Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Kutadgu Bilig`den Seçmeler»

Shrift:

Kutadgu Bilig, Tanrı’nın övgüsü ve O’na şükür ile başlar. Ardından peygamberin ve dört halifenin övgüsü gelir. Bahar mevsiminin tasvirinden sonra yıldız ve burçlar hakkında bilgi verilir.1 Daha sonra sırasıyla “Akıl ve Dilin Fazilet ile Kusurları”, “Kitabın Yaratılış Gayesi” ve “Kitapta Adı Geçenler Hakkında Bilgi” bölümleri yer alır. Bütün bunlardan sonra da asıl konuya geçilir. Bu bölüm ise diyaloglar şeklinde yazılmıştır. Bu hâliyle de manzum tiyatro eseri özelliğini yansıtmaktadır. Karakterler arasında karşılıklı konuşma esasına dayalı öyküleme tekniğiyle beyitler şeklinde kaleme alınmıştır. İçerisindeki karakterlerin belli kavramları temsil etmeleri ile de sembolik / alegorik özellik göstermektedir. Bu da yazarın hikâyeci anlatım özelliğine katkı sağlamış; ifade etmek istediği ideal tipleri bazı kavramlarla sembolize etmiştir. Bunlar ise dört ana karakterden oluşmaktadır.

1.Kün-Togdı (Gündoğdu): Köni törüyü (doğru töreyi), doğru yolu, adaleti temsil eder. Hükümdardır. Hakan, yönettiği insanlar üzerinde güneş gibi doğmakta ve onun gibi adaletli (eşit) olmaktadır / olmak zorundadır. “Kün Togdı, “könitörü”yü (doğru yasayı) yapar. Halka doğru yolu gösterir, erdemleri öğretir, bilgiyi her şeyin üstün de tutar. Yüzyıllar sonra batıda “aydın hükümdar” denilen kralların tipindedir.2

2. Ay Toldı (Aydoldu-Dolunay): Kutu (saadeti / mutluluğu) temsil eder. Vezirdir.3 Ayın görünüş şekilleri, mutluluğun bazen belirip bazen kaybolmasına, bazen bütünüyle ortaya çıkmasına işarettir; dolayısıyla dolunay hâli de kut (mutluluk)tur.

3. Ögdülmiş (Övülmüş): Vezirin oğludur. Babasından sonra kendisi de vezir olur. Aklı temsil eder. Aklı ve mantığı birleştirici bir tiptir.

4. Odgurmış (Uyanmış): Akıbetin / sonun temsilcisidir. Vezirin kardeşidir. Gafletten uyanmayı sembolize eder.

Eserde yukarıdaki ana kahramanların yanında yardımcı kahramanlar da yer almaktadır. Bunlar, Aydoldu’yu Gündoğdu ile buluşturan Küsemiş; hizmet eden ve haber getiren Yumuşçı ve Odgurmış’ın yanında çalışan Kumaru’dur. Bunlar; eserde pek belirgin değildir. Diyalog (karşılıklı konuşma) bölümleri sürekli dört ana kahraman (karakter) arasında geçmektedir.

Kutadgu Bilig, 88 bölümden oluşmaktadır. Eserin tamamı kitaba sonradan eklenen 77 beyit dışında 6645 beyittir. Eserde 173 kadar da dörtlük vardır. 125 beyitten oluşan son üç bölümüyse kaside tarzındadır. Ayrıca kitaba bir de bir başkası tarafından düz yazı şeklinde açıklayıcı bir ön söz eklenmiştir. Kutadgu Bilig, yukarıda saydığımız nüshalarda farklı sayfa sayılarıyla yer almıştır. Bunun sebebiyse zamanla bazı sayfaların silinmesi veya kaybolması olmuştur. Eserin yapısı manzum hikâyeye (mesnevi tarzına) dayanmaktadır. Mesnevi, sözlük anlamı olarak “ikişer ikişer; ikili”dir.4 Hikâye tarzındaki din, ahlak ve tasavvufla ilgili konular, aşk hikâyeleri ve her türlü öğretici konu, beyitler (ikişer mısra) hâlinde yazılırdı. Kutadgu Bilig de bu tarzda yazılmıştır. Aruzun “feûlün / feûlün / feûlün / feûl” kalıbıyla kaleme alınmıştır. Bu vezin aynı zamanda millî ölçümüz olan hece ölçüsünün 6+5=11’li şekline de eş değerdedir. Eserde en çok kullanılan kafiye türü yarım kafiyedir. Yer yer cinaslı kafiyelere de rastlanmaktadır. Eserde bulunan dörtlüklerin de “aaba” şeklinde kafiyelendiğini görmekteyiz.

Agop Dilaçar’ın ifade ettiği gibi “Kutadgu Bilig, görkemli bir şehre benzer. Pırıl pırıl parlayan sokaklarını onun kutsal beyitlerinde görürüz. Bunlardan kimi Tanrı buyruğu, kimi uyarma, kimi öğüt, kimi sakındırma, kimi de yasaklamadır.”5 Bununla birlikte “Kutadgu Bilig, bizim için gerçekten sonsuz övünülecek, tükenmez bir iç güç kaynağıdır. Balasagunlu Yusuf’un çalışması bize övünmek hakkını kazandırmıştır.”6

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd, şükür, minnet ve sonsuz medih o büyüklük sahibi ve tam kudretli padişah olan Tanrı azze ve celleye mahsustur. O yeri, göğü yaratmış ve bütün canlılara rızkını vermiştir. O neyi diledi ise, yaptı ve neyi dilese yapar. Yef’alü’llâhü mâ yeşâ’ ve yahkümü mâ yürîd. Yine insanların en iyisi, peygamberlerin seçkini ve Tanrı’nın büyük resulü Muhammed Mustafa ile onun arkadaşları olan aziz ve muhterem ashabına sayısız selam ve sena olsun. Rizvânu’llahi ‘aleyhim ecma’în.

Bu kitap çok aziz bir kitaptır. Çin hâkimlerinin hikmetleri ile bezenmiş ve Maçin âlimlerinin şiirleri ile süslenmiştir. Bu kitabı okuyan ve bu beyitleri başkalarına bildiren bu kitaptan daha iyi ve daha azizdir. Meşrik eyaletinde, bütün Türkistan memleketlerinde, Buğra Han dilinde, Türkçe olarak, bu kitaptan daha iyi bir kitabın hiç kimse tarafından tasnif edilmemiş olduğuna Çin ve Maçin âlimleri ile hâkimlerinin hepsi ittifak etmişlerdir. Bu kitap hangi padişaha veya hangi diyara erişti ise fevkaladeliğinden ve sonsuz güzelliğinden dolayı, o memleketlerin hâkimleri ve âlimlerince makbûl görülerek, her biri ona bir türlü ad ve lakap verdiler. Çinliler Edebü’l-Mülûk adını koydular. Maçin mülkünün hâkimleri Âyînü’l-Memleke ve Meşrikliler Zînet’ül-Ümera dediler. İranlılar Şâhnâme-i Türkî diye ad koymuşlar. Bazıları da Pendnâme-i Mülûk demişler. Turanlılar ise Kutadgu Bilig (23) demişlerdir.

Bu kitabı yazan Balasagun şehrinden takva sahibi bir zattır. Fakat eserini Kaşgar memleketinde tamamlayıp meşrik meliki Tavgaç Buğra Han huzuruna sunmuş ve Buğra Han da müellifin değerini takdir ederek yükseltip ona kendisinin has hâcipliğini vermek lütfunda bulunmuştur. Bundan dolayı Yusuf Ulu Has Hacib olarak, onun adı ve şöhreti dünyaya yayılmıştır.

Bu aziz kitap dört büyük ve mühim temel üzerine bina olunmuştur. Birincisi doğruluk, ikincisi saadet üçüncüsü akıl, dördüncüsü kanaat. Müellif bunlardan her birine Türkçe bir ad vermiştir. Doğruluğa Kün-Togdı adını verip, onu padişah yerine tutmuş, saadete Ay-Toldı adını verip vezir yerine koymuş. Akla, Ögdülmiş adını verip, vezirin oğlu ve kanaate Odgurmış adını verip, vezirin kardeşi kabul etmiştir. Yine müellif kendi fikirlerini sualli-cevaplı münazara tarzında, bunlara atfederek ifade etmiştir. Okuyanın gönlü açılıp müellifi hayır-dua ile yâd etsin diye.

Her şeyden önce kadir ve bir olan Tanrı gelir, sonsuz hamd ve sena da ancak ona layıktır.

Büyüklük sahibi, kadir, zü’l-celal; yaratan, türeten ve kudretin kemaline sahip olan Tanrı’dır.

Yer, gök ve mahlukların Rabb’i herkesin rızkını hazırlamıştır; sen güle güle ye.

Herkese saymadan rızkını verir; herkese yedirir, fakat kendisi yemez.

Bütün canlıları hiçbir zaman aç bırakmaz, var ettiklerinin hepsine yedirir ve içirir.

Nasıl ki diledi ve her şey oldu; böylece o kimi isterse, onu yüceltir.

O seçkin Resule salat ve selam, yine arkadaşlarına selam ve ihtiram.

Muhammed Peygamber mahlukların başıdır, o bütün bunların göz üstünde kaşıdır.

Yine bu kitap çok aziz bir kitaptır; bilen için bir bilgi denizidir.

Değerli bilgiler ile süslenmiştir; artık sen şükret ve kanaatkâr ol.

Bunların her birine birçok hâkimin sözlerini inciler dizer gibi sıralamıştır.

Meşrik hükümdarı, Maçinliler beyi, bilgili, anlayışlı, dünyanın ileri gelenleri,

Hepsi bu kitabı benimsemişler ve hazinelerine koyup saklamışlardır.

Bu faydalı bir kitaptır ve hiçbir zararı yoktur; fakat birçok Türk bunun manasını anlamaz.

Her okuyan, yazan bunu anlayamaz; bunu ancak kitabın izahını duyan bilir.

Bu kitabın sözleri insana yardım eder ve yol gösterir; her iki dünyadaki işleri düzenler.

Çin ve Maçin hâkimlerinin hepsi hep bunun güzelliğini övmüşlerdir.

Türk, Çin ve bütün Meşrik illerinde, dünyada bunun gibi başka bir kitap yoktur.

Kitabın kadrini de ancak bilgili bilir, akılsız kimseden zaten ne beklenir.

Kitabı herkese vermemeli; dostun olsa bile emin olmamalı…

Çünkü bilgisiz bunu takdir edemez, anlayışlı anlar ve onu muhafaza eder.

Müellif bunu Buğra Han zamanında ve han dili ile söylemiştir.

Böyle bir eseri daha önce kim söylemiştir, bundan sonra da bu ustalıkla kim söyleyebilir?

Bunun gibi bir eser vücuda getirecek kimse nerede; yapan varsa ben onu da överim.

Her memleket, şehir ve sarayda bu kitaba ayrı ayrı adlar vermiştir.

Her memleketin hâkimleri, o diyarın usulüne göre buna adlar takmışlardır.

Çinliler ona Edebü’l-Mülûk derler, Maçinliler onu Enisü’l-Memâlik diye adlandırırlar.

Bu Meşrik ilinin büyükleri buna doğruca Zinetü’l-ümerâ derler.

İranlılar buna Şehnâme derler, Turanlılar Kutadgu Bilig diye anarlar.

Bak, muhtelif memleketlerin çeşitli dillerinde bunun için ne türlü adlar kullanılmıştır.

Bu kitaba ad koymuş olan o büyük ve iyi kulları Tanrı yargılasın.

Ey bu kitabı makbul bulan ve bu Türkçe esere hayretle bakan kimse;

Yine bil ki, bu kitap herkese yarar, fakat memleket ve şehirleri idare için hükümdarlara daha çok faydalı olur.

Bir memleketi idare edenlerin kimler olduğunu ve onlara nelerin lazım geldiğini hâkimler söylemişlerdir.

Hükümdarların korunmaları ve bunun için gereken şeyler ile hâkimiyetin icap ve şartlarını;

Devletin harap olması veya beka bulmasının neden ileri geldiğini, bu hâkimiyetin nasıl devam ettiğini ve nasıl elden çıktığını;

Bir de bu ordu ve askerin nasıl toplanacağını, konak yerinin ve sefer yolunun nasıl seçileceğini;

Bütün bunların tertibini bu kitapta açıklamış, her şeyi bir bir ayırmış ve tayin etmiştir.

Memleketi kuvvetle elinde tutan kimse, işini ehliyetli kimselere gördürmüştür.

Çerağ olarak, nasıl ay ihsan edildi ise bu işler için de anlayışlı ve uygun kimseler lazımdır.

Hükümdarların halk üzerinde hakları olduğu gibi halkın da aynı derecede, hükümdarlar üzerinde hakkı vardır.

Raiyyet onun bu hakkını gözetmeli, hükümdar da onun ten ve canını korumalıdır.

Hükümdarların nasıl muharebe edeceklerini ve harp zamanında ordularını nasıl tanzim eyleyeceklerini;

Düşman ordusunu mağlup etmek için ne gibi çarelere başvurulacağını söyler.

Hükümdar nasıl hareket etmelidir ki halk da ona o şekilde itaat etsin.

Böyle bir hükümdarı halk sever ve yüzünü göreyim diye herkes ona koşar.

O kimleri uğurlu diye hizmetine almalı ve yakın tutmalı; kimleri uğursuz ve kötü diye, kendisinden uzaklaştırmalı.

Kimleri kendisine bağlamalı ve yakın tutmalı; kimleri uğursuz ve kötü diye kendisinden uzaklaştırmalı.

Bir de nasıl baş kesmeli, siyaset etmeli, ceza vermeli; ikincisi gönüller almak için nasıl feraset göstermeli.

Hükümdarlar nasıl anlayışlı, bilgili, cesur ve kahraman olmalı, nasıl hazineyi doldurup, tekrar akıtmalıdır.

Hükümdar raiyyet üzerinde ne kadar çok kudretli olursa bütün işlerinde o kadar rahat ve huzur bulur.

Ben de bu birkaç harfçiği sana vasiyet olarak bıraktım; bana da dua etmeyi unutma.

Dikkatle bak, bu kitabı telif eden insan, insanlar arasında ileri gelen, hünerli bir kimse imiş.

Bu türlü faziletler ve meziyetler ile kendilerini süslemiş ve bahtiyar bir hayat sürmüştür.

Doğruluk, hürmet ve zühde sahip olduğu gibi bir de takva sahibi, bilgili ve temiz bir insan imiş.

Yaşadığı yer Kuz-Ordu memleketi imiş, kendisi asil bir aileden olup, dili de buna göredir.

O bir kitabını nazma çekip tamamlamış ve doğduğu memleketten ayrılmıştır.

Esasını yazmış ve tertibe koymuş; fakat bu manzume son şeklini Kaşgar ilinde almıştır.

Bu hanlar hanı, Tabgaç Kara Buğra Han’ın huzurunda eserini okumuştur.

Akla karşı hürmet ve kalemin hakkıdır diye hükümdar ona çok itibar etmiş ve çok ihsanlarda bulunmuştur.

Ona bu Has-Hacib unvanını tevcih etmiş ve onu kendi yakınları arasına almıştır.

Bundan dolayı ona hürmet ederler ve kendisine doğruca Yusuf Has-Hacib derler.

Yine bu kitabın içindekileri söyler; bunu şu dört iyi temel üzerine kurar:

Bunlardan biri adalet olup, doğruluk üzerinedir; ikincisi devlet olup, saadet ve ikbal demektir.

Üçüncüsü akıl olup, ululuk ifade eder; dördüncüsü ise kanaat ve afiyettir.

Bunların her birine ayrı ayrı adlar vermiş ve bundan böyle bunları bu adlar ile zikretmiştir.

Adalete Kün-Togdı adını verir ve onu hükümdar yerine koyar.

Devleti Ay-Toldı ismi ile zikreder ve bunu onun veziri sayar.

Akıla Ögdülmiş adını verirmiş ve buna da vezirin oğlu der.

Kanaate Odgurmış adını verir ve buna da vezirin akrabası der.

Bunun hikmeti, bak bu dört temel üzerinedir; bunları tanzim ile kitabı tamamlamıştır.

Arapça ve Farsça kitap çoktur; bizim dilimizde bütün hikmetleri toplayan yalnız budur.

Bunun kadrini ancak bilgili bilir; bilgi kıymetini de ancak anlayışlı takdir eder.

Bu Türkçe beyitleri senin için tanzim ettim; ey okuyucu, okurken unutma, bana dua et.

Ben dünyadan gidiyorum, sen beni dinle, bundan çok ibret al ve gözünü aç.

Tanrı’m, Rabbim ancak sensin, hepimizi yargıla; bütün müminlere didarını nasip et.

***

Yaratan, yetiştiren ve göçüren Rabbim olan Tanrı’nın adı ile söze başladım.

Kadir ve bir olan Tanrı’ya çok hamd ve binlerce sena olsun; onun için fânilik yoktur.

Kara yer ile mavi göğü, güneş ile ayı, gece ile gündüzü, zaman ile zamaneyi ve mahlukları o yarattı.

İstedi ve bütün bu varlıkları yarattı; bir kere: “Ol!” dedi, bütün dilekleri oldu.

Bütün bu yaratılmış olanlar ona muhtaçtır; muhtaç olmayan yalnız Tanrı’dır; onun eşi yoktur.

Ey kuvvetli, kadir, ebedî ve müstağni olan Tanrı, senden başkasına bu ad yakışmaz.

Ululuk ve büyüklük sana mahsustur; sana eş ve denk olan başka biri yoktur.

Ey bir olan Tanrı, bir başkası sana şerik koşulamaz; başta her şeyden evvel ve sonda her şeyden sonra sensin.

Senin birliğin hesaba gelmez, bu kudretin her şeye hâkimdir.

Sen şüphesiz birsin, ey sonsuz Tanrı; istisna sayıya gelmez.

Ey içi ve dışı bilen, ey hakka’l-yakîn; gözden uzaksın, fakat gönüle yakınsın.

Senin varlığın, parlak güneş ve ay gibi bellidir; fakat nasıl olduğunu kavrayacak gönül ve akıl yoktur.

Senin birliğin eşya ile ilgili değildir; eşyayı sen yarattın, onlar senindir.

Her varlığı sen yarattın; varlık yok olur, baki kalan yalnız sensin.

Yaratıcı varlığına yaratılmış olanlar şahittir; yaratılan iki, birin hazır şahididir.

Onun eşi yahut benzeri yoktur; nasıl olduğuna mahlukların aklı ermez.

Yürümez ve yatmaz, uyumaz, uyanıktır; ne benzer ne kıyas edilir ne de tasavvur götürür.

Arkada veya önde değildir, ne sağdadır ne solda, yeri ne altta ne üstte ne de ortadadır.

Yeri o yarattı, onun için yer mevzubahis değildir; şunu bil ki, onsuz da yer yoktur.

Ey her sırra yakın, ey her gönül için yüksek Tanrı, bütün suret ve şekiller sana şahittir.

Bu sayısız, yüz binlerce canlıyı; ova, dağ, deniz, tepe ve çukurları sen yarattın.

Mavi göğü sayısız yıldızlar ile süsledin; karanlık geceyi ışıklı gündüz ile aydınlattın.

Uçan, yürüyen ve duranların hepsi rızıklarını senden bularak yiyip, içerler.

Yüksek arştan alttaki toprağa kadar bütün her şey, hepsi sana muhtaçtır, ey Rabb’im!

Ey Tanrı’nın birliğine inanmış olan, onu dilin ile öv; gönlün tereddütsüz inandı ise, aklını işe karıştırma.

Nasıl olduğunu arama, gönlünü gözet; varlığına inan, sükûn ve huzura kavuş.

Nice ve nasıl olduğuna karışma, kendini tut; onu nicesiz ve nasılsız bil, sözünü uzatma.

Ey müstağni olan Rabb’im, sen bu muhtaç kulun bütün günahlarını şefkatle affet.

Asıl sana sığındım, ümidim sendedir; muhtaç olduğum yerde elimden tut.

Mahşer günü beni sevgili Peygamber ile birlikte haşret, onu bana şefaatçi kıl.

Onun dört arkadaşının her birine aralıksız, sayısız selam eriştir.

Ulu günde onların yüzünü göster, şefaatlerini bana yardımcı kıl.

Seni olduğun gibi methedemiyorum; seni sen methet! Sözüm kesildi.

***

Esirgeyen Rabb’im halkın en seçkini ve insanların en iyisi olan sevgili Peygamberi gönderdi.

O karanlık gecede halka meşale idi; etrafa ışık saçtı ve seni aydınlattı.

O sana Tanrı tarafından gönderilen davetçi idi; sen bu sayede doğru yola girdin ey yiğit!

Atasını ve anasını feda etti; tek dileği ümmeti idi, ona yol gösterdi.

Gündüz yemedi, gece yatmadı; Tanrı’dan seni istedi, başka bir şey istemedi.

Bunca zahmet ile gece gündüz hep seni istedi; şimdi sen onu öv ve rızasını dile.

Bütün kaygısı ümmeti idi; rahat etmek için, onun azaptan kurtulmasını dilerdi.

Atadan ve anadan daha merhametli idi; Tanrı’dan daima bunu niyaz eder, bunu dilerdi.

O ümmeti üzerine Tanrı’nın bir rahmeti idi; güzel tavırlı, dürüst ve kendisine güvenilir bir tabiatta idi.

Asil tabiatlı, alçak gönüllü ve güzel tavırlı idi; hayâ sahibi, şefkatli, cömert ve eli açık idi.

Kara yerde de aziz idi, mavi gökte de; Tanrı ona çok değer vermişti.

O bütün rehberlerin önünde baş idi; sonra da bütün resullerin hatemi oldu.

Onun yoluna şimdi gönül bağladım; bütün dediklerine inandım ve severek sözünü tuttum.

Ey Tanrı’m, benim gönlümü gözet; kıyamette beni sevgili Peygamber ile birlikte haşret.

Kıyamette dolunay gibi yüzünü göster; ey Tanrı’m, kendisini bana şefaatçi kıl.

***

Bunlar onun sevdiği dört arkadaş idi; yanındaki müşavirleri bunlar idi.

İkisi kayınbabası, ikisi damadı idi, bunlar halkın en iyisi ve en seçkini idiler.

Başta, herkesten önce Tanrı’ya inanmış, gönlü ve dili dürüst (sıddık) olan Ebu Bekir gelir.

Malını, tenini ve canını feda etti; dileği ancak Peygamber’in rızası idi.

Sonra insanların seçkini, halk içinde mümtazı, dili ve gönlü bir olan Ömer vardı.

Yardımcısı ve doğru dinin temeli o idi; şeriatın yüzünden perdeyi o kaldırdı.

Sonra hayâ sahibi, yumuşak huylu, insanların seçkini, cömert ve eli açık olan Osman idi.

O bütün malını ve kendisini feda etti; Peygamber de ona iki kızını verdi.

Ondan sonra seçkin, cesur, yiğit, kahraman ve akıllı Ali vardı.

Eli cömert idi yüreği saf idi; bilgili, takva sahibi ve adı büyük bir zat idi.

Bunlar din ve şeriatın temeli idi; bunlar kâfirler ile münafıklardan gelen eziyetlere katlandılar.

Bu dört sahabe benim için dört unsur gibidir; unsurlar denkleşirse gerçek hayat vücuda gelir.

Ey Rabb’im, sen bunlara benden sonsuz selamları, devamlı olarak ulaştır.

Onları daima benden razı et; ulu günde onları bana şefaatçi kıl.

***

Şarktan bahar rüzgârı eserek geldi; dünyayı süslemek için cennet yolunu açtı.

Kâfur gitti, kara toprak misk ile doldu; dünya kendisini süsleyerek bezenmek istiyor.

Bahar rüzgârı eziyetli kışı sürüp götürdü; parlak yaz tekrar saadet yayını kurdu.

Güneş balık kuyruğundan (hut), kuzu burnuna (hamel) kadar olan yerine tekrar döndü.

Kurumuş ağaçlar yeşiller giyindi; tabiat mor, al, yeşil ve kızıl ile süslendi.

Kara yeryüzüne yeşil ipek bağladı; Hıtay kervanı da bunun üstüne Çin kumaşı yaydı.

Düzlükler, dağlar, sahralar ve ovalar bunu yayıp döşendiler; vadiler ve yamaçlar al ve yeşil giyerek süslendiler.

Binlerce çiçek gülerek açıldı; dünya misk ve kâfur kokusu ile doldu.

Karanfil kokulu bahar rüzgârı esti; dünyanın her tarafı misk ve amber kokusu ile doldu.

Kaz, ördek, kuğu ve kıl kuyruk fezayı doldurdu; bağrışarak, bir yukarı bir aşağı kaynaşıyorlar.

Bak, biri kalkıyor, biri konuyor; biri yüzüyor, biri su içiyor.

Kökiş ve turnalar gökte yüksek sesle bağrışıyor; dizilmiş deve katarı gibi uçup kanat çalıyorlar.

Keklik, sesine bir ahenk vererek, eşine sesleniyor; sanki güzel bir kız gönül verdiğini çağırıyor.

Keklik yüksek sesle öttü, sanki gülmekten katılıyor; ağzı kan gibi kızıl, kaşı simsiyah.

Kara çumguk mızrak gibi gagası ile ötüyor; sesi, nazlı bir kızın sesi gibi cana yakındır.

Çiçek bahçesinde bülbül binlerce sesle ötüyor, sanki gece gündüz Mezâmir okuyor.

Karacalar, dişi erkek, çiçekler üzerinde oynuyor; geyikler, dişi erkek, sıçrayıp oynayarak koşuşuyorlar.

Gök kaşını çattı, gözünden yaş serpiliyor; çiçek yüzünü açtı, bak, gülmekten katılıyor.

Bu esnada dünya kendi kendine baktı; sevinip övünerek hazinesini gözden geçirdi.

Gözü bana ilişince söze başladı ve şöyle dedi: “Sen bu hakanın yüzünü görmedin mi?”

Uyuyor idi isen şimdi kalk, gözünü aç; işitmedin ise şimdi sözümü dinle.

Ben binlerce yıldan beri dul idim, benzim solmuştu; şimdi bu dul libasını çıkarıp beyaz kakımdan gelinlikler giydim.

Süslendim, çünkü ulu hakan eşim oldu; dileğim budur: o isterse canım feda olsun.

Gök gürledi, nevbet davulunu vurdu; şimşek çaktı, hakanın tuğunu çekti.

Biri kınından çıkınca ona memleketler sunar; biri nam ve şöhretini dünyaya yayar.

Büyük Tabgaç Buğra Han dünyaya hâkim oldu; adı kutlu Tanrı, onu her iki cihanda aziz etsin.

Ey dinin izzeti, ey devletin yarıcısı, ey milletin tacı, ey şeriatın hadimi.

Tanrı bütün dileklerini verdi bundan sonra da Tanrı daima sana arka ve destek olsun.

Ey dünyanın süsü, ey ululuğun ziyneti, ey saltanatın nuru, ey dönek huylu saadetin bağını elinde tutan!

Devran sana memleket ve taht verdi; Tanrı bu taht ile bahtını daim etsin.

Hakan tahta oturunca, dünya asayiş buldu; bundan dolayı dünya ona şahane hediyeler gönderdi.

Esirden gelen sema kuşları, kimi rây-i hindî, kimi kayserî;

Ötüşleri ile yarış ederek adını anıp sevinç ve huzur içinde onu överler.

Yerde binbir çiçek, binbir manzara, düzlük, dağ, sahra, vadi yeşil ve mavi renkler ile örtülmüş.

Kimi kokusu ile kulluk eder; kimi güzelliği ile harimine girer.

Kimi elini uzatır, buhurdan sunar; kimi misk saçar ve dünya kokular ile dolar.

Kimi doğudan binlerce armağan sunmaktadır; kimi batıdan hizmetine koşmaktadır.

Saadet hizmet için gelmiş, kapıda durur; kapıda duran kulluk için durur.

Dünya kulluk için böyle hazırlandı; düşman boyun eğdi, ortadan kayboldu.

Hakanın namı, şanı dünyaya yayıldı; onu göremeyen gözlerin uykusu kaçtı.

Dünya asayişe kavuştu ve nizam kuruldu; o adını kanunla yükseltti.

Kim cömert yüzü görmek isterse gelsin, hakanın yüzünü görsün.

Kim mesut, kimseyi incitmeyen ve vefakâr birini görmek dilerse onun yüzünü görsün; onun her işi vefadır.

Zarar görmeden, kendine hep fayda sağlamak dilersen beri gel, hizmet et, gönül ver, ısın.

Asil, alçak gönüllü, şefkatli ve yumuşak huylu bir kimse görmek istersen gel, onu gör ve gönül rahatına kavuş.

Ey iyi tabiatlı ve asil nesepli hakan! Dünya senden mahrum kalmasın.

Ey devletli hükümdar, Tanrı sana saadet verdi; adını bin kere zikrederek, ona şükür lazımdır.

Çok eski bir atasözü vardır: Babanın yeri ve adı oğula kalır.

Babanın yeri, adı ile birlikte sana kaldı; bunlara daha başka binlercesi eklensin.

Binlerce el, hediye olarak, ona çok nadide şeyler sundu; işte sen de bu Kutadgu Bilig’i hediye et.

Onların hediyesi gelir, geçer; bu benim hediyem ise ebedî kalır.

Dünya malı ne kadar toplanırsa toplansın, tükenir, bir biter; söz kaleme alınırsa, kalır, dünyayı dolaşır.

Bu hakan adı kitaba geçti; ey devletli hükümdar, bu ad ebedî kaldı.

Ey Rabb’im, sen onun devletini arttır; bütün dileklerini yerine getir, her işinde arka ol, destek ol.

Onun sevdiğini esen tut, düşmanını ortadan kaldır; sevincini daim kıl, kederini yok et.

Yağmur yağmaya devam etsin, çiçekler açılsın; kurumuş ağaçlardan perçemler sarksın.

Felek hep dönmeye devam etsin; düşmanının başı hep aşağı eğik olsun.

Kara toprak kızıl bakır oluncaya kadar, ateşten yeşil çiçek çıkıncaya kadar;

Devletli hükümdar bin saadet içinde yaşasın; çekemeyenlerin gözleri ateşte yansın.

Daha başka ne gibi dileği var ise Tanrı ona daima arka ve destek olsun.

Sevinç, huzur ve güvenç içinde memlekete hâkim olsun, Lokman kadar uzun ömürlü olsun.

***

Tanrı insanı yarattı, seçerek yükseltti; ona fazilet, bilgi, akıl ve anlayış verdi.

Ona hem gönül verdi, hem de onun dilini açtı; ona güzel biçim, güzel tavır ve hareket ihsan etti.

Ona bilgi verdi ve insan bugün yükseldi; ona anlayış verdi ve böylece düğümler çözüldü.

Tanrı kime anlayış, akıl ve bilgi verirse o pek çok iyiliklere elini uzatır.

Bilgiyi büyük ve anlayışı ulu bil; seçkin kulu bu iki şey yükseltir.

Buna şahit olarak, işte şu söz geldi; bu sözü işit ve bu hususta sözünü kes.

Anlayış nerede olursa, orası ululuk kazanır; bilgi kimde olursa o büyüklük bulur.

Anlayışlı olan anlar, bilgili olan bilir; bilen ve anlayan her vakit dileğine erişir.

Bilginin manasını bil; bak, bilgi ne der: Bilgiyi bilen insandan hastalık uzaklaşır.

Bilgisiz insan hep hastalıklı olur; hastalık tedavi edilemezse insan çabuk ölür.

Ey bilgisiz, git hastalığını tedavi ettir; ey mesut âlim, bilgisizliğin ilacını sen söyle.

Anlayış bir yulardır; insan onu elinde tutarsa dileğine erişir ve bütün arzularına nail olur.

Anlayışın insana faydası çok olur; insan bilgi bilirse aziz olur.

Bütün işini gücünü anlayış yolu ile yap; eline geçen bu zamanı israftan bilgi ile koru.

***

Anlayış ve bilgiye tercüman olan dildir; insanı aydınlatan fasih dilin kıymetini bil.

İnsanı dil kıymetlendirir ve insan onunla saadet bulur; insanı dil kıymetten düşürür ve insanın dili yüzünden başı gider.

Dil aslandır, bak, eşikte yatar; ey ev sahibi dikkat et, senin başını yer.

Dilinden eziyet çeken adam ne der, dinle; bu söze göre hareket et, onu daimi hatırda bulundur.

Bana dilim pek çok eziyet çektiriyor; başımı kesmesinler de ben dilimi keseyim.

Sözüne dikkat et, başın gitmesin; dilini tut, dişin kırılmasın.

Bilgili dil için özlü bir söz söyledi; ey dil sahibi, başını gözet.

Sen kendi selametini istiyorsan ağzından yakışıksız bir söz kaçırma.

Söz, bilerek söylenirse bilgi sayılır; bilgisizin sözü kendi başını yer.

Çok sözden fazla fayda görmedim; amma söylemek de faydasız değildir.

Sözü çok söyleme, sırasında ve az söyle; binlerce söz düğümünü bu bir sözde çöz.

İnsan söz ile yükseldi ve sultan oldu, çok söz başı gölge gibi yere serdi.

Çok konuşan kimseye bilgi “gevezelik etti” der, söylemezse de ona “dilsiz” der.

Mademki böyledir, sen fasih dil kullan; dil fasih olursa, insanı yükseltir.

Dili iyi gözet, başın gözetilmiş olur; sözünü kısa kes, ömrün uzun olur.

Dilin faydası çok olduğu gibi, zararı da çoktur; dil bazen övülür, bazen de çok sövülür.

Mademki böyledir, sözü bilerek söyle; sözün gözsüzlere, körlere göz olsun.

Bilgisiz insan, şüphesiz, kördür; ey bilgisiz, yürü; bilgiden nasip al.

Bak, doğan ölür; ondan, eser olarak söz kalır; sözünü iyi söyle ölümsüz olursun.

İnsan iki şey ile kendisini ihtiyarlamaktan kurtarır: biri iyi iş ve diğeri iyi söz.

Bak, insan doğdu, öldü, sözü kaldı; insanın kendisi gitti, adı kaldı.

Kendin ölümsüz bir hayat dilersen ey hâkim, işin ve sözün iyi olsun.

Dili bu kadar övmekten ve arada bir sövmekten maksadım, sözün ne olduğunu anlatmak idi.

Her sözü saklamayı da anlayış hoş görmez; insan lüzumlu olan sözü söyler, gizlemez.

Ey yiğit, ben bu sözü oğlum için söyledim; oğul benden aşağı derecededir ve bana nasıl denk olur?

Ey oğul, bir sözümü sana söyledim; ey oğul, bu nasihatleri ben sana verdim.

Benden sana gümüş ve altın kalırsa sen onları bu söze denk tutma.

Gümüşü bir işe sarf edersen biter, tükenir; sözümü işe sarf edersen, gümüş kazanılır.

İnsandan insana, miras olarak söz kalır; vasiyet edilen sözü tutmanın faydası çoktur.

Ey âlim hâkim, bugün ürkerek, kendi özrümü söylersem, bana kaşını çatma.

***

Ey âlim hâkim, dileğim benden sonra geleceklere kalacak bir söz söylemek idi.

Anlayış karşı geldi ve: “İyice dikkat et; sözün yanlış olursa, sana zararı dokunur.” dedi.

Halkın dili kötüdür, seni çekiştirir; insanın tabiatı kıskançtır, etini yer.

Dikkatle bakınca yüküm hafifledi; kendi kendime: “Söyle, içindekileri dök.” dedim.

Sebebini sorarsan, sana söyleyeyim ey mert yiğit, sözümü dinle!

Bu yalnguk (insan) adı insana yanıldığı (yangluk) için verildi; yanılmak (yangluk) insan (yalnguk) için yaratıldı.

Sen bana yanılmayan bir kimse söyleyebilir misin; ben sana yanılan binlerce insan göstereyim.

Bilgi sahibi insan pek azdır; bilgisiz ise, çoktur; bil ki, anlayışsız insan çok; anlayışlı ise nadirdir.

Bilgisiz bilgiliye daima düşman olmuştur; bilgisiz bilgili ile her zaman mücadele hâlindedir.

İnsandan insana çok fark vardır; bu fark bilgiden ileri gelir, sözüm buna dairdir.

Bu sözümü bilgili için söyledim, bilgisizin dilini ben de bilemiyorum.

Benim bilgisiz ile hiçbir sözüm yoktur; ey bilgili, işte ben senin kulunum.

Sözümü sana söylemiş olduğum için, çekinerek, işte böyle senden özür diledim.

Sözü söyleyen yanılabilir ve şaşırır; anlayışlı isterse bunu düzeltir ve tashih eder.

Söz, deve burnu gibi yularlıdır; o, dişi deve boynu gibi nereye çekilirse oraya gider.

Sözü bilerek söyleyen çok kimse var; benim için sözü anlayan azizdir.

Bütün iyilikler bilginin faydasıdır; bilgi ile göğe dahi yol bulunur.

Sen her sözünü bilgi ile söyle; herkesin bilgi ile büyük olduğunu bil.

Söz kara yere mavi gökten indi; insan kendisine sözü ile değer verdirdi.

İnsan gönlü dibi olmayan bir deniz gibidir; bilgi onun dibinde yatan inciye benzer.

İnsan inciyi denizden çıkarmadıkça, o, ister inci olsun ister çakıl taşı, fark etmez.

Kara toprak altındaki altın, taştan farksızdır; oradan çıkınca beylerin başında tuğ tokası olur.

Bilgili bilgisini dili ile meydana çıkarmazsa yıllarca yatsa bile, onun bilgisi muhitini aydınlatmaz.

Anlayış ve bilgi çok iyi şeydir; eğer bulursan onları kullan ve uçup göğe çık.

Anlayış ve bilginin ne olduğunu bilen, bu memleket beyi ne der, dinle.

Dünyayı elde tutmak için, insan anlayışlı olmalıdır; halka hâkim olmak için ise hem akıl hem cesaret gerektir.

Dünyayı elinde tutan onu anlayış ile tuttu; halka hükmeden, bu işi bilgi ile yaptı.

Âdem’in dünyaya indiğinden beri iyi nizam daima anlayışlı insanlar tarafından vaaz edilegelmiştir.

Hangi çağda olursa olsun, bugüne kadar daha yüksek yer daima bilgiliye kısmet olmuştur.

İnsanların kötüsü anlayış yolu ile aşılır; halk arasında çıkan fitne bilgi ile bastırılır.

İşleri bu ikisi ile de halledemezsen, bilgiyi bırak, elini kılıca daya.

Halkı idare eden, hâkim ve âlim beyler bilgisizin işini kılıç ile halletmişlerdir.

Dünyayı elde tutmak için, insanın anlayışlı olması ve halkı itaat altına almak için de, bilgili bulunması elzemdir.

Bu ikisi bir kimsede toplanırsa o tam insan olur; tam insan dünyanın bütün nimetlerine nail olur.

Sen her iki dünyayı arzu ediyorsan, bunun çaresi iyilik yapmaktır.

Eğer kendin iyilik bulmak istiyorsan yürü, iyilik et; başka söze ne hacet.

İnsan ebedî değildir, ebedî olan onun adıdır; iyi kimselerin adı bunun için ebedî kalmıştır.

Kendin ebedî değilsin, adın ebedîdir; adın ebedî olursa kendin de ebedî olursun.

***

Eğer halkı idare edecek bir duruma gelirsen işle ve sözle her vakit iyilik et.

Gençlik kaçar ve hayat uçar; bu rüya gibi dünyadan kendin çabuk göçersin.

Hayatı sermaye yap, bunun faizi iyiliktir; bu sana yarın için iyi yiyecek ve giyecek temin eder.

Dinle, insanların iyisi ne der; yürüyen ve nefes alanların hepsi sonunda ölecektir.

Dünyaya nice erler geldi, düşün; bir müddet ömür sürdükten sonra, yine göçüp gittiler.

Gerek bey gerek kul, iyi veya kötü; kendileri öldü, fakat onların nişanı olarak, yalnız adları kaldı.

Şimdi bu yere sahip olma sırası sana gelmiştir; sen herkesten iyi ol ve hep iyilik yapmaya çalış.

Her yaşayan er geç ölecek ve toprağa düşecektir; insan iyi nam ile ölürse adı yaşar.

1.Geniş bilgi için bk. Reşit Rahmeti ARAT, KUTADGU BİLİG – II Çeviri, TTK Yay., 7.bsk., s. 12-22.
2.Agop Dilaçar, 900. Yıldönümü Dolayısıyla Kutadgu Bilig İncelemesi, TDK Yay., 3 bsk., Ankara, 1995, s. 196.
3.Eski Türklerde devletin bakanlık, valilik gibi yüksek görevlerinde bulunan veya paşa unvanını taşıyan kişilere verilen isim.
4.Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK Yay., 1983, s. 167.
5.Agop Dilaçar, 900. Yıldönümü Dolayısıyla Kutadgu Bilig İncelemesi, TDK Yay., 3 bsk., Ankara, 1995, s. 156.
6.Age. S. 198

Bepul matn qismi tugad.

18 824,84 s`om