Kitobni o'qish: «İstenen »
Morgan Rice Hakkında
Morgan Rice, USA Today’in 1 numaralı çok satan destansı on yedi Kitaplık FELSEFE YÜZÜĞÜ; on iki kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi 1 numaralı çok satan VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 Kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; ve yeni destansı fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER Kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır. Morgan’ın Kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir ve çeviriler 25 dilde mevcuttur.
Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir Kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!
VAMPİR MEKTUPLARINA övgüler
“ALACAKARANLIK ve VAMPİR GÜNLÜKLERİNE rakip bir kitap, en son sayfasına kadar başınızı kaldırmadan okumak isteyeceksiniz! Macerayı, aşkı ve vampirleri seviyorsanız, bu tam size göre bir kitap!”
–-Vampirebooksite.com (Dönüşüm için)
“Rice, daha baştan sizi hikâyenin içine çekiyor, mekânın sade görüntüsüne baskın çıkan inanılmaz betimleyici gücü, hikâyeye yedirme konusunda harika bir iş çıkarıyor… Zevkle yazılmış ve bir solukta okunuyor.”
–-Black Lagoon Reviews (Dönüşüm için)
“Genç okuyucular için harika bir hikâye. Morgan Rice ilginç bir girdabı daha da derinleştirerek harika bir iş çıkarmış… Canlandırıcı ve eşsiz. Bu seriler bir kızın etrafında yoğunlaşıyor…sıradışı bir kız!…Okunması kolay ve bir solukta bitiyor…Derecelendirilmiş Kitaplardan.”
–-The Romance Reviews (Dönüşüm için)
“Daha başında beni içine aldı ve bir daha da bırakmadı…Bu hikaye nefes kesici bir macera, bir solukta okunuyor ve en başından sizi heyecana boğuyor. İçinde tek bir sıkıcı an yok.”
–-Paranormal Romance Guild (Dönüşüm için)
“Heyecan, romantizm, macera ve sürprizlerle dopdolu. Elinize aldığınızda tekrar tekrar âşık olacaksınız.”
–-vampirebooksite.com (Dönüşüm için)
“Harika bir konu ve özellikle bu, geceleri elinizden bırakamayacağınız türden bir kitap. Sonu o kadar heyecanlı bir yerinde bitiyor ki sırf neler olduğunu görmek için derhal bir sonraki kitabı almak isteyeceksiniz.”
–-The Dallas Examiner (Sevilmiş için)
“Morgan Rice bir kez daha inanılmaz derecede yetenekli bir hikaye anlatıcısı olduğunu kanıtlıyor…Bu kitap vampir/fantezi türü kitapların genç yaştaki severleri dahil geniş bir okuyucu kitlesine hitap ediyor. Sizi şok edecek ve beklenmedik bir yerde bitecek.”
–-The Romance Reviews (Sevilmiş için)
Morgan Rice Kitapları
TAÇLAR VE GÖRKEM
KÖLE, SAVAŞÇI, KRALİÇE (Book #1)
KRALLAR VE BÜYÜCÜLER
EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. Kitap)
CESURUN YÜKSELİŞİ (2. Kitap)
ONURUN BEDELİ (3. Kitap)
BİR KAHRAMANLIK OCAĞI (4. Kitap)
GÖLGELER DİYARI (5. Kitap)
CESURUN GECESİ (6. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. Kitap)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. Kitap)
EJDERHALARIN KADERİ (3. Kitap)
GURUR AĞLAYIŞI (4. Kitap)
ŞEREF YEMİNİ (5. Kitap)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. Kitap)
KILIÇ AYİNİ (7. Kitap)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. Kitap)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. Kitap)
KALKAN DENİZİ (10. Kitap)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. Kitap)
ATEŞ ÜLKESİ (12. Kitap)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. Kitap)
KARDEŞLERİN YEMİNİ (14. Kitap)
ÖLÜLERİN DÜŞÜ (15. Kitap)
ŞOVALYELERİN MIZRAK DÖVÜŞÜ (16. Kitap)
SAVAŞIN ARMAĞANI (17. Kitap)
KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA 1: KÖLETÜCCARLARI (1. Kitap)
ARENA 2 (2. Kitap)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. Kitap)
SEVİLMİŞ (2. Kitap)
ALDATILMIŞ (3. Kitap)
YAZGI (4. Kitap)
ARZULANMIŞ (5. Kitap)
NİŞANLI (6. Kitap)
YEMİNLİ (7. Kitap)
BULUNMUŞ (8. Kitap)
CANLANDIRILMIŞ (9. Kitap)
GÖMÜLMÜŞ (10. Kitap)
KADER (11. Kitap)
TAKINTII (12. Kitap)
VAMPİR MEKTUPLARI serisini şimdi sesli kitap formatında dinleyin!
Copyright © 2012 Morgan Rice
Her hakkı saklıdır. ABD 1976 Telif Hakları Yasasının izin verdiği maddeler dışında bu yayının hiçbir kısmı hiçbir şekilde ve hangi amaçla olursa olsun çoğaltılamaz, dağıtılamaz ve alıntı yapılamaz; yazarın önceden izni alınmaksızın bir veri tabanında ya da depolama sisteminde saklanamaz.
Bu e-kitap yalnızca sizin kişisel kullanımınız için yetkilendirilmiştir. Bu ekitap tekrar satılmamalı ya da başkalarına dağıtılmamalıdır. Başka biri ile bu kitabı paylaşmak isterseniz, lütfen her alıcı için yeni bir kopya satın alınız. Bu kitabı okuyorsanız ve satın almamışsanız ya da yalnızca sizin kullanımınız için satın alınmadıysa, lütfen geri verin ve kendi kopyanızı satın alın. Bu yazarın zorlu çalışmalarına saygı duyduğunuz için teşekkür ederiz.
Bu bir kurgu çalışmasıdır. İsimler, karakterler, işler, örgütler, mekânlar, durumlar ve olaylar ya yazarın hayal gücünün bir ürünüdür ya da kurgusal bir şekilde kullanılmıştır. Hayatta ya da ölmüş gerçek kişilere benzerlikler tamamen tesadüf eseridir.
“Ey kutlu, kutlu gece! Korkuyorum gecedir diye
bütün bunların düş olmasından,
bu inanılmayacak kadar tatlı şeylerin.”
—William Shakespeare, Romeo ve Juliet
BİRİNCİ BÖLÜM
Caitlin Paine Cloisters Müzesi’ne kapanmadan yetişmek için Batı Yakası Otobanından hızla ilerledi. Kafası Scarlet’in başına gelen sorunlarla – bunlar hiçbir genç kızın başına gelmemesi gereken sorunlardı – meşguldü. Scarlet değişiyordu, Caitlin bundan emindi. Artık normal bir insanoğlu değildi ve her geçen gün daha da kötüye gidiyordu. Caitlin onun bir zamanlar kendi olduğu şeye dönüştüğünü hissediyordu: bir vampire.
Tabii ki Caitlin’in kendisinin bir vampir olduğuna dair somut olarak hatırladığı herhangi bir şey yoktu, ama tavan arasında bulduğu günlükten – vampir günlüğünden – okuduğu kadarıyla bütün bunlar gerçekti. Günlük doğruysa ki doğru olduğunu hissediyordu, bir zamanlar bir vampirdi ve daha sonra zaman içerisinde yolculuk ederek macerası burada, bu zamanda, normal bir yaşamda, normal bir aileyle tamamlanmıştı ve bu yolculukla ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu.
Tek bildiği şey, ailesinin normal olmadığıydı. Hayatı normal değildi. Kızı, bir şekilde, kendisinin bir zamanlar olduğu şeye dönüşüyordu.
Caitlin belki milyonuncu kere bu günlüğü hiç bulmamış olmayı diledi. Günlüğü bulmanın Pandora’nın kutusunu açmak gibi bir şey olduğunu hissediyordu ve bu durum günlük kâbusların birbiri ardına akın etmesine neden olmuştu. Umutsuz bir şekilde her şeyi yeniden normale döndürebilmeyi diledi.
Bir takım yanıtlara ulaşmalıydı. Bütün bunların gerçek olduğundan kesin emin olmalıydı. Her şeyi normale çeviremiyorsa, o zaman en azından Scarlet’e olanlar hakkında daha fazla şey öğrenmeliydi. Ve tabii bunu düzeltmek için yapabileceği bir şey olup olmadığını.
Arabasını sürmeye devam ederken Caitlin bir kez daha kütüphanede bulmuş olduğu nadir kitapları düşündü. Hepsinden de çok, eşine rastlanılmayan, yırtık sayfalı olanı. Kitapta Latince yazılı olan, vampirliğin iyileştirilmesinden bahseden o eski töreni düşündü. Bunun gerçek olup olmadığını bir kez daha merak etti. Bu sadece halk hikâyelerinden mi günümüze gelmişti? Sadece bir kocakarı masalından mı ibaretti?
Tabii ki ciddi bir araştırmacı bunların bir hikâyeden ibaret olduğunu düşünürdü. Bir tarafı gerçekten de bunların gerçek olmadığını düşünüyordu. Ancak diğer tarafı hala umutluydu, Scarlet’i kurtarmak için son bir umut kırıntısına tutunuyordu. Belki milyonuncu defa o yırtık sayfanın diğer yarısını nasıl bulabileceğini düşündü. Bu sayfa dünya üzerinde bulunan en nadir kitaplardan birisinden kopartılmıştı ve bu kitabın başka bir kopyasının izini bulsa bile, sayfanın diğer yarısının orada olacağını nereden bilebilirdi? Sonuçta sayfa sanki bir şeyler saklanmak istermiş gibi yırtılmıştı. Ama kimden? Neyden? Kafasındaki her şey giderek daha da gizemli bir hal alıyordu.
Bunun yerine kendi günlüğüne odaklanmayı denedi, yüzyıllar öncesinden kendi el yazısıyla yazılmış ve Cloisters Müzesi’nin altındaki vampir meclisinden bahseden günlüğüne. Toplantının yapıldığı yere giden, aşağılarda, alt katlardaki gizli bir odadan bahsediyordu. Bunun gerçek olup olmadığını öğrenmeliydi. Eğer bir işaret varsa, tek bir işaret dahi, bu kafasındaki her şeyi doğrulayacak ve bundan sonra yoluna güvenle devam edebilecekti. Ama burada herhangi bir işaret yoksa bu durumda günlüğünün güvenilirliğine şüphe düşecekti.
Caitlin otobandan çıktı, Fort Tyron Park’tan geçti ve Cloisters Müzesi’nin ana giriş kapısına geldi. Dar, dolambaçlı yokuşu çıktı ve sonunda devasa yapının önüne park etti.
Arabadan inince, neden olduğunu pek bilmeksizin durdu ve yukarı baktı; burası ona çok çarpıcı bir şekilde tanıdık geliyordu, sanki onun hayatında önemli bir yeri varmış gibiydi. Bunun nedenini anlayamadı, çünkü hatırlayabildiği kadarıyla buraya ancak bir veya iki kere gelmişti. Tabii ki vampir günlüğündekiler doğru değilse. Hissettikleri doğru muydu? Yoksa bütün bunlar bir hüsnükuruntudan mı ibaretti?
Hızla kemerli ön kapıya doğru ilerledi, orta çağdan kalma taş yapıya girdi ve uzun bir yokuşu tırmanıp, uzun ve dar bir koridorda ilerledi. Sonunda ana girişe ulaştı, giriş ücretini ödedi ve koridorda ilerledi. Sağında sıra sıra taştan kemerlerin bulunduğu ve orta çağdan kalma bir bahçenin yer aldığı bir avludan geçti. Sonbahar yaprakları parlıyordu. Hafta içi bir öğleden sonrasıydı ve her yer neredeyse bomboştu; her yerin tamamıyla onun emrinde olduğunu hissediyordu.
Ta ki müziği duyana kadar. Başlangıçta tek bir sesti – daha sonra sesler çoğaldı. Bir şarkı söyleniyordu. Küçük bir koro tarih öncesinden kalma bir şarkıyı söylüyordu. Bulunduğu yerden bunun canlı mı yoksa kayıttan çalınan bir müzik mi olduğunu anlayamıyordu, olduğu yerde kalakalmış, küçük kalenin dört bir yanında yankılanan adeta cennetten çıkmış bu sesleri dinliyordu. Kendisini sanki başka bir yere ve zamana gitmiş gibi hissetti.
Yerine getirmesi gereken bir görevi olduğunu biliyordu, ancak bu müziğin nereden geldiğini öğrenmeliydi. Başka bir koridora girdi ve sesi takip etti. Küçük, kemerli ve orta çağdan kalma bir kapıdan girdi ve kendisini yüksek tavanlı ve vitraylarla bezeli bir şapelde buldu. Burada dikilirken, tamamı beyaz giysiler içinde yaşlı kadın ve erkeklerden oluşan altı kişilik bir koroyu görünce şaşırdı. Boş bir odaya doğru dizilmişlerdi ve şarkı söylerken önlerindeki nota kâğıdına bakıyorlardı.
Gregoryen ilahileri. Caitlin öğleden sonra düzenlenecek olan konserin reklamını yapan dev posteri gördü. Canlı bir konserin ortasına dalıverdiğinin farkına vardı. Ama buna rağmen odada yalnızdı. Görünüşe bakılırsa konserden başka kimsenin haberi yoktu.
Caitlin gözlerini kapadı ve müziği dinledi. Çok güzel ve büyüleyiciydi ve oradan ayrılamadı. Gözlerini açtı ve orta çağa ait duvarlara ve mobilyalara baktı ve bütün bunlar gerçeklikten iyice koptuğunu hissetmesine neden oldu. Şu an neredeydi?
Şarkı sonunda bitti ve dönüp odadan hızla çıkarak gerçeklik hissine yeniden kavuşmaya çalıştı.
Hızla koridora döndü ve taş merdivenlere geldi. Merdivenlerden mahzenlerin daha aşağı katlarına indi; indikçe kalbi daha hızlı çarpıyordu. Burası garip bir şekilde tanıdık geliyordu, sanki daha önce burada vakit geçirmiş gibiydi. Bütün bunları anlamıyordu.
Aşağı katta hızla ilerlerken günlüklerinde burayı nasıl betimlediği aklına geldi. Antreden, yer altında Caleb’in meclisinin bulunduğu kata açılan gizli kapıdan bahsedildiğini hatırladı.
Sol tarafında iplerle güvenlik çemberi içine alınmış bir alan gördü. İpin ardında kusursuz bir şekilde korunmuş, orta çağa ait bir merdiven bulunuyordu. Yukarıya doğru uzanıyor, ama tavandan başka bir yere gitmiyordu. Bu sadece sergilenen bir tarihi eserden ibaretti. Günlüğünde bahsettiğinin aynısıydı.
Ama merdivenin alt kısmı bir ahşap kapının altında kayboluyordu ve Caitlin bu kapının altında basamakların aşağı, başka bir kata gidip gitmediklerinden emin değildi. Etrafı iple çevriliydi ve ona yaklaşamıyordu bile.
Orada ne olduğunu öğrenmeliydi. Aşağı gidiyorsa, yazdığı her şey uydurma değil, gerçekti.
İki tarafa da baktı ve odanın uzak köşesinde uyuklayan bir güvenlik görevlisinin bulunduğunu gördü.
Bir müzede ipin diğer tarafına geçmenin başına büyük belalar açacağını, hatta belki de tutuklanabileceğini biliyordu. Ama orada ne olduğunu öğrenmeliydi. Bunu hızlıca yapmalıydı.
Caitlin hemen kadife ipin üzerinden atladı ve merdivene doğru ilerledi.
Ansızın alarm çaldı ve çıkardığı acı ses dört bir yana yayıldı.
Güvenlik görevlisi “BAYAN!” diye bağırdı.
Ona doğru koşmaya başladı. Alarm acı acı çalmaya devam ediyordu ve kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.
Ama artık çok geçti. Geri dönemezdi. Orada ne olduğunu öğrenmek zorundaydı. Özellikle de tarih ve tarihi eserler söz konusu olduğunda ipin üzerinden atlamak, müzedeki bir sergiye zarar vermek ve kurallara aykırı davranmak onun tabiatına aykırıydı. Ama başka seçeneği yoktu. Burada söz konusu olan Scarlet’in hayatıydı.
Caitlin merdivene ulaştı ve orta çağdan kalma ahşap kolu tuttu. Kolu hızla çekti.
Kapı açıldı ve Caitlin merdivenin nereye doğru gittiğini gördü.
Hiçbir yere gitmiyordu. Merdiven yerde son buluyordu. Bu sahte bir merdivendi. Sadece sergilenmek için buradaydı.
Kalbi umutsuzlukla doldu. Yeraltı odası diye bir şey yoktu. Buraya açılan bir kapak da yoktu. Hiçbir şey yoktu. Tıpkı sergide gösterildiği gibi, bu sadece bir merdivendi. Başka bir şey değildi. Bir tarihi eser. Eski bir kalıntı. Hepsi yalandan ibaretti. Hepsi.
Caitlin birden güçlü kolların kendisini arkadan yakaladığını, sürükleyerek götürdüğünü ve kadife ipin üzerinden geçirip diğer tarafa taşıdığını hissetti.
Onun sürüklemesine yardım etmek için gelen başka bir güvenlik görevlisi “Ne yaptığını sanıyorsun!?” diye bağırdı.
“Üzgünüm,” dedi ve hızlı düşünmeye çalıştı. “Ben… sadece… küpemi kaybettim. Yere düştü ve yerde seke seke gitti. Oraya gittiğini zannettim. Onu arıyordum.”
“Burası bir müze, bayan!” kıpkırmızı suratıyla bağırdı. “Çizgileri böyle istediğiniz gibi aşamazsınız. Ve gördüğünüz her şeye dokunamazsınız!”
“Üzgünüm,” dedi, boğazı kurumuştu. İçinden onu tutuklamamaları için dua etti. İsteseler onu tutuklayabileceklerini biliyordu.
İki güvenlik görevlisi tartışır gibi birbirlerine baktı.
Sonunda içlerinden birisi, “Çıkıp gidin buradan!” dedi.
Onu ittirdi ve Caitlin rahatlayarak hızla koridordan geçti. Dışarı, daha aşağıdaki bir terasa açılan açık bir kapı buldu ve buradan koşarak çıktı.
Kendisini Ekim ayının serin havasında, daha düşük seviyedeki bir düzlüğe çıkmış halde buldu, kalbi hala çarpıyordu. Oradan çıktığına çok mutluydu. Ama aynı zamanda aklı başından gitmişti. Orada hiçbir şey yoktu. Bütün günlüğü uydurma mıydı? Hiçbiri gerçek değil miydi? Her şeyi sadece hayal mi etmişti?
Peki, bütün bunlar Aiden’in gösterdiği tepkiyi nasıl açıklıyordu?
Caitlin parke taşı kaplı düzlükte ilerledi, başka bir orta çağ bahçesinin yanından daha geçti, bu bahçe küçük meyve ağaçlarıyla doluydu. Mermer korkuluklara gelinceye kadar yürümeye devam etti. Sırtını korkuluklara dayayıp etrafına bakındı, uzakta öğleden sonrasının güneşi altında parıldayan Hudson Nehrini görüyordu.
Birden döndü ve nedense Caleb’i orada, yanında göreceğini zannetti. Bilemediği bir nedenden dolayı daha önce burada, bu düzlükte Caleb ile birlikte olduklarını hissediyordu. Bunlar hiç mantıklı gelmiyordu. Aklını mı kaybediyordu?
Bundan pek emin değildi.
İKİNCİ BÖLÜM
Scarlet çıldırmış gibi ağlayarak hızla odasına girdi ve arkasından kapıyı çarparak kapattı. Nehirden eve kadar tüm yolu koşarak gelmiş ve sürekli ağlamıştı. Kendisine ne olduğunu anlamıyordu. Blake’in boğazında atan damarı gördüğü, o duyguyu, o isteği, onu ısırma isteğini hissettiği o an sürekli aklına gelip duruyordu. Beslenmeyi istediği anı.
Ona neler oluyordu? Bir delinin teki miydi? Neden böyle hissetmişti? Ve neden o anda olmuştu? Tam da ilk kez öpüşürlerken?
Şimdi oradan uzaklaşmışken Scarlet için vücudunun o zaman nasıl hissettiğini hatırlamak zordu – ve her geçen saniye yaşadıkları ona daha da uzak geliyordu. Vücudu şimdi normaldi. Yaşadığı geçici bir şey miydi? Ona garip, tek seferlik ve bir daha da geri dönmeyecek bir his mi hâkim olmuştu?
Umutsuzca buna inanmak istiyordu. Ancak diğer tarafı, içten içe durumun bundan ibaret olmadığına inanıyordu. Bu duygu çok kuvvetliydi, kolay kolay unutamayacağı bir şeydi bu. Eğer bu duyguya teslim olsaydı ve orada bir saniye daha kalmış olsaydı, Blake şimdi ölmüş olabilirdi.
Scarlet bir önceki günü de düşünmekten kendini alamadı. Eve geldiğinde hastaydı. Evden koşarak çıkmıştı. Ne yaptığını, nerede olduğunu unutmuştu. Hastanede uyanmıştı. Annesi çok kaygılanmış, adeta çıldırmıştı…
Şimdi her şey aklına gelmeye başlamıştı. Annesi başka testler yaptırmak için onun başka doktorlara görünmesini istemişti. Daha sonra da bir papazla görüşmesini. Annesi bir şeyden mi şüpheleniyordu? Bunu mu ima ediyordu? Onun bir vampire dönüştüğünden mi şüpheleniyordu?
Odasında, en sevdiği koltukta kıvrılıp oturmuş Scarlet’in kalbi son hızla çarpıyordu. Ruth kafasını kucağına koymuştu ve Scarlet elini uzatıp onu hafifçe dokundu. Bunu yaparken gözleri yaşarmıştı. Yarı şoktaydı ve şaşkınlık içindeydi. Hasta olma fikri, kötü bir hastalığa yakalandığı – hatta belki daha da kötüsü – onu korkutuyordu. Derinlerde bir yerde bunun üzerine bu kadar kafa yormasının anlamsız olduğunu düşünüyordu. Ama yine de bunları merak etmeye cesaret edebiliyordu. Onun boğazını ısırmayı istemesi. İki kesici ön dişindeki hissettiği duygu. Beslenmek için can atması. Bu mümkün müydü?
Bir vampir miydi?
Vampirler gerçekten var mıydı?
Uzandı, dizüstü bilgisayarını açtı ve internetten arama yaptı. Bunu öğrenmeliydi.
Wikipedia’dan “vampir” sayfasını açtı ve okumaya başladı:
“Vampirlik fikri binlerce yıldır sürmektedir; Mezopotamyalılar, İbraniler, Eski Yunanlılar ve Romalılar şimdiki modern vampirlerin ataları olduğu düşünülen şeytanlar ve ruhlarla ilgili birçok öykülere sahiptir. Ancak, bu eski medeniyetlerde vampir benzeri yaratıklar bulunsa da, halk kültüründe bugün vampir olarak bildiğimiz şey 18. yüzyılda güneydoğu Avrupa’da, bölgedeki birçok etnik topluluğun sözlü gelenekleri kaydedilip yayınlandığında ortaya çıkmıştır. Çoğu durumda vampirler kötü kişilerin, intihar edenlerin veya cadıların hayaletleridir ancak aynı zamanda kötü bir ruhun bir cesedi ele geçirmesi veya birinin vampir tarafından ısırılmasıyla da oluşabilirler.”
Scarlet dizüstü bilgisayarını hemen kapattı ve uzağa koydu. Bütün bunlar katlanamayacağı kadar fazlaydı.
Kafasını salladı ve bunu psikolojik olarak kafasından atmaya çalıştı. Kesinlikle onda bir sorun vardı. Ama bu sorun neydi? Bu onu çok korkutuyordu.
Bütün bunları daha da kötü hale getiren şey ise Blake için beslediği duygular ve aralarında yaşadıkları hakkındaki düşünceleriydi. Ondan bu şekilde kaçtığına inanamıyordu, özellikle böyle bir anda. Harika zaman geçiriyorlardı, tam rüyalarındaki bir buluşmaydı. Ve işte şimdi bu durumdaydı. Tam da sonunda ilişkileri yoluna girmişken. Bu hiç adil değildi.
Onun kendi hakkında ne düşündüğü hakkında fikir bile yürütemiyordu. Onun deli, tam bir psikopat olduğunu düşünmüş olmalıydı; o şekilde atlaması, tam öpüşürlerken, ormandan koşarak kaçması. Aklını tamamen kaçırdığını düşünmüş olmalıydı. Onun kendisini bir daha görmek istemeyeceğine emindi. Büyük ihtimalle Vivian’a geri dönecekti.
Çaresiz bir şekilde kendini anlatmak istedi. Ama bunu nasıl yapabilirdi? Ne söyleyebilirdi? İçinde birden boğazını ısırma isteği uyandığını mı? Ondan beslenmek istediğini mi? Kanını içmek istediğini mi? Onu korumak için ondan koşarak uzaklaştığını mı?
Tabii, bunları duymak onu kesin rahatlatır, diye düşündü.
Her şeyi yoluna koymak istiyordu. Onu yeniden görmeyi arzuluyordu. Ama nasıl bir açıklama yapması gerektiğini bilemiyordu. Sadece bununla kalsa iyiydi, ama onun yanında olmaktan da korkuyordu; artık kendisine güvenemiyordu. O istek yeniden gelirse ne yapabilirdi? Ya gelecek sefer ona zarar verirse?
Bunu düşününce gözyaşlarına boğuldu. Artık erkeklerin arasına giremeyecek miydi?
Hayır. Bunu denemeliydi. Her şeyi yoluna koymayı en azından denemeliydi. Bir şekilde kendini anlatabilmeliydi. Tabii eğer başka bir nedenden dolayı ondan nefret etmiyorsa. Kendisini bir daha görmek istemiyor olsa bile, her şeyi böyle bırakamazdı. Ve derinlerde bir yerde, bir tarafı bunu tek seferlik bir şey, bir delilik patlaması olduğunu ummaya ve bunu aşıp beraber olabileceklerini ummaya cesaret edebiliyordu. Sonuçta, bunun üstesinden gelebilirlerse, başka her şeyin üstesinden gelebilirlerdi.
Scarlet kendisini biraz daha iyi hissetmeye başlamıştı. Gözyaşlarını sildi, bir mendil aldı, burnunu sildi ve cep telefonunu çıkardı. Blake’in numarasını buldu ve ona mesaj yazmaya koyuldu.
Birden durdu. Ona ne söylemeliydi?
Bugün olanlardan dolayı çok üzgünüm.
Bunu sildi. Bu çok alışılmış bir şeydi.
Bugün bana ne olduğunu ben de anlayamadım.
Bunu da sildi. Tam olarak doğru değildi. Bir dengeye ihtiyacı vardı, özrün ve yine de her şeyin geri dönülemez bir şekilde değişmediği yönünde umudun bir karışımına. Ayrıca o ana kadar ne kadar harika zaman geçirdiğini de belirtmeliydi.
Gözlerini kapattı ve iç geçirdi, düşünüyordu. Haydi, haydi, diye kendi kendini yüreklendirdi.
Yazmaya başladı.
Seninle bugün harika vakit geçirdim. Günün bu şekilde bitmesine çok üzüldüm. Bu şekilde gitmemin bir nedeni vardı, ama bunu sana açıklayamam. Bunu anlamanın zor olduğunu biliyorum, ama umarım anlarsın. Sadece harika zaman geçirdiğimi ve çok üzgün olduğumu bilmeni isterim. Ve umarım birbirimizi yeniden görürüz.
Scarlet yazdıklarına uzunca bir süre baktı, daha sonra gönderdi.
Mesajın gidişini izledi.
Yazdıkları mükemmel değildi. Daha şimdiden bunu milyonlarca farklı şekilde yeniden yazabileceğini düşünüyordu. Ve bir tarafı bunu gönderdiğine şimdiden pişman olmuştu. Belki de çok umutsuz görünüyordu. Belki de çok esrarlıydı.
Her neyse. Sonuçta gönderilmişti. En azından şimdi ondan hoşlandığını ve onu bir daha görmek istediğini biliyordu.
Blake’in cep telefonunu her zaman yanında taşıdığını biliyordu. Bu mesajı hemen alacağını biliyordu. Mesajlarına saniyeler içinde cevap verdiğini de.
Telefonuna gelecek mesajı beklerken heyecandan titredi.
Telefonunu kucağına koydu ve gözlerini kapadı, yavaş yavaş nefes alarak titreşimi bekledi. Titreşmesini umuyordu.
Haydi, diye geçirdi içinden. Bir cevap yaz.
Orada oturdu ve ona sonsuz gibi gelen bir süre boyunca bekledi. Telefonun mesajlarını yenileyip duruyordu. Birkaç dakika sonra kilitlenmiş olma ihtimaline karşı telefonu açıp kapadı. Daha sonra saate bakıp zamanın geçişini izledi. İki dakika geçti.
Daha sonra beş.
Daha sonra on.
Telefonu çarparcasına masaya koydu ve gözyaşlarının bir kez daha gözlerine akın ettiğini hissetti. Ona cevap yazmayacağı açıkça görülüyordu. Onu nasıl suçlayabilirdi ki? Onun yerinde olsaydı o da cevap yazmazdı.
Hepsi bu kadardı. Her şey bitmişti.
Daha sonra, aniden telefon titreşti.
Uzanıp telefonu eline aldı.
Ama mesajı gönderenin Blake olmadığını görünce umutsuzluğa kapıldı. Bu Maria’ydı.
Dersi böyle astığına inanamıyorum. Peki… Blake ile randevun nasıl geçti?
Scarlet derin bir nefes aldı. Nasıl yanıt vereceği hakkında hiçbir fikri yoktu.
Merak etme. Bir daha asmayacağım. Aramızdaki her şey bitti.
Gerçekten mi? Aman tanrım. Neden? Vivian yüzünden mi?
Hayır. Onun yüzünden değil. Sadece…
Scarlet durdu, ne yazacağını bilemedi.
…yürütemedik.
Scarlet derin bir nefes aldı. Konuyu değiştirmeyi gerçekten çok istiyordu.
Söyleyecek pek bir şey yok. Senden naber?
Aman tanrım, bu yeni çocuğu düşünmeden edemiyorum. Sage. Onun hakkında yeni bir şeyler öğrendim.
Scarlet çok yorulmuştu ve bu mesaj trafiğine devam etmeyi gerçekten istemiyordu. Yeni çocuk veya başka herhangi birisi hakkında başka dedikodu veya olumsuz şey duymak istemiyordu. Sadece dünyadan kaybolup gitmek istiyordu.
Ama Maria onun en iyi arkadaşıydı, bundan dolayı onun gönlünü hoş tutmalıydı.
Ne gibi?
Bir kız kardeşi var ve de bir kuzeni. Ama bunlar bizim okula gelmiyorlar. O son sınıfta. Bir özel okuldan bizim okula gelmiş. Duyduğuma göre zenginmiş. Hem de süper zengin.
Scarlet umursamadı. Buna son vermek istiyordu.
Neyse ki bir şeyler yazmadan başka bir mesaj geldi – bu seferki Jasmin’dendi.
Aman tanrım, Facebook duvarına neler oluyor?
Scarlet bunu okuyunca şaşırdı.
Ne demek istiyorsun?
Cevap verene kadar dizüstü bilgisayarını aldı, açtı ve Facebook duvarına baktı.
Kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Vivian duvarına bir şeyler yazmıştı:
İyi bir denemeydi, ama Blake’i çalamadın. İşe yaramadı. Seni terk ettikten sonra aramıza geri döndü. Seni terk edeceğini biliyordum. Ama bu kadar erken olması sürpriz oldu.
Scarlet derin derin soludu, kafası karmakarışık olmuştu. Bu paylaşıma birçok arkadaşı yorum yapmıştı ve bu mesajın birçok kişinin duvarında paylaşıldığını gördü. Ayrıca Vivian’ın bunu Twitter’da da paylaştığını ve mesajın Vivian’ın tüm arkadaşları tarafından retweet edildiğini gördü.
Scarlet şaşkınlıktan donakaldı. Daha önce hiç bu kadar utanmamıştı. Mesajı duvarından sildi, Vivian’ı engelledi ve daha sonra sayfa ayarlarını duvarında sadece arkadaşlarının paylaşım yapabileceği şekilde değiştirdi. Ama bu buz dağının sadece görünen kısmıydı – görünüşe bakılırsa zaten olan olmuştu. Şimdi bütün okul onun başkalarının erkek arkadaşlarını çalmaya çalıştığını düşünüyordu. Ve terk edildiğini.
Yüzü kıpkırmızı oldu. Çok kızgındı, içinden gidip Vivian’ı boğmak geliyordu. Ne yapacağını bilemiyordu.
Dizüstü bilgisayarını çarparak kapadı ve odasından hızla çıktı. Nereye gideceğini ve ne yapacağını bilemeden merdivenleri koşarak indi. Tek bildiği biraz temiz havaya ihtiyacı olduğuydu.
“Hadi Ruth”, dedi.
Ruth’un tasmasının kayışını aldı ve Ruth heyecanla zıpladı, onu kapıya kadar takip etti ve verandanın merdivenlerinden aşağı indi.
Scarlet ayaklarına bakarak merdivenleri indi ve ancak kaldırıma geldiğinde kafasını kaldırdı ve onu gördü, orada ayakta duruyordu.
Donakaldı.
Orada duruyordu ve sanki onu beklermiş gibi gözlerini ona dikmişti.
Bu yeni çocuktu.
Sage.