Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Kadın Yazarların Kalemiyle Kadına Dair Hikâyeler»

Анонимный автор
Shrift:

Türk Dünyasının

Güçlü Bütün Kadınlarına…


ÖNSÖZ

Çağdaş Kırgız Edebiyatı’nda kadın yazarlar tarafından yazılmış, her birinde gerçek hayattan bir parça bulacağınız, kadına dair hikâyelerden oluşan bu çeviri eserde kimi zaman bir anne, kimi zaman bir öğrenci, kimi zaman bir gelin, kimi zaman bir kardeş olarak karşımıza çıkan ve ortak noktaları kadın olmak olan Aydana, Nazgül, Patila,Umsunay, Uulbü, Şirin, Nazdan ve nicelerinin hikâyelerine bu çeviri eserde tanıklık edeceksiniz: İstemediği bir adamla evlenen, cefakâr hasta annesine ulaşmak için yanında küçücük çocuğuyla yollara düşen, kardeşine ve kardeşinin çocuğuna gözü gibi bakan, genç yaşta anne olan, şiire gönül veren, istemeden de olsa gençliğin verdiği heyecanla sınıf arkadaşlarını üzen ve çözümü zor durumlar yaratan… Kısacası hayatın her anında karşılaşabileceğiniz acısıyla, tatlısıyla sekiz hikâye… Çağdaş dönem Kırgız kadın yazarlarından Zinakan Pasanova, Cıpar İsabayeva ve Zülfira Asılbekova’ya ait Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine çevrilen Algaçkı Mahabatım “İlk Aşkım”, Ak Şoola “Beyaz Işık”, Tölgö “Kehanet”, Can Balam “Canım Yavrum”, SMS, “Kısa Mesaj”, Izakor Akın “Alıngan Şair”, Reket Kızdar “Kabadayı Kızlar”, Arman “Ukde” isimli hikâyelerden oluşan bu çeviri eser, içerisindeki hikâyelerle aile ve toplum hayatındaki kadını bizlere anlatmaktadır.

Dr. İlknur BAYRAK İŞCANOĞLU

İLK AŞKIM

(CIPAR İSABAYEVA)

Ben o zamanlar on beş on altı yaşındaki genç idim.

Günlerden bir gün benden 6-7 yaş büyük Kabılbek adındaki kuzenim köyü kargaşaya verip komşu köyden bir kız kaçırıp geldi. Yeni yengem çok uzun süre ağlayıp burada kalmayacağım diye bağırıp çağırarak panik yaptı. Ama zavallıyı kimileri bir ileri bir geri iterken kimisi de:

– Yavrum, bu nasıl utanmaz kız, çekinmez? derken bir başkası da:

– Edepsiz! Terbiyesiz! laflar ederken bazıları da:

– Bırak, yapma kurban olduğum! Kız mutlu olacağı yere ağlayarak gelir! Biz de böyle gelmiştik, işte bak çoluk çocuğumuz oldu, hayatımızı devam ettiriyoruz. Öyle yap, yavrucuğum! deyip sevgi ve destek gösteriyormuş gibi yapıyorlardı. Hatta ağabeyimin alkolden sarhoş olan arkadaşları da gelinin kolundan sertçe tutarak:

– Şimdi bu yaptığın nedir ya?! diye korkutarak sonunda kalmasını sağladılar.

Bugüne kadar bunun gibi şeylere o kadar çok anlam vermezdim, kız kaçırmayı öylesine, doğal bir durum diye biliyordum. Bu sefer ise halk içinde gelenek haline gelen şu âdete içimden karşı gelip, yeni yengeme acıyıp durdum…

Ancak, yengemin sakinleşip sessizce oturup kalması beni de sevindirdi. Yengeli olmak kötü mü? Eve girip çıkıp yengeme bakıyorum. Fakat iki üç güne kadar yengemin yüzünü hiç göremedim. Üçüncü gün yengemi köşögö1den çıkardılar. O kadar güzel ve nazik bir can ki! Hatta bana bile dik bakamadan yere bakıyordu. Sürekli bakarsan bembeyaz yüzü kırmızı olmaya başlıyor!

Ben yengeme hayran kalarak, gözümü alamadan sürekli ona bakar oldum. Benim bu hareketimi Kabılbek ağabeyim de fark etmiş olsa gerek, son zamanlarda bana kötü davranıp beni sevmemeye başladı. Her zaman iki ev bir aile gibi karışık yaşardık, şimdi evine gittiğime hoşlanmadığından:

– Ne oldu? Niye geldin? diye beni çabuk göndermeye çalışıyor. Ben de:

– Öylesine geldim. Olmaz mı? diye cevaplıyorum.

Evleninceye kadar gelip beni evimden alıp, koynuna alıp yatan, bir gün bile görmese özleyen ağabeyimin böyle çabucak değişip ilgisiz olmasına hem şaşırdım hem de küstüm.

– Bu Kabılbek’in delirdi! diye anneme gelip şikâyet ettim.

– Ne oldu yavrum? dedi annem de şaşkınlıkla bakarak.

– Evlenince böyle mi olmak gerekiyor! Niçin geldin? Evine git! diye… Gitmesem kurtulurum değil mi?

– Yeni evlenenler baş başa kalıp, rahat rahat eğlenmek istiyorlar, yavrum! Harareti geçinceye kadar böyle yapar, ondan sonra ağabeyin nereye gidecekti ki?

Ondan sonra küstüğümden uzun bir süre evine gitmedim.

Günler geçiyordu. Ama benim bütün derdim Kabılbek ağabeyimin evi tarafındaydı. Aslında ağabeyimin kendisini de özlemiştim.

Bir gün dersten gelirken, nedenini bilmem ama onların evin önüne geldiğimde ayaklarım oldukları yerde durdu kaldı. Ağabeyimin evine dönüp dönüp baktım. “Nasıl gireceğim?” diye düşünürken, Allah’tan yengem de su alıp geliyormuş. Beni görünce çocuk gibi sevinip, yüzünde bir ışıkla gülümsedi:

– Ayy, çok iyi olmadı mı, şımarık çocuk! “Suyu götürmeme yardım eder misin?” dedi. Yengemin hâline bakıldığında öncekine göre biraz açılmış, yeni evine alışmış görünüyordu.

– Bizimkine neden gelmiyorsun? dedi ondan sonra. Sürekli yalnız oturmaktan çok sıkıldım. Sık sık gel olur mu?

“Tamam” der gibi başımı salladım. Ondan sonra dersten çıkınca hemen onların evine gidiyorum. Ağabeyim o saatlerde işte olduğundan korkmadan giriyorum eve. Yengem ise beni gördüğünde her zamanki gibi seviniyor, gülümseyerek sofra hazırlıyor. Ben de epey büyük insan gibi, bütün hareketlerini gözümü alamadan izleyip oturuyorum.

– Derslerin nasıl? diye bana bakmadan yavaşça soruyor.

– Güzel! diyorum. Ama sonraki günlerde yengeme her baktığında kendim de çekinip yüzüm kızarıp yanacak oldu. Yengem de bu hareketimi fark etmiş gibi benden eskisi gibi çekinmemeye başladı. Giderken beni kapıya kadar uğurlayıp:

– Güle güle git. Sık sık gel, tamam mı? diye candan söyleyip, hatta şımartarak saçımla oynuyor. Gelirken su ile ıslatarak zorla düzelttiğim saçlar böylelikle dağılıp kalıyor. “Beni küçük çocuk gibi görüyor” diye yaptığına içimden teessür ediyorum.

***

“Çabucak büyüyüp çabucak ben de evlensem” diye ister oldum artık. Hatta gelecekteki eşimi hayal edip hayalimde yengem gibi birini aramakla uğraşıyorum. Ama bana inat ediyormuş gibi sınıfımdaki, okuldaki hatta köydeki hiçbir kız ona benzemiyor!

Böylece zaman geçerek benim de çocukluğum uzaklarda kalmaya başladı. Karakterim de öncekinden anlamlı derecede değişip, ağırbaşlı birine dönüştüm. Bu durumu kendim de fark ettim. İçimden bu hâlimle gururlanıp, büyük insanları taklit edip ciddi konuşarak yengemin gözüne girmek istedim.

Beni şaşırtan ilginç bir şey de son zamanlarda ben, abimin kendisinden Aydana yengemi kıskanmaya başladım. Belki de o da benim gibi yengeme acıyıp kıymetini bildiğinde böyle olmazdı. Mümkün! Bazen çok ağlamaktan yengemin gözleri kızarıp şişip hatta yüzü morarır oldu. Benim içim yanıp ona acıyarak bakıp kaldığımda, yengem:

– Öyle… Düştüm! diye kaçar giderdi. Abime çok kızardım! İki yumruğumu sıkıp, hemen ağabeyimi yere basıp ona vurasım gelirdi.

Aslında ben o zamanlar ilk ve en saf aşkımla karşılaşmışım. Kim bilmiş onu! Bilse bir Kabılbek ağabeyim bilmiştir ya da rahmetli yengem bilmiştir. Kendim bilmiyordum. Her şeyi çok geç anladım!

***

Zaman sessiz sakin geçiyordu. Yengem ayı günü dolup daha da güzelleşti. Hamile bir kadının bu kadar güzel olduğunu o zaman gördüm.

Yaz mevsimiydi. Bu mevsimi hâlâ çok severim. Ayrıca köyün gece vakitlerindeki güzelliğini de söyleyeyim! Serin, temiz hava çok hafifçe yüzünü okşayarak esiyor, tatlı hayallerle gönlü heyecanlandırıp duyguları gıdıklıyor. Ayrıca ot toplanan yerin üstüne çıkıp parlayan yıldızları, ayı izleyip hayal kurmak benim için en büyük mutluluktu. Ayrıca kimse beni rahatsız etmiyor. “Şunu getirir misin, bunu getirir misin?” diye sürekli işveren annem de.

Hepsinden güzeli yengemlerin evi de buradan avucunun içindeymiş gibi net görünüyor. Çoğu zaman o tarafa dönüp yengemin girip çıkmasını izliyorum. Akşamleyin korkarak dışarı çıkıp tekrar içeri girmeye acele eden yengemi gözlerimi alamadan koruyormuş gibi takip ediyorum. Aniden biri çıkıp yengemi korkutacak olursa… Acele etmesin! diyorum hayalimde. O eve girdikten sonra dönüp sırtüstü yatarak tekrar gökyüzünü izliyorum.

Orada yavaşça hareket eden ay ileri gidiyor.

İyi bir şey bulmuş gibi, bir anda sevindim! Gökyüzündeki gülümseyerek gelip bulutlara gizlenip kalan bembeyaz ay bana yengem gibi göründü. Bütün düşüncelerim tık diye durup aya bakakaldım! Gerçekten! Gerçekten de ay benim yengeme çok benzemiyormuş! Yaşa! Baksana! O da tıpkı yengeme benziyor, bembeyaz yüzünü hafif “çil” basmış. Hatta hüzünlü bakıp sonradan yavaşça ilerliyor. Ben bundan sonra adıyla da benzeyen Aydana yengeme sadece ay diye ad verdim. “Benim ayım” denen söz, iç dünyamın utangaç ve derin yerinde yaşıyordu. Bazen de hiç kimseye duyurmadan, içimi doldura doldura bu sözü söylerdim.

***

Bir gün okuldan gelirken eve uğradım ama yengem yok! Evden dönüp çıkarken önümü keserek çıkan ağabeyim:

– Küçük aptal! Çok güzel haberim var, erkek kardeşli oldun! Demesin mi?!

Ne diyeceğimi bilmeden, sevincimden ağabeyime bakıp kaldım, sonradan:

– Ura! Yaşasın! diye çantamı üzerimden uzağa atıp sevincimden göğsüm yarılacak gibi oldu. Hatta onun “küçük aptal” demesine de önceki gibi alınmadım. Acelemden:

– “Adını ne koydunuz?” demek yerine:

– Adı neymiş? deyivermişim. Onu kendim bile fark etmedim! Ağabeyim, önceki âdetince gülmekten yıkıldı. Allah verdi ona!

– Neden gülüyorsun? dedim ben bozulup.

– Ey, avanak! diye ağabeyim alnıma tıklattı da: – Adını da birlikte doğuracak mıydı?!– dedi.

Sessizce içimden utandım. Ağabeyimse:

– Şimdi ikimiz birlikte gidip gelelim olur mu?– dedi-İstersen, adını kendin koy tamam mı?

Çok sevindim. Bu benim hayatımdaki ilk bebeğim ve kendime aldığım en birinci sorumluluk idi:

Ağabeyim ikimiz de bu sefer daha önceki gibi yakın olduk, bir süre birbirimize sarıldık. Bu sevinç ikimizi tekrardan bir araya getirip kırgınlığımızı bitirip gönüllerimizi ağartıverdi.

İki katlı doğumhanenin önüne geldik. Ağabeyim yerden ufak bir taş alıp attığı zaman “tık” edip pencereye değdi, diğer taraftan “Kimimize geldi ki? der gibi çocuk taşıyan gelinler bir bakıp sonra kayboluyorlardı. O sırada en uzaktaki pencereden yengemi gördüm. Bebeği oyuncak bebek gibi sarıp elinde tutuyordu. O ise yüzünü başını kırıştırarak dudaklarını büzüştürüyordu. Yengem ise ona içi gidip bir şeyleri mırıldamış oluyor. “Baban ile ağabeyin geldi, baksana oğlum!” diyordur. Sonra bize doğru bakıp elini salladı.

Camın arkasında bembeyaz bir başörtüsü örtüp, tamamen değişik, mutlu bir şekilde gülümseyen yengem daha öncekinden de güzelleşmişti. Ben onu şimdi yenilenen, annemin söyleyişiyle “yeni doğan” aya benzettim. Düşüncelere daldığım bir anda ağabeyim:

– Ne düşünüyorsun?! Yürümeyecek misin! dedi. Gerçekten kendime gelip bu davranışım için de utandım. Ağabeyimin az önceki neşeli hâli gidip sinirlenmeye başlamış. Sessizce önünde yürüdüm.

Dersten sonra doğruca doğumhaneye gidecek oldum. Yengem de o saatlerde beni bekleyip pencerenin arkasında duruyor. Bir gün aklıma bir şey geldi. Yengeme hediye alasım geldi. Akşam annemden para istedim. Hayatımda ilk kez annemden para istemiştim .

– Ne yapacaksın? annem şaşkınlıkla sordu. Yere bakıp, sessizce kaldım. O zaman üst sınıfın öğrencilerinin küçüklerden haraç almaya başladıkları zamandı. Annemin aklına hemen o gelmiş:

– Çocuklar mı korkutuyor?!– dedi.

– Hayır! Ben küçük çocuk muyum? dedim utanarak.

– O zaman parayı ne yapacaksın?

Sonradan ayağımın ucu ile yeri kazarak:

– Şey…o…. bir kıza hediye alacaktım… dediğimde annem gülmeye başladı.

– Ne hediye alacağını biliyor musun? dedi sonra. Düşünsem hakikaten de ne hediye alacağımı bilmiyordum. Bilmiyorum anlamında boğazımla “ıhı” diye ses çıkardım. Annemin çok gülesi geldi ama bana göstermemeye çalışarak gülümsedi:

– Tamam yavrum, ama ne alacağını konuşalım olur mu? – dedi. Çok sevindim. Annemi çok, hatta öncekinden de çok sevdim, bazı anneler gibi kavgacı olmadığına, anlayışlı olduğuna sevindim. Daha ilginç olanı, benim Ay yengem de anneme benziyor…

Dükkâna gittim de annemin söylediği gibi parfüm aldım. Ama annem “Öğrenci kız olsa gerek, iyi bir kitap al.” dedi, onun yerine de efil efil bembeyaz bir başörtüsü alıp, doğumhaneye doğru yola koyuldum.

Hediyeyi kapıda bekleyen görevlilerden birinden gönderdim. İçimden sevinip, içim içime sığmayıp ayaklarım yere basmadan, havada uçuyormuş gibi hissediyorum. Hatta içimden kendimi onun eşi gibi hayal edip, seviniyorum. Bu düşüncelerimi birileri hissedecekmiş gibi yanımdan geçenlerden utanıyorum…

Bir ara yengem pencereye geldi. Geldi de her zamanki gibi nazikçe gülüp beyaz kağıda: “Teşekkürler” diye harfleri büyük büyük şekilde yazıp gösterdi. Yengemi mutlu ettiğim için kendim de sevindim. Bir ara baktığımda yengem başörtüsünün ucuyla gözyaşını siliyor gibi göründü! İyice baktığımda, gerçekten de ağlıyordu!…

***

Kabılbek ağabeyimin annesi ve babası vefat ettikten sonra, gencecik dul kalan annem iki eve de bakıyordu. Şimdi de onlarınkine sık sık gidip küçücük “Ulan”ı banyo yaptırıyordu. Yengem de bizim her geldiğimizde sevinip:

–Anne baksanıza! Oğlunuz Azamat amcasına benziyor! diye bebeği daima bana benzetirdi. Azamat amcasına çekse diye söylediğini çok duyardım.

Belki de o sadece benim gönlümü almak için öyle söylemiştir veya gerçekten de büyüklük merhametiyle sevip, gerçeği söylemiştir? Bilmiyorum. Büyük derken yengem benden o kadar da çok büyük değildi, ikimizin arasında olanı iki üç yaştı. Ama yengem Kabılbek ağabeyimin söylediği gibi “gözü haramda” da, “hoppa düşünceli” de, “hafifmeşrep” de kadın değildi, dağın kaynak suyu gibi berrak, tertemiz bir candı!

Bir gün her zamanki gibi dersten çıkıp eve giderken yolda yengemle karşılaştım. Su taşıyordu ama bu sefer beni gördüğünde sevinmedi! Hemen aceleyle hızlı hızlı konuşup, benden kurtulmak istiyormuş gibi:

– Dersler iyi mi? İyi ha, yaramaz çocuk! Ulan ağlıyordur… diye hızla yürüyüp aceleyle evine girdi. Onun girmesiyle birlikte avludan yengemin güçlü bir çığlık atması sonra ard arda kovaların takırdaması duyuldu ben aklımı toplayana kadar avlunun kapısını “küt” ettirerek tekrar açıp Kabılbek ağabeyim dışarı fırladı! Anlaşılan, ben geldiğimden beri ağabeyim ikimizi gizli takip ediyordu. Nedendir gördüklerime inanmadan aklım başımdan gitti. Önümde göğsü kocaman açılmış, gözleri kızarmış, iki yumruğunu sıkıp titreyen Kabılbek ağabeyim geliyordu! Geriye çekilir gibi yaptım.

– Dur!!! dedi bağırarak. Durayım desem, tuttuğu yerde sağ bırakmayacağa benziyor.

– Ne yaptım?! Dedim geri yürüyerek.

– Dur diyorum!!!

Ben artık ondan iyilik beklemiyordum. Onun her hızlandığında ben de hızlanarak sonra geriye bakmadan kaçtım. Her ne kadar koşsa da sarhoştu, bana ulaşamadı. Ama ondan sonra onların evinin yanından da geçemedim, etrafını dolaşıp geçiyordum.

Ancak ağabeyimin orantısı olmayan kıskançlığıyla sarhoş olması arttı. Sonra annemin söylediğine bakılırsa ağabeyim sadece benden değil, yengemi komşularından hatta sadece sokaktan geçen birilerinden kıskanıyormuş. Onların evinden sadece ben değil, onu bilenlerin hepsi uzaklaşmış, etrafını dolaşıp geçer olmuşlar.

– Her zamanki gibi bir gün otun üstüne çıkıp ağabeyimin evinin olduğu tarafa doğru göz gezdirdim. Önceki gibi olmayıp, bebeğin örtüsünü-bezini yıkayıp serip hızlı hızlı girip çıkan yengemi izleyip bununla mutlu olup hayallere dalıp bir ara içim alt üst olmuş gibi yüreğim kabardı, ağlayasım gelmiş gibi, gönlümün uçuşmaya başladığını hissettim. Eve girip:

– Anne, işte şuram bir acayip oluyor! Diye anneme göğsümü göstersem:

– Kurban olduğum! Bu da neyin nesi? Gel bakayım?diye uzun süre elini göğsüme koyup sıcaklığını geçirip oturdu.

– Nedendir bilmem, ağlayasım geliyor desem:

– O da nesi? Birileri üzmedi değil mi?! Diye endişelenip, bir anda onun aklına bir şey gelmiş gibi hastalığın adını arayan şifacı gibi:

–Söylesene, önceden senin hediye verdiğin kızla nasıl gidiyor? Dedi usulca.

Bu söz hakikaten yüreğimin sızlayan yerine gidip değmiş gibi oldu. O kadar çok ağlayasım geldi ki, gözlerime sıcak yaşlar dolup damla damla akmaya başladı! Annemin de yüreği sızlamaya başladı sanki. Ben bunu onun değişen yüzünden anladım. Her ne kadar bana göstermese de, sesi bu sefer farklı bir şekilde çıkıp:

–Senin geleceğin daha önünde oğlum- dedi. Bana merhamet ediyor gibi saçlarımdan koklayıp – henüz hayatı bilmiyorsun! Delikanlı olacaksın, yavrum. Her şeye hazır olup kuvvetli olman gerek. Başına acı da tatlı da günler gelecek… Çok üzülmek de çok sevinmek de olmaz. Yoksa kalbin dayanır mı?!

Ama benim kalbim beni kandırmamış! Bu olaydan çok geçmeden bizim köyde, bizim hayatımızda, benim yüreğimde hiçbir zaman geçmeyecek, unutulmaz üzücü bir olay, en büyük kayıp, felaket oldu!

Akşamın hangi vakti olduğunu bilmiyorum. Çoktan derin uykuya dalmışım. Bir anda birisi gürültülü koşuşturarak kapıyı bulamıyormuş gibi bizim evi iki üç kez dolandı da daha sonra kapıya, pencereye sertçe vurmaya başladı.

–Bu kim?! Diye annem hızla yerinden kalktı.

–Anne, benim! Aç! Diye kapıyı tekrar tekrar yumruklayan Kabılbek ağabeyimdi. Biz onu sesinden tanıdık.

– Hayırdır inşallah! diye söylenen annem telaşla kapıyı açtı.

Bir fenalık olduğunu hemen anladım!

Kalbimin atışı artıp, içimde dağ titriyormuş gibi hissettim.

–Anne! O!.. O!.. Diye zaten de sarhoşluğu henüz gitmemiş ağabeyim neler olduğunu söyleyemeden, olduğu yerinde bir dönüp yere düştü. Sonradan başını tutarak oturup bağıra bağıra ağladı.

–Gitti mi?! – dedi annem. Onun sesinde “Allahım, inşallah böyle olmuş olsun! Bundan daha beterini gösterme, kurban olayım?!” diyen bir anlam vardı.

O gün de sarhoş olup kendisi de hâlden düşünceye kadar yengemi dövmüş. Uyuduğu zaman da yengem çocuğu alıp baba evine gitmiş. Sonraları aklı başına gelip eşini çocuğunu bulamayınca da ağabeyim anneme gelip ikisi birlikte gidip alıp geldiler. Zavalllı yengem “Gitmem” diye ısrar etmişe benziyor. Annesi de “İçime sığan çocuk dışıma da sığar!” Anne sütü henüz ağzından gitmemiş çocuğu kaçırıp, mutluluğuna engel oldunuz! Zavallı, yetim çocukmuş zor olsa da düzelir, insan olur dedik, ama bu ahmak olarak kaldı! Şu kızın yüzüne bir bakın! Vücudunun bir yerinde sağlam yeri yok! Sizin eve gittiği günden beri yüzünden morarıklık gitmedi. Bizim görmediğimiz bilmediğimiz ne kadar?! Haydi gidin, kurban olayım! Bildiğinizi yaptınız, şimdi de ben karışmam, vermem kızımı! diye sert çıkışmış. Zavallı annem de her ne kadar yalvarıp yakarıp, göğsüne vurup sonunda olmayınca da:

“Babasıyla annesi hayatta olduğunda bu ahmak böyle olmazdı?! Ben de bunun gibi sözleri duyup burda oturmazdım. Allahın yazdığı buysa, elimizden ne gelirdi! Öyleyse gidelim yavrum!” diye gerçekten üzülerek ağlamış. Ağabeyim de hıçkıra hıçkıra ağlayıp:

– Yemin ediyorum, başka içki içmeyeceğim! Anne baba beni affediniz?! Ben Aydanasız yaşayamam! diye dört büklüm düşüp özür dileyip kaynatasının ayaklarına kapanıp ağlamış. Sonunda anne ile çocuğa Allah’ın merhemeti geldi mi:

–Gönder, kızını!– demiş yengemin babası karısına kızarak. – Evlenen kız çitin arkasındadır!” Evlendi mi kolaylıklarına da zorluklarına da katlanarak yaşasın! Bundan sonra da kızın evine ağlayarak gelmesin!

Bu durum annemlerin hoşuna gitse gerek. Zavallı yengem:

–Baba, beni böyle kovuyor musunuz? Diye babasından bir şefkat bekleyip hüngür hüngür ağlamış. Babası umursamamış gibi ses çıkarmamış. Sonunda babasının evine sığmadığını anlayan yengem çıkıp giderken:

– Baba beni affediniz, bu eve bir daha ağlayarak gelmeyeceğim! Sadece cesedimi getirirsiniz, demiş.

Annem bunları düşündü galiba. Çünkü ağabeyimin hâli ve tavrı bu kez tamamen başka idi! Bir ara aklına bir şey gelmiş gibi ağlamasını durdurup yerinden hızla kalktı ve hızla koşarak gitti! Annemle ikimiz arakasından koştuk. Ay aydınlıktı. Nedendir ağabeyim evine girmedi, kapının yanına geldiğinde “küt” diye durdu da dönüp aşağıya doğru yöneldi. Sanki onu birisi tutuklayacakmış gibi büyük adımlarla koşarak gidiyordu! Annemle biz aklını yitirmiş insan gibi onun şekli gözümüzden kayboluncaya kadar durduğumuz yerde kalmışız. Bir anda annem aklına bir şey gelmiş gibi acele edip avlu tarafa koşturdu. Ardından ben de girdim! Girdiğimde sanki birisi kafama vurmuş gibi aklım sersemleşti, kulaklarım çınlayıp gören gözüme inanamadım, bayıldım! Annem, Aydan yengeme bakarak koştu! Yengem, zavallı yengem! Pencerenin dibindeki yaşlı ağacın uzun kalın dalında sarkıyor, bembeyaz içliğini de rüzgâr sallıyor, kunduz gibi gür saçı da dizine kadar yayılmış asılmış duruyor! Yerde insanların oturduğu tabure devrilmiş duruyor.

Annem yengemin çoktan can verdiğini bilmiş gibi bağırıp çağırarak ne yapacağını bilemeden ileri geri yürüyüp, komşuların kapılarına pencerelerine vurmaya başladı.

Bir anda toplanıp gelen halk yengemi çözdü. “Vücudu çoktan soğumuş” dediler. Ambulans da haykırmalar boyunca uçarak gelip tekrar gitti. Ondan çok geçmeden görevliler de gelip işin aslını sorup annem ve ikimize ve başka kişilere de imza attırdı.

Bir anda aklıma Ulan geldi! Eve hızlıca girdiğimde bebeğim beşikte belenip yatmakta. Ara ara girip bebeğin nefes almasını dinledim. Benim geldiğimi hissetmiş gibi derin derin nefes alıp uykusundan uyanıp sonra tekrar uyuyakaldı. Yastığı, yorganı vıcık vıcık tere bulanmış. Bayağıdan beri ağlamışa benziyor, çok yorulduğundan uyumuş olsa gerek. İçim içime sığmadan bebeğimin beşiğini kucaklayıp sesim de yaşım da çıkmadan katıla katıla ağladım.

Bu olaydan çok geçmeden yengemin akrabaları gelip cenazeyi alıp gittiler. Toprağa verildiğinde annemle ikimiz de oraya gittik. Anneme o kadar çok üzüldüm ki. Dünürlerinin önünde yere bakıp utanıp kaldı. Giderken de cesaret edemeyip Ulan’ı sordu.

–Alın! Dedi dünür çığlık atıp ağlayıp Ulan’ı, hoşnutluğu da yokmuş gibi –Alın gidin! Allah bir daha göstermesin sizleri! Ay, Allahım ay! Çocuğum bir çocuk gibi çocuk olsaydı, on gülünden biri açılsaydı, Zavallı!..

Zavallı annem, yol boyunca sanki biri alıp kaçıracakmış gibi bebeğimi bağrına basıp gözünün yaşını akıtıp eve kadar ağlayarak geldi!..

Şimdi Ulan on beşine geldi. Yengemin söylediği gibi annem de onu bana benzetiyor. Ağabeyim ise gidişinden beri tekrar dönmedi!.. Ben ise hâlâ o güne kadar yüreğimin aya benzer prensesini arar dururum.

1.Yeni gelen gelinin ilk dönemlerde içinde uyuması için çekilen perde.
9 147,15 s`om

Janrlar va teglar

Yosh cheklamasi:
0+
Litresda chiqarilgan sana:
01 avgust 2023
ISBN:
978-625-6852-11-2
Matbaachilar:
Mualliflik huquqi egasi:
Elips Kitap

Ushbu kitob bilan o'qiladi