Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «21. Yüzyıl Türkiye-Rusya İlişkileri»

Shrift:

Muhammet Koçak, Bilkent Üniversitesinde lisans ve yüksek lisans eğitimini, Florida Uluslararası Üniversitesinde ise doktorasını tamamladı. Rusya ve Türkiye odaklı bölgesel ve küresel uluslararası güvenlik meseleleri ile ilgilenen Koçak’ın akademik yazıları, önde gelen ulusal ve uluslararası dergilerde yer aldı. Yazar, ayrıca çalıştığı konularda ulusal ve uluslararası medyaya destek vermektedir.

Gökçen Yılmazlı, Yalova Üniversitesi Uluslararsı İlişkiler Bölümünde lisans eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisans eğitimine Milli Savunma Üniversitesi Savaş Araştırmaları Bölümünde devam etti. Çeşitli kuruluşlarda genel müdür, araştırmacı, tedarik ve operasyon koordinatörü olarak görev aldı. İleri düzeyde İngilizce ve başlangıç seviyesinde Arapça bilen Yılmazlı, çeşitli kitap çevirileri yaptı.

Çeviri eserlerinden bazıları: Casusu Yakalamak, Bu Kitap Hayatınızı Düzeltebilir, Kelebek Etkisi.

BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ

Bu Kitap Neden Yazıldı?

Bu kitap 21. yüzyıl Türkiye-Rusya ilişkilerini incelemektedir. Türkiye ve Rusya, Kafkaslar’dan Balkanlar’a uzanan büyük Karadeniz Bölgesi’nin en güçlü iki ülkesidir. Hem Türkiye hem Rusya bu özellikleri dolayısıyla Orta Doğu, Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Kafkaslar’da güçlü etkiye sahiptir. Son yıllarda ABD’nin bölgedeki etkisinin azalmasıyla Türkiye ve Rusya; Suriye, Libya ve Azerbaycan başta olmak üzere birçok bölgesel krizde söz sahibi olmuştur. Bölgesel etkilerinin yanı sıra Putin yönetimindeki Rusya ve Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin küresel sisteme yönelik eleştirileri bu iki ülkenin etkilerinin çevrelerindeki bölgeleri aşması sonucunu getirmiştir. Hâlihazırda BM Güvenlik Konseyi üyesi olan ve nükleer silahlara sahip Rusya ile birçok bölgede bölgesel güç olan Türkiye arasındaki ilişkiler bu iki ülkenin 21. yüzyıldaki bölgesel ve küresel türbülans çerçevesinde yaşadıkları dönüşüm dolayısıyla önem kazanmıştır. Bu kitap, bu iki ülke arasındaki ilişkilere tarihî çerçeveden bakarak analitik bir yaklaşım sunmaktadır.

Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkilerin günümüzde yakaladığı seviyeyi kavrayabilmek için bölgede köklü bir geçmişe sahip bu iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihî kökenleri iyi anlaşılmalıdır. Türkiye ve Rusya, Avrasya’da etkin iki büyük imparatorluk olan Osmanlı ve Rusya İmparatorluklarının vârisleri konumundadırlar. 19. yüzyılın başından itibaren Rusya İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde önemli bir rol oynamıştır. Soğuk Savaş sırasında ise Osmanlı İmparatorluğu’nun vârisi olan Türkiye, NATO üyesi olarak Rusya İmparatorluğu’nun yerini alan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çevrelenmesinde ana aktörlerden biri sayılmıştır. Soğuk Savaş’ın sonuna kadar ikili ilişkilerde istisnai dönemler haricinde bölgesel rekabet egemen olmuştur.

21. yüzyıla gelindiğinde, Türkiye ve Rusya ikili ticarete yatırım yapmış, savunma ve enerji sektörlerinde ortaklıklar kurmayı hedeflenmiştir. İki ülke, Suriye Krizi ve Dağlık Karabağ Anlaşmazlığı da dâhil olmak üzere birçok bölgesel çatışmayı çözmek için birlikte çalışmıştır. Bu gelişmeler, Türkiye’nin NATO üyeliğine ve Türkiye’nin müttefiki ABD’nin Türkiye ile Rusya arasındaki bağların güçlendirilmesine yönelik sert muhalefetine rağmen gerçekleşmiştir. Bu sürecin bölgesel ve küresel önemine rağmen ilişkilerin çeşitli yönlerini inceleyen makaleler, kitaplar ve kitap bölümleri dışında Türkiye-Rusya bağlantısını ilgili küresel, bölgesel ve yerel dinamiklerle birlikte analiz eden kapsamlı bir kaynak bulunmamaktadır. İkili ilişkiler daha çok ABD-Türkiye ilişkileri, Türk ve Rus dış politikasındaki değişimler ve bu iki ülkenin iç politikaları açısından ele alınagelmiştir. İkili ilişkileri anlaşılır bir şekilde açıklamaya odaklanan bu kitap, Türkiye-Rusya ilişkilerindeki dinamikler, iki ülkenin bölgesel politikaları ve Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan küresel siyasi sistemi anlamaya katkıda bulunacaktır.

Bu kitap Türkiye ile Rusya arasındaki güç dengesinin, Türkiye-Rusya ilişkilerinin farklı alanlarına yön veren birincil yani en önemli dinamik olduğunu savunmaktadır. Türkiye ve Rusya; başta Orta Doğu, Karadeniz ve Kuzey Afrika olmak üzere birçok bölgede rekabet hâlindedir. 21. yüzyılda ABD’nin bu bölgelerdeki etkisinin giderek azalması, Türkiye-Rusya ilişkilerinde söz konusu iki ülkenin bu bölgelerdeki nüfuzunu genişletme fırsatlarını ve Türkiye’nin Rusya’ya karşı elinin zayıflaması sonuçlarını doğurdu. Sonuç olarak Türkiye ile Rusya arasında farklı bölge ve sektörlerde daha yoğun temaslar görüldü. Lineer bir sebep sonuç ilişkisi gözlemenin mümkün olmadığı bu süreçte iki ülkedeki liderler, Türkiye-Rusya ekseninde yavaş yavaş meydana gelen gelişmeleri takip etti. Değişen dinamiklere göre pozisyon değişikliklerine gitti ve tüm bu süreç nihayetinde Türkiye-Rusya ilişkilerini yeniden yapılandırdı ve yapılandırmaya devam ediyor.

Bu çalışmada, bu karmaşık süreci anlamlandırmak için Uluslararası İlişkiler disiplininin sunduğu kavramsal çerçevelerden, özellikle neoklasik realizmden faydalanılacaktır. Bu çerçeve, kitapta yer alan kapsamlı analize sistematik bir temel sunacaktır. Bu temel sayesinde kitapta tartışılacak konuların, Türkiye-Rusya ilişkileri genelindeki yeri daha iyi kavranacaktır. Küresel siyaseti anlamak ve açıklamak için kullanılan, önde gelen teorik çerçeveler, genellikle farklı bölgelerde bulunan iki ülke arasındaki sorunları ve ikili ilişkileri hesaba katmaz. Özellikle Uluslararası İlişkiler disiplini genellikle küresel güç dengesi veya doğrudan küresel önemi olan eğilimler gibi daha büyük konulara odaklanır. Bu çalışmada Türkiye-Rusya ilişkileri, çekişmeli bir iç siyasete sahip olan iki devletin yarattığı bir oluşum olarak görülmektedir. Bu nedenle ikili ilişkilerdeki değişimlerin temel nedeninin sistemik dinamikler olduğu savunulmakla birlikte, ülkelerin iç siyasetlerinden kaynaklanan dinamikleri de ilişkilerin seyrini etkileyen bir faktör olarak değerlendirilmektedir. Bu tarz bir çerçeve sunan neoklasik realizm, devletlerin dış politika tercihlerini ve bu politika seçimlerinin etkileşiminin ürettiği uluslararası sonuçları açıklamak için işlevsel bir model sağlar.1 Bu çalışmada Türkiye ve Rusya’nın çeşitli dinamiklerin etkisi altındaki dış politika tercihlerinin Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl etkilediğini açıklamak için neoklasik realizme dayalı bir model kullanılacaktır. Dolayısıyla bu araştırma sadece liderlerin tutumlarına, ikili ticaretin karşılıklı yararlarına veya güç dengelerindeki değişimlere dayalı açıklamaların ötesine geçmektedir. Bunun yerine bu araştırmada, bileşik yapılara sahip iki ülkeden oluşan Türkiye-Rusya ilişkilerinin farklı bölgesel ve küresel siyasi yapılar içinde işlediğinin kabulü bulunmaktadır. Bu bölgesel ve küresel yapılar; siyasi, ekonomik ve normatif dinamikleri de bünyesinde barındırmaktadır. Dolayısıyla yalnızca askerî ya da ekonomik güç dinamiklerine odaklanmak yerine ülkelerin siyasi hamleleri ve anlatılarından ileri gelen yumuşak güçleri de hesaba katılmalıdır. Böyle bir değerlendirme, Türkiye ve Rusya’nın bileşik iç siyasi yapılarının değişen bölgesel ve küresel siyasi dinamikler içinde nasıl etkileşime girdiğini analiz etmeyi gerektirir. Bu nedenle okuyucu, iki ülkedeki iç siyasi sistemlerin analizlerini ve ikili ilişkilerle ilgili olarak bölgesel ve küresel siyasi dinamikleri bulacaktır. Ayrıca, Türkiye-Rusya ilişkilerinin veya herhangi iki ülke arasındaki ilişkilerin siyasi veya stratejik boyutla sınırlandırılamayacağını çünkü iki ülkenin normatif ve ekonomik boyutlarda yoğun etkileşimleri olduğunu da görecektir.

Bu kitapta; ülkelerin stratejik, ekonomik ve sosyal boyutlardaki etkileşimlerinin yerel ve sistemik değişkenlerle nasıl etkileşime girdiği gösterilecektir. Çalışma 2001 ile 2023 arasındaki dönemi anlatmaktadır ve kronolojik bir yapıya sahiptir. Kitaba giriş bölümü olarak düşünülen bu bölümde Türkiye‐Rusya ilişkileri üzerine var olan literatür incelenecek ve kitabın analitik çerçevesinin temelleri atılacaktır. Bu bölümü takip eden ikinci bölümde iki ülkenin bugünlere gelirken yaşadıkları tarihî süreç içerisinde geliştirdikleri ikili ilişkiler incelenecektir. Bu giriş, okuyucunun Türkiye-Rusya ilişkilerini kronolojik olarak analiz eden sonraki üç bölümü kavramasına yardımcı olacaktır. Bu tarihî arka planı takip eden üç bölümde, sonraki yıllarda ilişkiler üzerinde önemli etkisi olan kritik olayların ardından (ABD’nin Irak’ı İşgali, Suriye İç Savaşı ve 15 Temmuz Darbe Girişimi) ilişkilerin dönüşümü incelenecektir. Bu olaylar ya iki ülke arasındaki güç dengesini ya değişen dinamikleri algılama biçimini ya da her ikisini birden etkilemektedir. Her bölüm, ilgili dönemde Türkiye ve Rusya’yı etkileyen önemli dinamiklerin tartışıldığı bir dönem değerlendirmesiyle başlamaktadır. Ardından, iki ülkenin Türkiye-Rusya bağını etkileyen dinamiklerdeki değişiklikleri değerlendirme biçimleri ve verdikleri tepkiler anlatılacaktır. Son olarak verilen bu tepkiler çerçevesinde Türkiye ile Rusya’nın birbirlerine karşı tutumlarındaki değişiklikler ve bunun sonucunda ikili ilişkilerin farklı bölümlerinin şekillenişi analiz edilecektir.

Kitap, Türkiye ve Rusya’nın uluslararası ortamda nasıl verdikleri tepkilerin ikili ticaret, enerji iş birliği ve bölgesel meselelerdeki angajmanlarına yansımasını göstermektedir. Bu çalışmadaki ana argüman, Türkiye ile Rusya arasındaki güç dengesinin ilişkileri etkileyen birincil dinamik olduğudur. Türkiye yaklaşık iki yüzyıldır bu denklemdeki zayıf devlet olduğundan, iki ülkenin rekabet ettiği bölgelere yönelik Batı’nın (Britanya İmparatorluğu, AB veya ABD) politikaları ana değişken hâline gelmiştir. Burada Batı da yeknesak bir yapı olarak değerlendirilmemeli, aksine Batı içerisindeki ayrımlar da ele alınmalıdır. Bunların ötesinde, Türkiye ve Rusya’nın bu ana değişkendeki farklılıkları algılama ve tepki verme biçimleri de incelenmesi gereken bir konudur. Verdikleri tepkiler Türkiye-Rusya ilişkilerini şekillendirmekte ve yeniden biçimlendirmektedir. Dolayısıyla Türkiye-Rusya ilişkilerinin şekillenmesinde hem sistemik hem de iç değişkenler önem arz etmektedir.

Literatür

Bu çalışma hazırlanırken konuya ilişkin mevcut kaynaklardan yararlanılmış ve kitapta ele alınan konular bu literatürde yer alan çalışmalarda ortaya sürülen savlar dikkate alınarak işlenmiştir. Bu alt bölümde mevcut literatürün kısa bir analizi yapılarak Türkiye-Rusya ilişkileri üzerine hazırlanan çalışmamızın mevcut literatüre katkısı açıklanacaktır.

Türkiye-Rusya ilişkilerine dair literatür iki grupta sınıflandırılabilir. Birinci grup Türkiye-Rusya ilişkilerini, iki ülke arasındaki ekonomik iş birliği ile jeopolitik rekabet arasındaki zıtlığa odaklanarak analiz etmektedir. Bu yaklaşıma göre Türkiye-Rusya ilişkilerinin barometresi bu iki dinamik arasındaki dengeye bağlıdır. Buna göre gelişen ilişkilerin ekonomik faydaları, stratejik rekabetin maliyetinden ağır bastığında ilişkiler iyileşir. Aksi durumda yani iki ülke arasındaki stratejik rekabetin ön plana çıktığı dönemlerde ilişkilerin kötüleşmesi beklenebilir. İkinci grup, Türkiye-Rusya ilişkilerini çeşitli teorik çerçeveler kullanarak açıklamayı amaçlayan birçok alt gruptan oluşmaktadır. Bu grupta yer alan çalışmalarda iki ülke arasındaki ilişkiler realist, liberal ya da Marksist bakış açılarıyla incelenmiştir. Yine bu çalışmalarda iki ülke arasındaki ilişkilerin incelenmesinin yanında Türkiye-Rusya eksenindeki olay ve durumların bu teorilerin savlarıyla uyumu da analiz edilmiştir.

Türkiye-Rusya ilişkileri, Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından önemli ölçüde gelişerek ekonomik iş birliği alanları doğururken aynı zamanda eski Sovyet coğrafyası, Karadeniz ve Orta Doğu’da iki ülke arasında bir nüfuz rekabeti ortaya çıkardı. Bu gelişmeler konuyla ilgilenen pek çok araştırmacıyı, Türkiye‐Rusya ilişkisini ikili ticaret hacmindeki artışı ve bölgesel meselelerdeki çıkar çatışmalarını dikkate alarak değerlendirmeye teşvik etmiştir. Bu durum literatürde yukarıdaki paragrafta birinci grup olarak ele alınan eserlere kaynaklık etmiştir. 1990’lı yıllarda, iki ülke arasındaki ilişkiler artan ticaret hacminin de etkisiyle hızlı bir gelişme gösterdiğinde, çoğu araştırmacı bu gelişmeyi birden fazla bölgedeki çıkar çatışmaları arasındaki dengeye işaret ederek açıklamıştır. Örneğin Suat Bilge, ikili ilişkileri tanımlamak için “soğuk barış” terimini kullanmıştır.2 2000’li yıllarda Türkiye‐Rusya ilişkileri ciddi bir bölgesel çatışma olmadan gelişmeye devam etmiştir. Bu dönemde ikili ilişkilere dair analizler, bu eğilimin ciddi bir iyileşmeye işaret ettiği görüşündedir. Konuyla ilgili olarak Yanık, 2002 tarihli makalesinde Türkiye ve Rusya’nın ticari ilişkileri geliştirirken siyasi bağları normalleştirerek ilişkilerini daha üst bir düzeye çıkardığını savunmaktadır.3 2010’lu yıllarda ikili ilişkilerde Arap Ayaklanmaları ile başlayan, Suriye Krizi ile tırmanan ve Jet Krizi ile doruğa ulaşan gerginlik literatürü de etkiledi. Çelikpala, tarafların ilişkileri sürdürmek ve geliştirmek için daha fazla çaba sarf etmesi gereken bir balayı döneminin ardından ilişkilerin kırılgan bir döneme girdiğini belirtmektedir.4

Türkiye-Rusya ilişkilerine dair literatür konuya daha geniş bir kuramsal çerçeveyle bakmayı seçen ve yapısal bir yaklaşım getirmeye çalışan katkılar da içermektedir. Bu değerlendirmeler, ticari ilişkilerin olumlu etkisi ile jeopolitik rekabetin ikili ilişkiler üzerindeki olumsuz etkisi arasındaki çatışmayı göz ardı etmemekle beraber Türkiye-Rusya ilişkilerinin çeşitli boyutlarda bölgesel ve küresel dinamiklerle nasıl etkileşime girdiğini açıklamaya çalışırlar. Bu alt bölümde açıklandığı gibi, literatür genellikle ekonomik iş birliği ile bölgesel rekabet arasındaki çatışmayı Türkiye-Rusya ilişkilerinde merkezî dinamik olarak ele alır. Bu dinamik, Soğuk Savaş sonrası dönemde ikili düzeyde çok önemlidir. Bununla birlikte, bu çatışmaya dayalı analizler çoğu zaman büyük resmi kaçırma riskine sebebiyet verir. Diğer bir deyişle küresel, bölgesel ve yerel dinamiklerin ikili ilişkilere etkisini beraber ele almaktan kaçınarak belli bir teorik çerçeveden ikili ilişkilerin bir kısmına odaklanarak bu tarzda bir analizden çıkacak sonucu ikili ilişkilerin tamamına teşmil etmek çoğu zaman yanıltıcı olur. Bu tarz anlatılar teorik çerçevenin sınırları bilindiği ve okuyucuya aktarıldığı ölçüde faydalı olmaktadır.

Literatürde kullanılan en yaygın kuramsal çerçevelerden olan liberal anlatıya dayalı Türkiye-Rusya ilişkileri analizleri ikili ilişkilerdeki olumlu eğilimi her iki ülkenin liderlerinin Batılı siyası normlara muhalefetine dayandırmaktadır. Bu algının sık sık alıntılanan örneklerinden biri; Hill ve Taşpınar’ın Türkiye-Rusya ilişkilerindeki gelişmeleri, Bush yönetimindeki saldırgan ABD dış politika stratejisinin yol açtığı ortak hayal kırıklığından doğan taktiksel bir ortaklık olarak değerlendiren 2006 tarihli makalesidir.5 Bu makale, kullandığı teorik çerçeveye rağmen bütüncül bir analiz sunabilse de özellikle 2010 yılı civarında yaşanan ikili ilişkilerdeki ilerlemeyi analiz etmeyi amaçlayan birçok makale meseleyi daha dar bir çerçeveden ele alarak Türkiye-Rusya ilişkilerini liderlerin Batı’ya karşı bakışına indirgeyen bir anlatı benimsemiştir.6 Türkiye-Rusya ilişkilerini gerçekten de Batı’dan, Batı’nın sahiplendiği değerlerden ve iki ülkenin bu değerler bütünü ile ilişkisinden ayrı analiz etmek mümkün olmasa da ikili ilişkileri sadece bu yönüyle tahayyül etmek, ilişkilerin bütününü kavramayı engelleyecektir. Bu araştırmada da açıklandığı gibi, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin yarattığı bölgesel ve küresel değişimler, Türkiye-Rusya ilişkilerini olumlu yönde etkiledi. Ancak daha kapsamlı bir analiz yapıldığında bu değişikliklerin, iki liderin liderlik tarzları veya Batılı olmayan özelliklerinden ziyade, değişen bölgesel ve küresel güç dengeleri ve çıkar çatışmasıyla da ilgili olduğu görülecektir. Bu nedenle, bu analizlerin Türkiye-Rusya ilişkilerini temelden etkileyen birkaç hayati dinamiği gözden kaçırma eğiliminde olduğu söylenebilir. Dahası, bu tarz bir bakış açısı, Türkiye-Rusya ilişkilerini etkileyen diğer dinamikleri gözden kaçırma pahasına Batı merkezli bir ön yargıyı teşvik etmekte ve beslemektedir.

İkili ilişkileri analiz etmede kullanılan yaygın kavramsal çerçevelerden biri de Uluslararası İlişkiler disiplininin önde gelen teorilerinden realizmdir. Devletleri bir bütün olarak ele alarak Uluslararası İlişkiler disiplininde genelgeçer savlar inşa etme arayışında olan bu teoriye dayalı olarak birçok ilim adamı tarafından Türkiye-Rusya ilişkileri analiz edilmiştir. Bunlardan öne çıkan çalışmalardan birçoğu Şener Aktürk tarafından üretilmiştir. Aktürk 2006 tarihli makalesinde, Türkiye-Rusya ilişkilerindeki iyileşmenin, SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya’nın Türkiye’ye yönelik tehditlerinin azalmasından kaynaklandığını savunmaktadır.7 2014 yılında, güç dinamiklerine tekrar atıfta bulunarak Türkiye ve Rusya’nın “zor günde dost, iyi günde hasım” olduğunu öne sürmektedir.8 2019 tarihli makalesinde ise Jet Krizi sonrası yakınlaşmanın Türkiye’nin iç güvenlik tehditlerini dengeleme çabasından kaynaklandığını savunmaktadır.9 Türkiye-Rusya ilişkilerindeki gelişmeleri benzer zaviyeden yorumlayan bir başka çalışmada Tarık Oğuzlu; Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasının, uluslararası sistemdeki tek kutuplu düzenden, Türkiye’nin bağımsız bir dış politika izlemeye uygun hâle gelmesi ve tek kutup sonrası bir döneme geçiş süreci çerçevesinde gelişmesinden ileri geldiğini öne sürmektedir.10

Sovyetler Birliği’nin çöküşü; küresel, bölgesel ve ikili ilişkilerdeki önemli değişiklikleri hızlandırdı. Realist analizler, Türkiye ve Rusya’nın bölgesel, küresel ve yapısal dinamiklerdeki değişimlere verdiği tepkilerin Türkiye-Rusya bağlantısı üzerindeki etkisini ortaya çıkarmaya yardımcı olmaktadır. Bununla birlikte realist bir çerçeve aracılığıyla yalnızca güç dinamiklerine odaklanmak, normatif ve ekonomik yapıdaki değişikliklerin, hatta iklim ve halk sağlığı gibi dinamiklerin önemini gözden kaçırma riskini her zaman taşımaktadır. Ayrıca, uyguladıkları realist bakış açısının türüne bağlı olarak bu tarz bir kavramsal çerçeve genellikle devletlerin kendi iç karar alma mekanizmaları aracılığıyla yapısal değişiklikleri sindirme ve bunlara tepki verme süreçleriyle ilgilenmez. Dolayısıyla realist bakış açısı da sınırları bilinerek ve açıklanarak kullanıldığı takdirde genelde herhangi iki ülkenin, özelde Türkiye-Rusya ilişkilerinin anlaşılmasına fayda sağlayabilir.

Eleştirel jeopolitik perspektif, literatürde Türkiye-Rusya bağlantısını açıklamak için kullanılan nispeten daha az yaygın ancak güçlü bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımı kullanan bilimsel çalışmalar, genellikle Türkiye ve Rusya’nın çevrelerini tasavvur etmelerinin dış politikalarını nasıl etkilediğine odaklanır. Örneğin, Aras ve Fidan, Ak Parti hükûmeti altındaki yeni siyasi retoriğin Türkiye’nin genel olarak Avrasya ve özel olarak Rusya’ya yönelik aktivizmini nasıl körüklediğini değerlendirmektedir.11 Mesbahi, Türkiye’nin Davutoğlu yönetimindeki aktif dış politika stratejisinin, Türkiye-Rusya ortaklığının ABD mentorluğundan uzaklaşmasına neden olduğunu savunmaktadır. Ancak Mesbahi’ye göre bu ortaklık, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Rusya’nın şüpheleri ile sınırlı kalmaktadır.12 Eleştirel jeopolitik kavramsal çerçevesi yoluyla Türkiye-Rusya ilişkilerine dair özellikle devletlerin karar alma süreçlerinin arka planında yer alan söylemsel dinamiklere yönelik spesifik sorulara cevap verme konusunda yardımcı olabilir. Bu kavramsal çerçeve kullanılarak yapılan analizlerden çıkacak sonuçlar, iki ülke arasındaki ilişkiler ya da herhangi bir ülkenin dış politikası ile alakalı literatüre ciddi bir katkı da sunabilmektedir. Bu çalışmada bu tarz bir kavramsal çerçevenin kullanılmamasının sebebi Türkiye-Rusya ilişkilerini yönlendiren hâkim bir söylemin bulunmaması, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin geneline etki etme potansiyeli ve yazarın ikili ilişkileri, hem küresel hem de bölgesel dinamikleri göz önüne alarak bir analiz yapma amacını taşımasıdır.

Teorik Çerçeve

Bu kitapta kullanılan kavramsal çerçeve neoklasik realist teoriye dayanmaktadır.13 Bu teorinin mimarlarından Ripsman, Taliaferro ve Lobell, Neoclassical Realism in International Politics (Uluslararası İlişkilerde Neoklasik Realizm) adlı kitaplarında, kriz anlarındaki karar alma süreçlerinden bölgesel veya küresel siyasi yapılardaki değişimlere kadar çok çeşitli siyasi fenomenleri analiz etmek için sofistike bir model sunmuşlardır. Yazarların neoklasik realizm literatüründen bir nebze farklılaştırarak dış politika analizi, klasik realizm ve strateji literatüründen beslenerek kurguladıkları Tip‐3 neoklasik realizm, özellikle dış politika analizlerinde kullanılabilmektedir. Küresel düzeydeki gelişmelere geliştirilen tepkilerin yerel karar alma mekanizmalarından süzülerek nasıl dış politika eylemine dönüştürüldüğünü ve bu dış politika eylemlerinin nasıl tekrar küresel seviyede sonuçlar yarattığını analiz etmeye yardımcı olur. Özetlendiği üzere Tip-3 neoklasik realizm, temelde aslında ABD gibi küresel güçlerin dış politika hamleleri ile küresel sistemdeki kırılmalar arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini incelemektedir.

Bu araştırmada Türkiye-Rusya ilişkilerini açıklamak için Tip-3 neoklasik realist modeline dayalı bir kavramsal çerçeve ve bu çerçeveye dayalı bir model kullanılmaktadır. Burada teori ve modelin sunduğu çerçeve farklılaştırılarak birden fazla bölgede rekabet eden, bölgesel ve küresel güç olma iddiasındaki iki ülkenin arasındaki ilişkilerin seyri tahlil edilecektir. Tip-3 neoklasik realizmdeki orijinal uyaran kavramsallaştırması iki önemli değişiklikle kullanılmaktadır. Birincisi Tip-3 neoklasik realizm; güç dağılımındaki değişiklikleri, devletlerin dış politikalarını formüle etme biçimlerinde bir değişikliği tetikleyen uluslararası politikadaki en önemli dinamik olarak kabul eder. Bu görüş, ekonomik gücü gücün bir unsuru olarak gören ve normatif gücü tartışmayan neoklasik realizm ile uyumludur. Ancak devletler normatif ve ekonomik yapılar içinde de işlerler. Bu nedenle, devletler aynı zamanda ekonomik ve normatif nitelikteki uyaranlara da cevap verirler. Bir teşvikin stratejik boyutta güç dağılımı ile ilgili olması gerekmez. Normatif veya ekonomik yapılardaki değişikliklerle ilgili önemli olaylara atıfta bulunabilir. Örneğin, COVID-19 salgınının ikili ticari ilişkileri nasıl etkilediği bu kitapta ele alınmaktadır. İkincisi, Tip-3 neoklasik realizmin aksine bu kitap iki devlet arasındaki ilişkilere odaklanmaktadır. Ayrıca ABD ve Sovyetler Birliği gibi iki süper gücün aksine Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler her zaman küresel sonuçlar doğurmamaktadır. Dolayısıyla bu kitapta kullanılan kavramsal çerçeve ve modelde neoklasik realizmin küresel düzeydeki analiz seviyesine bağlı kalınmamıştır.

Şekil 1.1. Kitaptaki İncelemede Kullanılan Model


Bu çalışmada kullanılan modele göre devletler arası ilişkilerde kırılmalar dört aşamalı bir süreçle gerçekleşir. Bu dört zamanlı süreç; önemli bir olayın ortaya çıkması (uyarıcı), Türkiye ve Rusya’nın bu olaylara kendi iç karar mekanizmalarındaki tepkileri (karar alma), ikili ilişkilere tepkileri (geri bildirim) ve ikili ilişkilerdeki değişimi içermektedir. (Bk. Şekil 1.1.) Bu modele göre iki ülkenin ilişkilerinde dalgalanmalara sebebiyet veren olaylar Türkiye-Rusya ilişkilerinin 21. yüzyıldaki seyrindeki döngülerin başlangıç noktaları olarak kabul edilmiştir. Bu çalışmada uyarıcı olarak 11 Eylül ve ABD’nin Irak’ı İşgali (2001), Arap Ayaklanmaları ile Suriye İç Savaşı (2011) ve Türkiye’deki başarısız darbe girişimi (2016) uyaran olay olarak değerlendirilmiştir. Bu olaylar farklı düzeylerde (küresel, bölgesel ya da yerel) ortaya çıksa da üçü de Türkiye-Rusya ilişkilerini takip eden süreçte etkilemiştir. Modelin ikinci safhası Türkiye ve Rusya’nın adı geçen olaylara karşı geliştirdikleri tepki ve politikalarının bulunduğu süreci incelemektedir. Bu süreçte iki ülke bu çalışmada uyaran olarak nitelendirilen olayları değerlendirerek dış politikalarını gözden geçirmiştir. Bu süreç sonrasında dış politika stratejileri farklılaşan bu ülkelerin geliştirdikleri dış politikalar geri bildirim süreçlerinde incelenmiştir. Son safhada ise bu geri bildirimlerin ikili ilişkilere yansımaları, ilişkilerin ekonomik ve stratejik alanlarındaki etkileri incelenmiştir.

Bu çalışmada, belirtildiği şekilde kullanılan bu model üzerine inşa edilen anlatı yardımıyla ikili ilişkilerin 21. yüzyıldaki seyrinin tutarlı bir analizinin ortaya konulabileceği savunulmaktadır. 21. yüzyılda Türkiye-Rusya ilişkilerindeki yaşanan süreçler, oluşturulan model kullanılarak ilişkileri şekillendiren başlıca etmenler hesaba katılarak analiz edilecektir. Dolayısıyla bu araştırmada salt stratejik düzlemin ötesine geçilerek Türkiye ve Rusya’nın gerek normatif gerekse ekonomik yapılarla nasıl etkileşime girdiği de incelenecektir. Bu sayede çalışma, devletleri karar verici mekanizmalardan ibaret gören bir anlayışın yerine birçok çıkar grubunun devlet politikalarına yön verdiği yapılar olarak ele alacaktır. Modelin son kısmında iki ülkenin politika tepkilerinin Türkiye-Rusya bağlantısı üzerindeki etkisinin incelendiği bölüm araştırmanın en kapsamlı kısmı olarak öne çıkmaktadır. Gerek Türkiye, Rusya’nın gerekse Rusya, Türkiye’nin bölgesel ve küresel dış politika stratejilerinde önemli bir yere sahip olduğundan bu, iki ülkenin birbirlerine yönelik politikasını etkilemektedir. Bu etki ikili ilişkilerin çeşitli boyutlarında (ticaret, çatışma, enerji vb.) hissedilmektedir.

1.Norrin M. Ripsman, Jeffrey W. Taliaferro ve Steven E. Lobell, Neoclassical Realist Theory of International Politics (New York: Oxford University Press, 2016), 80.
2.Suat Bilge, “An Analysis of Turkey-Russia Relations”, Perceptions 2, No. 2 (1997), 66.
3.Lerna Yanık, “Allies or Partners? An Appraisal of Turkey’s Ties to Russia, 1991–2007”, East European Quarterly 41, No. 3 (Sonbahar 2007), 363.
4.Mitat Çelikpala, “Rekabet ve İş Birliği İkileminde Yönünü Arayan Türkiye-Rusya İlişkileri”, Bilig 72 (Kış 2015), 139.
5.Fiona Hill and Ömer Taşpınar, “Turkey and Russia: Axis of the Excluded?” Survival 48, No. 1 (2006), 81.
6.Şeref Türkmen, “Putin and Erdoğan: A Beautiful Friendship of Illiberal Presidents”, Academic and Applied Research in Military and Public Management Science Vol. 20, Iss. 3, (2021), 37-48.
7.Şener Aktürk, “Turkish–Russian Relations after the Cold War (1992–2002)”, Turkish Studies 7, No. 3 (2006), 338.
8.Şener Aktürk, “Toward a Turkish-Russian Axis? Conflicts in Georgia, Syria and Ukraine and Cooperation over Nuclear Energy”, Insight Turkey 6, No. 15 (2014), 21.
9.Şener Aktürk, “Relations between Russia and Turkey Before, During and After the Failed Coup of 2016”, Insight Turkey 21, No. 4 (2019), 97-113.
10.Tarık Oğuzlu, “Turkish Foreign Policy in a Changing World Order”, All Azimuth 9, No. 1 (2020), 127-39.
11.Bülent Aras ve Hakan Fidan, “Turkey and Eurasia: Frontiers of a New Geographic Imagination”, New Perspectives on Turkey 40 (2009), 193.
12.Mohiaddin Mesbahi, “Eurasia Between Turkey, Iran and Russia” içinde Key Players and Regional Dynamics in Eurasia: The Return of the “Great Game”, derl. Maria Raquel Freire ve Roger E. Kanet (London: Palgrave Macmillan, 2010), 175.
13.Ripsman, Taliaferro ve Lobell; kriz anlarındaki karar alma süreçlerinden bölgesel veya küresel siyasi yapılardaki değişimlere kadar çok çeşitli siyasi fenomenleri analiz etmek için sofistike bir kavramsal çerçeve oluşturmuşlardır. Neoklasik realizm, devletlerin yerel ve sistemik değişkenlerin etkisi altında nasıl davrandığını göstermek için tasarlanmıştır. Tip-3 neoklasik realizm bunun bir adım ötesine geçer ve devletler arası ilişkilerin bir sonucu olarak uluslararası sonuçların nasıl ortaya çıktığını açıklar. Yazarların dış politika analizi, klasik realizm ve strateji literatüründen beslenerek kurguladıkları Tip‐3 neoklasik realizm, özellikle dış politika analizlerinde kullanılabilecek bir model sunmaktadır. Bu kavramsal çerçeve, küresel sistemindeki dönüşümlerin yarattığı uyaranların yerel karar alma mekanizmalarından süzülerek nasıl dış politika eylemine dönüştürüldüğünü ve bu dış politika eylemlerinin nasıl sistemik sonuçlar yarattığını analiz etmeye yardımcı olmaktadır.