Kitobni o'qish: «Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah»
Önsöz
Türkler yüzyıllar boyunca Anadolu’da ve Balkanlarda sözlü ve yazılı edebiyat yarattılar. On dokuzuncu yüzyılın sonunda ve yirminci yüzyılın başında parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan toprakları üzerinde yeni devletler kuruldu. Yeni kurulan Bulgaristan sınırları içinde kalan Türklere, “Bulgaristan Türkleri”, yarattıkları edebiyata da “Bulgaristan Türkleri Edebiyatı” adı verildi. Bulgaristan’daki Türkler ağır şartlar altında maddi olanaklarını ve manevi kültürlerini geliştirmeye devam etti. Bu gelişme her dönemde çeşitli engellere maruz kaldı, kesintilere uğradı lakin hiçbir an durmadı. Bulgaristan’daki Türklerin edebiyatı sözlü ve yazılı olarak iki büyük dalda gelişmesini sürdürdü. Bulgaristan’da azınlık olan Türkler resmi dili Bulgarca olan Bulgaristan vatandaşı olarak yaşam mücadelesi verirken, edebi dil olarak Türkçe ile eserler vererek varlıklarını güçlü bir şekilde sürdürmeye devam ettiler. Bu güne kadar İbrahim Tatarlı tarafından totaliter bir rejimin gaddar siyasi baskıları altında hazırlanan iki karma antoloji ile Haşim Akif, Nimetullah Hafız, Mehmet Çavuş, Niyazi Hüseyin Bahtiyar, Sabahattin Bayram Öz ve Hayriye Süleyman Yenisoy’un Türk dünyasını bilgilendirmek amacıyla derlediği karma antolojiler yayınlandı. Bu antolojilerin hiç birinde Bulgaristan Türklerinin hiciv ve mizah türündeki eserlerine gereken yer verilmedi.
1958 ders yılında Şumnu’daki Öğretmen Enstitüsünün Türkçe – Rusça – Tarih bölümünün Birinci A kursunda öğrenciydim. 2 Aralık 1958 tarihinde, 5-ci saatte Beytullah Şişmanoğlu Türk Halk Edebiyatı, dersine girdi. Ben de dersin başında o, sabah aldığım, “Rabotniçesk Delo”, gazetesinin son sayfasında tek satırla verilen, “Dün, ünlü Türk şairi Yahya Kemal Beyatlı vefat etti ”, diye okuduğum yazıyı söyledim. Yahya Kemal Beyatlı hakkında bilgi istedim. Beytullah Şişmanoğlu: Şimdi dersimiz Türk Halk Edebiyatı. Çağdaş Türk Edebiyatı derslerini Fuat Saliyev okuyor, yarın ona sorursun, dedi. Yahya Kemal Beyatlı hakkında bilgi vermediği için içim buruldu. Dersin sonuna doğru, katın hademesi ile siyah gözlüklü iri bir adam kapıyı çalmadan içeri girdiler, kara tahtanın önünde durdular. Kürsüden sandalyeyi alan hademe kara tahtanın üst kısmında asılı olan Mehmet Akif Ersoy’un fotoğrafını indirdi ve siyah gözlüklü adama verdi. Odada ki öğretmenin ve öğrencilerin üstüne bile bakmadan sınıftan çıktılar. Beytullah Şişmanoğlu’nun gözleri doldu, yutkundu ve derse devam etti. Biz sessizce olayı izledik. Bir gün sonra Beytullah Şişmanoğlu beni odasına çağırdı ve: Şaban Mahmut, durumun ne kadar karışık olduğunu dün gördün. Bu olaylar iyiye alamet değil. Dikkatli ol. Ders dışı sorular sorma. Benim sana bir tavsiyem var: Bu topluma hizmet etmek istersen Bulgaristan sınırları içinde Türkçe yazılan, yayınlanan şiirleri ve diğer edebi eserleri gazetelerden, dergilerden, kitaplardan, nefesleri dedelerden, ilahileri dervişlerden toplarsan faydalı bir görevi yerine getirmiş olursun, onlar ileride bu topluma çok lazım olacak, dedi. O günden bu güne kadar ben de şiirleri öyküleri ve diğer edebi türleri toplayarak o tavsiyeyi yerine getirmeye çalışıyorum.
Bulgaristan Türkleri, 1985 yılında, Bulgar devletinin uyguladığı soykırıma maruz kaldı. Ad değiştirme kampanyasına şiddetle karşı koydum. Sofya dolaylarında ki Stanke Dimitrovo ilçesinin Cerman köyüne sürgüne gönderildim. Orada ayalarca kaldım. 1985 yılında Bulgaristan’da Türkçe’nin yasaklanması kitaplarımın yayımlanmasını imkânsız hale getirdi. İktidar, Türk kökenli şairlerin, yazarların ve bilim adamlarının evlerini basıp tehlikeli buldukları eserleri alıp, yakıp yok etmeye başladı. Ben, Razgrat’ın, “Orel”, semtindeki dairemde bulunan önemli dosyalarımı, dergilerimi, gazetelerimi, kitaplarımı gizlemesi için Razgrat ilinin Duştubak köyünde oturan, şair dostum Ahmet Kurdoğlu’na, verdim. Bu eserdeki epigramların önemli bir kısmı o kurtarılan dosyalardan. 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutuldum. Türkiye Cumhuriyeti’ne iltica ettim. İzmir’e yerleştim. 1992 yılında eşyalarımı almak için Bulgaristan’a gittim. Razgrat ili Kalaycı (Radingrat) köyünde ki evime yerleştirilen sivil subayın Bulgarca, Rusça, Türkçe, Azeri Türkçesi ile yüzlerce kitabımı, gazetelerimi dergilerimi belgelerimi, yolculuk notlarımı içeren dosyalarımın bir kısmını, 17 Temmuz 1989 tarihinde evimin bahçesinde yaktığını komşulardan öğrendim. O, an diz çöktüm ve sessizce ağladım. Kalan kitapları ve yarı yanmış dosyaları topladım.
Epigramların önemli bir kısmını yıllarca topladığım dergilerden ve gazetelerden ve yarı yanmış dosyalardan, seçerek bir araya getirdim. Demokrasi yıllarında yayınlan gazete ve dergileri bulup taramak daha kolaydı. Sağ olan şairlerle, vefat edenlerin yakınları ve dostları ile görüştüm, mektuplaştım, dergileri ve yüzlerce gazeteyi taradım. Araştırmanın önemli amaçlarından biri de, eski nesil temsilcilerinin yazdığı epigramları ve şairlerini, yeni nesillere tanıtmak.
Bu araştırma 25 yıldan fazla süren bir çalışmanın ürünü. Bu eserde, Bulgaristan’daki Türklerin edebiyatının başlangıçtan bu güne kadar epigram türünde yazılan dört bin dolayında epigramdan 770, dolayında en güzel örneklerini sunuyoruz. Altmış yıldan beri Bulgaristan’ nın Türkçe basınında epigram türüne fedakârca emek veren şairlere herhangi bir ayrım yapmadan yer vermeyi uygun gördüm, çünkü amacım Bulgaristan’daki Türk siyasi ve sosyal hiciv ve mizahının genel durumunu yansıtan bir araştırma hazırlamaktı. Bu araştırmada 65 şair özgeçmişleri ve epigramları ile yer aldı. Diğer 0n şaire de özgeçmişlerine ulaşamadığım halde basında aktif olarak epigramları ile hiciv ve mizah edebiyatımıza katkıda bulundukları için yer vermeyi uygun gördüm.
Bulgaristan’daki Türklerin edebiyatının tarihinde ilk defa hiciv ve mizah türünde siyasi ve ideolojik baskılardan uzak hazırlanan bu araştırmada, hece ve serbest nazımla yazılan epigramlar yer aldı. Her nesilden en iyi temsilcileri içine alan bu araştırmada, her şairden edebi değerleri yüksek olan epigramlar, 66 kaynaktan istifade ederek uzun ve ısrarlı araştırmalardan sonra seçildi. Şairler araştırmada doğum yıllarına göre sıralandı. Türk okuruna yabancı olan ve epigramlarda ki yerel kelimeleri, dağların, ovaların, nehirlerin ve siyasi şahısları ve olayları dip notlarla açıklamaya gayret gösterdim.
Uzun süren siyasi baskılardan dolayı şairlerin bir kısmı epigramlarını yerel ve merkez basında yayımlama imkânı bulamadı. Bundan dolayı birçok şair bu araştırmada ilk defa yer alıyor. Onların epigramlarını kendi veya dostlarının özel dosyalarından arayıp buldum. Araştırmanın hazırlanmasında:
1.– Şairlerin Bulgaristan doğumlu olmaları,
2.– Eserlerini Türkiye Türkçe’ si ile yazılmaları,
3.– Eserlerinin Bulgaristan’daki Türkçe basında yayımlanmaları veya orada yazılmış olmaları esas alınmıştır.
Önemli bir hususu da belirtmek istiyorum. Bu araştırmada 75 yazara yer verdim. Onlardan 68, üç adı ile 7 yazarı da iki adıyla vermek zorunda kaldım. Yazarların adlarını ve soy adalarını kaynaklarda bulduğum gibi aktardım. Bulgaristan Türk yazarları sosyalist rejim tarafından 1970 yılın ilk yarısına kadar müelliflerin soyadları Slav ekleri, kadınlarda OVA – EVA ( Zeliha Seidova ve Firdevs Mehmedalieva),erkeklerde OF – EF (Mustafa Mutkof, İsmail Çavuşef), 1970 yılından sonra ise OV ve EV ile bitirmeleri mecbur oldu (Mustafa Mutkov ve İsmail Çavuşev). Bundan dolayı 1970 yılına kadar yayınlanan eserlerin müelliflerinin adları OF ve EF ile bitiyor. 1970 yılından sonra yayınlanan eserlerin müelliflerinin adları OV veya EV ile bitiyor. 1989 yılında gerçekleşen demokratik devrimden sonra soy adlara Slav ekleri koyma yasağı kalktı, müellifler adlarını ve soyadlarını istedikleri gibi yazma özgürlüğüne kavuştu.
Bana çok defa araştırmalarında daima Bulgaristan tarihini ön plana koyuyorsun diyorlar. Bulgaristan’da ki Türk varlığını ve onun tarihini öğrenmeden oradaki gelişen ve değişen Türkçe edebiyatın tarihi değerini anlamanın mümkün olmadığına inanıyorum.
Türk okuru ve Türk dünyası, bu araştırma ile 1956-2016 arasında yazılan, yani 60 yıldan beri yaratılan Bulgaristan’daki Türklerin hiciv ve mizah yüklü eserlerinin en iyi örneklerini okuyarak daha gerçekçi bir ölçüyle değerlendirme imkânını bulacaktır.
Bu eserin hazırlanmasında bana özel dosyalarını açan arkadaşlarıma, eserlerini gönden şairlere, araştırmalarım esnasında yorgun ve uykusuz gecelerimde bana daima yardımcı olan eşim Sevdiye İsmail Kalkan’a, kızlarım Hatice Kalkan Yıldırım’a ve Sema Kalkan Uçar’a saygılarımı sunmayı bir borç biliyorum.
20 Eylül 2016, İzmirŞaban Mahmudoğlu KALKAN
Bulgaristan’ın Kısa Tarihi
Bulgaristan Balkan yarımadasının orta ve doğu kısmında yer alır. Yüzey ölçümü 110 bin kilometre karedir. Kuzeyinde Romanya, batısında Yugoslavya, doğusunda Karadeniz, güneyinde Yunanistan vardır, güney doğusunda Türkiye Cumhuriyeti ile komşudur.
Bulgaristan cumhuriyetinin başkenti Sofya’dır. Başlıca şehirleri Sofya, Filibe, Varna, Rusçuk, Burgaz ve Eski Zağra’dır. İdari olarak 28 vilayet ayrılmıştır. Vilayetler belediyelere, belediyeler de muhtarlıklara ayrılmıştır. Bulgaristan’da 4024 köy vardır.
Nüfusu, 1998 yılındaki yapılan nüfus sayımına göre 8 milyondur. Bulgaristan nüfusunun % 65’i şehirlerde yaşar. 18 -60 yaşları arasındaki çalışabilir nüfus % 23 dolayındadır. Nüfusun % 50,2’si kadın, % 49,8’i erkek olup, ortalama yaş 71 ve çocuk ölümleri ise Binde 23,2’dir.
Bulgarlar nüfusun çoğunluğunu teşkil eder. Bulgarlardan başka Türkler, Makedonlar, Çingeneler, Yahudiler, Ermeniler, Yunanlılar yaşar. En büyük ikinci milli grup Türklerdir. Son sayımdaki resmi istatistiklere göre Türklerin 827.000 kişi ile Bulgaristan nüfusunun yüzde on birini teşkil ettikleri ilan edildi. Lakin resmi olmayan kaynaklar bu sayının iki milyon dolayında olduğunu gösteriyor. Türkler yoğun olarak Tuna boyu, Deliorman, Dobruca, Aytos Dağları ve Doğu Rodop’ larda yaşamaktadır.
Bu günkü Bulgaristan topraklarında milattan önce 3000- 2000 yılları arasında Trakların yaşadığı bilinmektedir. Daha sonraları Eski Yunanlılar, Romalılar yaşayarak beylikler ve devletler kurmuştur. Devamla bu topraklara kuzeyden dalga, dalga Kumanlar, Peçenekler, Gagauzlar, Bulgarlar ve Slav kabileleri gelip yerleşmişlerdir.
VII yüzyılın ikinci yarısında 681 yılında Han Asparuh’un önderliğinde birkaç Bulgar beyliği birleşerek ilk Bulgar devletini kurdu. Protobulgarlar Türk kökenlidir. Bulgarlar, Orta Asya’dan gelip Volga boylarında devletler kurup Balkanlara sarkan Türk boylarıdır. Kısa zamanda kuzeyden gelen Slav kabileleri ile birleşerek güçlü ve geniş arazilere sahip bir devlet haline geldiler.
855 yılında Selanikli Kiril ve Metodi kardeşler Slav Bulgar alfabesini oluşturdular.
Komşuları ile sürekli savaşların zayıf düşürmesiyle, güçlü Bizans İmparatorluğu Çar Boris’e siyasi ve dini baskı uygulayarak o zamana kadar eski Türk inançlarına bağlı olan şaman Bulgarları 865 yılında Ortodoks olmaya mecbur etti.
Güçlü komşuları ile devamlı savaşlar Bulgar devletini zayıflattı. 1018 yılında Bizans orduları ile yapılan savaşta Bulgar ordusu bozguna uğratıldı ve Bulgar devleti Bizans İmparatorluğunun idaresi altına girdi.
Esaret yıllarında Bulgar halkı birkaç başarısız isyan teşebbüsünde bulundu. 1185 yılında Asen ve Petır kardeşlerin başlattığı isyan geniş halk kitleleri tarafından coşkuyla desteklendi. Bulgar halkı Bizans esaretinden kuruldu.
Yüz yıllar süren iç isyanlar ve kardeş kavgaları sonunda 1331-1371 yıllarında İvan Aleksandır döneminde Bulgar devleti üç kardeş arasında Tırnovo, Vidin ve Dobruca adı altında üçe bölündü.
14 yy sonları Balkanlara geçen Osmanlı güçleri, feodal idareleri çökmüş ve parçalanmış olan Balkan devletlerini teker, teker idaresi altına aldı. Böylece 1396 yılında üç beylikten ibaret olan Bulgar devleti de Sultan Murat zamanında Osmanlı himayesine girmiş oldu.
Bulgar halkı beş yüz yıl boyunca Osmanlı idaresinde kendi benliklerini koruyarak yaşadı. Osmanlılar da yeni Balkan topraklarında idari sistemlerini daha sağlam oturtup yaşatabilmek için Balkanlara Anadolu’dan Türk boylarının göçlerini kesintilerle de olsa devam ettirdiler. Böylelikle asırlar boyunca Balkanlarda yaşayan Kuman ve Peçeneklerin torunları ile Konya, Karaman, Manisa ve Tokat dolaylarından gönderilen Türk boyları buluştu ve kaynaştı.
1762 yılında Hilendar Manastırında Bulgar asıllı papaz olan Paisiy Hilendarski, Slav-Bulgar tarihini yazdı. Bulgar milliyetçiliğinin ilk kıvılcımını yaktı.
1870 yılında Sultan fermanıyla Bulgar Kilisesi Yunan kilisesinden resmen ayrıldı.
Yüz yıllar boyu sıcak denizlere inmek isteyen Rus Çarlığı Balkanlardaki Slavların kurtarıcısı rolüne soyunarak emellerine ulaşmak için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyordu. Ruslar 1876 Nisan ayaklanmasını teşvik etti ve destek sağladı, daha sonra da 1877-78 (93 harbi) savaşını başlatarak Balkanlara inmeyi kısmen başardı. Böylece 3 Mart 1878 Yeşilköy antlaşması ile Balkanlarda üçüncü defa Bulgar devletinin temeli atıldı. Başkent Tırnovo şehri seçildi.
On binlerce Müslüman Türk öldürüldü, yüz binlercesi yerinden yurdundan kovuldu. 18 Haziran 1878’de Berlin Kongresi tertiplendi. Böylece 93 Osmanlı – Rus savaşı ve sonucunda imzalanan Berlin Antlaşmasıyla nüfusunun yarıdan fazlası Müslüman Türk olan bir Bulgar Prensliği doğdu.
1885 yılında Rusların yardımıyla, Bulgar ve Makedon çetecilerin isyanı sonucu Doğu Rumeli Bulgar Prensliğine ilhak edildi. 1908 yılında Bulgar Prensliği bağımsızlığını ilan etti.
1912 yılında patlak veren Balkan savaşında, Bulgaristan diğer Balkan devletlerinin yanında yer alarak Osmanlı İmparatorluğuna saldırdı. 1913’de beş yüz bin dolayında Müslüman Türk yerinden yurdundan kovuldu.
1914’de, I Dünya savaşında ve sonraki yıllarda da milliyetçi Bulgar burjuvazisi Türklerin, Bulgaristan topraklarından kovulmasına teşvik etti ve onların mallarına, tarlalarına el koymak için elinden geleni esirgemedi.
1918 -1923 yılları arasında Bulgaristan Çiftçi Partisi iktidarı ele aldı. O yılları kapsayan dönemde Bulgaristan Türkleri nispeten huzurlu yıllarını geçirmiştir.
1923 yılında gerçekleştirilen bir suikastla Başbakan Aleksandır Stmaboliyski öldürüldü ve yönetime faşist bir idare geçti. 1933 yılında ki dünyayı sarsan ekonomik kriz ve ardından Kimon Georgiev grubunun 1934 yılında gerçekleştirdiği askeri darbe Türklere yönelik baskıları tekrar arttırdı.
II. Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin yardımıyla 9 Eylül 1944 yılında Bulgaristan’da Sosyalist Devrim gerçekleşti. Komünist Parti idareyi eline geçirdi. Köklü reformlar süreci başladı.1949 yılında fabrikalar ve toprak millileştirildi. Okullar devletleştirildi.
1950-1951 yılları arasında 130 bin Bulgaristan Türkü tekrar göçe zorlandı. Kalan Türklere kısmı özgürlükler sağlanarak sosyalist sisteme entegre çalışmaları ön plana çıkartıldı.1959 yılında Türk okulları Bulgar okulları ile birleştirildi.
Komünist Partisinin 1956 yılında yaptığı gizli Nisan Plenumunda (Oturum) etnik ve milli grupların Bulgar milletiyle bütünleştirilmesi kararları alındı. Tek kökenli millet yaratmak sevdasına düşen Komünist Bulgar yöneticileri 1960 yılından sonra ülkedeki önce küçük azınlıkların, daha sonra da 1985’de silah zoru ile Müslüman Türklerin adlarını Slav adlarıyla değiştirdi.
1989 yılının Mayıs ayında Bulgaristan’daki Türkler: “Adlarımızı ve kimliklerimizi geri istiyoruz”, sloganları ile memleket çapında ayaklandı. Komünist Bulgar devleti ayaklanmayı şiddetle bastırmaya çalıştı.
Başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere dünya kamuoyu Bulgaristan yöneticilerini kınadı. Siyasi abluka altında kalan yöneticiler, 329 bin Bulgaristan Türkünü zorunlu göçe tabi tuttu. Göç fırtınası Bulgaristan ekonomisini ve siyasi gücünü felç etti.
11 Kasım 1989 gecesi yapılan bir darbeyle Komünist Parti iktidardan uzaklaştırıldı. Daha sonra gerçekleşen Demokratik devrimlerle ülke rahat bir nefes aldı. Bulgar halkına daha özgür ve daha barışçı bir ufkun kapısı açıldı.
Bulgaristan’da yaşayan iki milyon dolayında ki Müslüman Türkler de ülkenin siyasi iktisadi ve kültürel hayatına daha aktif olarak katıldı. Bugün Bulgaristan’da ki Türkler, Türk Dilini, örf ve adetlerini koruyarak varlıklarını güçlü bir şekilde sürdürmektedirler.
08 Ocak 2016, İzmirŞaban Mahmudoğlu KALKAN
Bulgaristan Türkleri Edebiyatında Hiciv ve Mizah
13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşmasından sonra Rumeli’deki Osmanlı toprakları üzerinde yeni bir Bulgar Prensliği kuruldu. 1885’de Doğu Rumeli’nin Bulgar Prensliğine katılması ile Bulgar devleti şekillenmiş oldu. Bu yeni devletin içinde kalan Türklere de Bulgaristan Türkleri dendi.
Bulgaristan Türkleri yeni koşullar altında kendi varlıklarını sürdürebilmek için siyasi, iktisadi ve sosyal savaşta yerlerini aldılar. Seslerini duyurmak, haklarını korumak ve dertlerini anlatabilmek için yazılı basını bir vasıta olarak kullandılar. Günün şartlarına uygun, başkentte ve ülkenin birçok şehrinde gazete ve dergi neşretmeye başladılar. Bulgar Prensliğinin kurulmasından sonra ilk Türkçe gazete Varna’da “Varna Postası” adı ile Necip Kadir tarafından 1890’da neşredildi. Daha sonra Sofya’da “Tarla”, “Serbest Bulgaristan”, “Dikkat”, “Çaylak”, “Ahali”, “Balkan”, “Gayret”, “Ferhat”, “Doğru Yol” gazeteleri yayın hayatına girdi. 1887-1908 yılları arasında Bulgaristan’ın diğer taşra şehirlerinde de birçok gazete ve dergi yayınlandı. Yapılan son araştırmalara göre sayıları kırk dört dolayında. 1908-1944 zaman diliminde de Sofya, Plevne, Şumen, Razgrat, Kırcali, Vidin, Osman Pazarı, Eski Cuma, Rahova, Silistre şehirlerinde “Halk Sesi”, “Deliorman”, “Rehber”, “Karadeniz”, “istak-bal”, “Özdilek”, “Yarın”, “Yeni Gün”, “Dostluk”, “Ziya”, “Balkan Postası”, “Havadis” ve “Yıldırım” adlı gazeteler ile “Muallimler Mecmuası”, “Altın Kalem” ve “Sevinç”, dergileri neşredildi. 1934 yılında gerçekleştirilen askeri darbeden sonra onların birçoğu kapatıldı. Yayın hayatını sürdürenler de çok sıkı bir sansür altına girdi. 1944-1984 yılları arasında da Sofya’da, “Dostluk”, “Vatan”, “Işık”, “Yeni Işık”, “Yeni Işık-Nova Svetlina”, “Halk Gençliği”, “Eylülcü Çocuk”, “Filiz” ve “Emek Davası” gazeteleri, “Yeni Hayat”, “Piyoner” ve “Agitatorun Kılavuzu” adlı dergiler yayımlandı, il merkezlerinde de Razgrat’ ta, “Dostluk”, Şumnu’da, “Savaş”, Rusçuk’ta, “Tuna Gerçeği”, Silistre’de, “Ziya”, Eski Cuma’da, “Komünizm Bayrağı”, Varna’da, “Halk Davası”, Haskovo’ da, “Rodop Mücadelesi”, Kırcali’de, “Yeni Hayat”, Nova Zagora Maden ocağında, ”Alev”, adlı gazeteler ve birçok küçük şehirlerde Kırcali ili Ardino’da, “Ardino’nun Sesi”, Razgrat ili Zavet belediyesinde, ”Zora-Şafak”, adlı Bulgarca – Türkçe çok tirajlı ikişer sayfalık gazeteler yayınlandı. Bulgaristan’da, Türkçe basın tarihinde ilk defa Temmuz 1993 yılında eski gazeteci Ali Hasan Rıza ve Naim Ömer Bakoğlu tarafından Silistre’de de Türkçe olarak aylık hiciv ve mizah, “Gülmece”, dergisi yayın hayatına girdi.
1985-1989 yılları arasında Türkçe yasak kapsamına alındı ve bütün Türkçe basın yayın durduruldu. 11 Kasım 1989 yılında yapılan Demokratik Devrimden sonra Türkçeye uygulanan yasak kaldırıldı. Sofya’da şu gazete ve dergiler yayın hayatına girdi: “Hak ve Özgürlük”, “Filiz”, “Müslümanların Sesi”, “Ümit” ve “Balon”. Son yıllarda Sofya’da, “Zaman Bulgaristan” , Kırcali ilinin Ardino ilçesinde, “Ardino’ nun Sesi”, adlı yeni, Türkçe – Bulgarca neşredilen gazeteler Bulgaristan Türklerinin hizmetine sunuldu.
XX. yüzyıl Bulgaristan Türkleri Edebiyatı, yukarıda saydığımız gazete ve dergilerde yayınlanan edebi eserlerle varlığını sürdürdü. Başta şiir olmakla beraber daha sonraları öyküler, destanlar, romanlar ve sahne eserleri de yaratarak gelişmesine devam etti. Bununla beraber Bulgaristan Türk yazarları yaşadıkları ortamda siyasi, iktisadi ve sosyal hataları gözden kaçırmadılar. Her türlü hırsızlığı, yalanı, rüşveti, ikiyüzlülüğü, yaltaklığı, haylazlığı, yobazlığı, toplumdaki türlü aksaklıkları amansızca top ateşine tuttular yazdıkları hiciv ve mizah dolu eserlerle. Yaşadıkları toplumun daha iyi, daha dürüst ve nimetlerin daha adaletli paylaşılmasını istediler. Yazarlarımızın hiciv ve mizah dolu olan yapıtları, yöneticilerin, toplumun huzurunu bozanların ve vicdansızları rahatsız ettiği için bütün dönemlerde yazarlarımızı tehdit ve baskı altında tutmaya çalıştılar. Diğer edebiyatlarda da olduğu gibi Bulgaristan Türkleri Edebiyatının Hiciv ve Mizah dalının yazarları sansürle, baskılarla savaşarak yoluna devam etti. Yazarların bir kısım tutuklandı, gözaltına alındı, işten kovuldu, sürgünlere gönderildi, lâkin onlar yılmadı. Onlar susmadı. Hiciv ve Mizah içerikli eserler yazmak yürek ister ve yüksek vatandaşlık şuuru ister. Yüzyıl gibi uzun bir zaman diliminde Bulgaristan’da Türkçe çıkan Hiciv ve Mizah kitaplarının sayısı iki elimizin parmaklarının sayısını geçmediğini görüyoruz. Bu da baskının ve sansürün ne kadar büyük ve gaddar olduğunu anlatıyor bize. Sofya’da, Narodna Prosveta devlet yayın evinin neşrettiği hiciv ve mizah içerikli kitapları teker, teker sayalım: Mehmet Bekir, “Aya Namzet’’ (mizahi hikâyeler), 1962, “Yel Değirmeni” (mizahi hikâyeler), 1964, İsmail İbişoğlu, Ahmet Tımış ve Mehmet Bekir, “İğneli Şakalar”, (epigramlar, hikâyeler, fıkralar) 1965, Kazım Memiş, “Püsküllü Bela” (mizahi hikâyeler), 1966, Turhan Rasi, “İnsanlık Hali” (epigramlar,, fıkralar ve taşlamalar), 1968, 1989 demokrasi devriminden sonra neşredilen hiciv ve mizah yüklü esreler: Mustafa Keloğlan, “Karpuz Kabuğu”, (mizahi şiirler, fabuller), 1996, İsmet Osman, “Öbür Türlü”, (epigramlar, taşlamalar), 1997,Ali Durmuş, “Kadın Deyip Geçme”, mizahi şiirler, Kırcali, 2002, Ali Durmuş, “Yeşil Orman”, mizahi şiirler, Ardino, 2013.
XX. yüzyıl Bulgaristan Türkleri Edebiyatının Hiciv ve Mizah dalının eserlerini üç dönemde inceleyebiliriz:
Birinci dönem: 1878 – 1944
İkinci dönem: 1944 – 1989
Üçüncü dönem: 1989 – Günümüze kadar
Bulgaristan Türkleri edebiyatının Hiciv ve Mizah dalında yazılan eserleri edebi türlere göre şöyle sıralayabiliriz:
1. Hiciv ve Mizahlı Makaleler
2. Mizahi Şiirler
3. Fıkralar
4. Taşlamalar
5. Mizahi hikâyeler
6. Feyletonlar
7. Monologlar
8. Fabuller (Basneler)
9. Aforizmler (Vecizeler) 10. Epigramlar
BİRİNCİ DÖNEM: 1878-1944
Hiciv ve Mizah eserlerini o dönemde yayınlanan gazetelerin dördüncü sayfalarında ki Hiciv ve Mizah yüklü makaleler, şiirler ve fıkralar temsil etmektedir. Ön de gelen şair ve yazarlar: Mehmet Behçet, Şerif Alaynak, Mahmut Necmettin, İsmail Muharrem, İsmail Hakkı, Arif Necip, Ömer Kaşif Nalbantoğlu, Hasan Sabri, Mustafa Oğuz, Halim Özdemir, Bekir Sıtkı, Osman Sungur, Ahmet Kemal, Mustafa Asım, Ahmet Gültekin, Yahya Hayati, Mehmet Fikri ve diğerleri
İKİNCİ DÖNEM: 1944-1989
Hiciv ve Mizahın bütün edebi türlerini gazete ve dergilerin özel sayfalarında bulmak mümkündür. Örnek olarak: “Yeni Işık’ın”, “Topuz”, “Halk Gençliği” nin, “Sivri Sinek”, “Yeni Hayat’ın”, “Dön Gül, Dön Ağla”, “Dostluk’ un”, “Rende”, “Savaş’ın”, “Törpü”, “Tuna Gerçeği’”nin, “Sarıca Arı”, “Rodop Mücadelesi’’ nin “, Isırgan”, başlığı altındaki Hiciv ve Mizah sayfaları yer aldı.
ÜÇÜNCÜ DÖNEM: 1989-2014
Hiciv ve Mizahın bütün edebi türlerinde eserler yazılmaya devam ediyor. En belirgin olarak “Hak ve Özgürlük” gazetesinin “Gül Diken” sayfasında. “Filiz” Gazetesi “Deliorman” “Hoşgörü”, “Balon” ve “Ümit” dergisi de belli aralıklarla özel Hiciv ve Mizah sayfaları hazırlayıp yayınlıyorlar.
Bulgaristan Türkleri Edebiyatında Hiciv ve Mizah dalında edebi türlere göre başarılı eserleri yaratan şair ve yazarları kaynaklarla verelim.
Yazarların adlarını eserlerinin baş tarafında, alt kısmında ise yayınlandığı gazete ve dergide ki ismini veriyorum.
HİCİV VE MİZAH TÜRLERİNDEN ÖRNEKLER
I. HİCİV VE MİZAH YÜKLÜ MAKALELER
Hiciv ve Mizah yüklü makaleler edebiyatımızın en çok kulandığı ve en çok okunan dalıdır. Yazar bir olayı kısa ve mizahlı bir şekilde de hiciv ile okuyucuya sunar. Bu dalda yüzlerce yazarımız yüz yıldan beri birçok gerçek olayı günümüze taşıdılar. Onlardan en başarılı olanları şöyle sıralayabiliriz: Abdullah Meçik, Behçet Perim, Mahmut Deliorman, Mehmet Celil, Mehmet Fikri, Selim Bilal, İsmail Cambaz, Bakir Kabov, Sait Kerim, Niyazi Hüseyin, Hakkı Rufi, Ziya Selamet, Hüseyin Köse, Kahri Durak, Niyazi Ahmet, Osman Can, Rafi Kadir, Servet Tatar, Mustafa Çete, Aliş Sait, Latif Karagöz, Cemal Mehmet, Şaban Mahmut, İslam Beytullah, Mehmet Sansar, Ali Boncuk, Sabri İbrahim, İsmail Çavuş ve Mümin Çakır, vs.
FENERLİLER GEZİYOR
(Mümin ÇAKIR)
Geçen akşamlar Srednoseltsi (Ortaköy) köyünden gece yarısı geçiyordum. Başıma geleni hayatım boyunca unutamayacağım. Tam köyün kenar mahallesinden geçiyordum. Karşımda bir fenerli beliriverdi. Bir hafta öncesi oda muhabbetindeyken, geceleyin bazı fenerlilerin gezip insanları korkuttuğunu işitmiştim. Hemen aklıma geldi. Tabana kuvvet diyerek gerisi geriye uçtum. Öyle ama sokağın başına varır varmaz bir fenerli daha belirdi karşımda. Başka sokağa saptım. Orada da yolumu başka bir fenerli kesti. Dönüp te gerisi geriye kaçayım derken çamura kakılıp düştüm. Kalkınca fenerli yanıma geldi. Ağzım dilim kurudu korkudan. Şöyle feneri kaldırıp yüzümü ayazlattıktan sonra:
–Ne oldu be evladım, niye yatıyorsun orada çamurun ortasında? Dedi bir ihtiyar dökülmüş dişleri arasından.
– A be dedeciğim, sen insan mısın? Bense seni fenerli sandım. Der dermez kendimi kaybetmişim. Yeniden çamura yuvarlanmışım. Uyandığımda kendimi sıcak bir odada buldum. Meğer beni kaldırıp ihtiyar evine götürmüş. Gözlerimi açtığımda hala titriyordum.
İhtiyar gülümseyerek:
–Yeter artık korkma! Dedi. Biz bu köyde hepimiz fenerle geziyoruz. İki ay öncesi halk savetimiz sokaklara elektrik ağını genişlettiydi. Ama o günden bu güne daha telleri bağlayıp ta cereyanı salmadılar.
Ta o zaman acı acı gülümsedim. Lakin içimdekini yalnız ben biliyordum.
Mümün ÇAKIROF- ( ÇAKIRDİKEN) “Dostluk”, gazete, “Rende”, hiciv ve mizah sayfası, Razgrat, 1966, sayı N:21 (29 Kasım 1969)
II. MİZAHİ ŞİİRLER
Mizahi şiirler Bulgaristan Türkleri Edebiyatının temel dallarından birini teşkil etmektedir. Kökleri Türk Edebiyatının bin yıllık tarihine dayanır. Bulgar Devleti şekillendikten sonra yaratılan Edebiyatımızın şiir dalı ile paralel var olup halk edebiyatından da esinlenerek varlığını günümüze kadar sürdürdü. Mizahi şiir dalında en iyi örnekler veren yaratıcıları şunlardır:
Aliosman Ayrantok, Mehmet Müzekka Con, Sabri Demir. Hasan Karahüseyin, Mülazım Çavuş, Şaban Mahmut, Mehmet Murat, Lütfi Demir, Niyazi Hüseyin, Ali Pir, Baki Ali, Naci Ferhat, Faik İsmail, Niyazi Ahmet, Mustafa Mut-kov, Ali Durmuş, Nevzat Halit, Turhan Rasi, Selim Hasan, Memiş Mustafa, Mümin Bekir vs.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra Türkçe basında yer alan en başarılı birkaç mizahi şiirin kaynaklarını verelim: Sabri Demir, “Yeni Hayat” sayı:7, 1966, “Bana Sakın Görünme”, Hasan Karahüseyin, “Yeni Hayat”, sayı:3 1966 “Herifin Birine”, Mehmet Con, “Yeni Hayat”, sayı:6,1966 “Gelin”, Ali Durmuş, “Yeni Hayat” sayı: 9, 1969 “Ayşe Nasıl Memur Oldu”, Mehmet Murat, “Yeni Hayat” sayı:6, 1966, “Serbest Güreş”, Lütfi Demir, “Yeni Hayat”, sayı:4 1966, “Dalkavuk”, Nevzat Halit, “Yeni Hayat” sayı: 1, 1969, “Baba Kesesi”, Mülazım Çavuş, “Yeni Hayat”, sayı: 10, 1986, “Ceza”, Mustafa Mutkov, “Hak ve Özgürlük”, sayı:2, 1993 “Kaşık İçin Umut”, vs.
GÜLPEMBE
(Galip MEHMET)
Benim adım ah Gülpembe
İş ararsan hiç yok bende
Dedi kodu oh çok bende
İş ararsan hiç yok bende
Alem işte ben gezide
Yeni yeni aşk dizimde
Durmam efem hiç sözümde
Yeni, yeni aşk dizimde.
Mini etek oy belimde
“Yandım Anam”, vay dilimde
Cümle erkek hep peşimde
Yandım Anam”, vay dilimde.
Galip Mehmedof “Ziya”, gazete, hiciv ve mizah, sayfası, ”Kirpi”, Silistre 1968 N: 114
BANA GÖRÜNME DE KİME İSTERSEN GÖRÜN
(Sabri Recep DEMİR)
Pek üstün akıllıdır, her dilde anılır
Bizim Hoca Nasreddin ama oda yanılır
Şu evlenme işinde lakin o devirlerde
Önceden koklaşmalar sevişmeler nerede?
Kızı analar görür, dünürcüler istermiş
Çocuk ısrar ederse, bazen gösterirlermiş
Ama ancak şu kadar, kapı aralığından
O da yüz göz örülü, kızın bu kılığından
Nasıl anlayacaksın abla mı kız kardeş mi?
Kaşı gözü nicedir, acep uygun bir eş mi?
Fazlası şer’an yasak nikâh kıyılmayınca
Düşünür uzun boylu bizim Nasreddin Hoca
Yaşı da ilerliyor, artık evlenmek gerek
Güvenir Allah’ ına, ikbalime diyerek
Hakteala emriyle, peygamberin kavliyle
Nikâhları kıyılır ve sabırsız haliyle
Ne hayallerle bekler o gerdek gecesini.
Bir de gelin hanım atınca peçesini
Aman Allah, ne görsün! Maymundan daha beter
Hemen peçeyi örter, bir buz gibi ter döker
Allah’ım, der, ne ettim, günahım ne bu iş,
Koskocaman bir burun, kama gibi iki diş.
Ne kaşı var, ne kirpik, gözler şaşı mı şaşı,
Ve bu görünüşüyle yaşı anamın yaşı.
Nasreddin’e o gece yıl kadar uzun gelir
Sabaha nasıl çıkmış, bunu ancak o bilir
O zamanlar kaçgöç var hanım sorar erkenden
Hısım akrabamız kim, kime görüneyim ben?
Hoca merhum ne desin? Aman sakın, hiçbir gün
Bana, der, görünme de kime istersen görün!
Sabri Demirov, 1965, Sofya, “Yeni Hayat”, dergi, Sofya, 1965, N:7
BABA VE OĞUL
(Fahri Tahir TEKULUS)
Ey babam, canım babam
Büyüktür benim tasam
İş yok, para yok, aşk yok
Bu mudur normal yaşam?
Bak televizyon klipe
Gidiyoruz binmiş cipe
İş yok, para yok, aşk yok
Çare mi gitmek ipe?
Yürü babam, ha yürü
İnsanlar olmuş sürü
İş yok, para yok, aşk yok
Çürü babam sen çürü!
Nedir bunda keramet
Kalmamış hiç merhamet
İş yok, para yok, aşk yok
Varsın kopsun kıyamet!
Fahri Tahir, 2001, Kırcaali, Şiir, 1 Kasım 2001 tarihinde, Niyazi Hüseyin Bahtiyar’ın arşivinden alındı.
NE YAZIK
(Suna A. YILMAZ)
Elimde olmadan tutuldum aşka
Beni yerden yer attı ne yazık
Tattığım bu duygu her şeyden başka
Zamanla ok gibi battı ne yazık.
Yaşı olmuş altmış, aklı havada
Yeni yetme gibi, çapkın hovarda
Bıraktı sonunda beni de darda
Beni yedeklere kattı, ne yazık.
Ona inanmakla geldim oyuna
Adam dersin şöyle, baksan boyuna
Çekmiş olsa gerek kendi soyuna
Beni düşünmeden sattı ne yazık.
O, kendine hayran, kendine âşık,
Sanki sütten çıkmış bir akça kaşık
Hayatı düzensiz, karmakarışık
Pıtraklı belaya çattı ne yazık.
Bazen entel olur, bazen de kazak
Özü de sözü de edepten uzak
Tatlı sözleriyle kurup ta tuzak
Gidip başkasıyla yattı, ne yazık.
1994, Dobriç (Tolbuhin)
Şiir, 3 Kasım 2014 tarihinde Müellif tarafından Şaban M. Kalkan’a gönderilmiştir
III. FIKRALAR
Fıkralar en çok sevilen edebi türlerden biridir. Kökü halk edebiyatına dayanır. Hiciv ve mizah istifade edilerek olaylar nükteli olarak anlatılır. Fıkralar Hiciv ve Mizah edebiyatımızda önemli bir yer tutar. Fıkralar kısa yazılır, çok okunur. Onları içerik olarak ikiye ayırıyoruz: