre yengeyi:

“– Sabret zavallı sabret. Yoksulluğa da hastalığa da ağlama sızlama, şikâyet edip söylenme sabret, Allah kulu” diye övüyordu. Onun sağlıklı zamanını hatırlayıp:

“– Nasıl da çalışıyordun… Elinden gelmeyen iş yoktu. Evet, şu an köyde çarşafı, peştamalı, havluyu onun gibi ustaca dokuyan başka biri var mı? Yok!” dedi. Sonra üzülerek:

“– Elleri kuruyor biçarenin elleri kuruyor. Bir şey de yapamaz şimdi bu. Niye kuruyor? Bilemezsin. Birisi kendinden büyük birine vurursa onun bedduası değmiştir denir ama Seğüre böyle bir kul değil. Birine vurmayı bırak, su tavuğunun kalbini kırdığı bile yoktur onun. Çok iyi biridir o” diye şaşırıyordu. Sonra:

“– Yok, ellerine nazar değmiştir nazar! Bu kadar çalışmaya nasıl nazar değmesin?” diyerek sağlam bir sonuç çıkardı.

Baygilde ağabey sabahtan akşama kadar Zengin Kormoşlarda çalıştığından, Sıvakay nine rahatça eve yerleşip Seğüre yengeye kocakarı ilaçları hazırlamaya başladı. Sıvakay nine bugün de çayın yanında ilk olarak dünyanın, konu komşunun durumu hakkında biraz konuştuktan sonra sözü, coşkuyla türlü türlü hastalıklar ve onları nasıl iyileştirdiğine geçirdi. Bazı cin çarpmış, yaşlı cadı büyüsü yapılmış, içine bisura32 girmiş kişiler hakkında birbirinden korkunç şeyler anlattı. Sözünün sonunu:

“– Uzun sözün kısası şu Seğüre gelin, ben seni Ezmezulla Molla'ya göstermeyi düşünüyorum” diyerek getirdi. Seğüre yenge şaşırarak:

“– Niye yenge?” diye sordu.

“– Ne demek niye? Ne zamana kadar böyle acı çekeceksin?” dedi Sıvakay nine sert bir şekilde. Sonra tekrar yumuşak, nağmeli sesiyle konuştu: “– Senin elin, ayağın da bu hastalıktan sızlıyor. Cin çarptığından kötü kanın çoğalmış. Kötü kan eklemlerine oturmuş. İşte bu kötü kanı aldırmak lazım Seğüre!”

Seğüre yenge çekinerek karşı çıktı.

“– Kocam: – “Seğüre senin eklemlerin soğuk değdiği için ağrıyor. Soğuk senin ilik yağlarına kadar geçmiş dedi.”

“– Bırak, Baygilde gibi günah sözler söyleme” diyerek tersledi Sıvakay nine. “– Erkek ne bilir? İşte bu üfürükle tedaviden, kocakarı ilacından kaçtığın için iyileşemiyorsun sen!”

“– Kocamın söylediğini söyledim…”

“– Söyleme. Ben dün Ezmezulla Molla'yı gördüm konuştum.”

“– Baygilde’ye, o dinden çıkmışa, razı olmasam da Seğüre gelin için gelirim dedi. Belki şimdi gelir. Sen Baygilde’ye bakarak benim gibi yaşlı birinin sözünü çiğnemezsin ya? Biliyorsun o başka mollalar gibi sadece üfürük tükürükle kalmıyor, kan alıp, kocakarı ilaçları yaparak da iyileştiriyor!”

Sıvakay nine bu sözleri söyleyerek sözünü bitirdi. Dışarıda, kapı dibinde incecik uzayıp giden sesi yankılandı.

“– Aleykümselam! Ev sahibi evde mi?”

Sıvakay nine bu ince nağmeli sesi tanıyıp, divandan yere yumak gibi yuvarlanarak indi, uzun süre bükülüp oturmaktan hamlamış eklemlerini açamayıp, ağır ağır basarak kapıya doğru yürüdü.

“– Buyur molla buyur, buyur başköşeye geç. Geldin mi? Vay, rahmet yağmuru!”

Âdemelması yumruk kadar olmuş zayıf, uzun boyunlu, şaşı gözlü Ezmezulla Molla kapı dibinde durunca, yeşil bastonunu kaldırdı sarığını ve cübbesini çıkardıktan sonra başköşeye geçip minderin üstüne oturdu. Ağzının içinden bir şeyler mırıldanarak, demir yabanın çatalları gibi sivri, eğri parmaklarını kaldırarak:

“– Evet, Allahȗ Ekber!” diyerek yüzünü yarım yamalak sıvazladı. Şaşı gözlerini açgözlü şekilde oynatarak Seğüre yengeye ve korkudan köşeye sıvışmış çocuklara baktı.

Sıvakay nine sevinerek:

“– İşte Seğüre gelin, ben demiştim. Ezmezulla Molla bizim gibi yoksul halkı kenara itmez. Gördün mü söylediği saatte geldi. Böyle Allah kulu biri bizim mollamız, rahmet yağmuru!” diyerek söylendi.

Övgüden eriyen molla mütevazı bir şekilde:

“– Bizim görevimiz bu yenge. Kullara elden geldiğince yardım etmek, iyileştirmek!” diye cevapladı. Seğüre yenge ona dün gece Baygilde ağabeyin pazardan alıp getirdiği esmühe33 çayın hepsini koyup demli bir çay yaptı. Henüz küle gömüp pişirdiği mayasız bir ekmeği de alıp önüne koydu. Yeneş ile Yemeş yatak döşek koyulan sandığın arkasına kaçıp çiçek bozuğundan yarılmış kıpkırmızı zayıf yüzlü, çengel gibi eğri uzun parmaklı, ala doğan gagası gibi eğri burunlu bu mollayı şaşkınlıkla karışık bir ilgiyle gözlemeye başladı. Onu hiç bu kadar yakından görmemişlerdi.

Molla ile Sıvakay nine konuşa konuşa samimi bir şekilde çay içmeye başladı. Söz türlü türlü hastalıklar ve Ezmezulla Molla'nın hayranlık veren iyileştirme güçlerine geldi. Sözünün sonunu sadece sıradan haberler ile değil kocakarı ilacını ve üfürük tükürük tedavisini getirmekle, tedaviciyi razı etmek için hayır sadakayı verme gerekliliğini anlatmakla tamamladı.

Semaveri bir iki kere yenileyip, ısrar ede ede uzun süre birlikte çay içtikten sonra Ezmezulla Molla bir kat çizgili pantolon giymiş zayıf, eğri ayaklarını büküp, cübbesinin kollarını dirseğine kadar sıvayarak divanın kenarına oturdu. Kendini mukaddes hatta Allah’ın bütün gizemli işlerine nail olmuş, akıl sahibi biri gibi göstermeye çalışıp, bastonsuz şekilde içeri girerek ciddi bir ses ile:

“– Güzel, evet gelin hayırlı bir saatte başlayalım” dedi. Sonra sertçe boğazını temizleyerek: “– Bir leğen ılık su getirin!” diye buyurdu.

Sıvakay nine tereddüt eden Seğüre yengenin önüne gelip parlatılıp beyazlatılan pirinç madeni leğene ılık su koyarak onu mollanın önüne oturttu.

Molla iyice doğrularak:

“– Evet, güzel” dedi. Sonra sesini gırtlak dibinden daha kalın çıkarmaya çalışarak:

“– Gelin, senin eklemlerine kötü kan oturmuş. Allah’ın izniyle şimdi kanı alınca iyileşirsin. Ya Allah, aziz, merhametli Allah’ım kullarına şifa ver… Bana, zayıf elçine, kullarına yardım edecek güç, kuvvet nasip et… Ya Allah, âmin…” diyerek, mırıldana mırıldana gözlerini göğe dikip sürekli dua etti. Korkusundan rengi tümden kaçan Seğüre yenge, ne söyleyeceğini bilemeden şaşıp kaldı. Ama mollanın bu kadar iyi niyetli olmasına sevinen Sıvakay nine gözüne dolan yaşları kıyafetinin kolları ile silerek:

“– Sağ ol molla, öyle olsun. Allah nasip etsin. Karşılığını veririz. Seğüre gelin bunun altında kalmaz. İşte şu yeni yavrulamış büyük keçisini verecek. Baş sağlıklı olursa mal bulunmaz mı? Değil mi gelin?” diye söylendi.

Seğüre yenge birden irkilip uyanır gibi oldu. “– Ah keçiyi mi dedin Sıvakay yenge?”

“– Evet. Öyle dedim gelin. Soyunun devamı için bir oğlağı kalsa yeter.”

Mollanın şaşı gözleri açgözlülük ile parladı, bu şekilde almaya hiç de şaşırmamış bir ses ile:

“– Peki, lüzumu yoktu. Bir şey beklemiyorum. Ben sadece şu çocuklar için… Allah için…” diye mırıldandı. Sıvakay nine ondan duyduğu sesle onu bölerek: “– Bırak, öyle deme molla. Gereken karşılığı vermeden şifacı, Allah’ın elçisini memnun etmeden kocakarı ilacı fayda eder mi?” Molla mütevazı ve sabırlı olmaya çalışarak:

“– Peki, öyleyse” dedi. “– Kabul edelim.”

“– Keçi de güzel. Çok güzel. Allah versin… Allah kabul etsin, iyileşmeyi nasip etsin.”

Seğüre yenge telaşlanarak karşı çıktı.

“– Bırak, yenge keçiyi vermiyorum. Kocam da buna razı olmaz. Bizim sığırımız, atımız tüm malımız tek bu. Nasıl çocukların ağzından sütlü yiyeceklerini çekip alayım?”

Ardından ağrılı ellerini sabırsızca ovarak Sıvakay nineye, mollaya, çocuklarına sonra da tüm evin içine göz gezdirip suçlu bir ses ile:

“– Razı olursanız işte şu keçe kilimi veririm” diye ekledi. “– Keçe kilimi mi? Hangisini?”

Sıvakay nine sandığın üstünde güzelce kat kat toplanmış yatak döşeğin arasında göz kamaştırarak duran yepyeni keçe kilimi dürterek gösterdi.

“– İşte şu çiçekli olanı mı gelin?”

Seğüre yenge evet der gibi başını kaldırdı. Sıvakay nine keçe kilimi yataktan çıkarıp mollanın ayağına serdi.

“– Molla keçe kilime de razı olur. Gücenmez. Keçe kilim keçiye denk değil mi? Ne kadar güzel. Süslerini desem nasıl da göz alıcı! Vay vay! Teşekkür etmek için kendi dokuduğun keçe kilimi mi veriyorsun gelin?”

Seğüre yenge de keçe kilimi ilk kez görmüş gibi hayranlıkla bakıp pişman olmuş bir ses ile:

“– Güzel” dedi. “– Kız zamanımda ben bunun gibilerini insanlara çok dokudum. O zamanlarda işim için insanların verdiği yünlerden eğirip, boyayıp kendime bu keçe kilimi dokumuştum. Bunu kirletmeyip Bibeş’im için saklamıştım. Hayırlısı olsun, ona kısmet değilmiş…”

Molla da Sıvakay nine de onun bu son sözünü duymamış gibi davrandı. Fakat yatak döşeğin arasına sığınan Yeneş ile Yemeş keçe kilimin arkasından gidip molanın önüne geldi. Hem annelerine hem de keçe kilime üzülmekten korkularını unuttular.

Gökkuşağı ışıkları gibi çeşit çeşit, göz alıcı süsler işlenmiş bu keçe kilimi onlar çok seviyordu. Her gün sabah yatağı toplayıp damgalanarak işlenmiş sandığın yanına çömelip oturuyorlar ve bu keçe kilimin çizgilerini, süslerini kendi aralarında paylaşarak oyun oynuyorlardı.

“– Yemyeşil olan benim!” “– Vişne kırmızısı benim!”

“– Kırmızı çiçekli benim! Senin değil! İşte mavi çiçekli de benim!”

Artık yatağın arasında bir tek güzel şey kalmadı. Bir kara keçe, iki yama yorgan, bir yastık, beş minder. Onların da dışları yok. Yünleri eski. Nasıl da çirkin oldu bu yatak!

Kızlar bu kaybın ağırlığıyla ezilip sessizce durdu. Fakat molla eğri parmaklarını kaldırıp yüzünü bir iki kere sıvazladı.

1.Ğ. Hösäyenov, R. Şäkür, M. Ğimalova, Başqort Äžäbiäte 10, Kitap, Öfö, 2004, s. 227.
2.R. Baimov, G. Gareeva, R. Mustafina, Z. Şaripova, Yegermense Bıvat Başqort Äžäbiäte, Federatsiyahınıñ Mäġarif Ministrlıġı Başqort Dävlät Üniversitetı, Öfö, 2003, s. 378-379.
3.İ. Kinyäbulatov, Ğ. Xisamov, Xalıq Yažıwsıhı Zäynäb Biişeva (Zäynäb Biişeva Turahında Xätirälär), Kitap, Öfö, 2008, s. 4.
4.Kinyäbulatov ve Xisamov, age., s. 9.
5.Kinyäbulatov ve Xisamov, age., s. 6.
6.Kinyäbulatov ve Xisamov, age., s. 10.
7.İ. Velitov, Zäynäb Biişeva Tormoşo häm İjadı, Xalqıbıžžıñ Aržaqlı Qıžı, Zäynäb Biişeva İsemendäge Başqortostan Kitap Neşriäte, Öfö, 2009, s. 31.
8.https://24smi.org/celebrity/119407-zainab-biisheva.html (Erişim tarihi: 08.12.2021).
9.Kinyäbulatov ve Xisamov, age., s. 19.
10.Hösäyenov vd., age., s. 230.
11.Baimov vd., age., s. 378.
12.Hösäyenov vd., age., s. 226.
13.Baimov vd., age., s. 379.
14.Baimov vd., age., s. 381.
15.Baimov vd., age., s. 378.
16.Baimov vd., age., s. 382.
17.Hösäyenov vd., age., s. 229.
18.Hösäyenov vd., age., s. 230.
19.Hösäyenov vd., age., s. 231.
20.Fransız edebiyatında bir nazım şekli [Konusunu halk masallarından veya bir gelenekten alan ve bentler hâlinde yazılan baladlar ilk zamanlarda müzik eşliğinde söylenirdi].
21.Hösäyenov vd., age., s. 227.
22.Hösäyenov vd., age., s. 230.
23.Kinyäbulatov ve Xisamov, age., s. 53, 66, 114.
24.Velitov, age., s. 24.
25.Velitov, age., s. 25.
26.Kinyäbulatov ve Xisamov, age., s. 53.
27.Kinyäbulatov ve Xisamov, age., s. 53, 113.
28.Zäynäb Biişevanıñ Şiğıržarı, Zäynäb Biişeva Tormoşo häm İjadı, Zäynäb Biişeva İsemendäge Başqortostan Kitap Neşriäte, Öfö, 2009, s. 35-53.
29.Hösäyenov vd., age., s. 232.
30.Baimov vd., age., s. 378.
31.Zäynäb Biişeva, Kämhetelgändär, Başqortoston Kitap Näşriäte, Öfö, 1990.
32.Parlak sarı saçlı ve korkunç bir kadın şeklinde olduğuna inanılan mitik varlık.
33.Librenin sekizde birlik kısmı.
17 431,66 soʻm
Yosh cheklamasi:
0+
Litresda chiqarilgan sana:
01 avgust 2023
Hajm:
1 Sahifa 2 illyustratsiayalar
ISBN:
978-625-6981-65-2
Matbaachilar:
Mualliflik huquqi egasi:
Elips Kitap