Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Ulduz ile Kargalar»

Shrift:

Ulduz odasında tek başına oturuyordu. Dışarıyı seyrediyordu pencereden. Üvey annesi hamama gitmiş, kapıyı da kızın üzerine kilitlemişti. Ulduz’a yerinden kımıldamamasını, yoksa fena yapacağını söylemişti. Ulduz bu yüzden yerinde oturuyor, dışarıyı seyrediyor, bir yandan da düşünüyordu. Büyük insanlar gibi düşüncelere dalmıştı. Hiç kıpırdamıyordu yerinden. Üvey annesinden çok korkuyordu. Henüz yeni kaybettiği büyük oyuncak bebeğini düşünüyordu. O kadar üzülüyor ve canı sıkılıyordu ki deme gitsin. Birkaç defa parmaklarını sayıp oyun oynadı. Sonra yavaşça pencerenin kenarına gitti. Canı çok sıkılıyordu. Birden bir karga çarptı gözüne, havuzun kenarına oturmuş su içiyordu. Yalnızlığını unuttu, yüreği ferahladı. Karga başını kaldırdı. Gözleri Ulduz’a takılınca uçmaya davrandı ama ondan bir zarar gelmeyeceğini anlayınca gitmedi.

Karga hafifçe araladı gagasını, Ulduz onun gülümsediğini düşündü. Mutlu oldu.

“Karga Bey, o havuzdaki su kirli, içersen hasta olursun.” dedi.

Karga bir kez daha gülümsedi. Yerinde sıçrayarak yaklaştı:

“Hayır canım, biz kargalar için hiç fark etmez. Bundan daha kötü durumdaki suları da içiyoruz ama hiçbir şey olmuyor yine de. Ha bir de bana Karga Bey diye seslenme. Ben dişi bir kargayım. Dört tane de yavrum var. Bana Anne Karga diyebilirsin.”

Ulduz, bir karganın dişi mi erkek mi olduğunun nasıl anlaşılabileceğini bilmiyordu. O kadar da sevimliydi ki Ulduz onu tutup öpmek istiyordu. Karganın güzel olmadığı, hatta çirkin bile sayılabileceği doğruydu ama sevgi dolu bir kalbi vardı. Biraz daha yaklaşacak olsaydı, Ulduz onu tutup öpecekti.

Anne Karga biraz daha yaklaştı:

“Senin ismin ne?”

Ulduz ismini söyledi.

Anne Karga:


“Evin içinde ne yapıyorsun?”

“Hiçbir şey. Üvey annem beni buraya koyup yerimden hiç kıpırdamamamı söyledi ve hamama gitti.”

“Sen büyük insanlar gibi oturmuş derin derin düşünüyorsun. Neden oyun oynamıyorsun?”

Ulduz’un aklına kocaman bebeği geldi ve içini çekti. Sonra da sesini daha iyi duyurabilmek için pencereyi açtı:

“Artık oynayacak bir oyuncağım yok Anne Karga.

Kocaman bir bebeğim vardı, o da ortadan kayboldu.

Konuşan bir bebekti o.”

Anne Karga, gözyaşlarını kanadının ucuyla sildi, sıçrayarak yanaştı ve pencerenin pervazına oturdu. Ulduz önce biraz tedirgin olup kenara çekildi. Ama sonra o kadar mutlu oldu ki keyfine diyecek yoktu. O da kargaya yaklaştı.

Anne Karga:

“Bir oyun arkadaşın da mı yok?”

“Var. Yaşar var ama onu da çok az görebiliyorum. Çok az… Okula gidiyor.”

“O zaman gel birlikte oynayalım.”

Ulduz, Anne Karga’yı tuttu ve kucakladı. Başını, yüzünü öptü. Tüyleri sertti. Anne Karga, Ulduz’un giysilerini kirletmemek için ayaklarını topladı. Ulduz gagasını öptü. Gagası sabun kokuyordu.

“Anne Karga, sen sabunu çok mu seviyorsun?”

“Sabun için ölürüm!”

“Üvey anne hoşlanmaz, yoksa yemen için bir tane getirirdim sana.”

“Gizlice getir. Üvey annen anlamaz getirdiğini.”

“Ona haber vermezsin değil mi?”

“Ben mi? Ben kimseyi gammazlamam.”

“Ama üvey anne hep der ki ‘Sen ne yaparsan bir karga gelip bana haber veriyor yaptığından.’ ”

Anne Karga içinden güldü:

“Yalan söylüyor canım! Şu siyah başıma yemin ederim ki ben hiç kimseyi ispiyonlamam. Su içmek işin bahanesi, havuzun başına gelip sabunla balığı kapıyorum ve sonra da uzaklaşıyorum.”

“Anne Karga neden hırsızlık yapıyorsun? Günah değil mi?”

“Çocuk olma canım benim, günah nedir? Hırsızlık yapmayayım günah diye, peki o zaman ben ve çocuklarım açlıktan ölürsek ne olacak? Asıl günah bu değil mi canım? Günah nedir? Karnımı doyuramamamdır! Sabunun ayaklar altına atılıp boşa gitmesi ve benim aç kalmamdır günah. Ben o kadar yıl yaşadım ki bu tür şeyleri bilirim hep. Sen de bu tür boş ve anlamsız nasihatlerle hırsızlığın önlenemeyeceğini bil! Herkes kendisi için çalıştığı müddetçe hırsızlık da hep olacaktır.”

Ulduz’un içinden, gidip Anne Karga için bir kalıp sabun alıp getirmek geçiyordu. Üvey annesi evdeki yiyecekleri dolaba koyuyor ve dolabı da kilitliyordu. Ama sabunu saklamıyordu. Anne Karga’yı pencerenin önünde bırakıp içeri gitti, dönerken elinde bir kalıp sabunla döndü.

Çocuklar, Allah daha beterinden saklasın! Ulduz, döndüğünde Anne Karga’nın gitmiş, üvey annesinin ise eve gelmekte olduğunu gördü pencereden. Koltuğunun altında hamam bohçasını tutuyordu. Suratı da pancar gibi kızarmıştı. Ulduz kötü yakalanmıştı. Kadın, pencereden içeriye doğru kafasını uzattığı gibi başladı bağırmaya:



“Ulduz, yine ne halt ettin, evin altını üstüne mi getiriyorsun? Yerinden hiç kıpırdamamanı söylememiş miydin ben sana?”

Ulduz bir şey demedi. Kadın, kapıyı açtı ve eve girdi. Ulduz elindeki sabunu çabucak gömleğinin altına sakladı ve bir köşeye geçip oturdu. Kadın odaya girdi,

“Hâlen ne işler çevirdiğini söylemedin!” diye kızdı.

Ulduz ise aniden:

“Anne dövme beni… Oyuncak bebeğimi arıyordum.” dedi.

Kadın, Ulduz’un oyuncak bebeğinden zaten nefret ediyordu. Ulduz’un kulağını tutup çekerken:

“Sana kaç defa dedim şu oyuncak bebeği kafandan çıkar at diye, anlamadın mı hâlâ?” diyerek kızdı bu sefer.

Üvey anne bunun ardından kendine çay demlemek için mutfağa gitti. Ulduz da tuvalete gitme bahanesiyle bahçeye çıktı. Sağına soluna bakındı, Anne Karga’yı damın kenarında oturmuş, endişeli gözlerle bakarken buldu. Getirdiği sabunu çiçeklerin dibine bıraktı, kargaya da göz kırptı gelip sabununu alsın diye. Anne Karga oldukça yavaş hareketlerle çiçeklerin yanına geldi ve demetlerin arasında kayboldu.

“Anne Karga, yavrularından birini getirsen de bana oyun arkadaşı olsa olur mu?”

“Öğle yemeğinden sonra beni bekle. Kocam da müsaade ederse getiririm.”

Anne Karga bunları söyledikten sonra, sabununu aldı ve uçup gitti.

Ulduz, gözlerini gökyüzüne dikti. Karga iyice uzaklaştıktan sonra, o kadar sevinçliydi ki yerinde oynamaya başladı. Neşesine diyecek yoktu, sanki konuşan bebeğini bulmuş gibi şendi. Aniden üvey annenin sesi duyuldu:

“Kız, ne demeye oynayıp zıplıyorsun? İçeri gel. Güneş geçecek başına. Sonra sana bakıcılık etmeye hiç niyetim yok!”

Öğle yemeği vaktiydi. Ulduz gitti ve odada oturdu. Birkaç dakika sonra babası işten geldi. Suratı asıktı, Ulduz’un hoş geldin demesine de karşılık vermedi. Ellerini yıkadı, sofraya oturup yemeğe başladı. Sanki iş yerinde müdürü yine ters bir şey söylemiş gibiydi.

Az sonra, Ulduz’u kendinden geçiren patates kızartmasının kokusu geldi. Babasının yemek yemesine bakıyor ve yutkunup duruyordu. Elini uzatıp da yiyemiyordu. Çünkü üvey annesi her zaman, çocukların kendi başlarına yemeğe başlamalarına hakkı olmadığını, büyüklerin bir tabağa yemek koyarak uzatmaları halinde yiyebileceklerini söylerdi.

***

Aylardan eylül idi. Öğle yemeğini yedikten sonra, baba ile üvey annenin uykusu bastırdı, yatmaya gittiler. Ulduz da mecburen uyuyacaktı, yoksa babası azarlar ve çocukların öğle yemeğini yedikten sonra uyumaları gerektiğine dair sözlerle kızardı ona. Ama Ulduz, neden muhakkak uyuması gerektiğini bir türlü anlamazdı. Kendi kendine şöyle düşündü:

“Bugün uyumamalıyım çünkü uyursam Anne Karga gelince beni göremez, yavrusunu tekrar geri götürmek zorunda kalır.”

Odanın ucunda yatağına uzandı, uyur gibi yattı. Babası ve üvey annesi uyuyunca ayaklarının ucunda ağır ağır bahçeye çıktı. Dut ağacının gölgesinde oturdu. Üç sefer parmaklarını saymış oynuyordu ki karga geldi yanına. Önce damın kenarına konup, Ulduz’u gözledi. Ulduz, aşağı inebileceğini işaret etti kargaya. Anne Karga indi ve yanına oturdu. Yanında da minicik ve sevimli bir karga yavrusu getirmişti.

“Uyuyorsun diye korktum.”

“Her gün uyurum ama bugün uyumadım. Babamla üvey annemi uyutup geldim.”



“Aferin sana, iyi ettin. Uyumak için çok zaman var. Ama gündüzleri uyuyorsan geceleri ne yapıyorsun?”

“Bunu üvey anneye sor… Minik kargayı benim için mi getirdin? Ne kadar sevimli!”

Anne Karga, yavrusunu Ulduz’un eline verdi. Çok sevimli görünüyordu. Ulduz birden derin bir ah çekti.

“Neden ah çektin öyle?”

“Oyuncak bebeğim geldi aklıma. Keşke yanımda olsaydı şimdi, üçümüz ne güzel oynardık.”

“Hiç üzülme sen. Torunlarımdan biri birkaç gün içinde yumurtlayıp yavrulayacak. Onlardan bir tanesini sana getiririm, böylece üç oyun arkadaşı olursunuz.”

“Yoksa senin başka yavrun yok mu?”

“Olmaz mı, elbette var. Üç tane daha yavrum var.”

“O zaman onlardan birini de getir.”

“Ama ben yalnız kalırım getirirsem. Yavruların bir de babası var. İzin vermez. Bunu senin için getirdim ama dili bile açılmadı daha, uçmayı da bilmiyor, yürüyor sadece. Bir haftaya kadar dili açılır. İki hafta sonraya da uçmayı öğrenir. Dikkat et, hiç unutma, iki haftaya kadar uçabilmesi lazım. Uçamazsa bir daha hiç uçamaz.”

“Uçamazsa ne olur?”

“Ne olacağı belli; ölür. Yiyecek olarak ne vermen gerektiğini biliyor musun ona?”

“Hayır, bilmiyorum.”

“Her gün bir parça sabun, biraz da et falan, böyle şeyler işte. Olursa ufak bir balık… Sizin havuzda epeyce balık var. Ufak böcek, solucan, peynir de yer.”

“Tamam, çok iyi.”

“Peki üvey anne izin verecek mi ona bakmana?”

“Yok. O hiç sevmez böyle şeyleri, görmeye bile tahammül edemez. Mecburen saklayacağım yavruyu.”

Minik karga, Ulduz’un eteğine sürtünüp sıçrayıp duruyordu. Gagasını açıyor, ağır hareketlerle kızın ellerine değdiriyor, sonra bırakıyordu. Ufacık gözleri ışıl ışıl parlıyordu, ayakları çok inceydi. Hani neredeyse Ulduz’un küçük parmağı kadardı. Tüyleri ve kanatları kadife gibi yumuşacıktı, annesininki gibi iri ve kaba değildi. Doğrusu, annesinden daha güzeldi.

Anne Karga:

“Peki nerede saklamayı düşünüyorsun onu?”

Ulduz bu konuyu henüz düşünmemişti. Bir süre düşüncelere daldı. Nereye saklamalıydı? Hiçbir yer gelmedi aklına.

“Çiçeklerle çalıların arasına saklayabilirim.”

“Olmaz öyle. Üvey anne fark eder orada. Hem bir de çiçekler sulandığı zaman yavrum ıslanır orada, sonra da soğuk alıp hasta olur.”

“Nereye saklayayım o hâlde?”

Anne Karga etrafına iyice bir bakındı, ardından merdivenin altına saklamanın daha iyi olacağını söyledi.

Merdivenin basamakları çatıya çıkıyordu. Ufak yerleşim yerlerinde ve köylerde bu tür merdivenlerden çokça bulunur. Merdivenin altında tavuk kümesi vardı, kümes genişti ama içi boştu. Minik kargayı bu kümesin içine koydular. Kedi gelip yavruyu kapmasın ve üvey anne de işin kokusunu almasın diye, kapısını da sıkıca kilitlediler. Kümesin küçük kapağının altında, minik karganın nefes alabilmesini sağlayacak bir boşluk vardı.

“Anne Karga, ismi nedir bu miniğin?”

“Ona Karga Bey diyebilirsin.”

“Erkek mi bu karga?”

“Evet.”



“Erkek olduğu nasıl anlaşılıyor? Bütün kargalar birbirine benziyor sanki!”

“Size öyle geliyor. Aslında baş ve yüze biraz dikkat etseniz dişi ve erkek olanları ayırabilirsiniz birbirinden.”

Oradan buradan biraz daha sohbet ettikten sonra birbirlerinden ayrıldılar. Ulduz odaya gitti. Yatağına uzandı ve gözlerini yumdu. Üvey anne kalktığında, Ulduz’un hâlen yattığını gördü. Ama Ulduz gerçekte uyuyor değildi, uykusu gelmemişti. Yeni arkadaşı, Karga Bey’i düşünüyordu. Gözlerini hafifçe aralayıp üvey anneye bakıyor, bir yandan da için için gülüyordu.

***

Aradan birkaç gün geçti. Ulduz çok neşeliydi ve keyfine diyecek yoktu. Babasıyla üvey anne, onun bu durumuna hayret ediyorlardı. Üvey anne, bir gece Ulduz’un babasına;

“Bu çocuğa ne oldu anlamıyorum. Gülüyor, sürekli zıplayıp oynuyor, bir şeye aldırdığı da yok ama ben ne olduğunu bulup ortaya çıkarmayı bilirim.” dedi.

Ulduz bu sözleri işitti, kendi kendine “artık daha fazla dikkat etmeliyim.” diye düşündü. Her gün, iki üç sefer Karga Bey’in yanına uğruyordu. Bazen evde kimse olmuyordu, o vakitler minik kargayı yuvadan dışarı çıkarıyor ve onunla oynuyordu. Konuşmayı öğretiyordu ona. Anne Karga da arada bir uğruyor, yavrusu için yiyecek bir şeyler getiriyordu; bir parça et, sabun, bu tür şeyler… Bir seferinde iki tane örümcek getirmişti. Örümcekler Anne Karga’nın gagasının arasına sıkışmış, kolları bacakları hareket ediyor ama kaçıp kurtulamıyorlardı. Amma da uzun bacakları vardı. Ulduz onları görünce korktu. Anne Karga:

“Korkma canım, bak şimdi yavrum nasıl da güzel yiyecek bunları.”

Gerçekten de Karga Bey büyük bir iştahla yedi örümcekleri, ardından da gagasını birkaç defa sağa sola sürttü yerde:

“Anneciğim, bunlardan yine getir tadı çok güzel.”

Anne Karga:

“Tamam, olur.”

Ulduz:

“Bizim mutfakta bunlardan çok var. Sana getiririm.”

Karga Bey şöyle bir yutkundu ve teşekkür etti. O günden sonra Ulduz, sağda solda dolaşıp örümcek avcılığına soyundu. Yakaladıklarını gömleğinin cebine koyuyor, kaçamasınlar diye de düğmesini ilikliyordu. Bulduğu ilk fırsatta da Karga Bey’in yanına gidip ona yediriyordu.

Bu örümcekler elbette, minik karga için yiyecek sayılmazdı. Bunlar bir nevi horoz şekeri, badem gibi atıştırmalık tatlı gıdalardı. Anne Karga demişti ki:

“Eğer canlılar yemek yemezlerse kesin olarak ölürler. Yiyecekten başka hiçbir şey canlıları hayatta tutamaz.”

Bir gün öğle yemeğinde sofranın başında, üvey anne, ayakları kırılmış birkaç örümceğin sofrada yürümeye çalıştığını gördü. Ulduz, bunların kendi cebinden kaçan örümcekler olduğunu anladı hemen. Yüreği hızla çarpmaya başladı. Önce hemen bunları toplayıp cebine atmak istedi ama sonra hiç üstüne alınmamanın daha doğru olacağını düşündü. Üvey anne, örümcekleri bacaklarından tutup dışarı attı. Bu bela da böylece savuşmuş oldu.

Yemekten sonra Ulduz, topladığı örümceklerden kalanları vermek için Karga Bey’in yanına gitti, cebinden kaçıp dışarı atılanların da birkaçını bahçenin kenarında bulmuştu. Bir tanesini bacaklarından tuttu, minik karganın ağzına koymaya davrandı. Yavru karganın ağzına nasıl yemek konulması gerektiğini, Anne Karga’dan öğrenmişti daha önceden.



Minik karga tam uzatılan örümceği yiyecekti ki birden kendini geri çekti:

“Yemeyeceğim, Ulduzcuğum.”

“Ama niye yemeyeceksin benim minik kargam?”

“Tırnaklarının hâline bir baksana!”

“Nesi var ki tırnaklarımın?”

“Uzun, kirli ve içi kararmış! Ulduzcuğum lütfen kusura bakma ve darılma dediklerimden ama ben bu şekilde yemek yiyemem… Beni anlıyorsun değil mi Ulduz Hanım?”

“Anladım. Hatamı ve yanlışımı yüzüme karşı söylediğin için çok teşekkür ederim sana. Ben de bundan böyle bu pis tırnaklarla yemek yiyemem. Emin ol.”

***

Havuzdaki suda birkaç tane küçük kırmızı balık vardı. Altıncı veya yedinci gündü, Ulduz bu balıklardan birini kâseye koydu ve götürüp minik kargaya verdi, o da hemen yuttu. Yediği ilk balıktı bu. Balık avlamanın ve yutmanın ne kadar lezzetli bir şey olduğunu annesinden duymuştu ama şimdiye kadar hiç denememişti bunu. Annesi, Ulduz’un üvey annesi gibi değildi, pek çok şey bilirdi. Eğer yavrusu ondan yararı olmayan bir şey istese hemen kızıp bağırıp çağırmazdı; güzel güzel anlatırdı her bir şeyi: “Yavrucuğum, bunu sana getirmem. Çünkü falanca şey zararlıdır sana, eğer falancayı yersen güzel gak gak edemezsin, sesin kısılır çünkü…”

Her şeyin nedenini ve nasıl olduğunu anlatırdı. Ama Ulduz’un üvey annesi böyle değildi. Her zaman kızarak ve bağırıp çağırarak söylerdi söyleyeceğini: Ulduz, şunu yapma, şunu yeme, şuraya gitme, böyle yapma, şöyle yapma, düzgün otur, yüksek sesle konuşma, niye fıs fıs konuşuyorsun… Böyle şeylerdi işte söyledikleri. Ama kadın hiçbir zaman, mesela neden yüksek sesle konuşmamak gerektiğini, öğleden sonraları uyumanın faydalarını v.s. anlatmazdı. Ulduz başlarda, bütün annelerin kendi üvey annesi gibi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ama Anne Karga ile görüşüp tanıştıktan sonra fikri değişmeye başladı.

Bepul matn qismi tugad.

15 865,25 s`om

Janrlar va teglar

Yosh cheklamasi:
0+
Litresda chiqarilgan sana:
09 avgust 2023
Hajm:
12 Sahifa 21 illyustratsiayalar
ISBN:
978-625-6862-65-4
Matbaachilar:
Mualliflik huquqi egasi:
Elips Kitap

Ushbu kitob bilan o'qiladi