Kitobni o'qish: «Ejderhaların Yükselişi »

Shrift:
Morgan Rice Hakkında

Morgan Rice, USA Today’in 1 numaralı çok satan destansı 17 kitaplık FELSEFE YÜZÜĞÜ; 11 kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi 1 numaralı çok satan VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; ve yeni destansın fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır. Morgan’ın kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir.

Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!

Morgan Rice İçin Yazılan Övgülerden Bazıları

“Hikâyesinde gizem ve entrika elementleri bulunduran esprili bir fantezi. Kahramanların Görevi cesur olmak ve büyüme, gelişme ve mükemmelliğe götüren hayat amaçlarıyla ilgili… Dolgun fantezi maceraları, bir baş kahraman, araçlar ve hayalperest bir çocuk olan Thor’un olanaksız durumlarla karşılaşıp genç bir yetişkin haline gelişine çok iyi şekilde odaklanan bir dizi hareketli karşılaşmalar sağlayan bir macera arayanlar için ideal… Destansı bir genç yetişkin dizisinin neler sunabileceğinin sadece bir başlangıcı.”

--Midwest Book Review (D. Donovan, eBook Reviewer)

“FELSEFE YÜZÜĞÜ ani bir başarı için her şeye sahip: entrika, karşı entrika, gizem, yiğit şövalyeler, kırık kalpler ile dolu çiçekli aşklar, aldatma ve ihanet. Sizi saatlerce eğlendirecek ve her yaştaki okuyucuyu memnun edecek. Tüm fantezi okurlarının kütüphanesinde bulunmasını tavsiye ettiğimiz bir kitap.”

–-Books and Movie Reviews, Roberto Mattos

“Rice’ın eğlenceli destansı fantezisi [FELSEFE YÜZÜĞÜ] türün klasik öğelerini içeriyor—İskoçya’nın kadim tarihinden oldukça fazla etkilenmiş güçlü bir kurgu ve iyi bir mahkeme entrikası.”

Kirkus Reviews

“Morgan Rice’ın Thor’un karakterin ve içinde yaşadığı dünyayı kuruş şekline bayıldım. Yeryüzü ve içinde yaşayan yaratıkları çok güzel tarif edilmiş. [Özet] hoşuma gitti. Kısa ve tatlıydı. Yardımcı karakterler yeterli miktarda kullanılmış, kafam karışmadı. Maceralar ve yürek burkan anlar vardı fakat içlerine yerleştirilen aksiyon biçimsiz durmuyordu. Genç bir okuyucunun tercih edebileceği bir kitap. Kayda değer bir şeylerin başlangıcı.”

--San Francisco Book Review

“Destansı fantezi Felsefe Yüzüğü serisinin (şu anda 14 kitaptan oluşuyor) heyecan dolu bu ilk kitabında Rice, okurlarını 14 yaşındaki, hayali, krala hizmet eden elit şövalye birliği Gümüş Lejyon’a katılmak olan Thorgrin “Thor” McLeod ile tanıştırıyor. Rice’ın yazını sağlam ve oldukça merak uyandırıcı.”

--Publishers Weekly

“[KAHRAMANLARIN GÖREVİ] hızlı ve kolay okunuyor. Bölüm sonları size bir sonraki bölümü okumak ve ne olacağını görmek zorunda bırakıyor ve kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Kitabın içinde bazı yazım hataları ve bazı isim karışıklıkları vardı fakat bunlar kitabın genel hikâyesini bozmuyordu. Kitabın sonu bir sonraki kitabı hemen alma isteği uyandırdı ve öyle de yaptım. Felsefe Yüzüğü serisinin dokuz kitabı da şu an Kindle mağazasından satın alınabilir ve Kahramanların Görevi, okumaya giriş yapabilmeniz için şu an ücretsiz. Tatilde okunacak hızlı ve eğlenceli bir şeyler arıyorsanız bu kitap tam size göre.”

--FantasyOnline.net

Morgan Rice Kitapları
KRALLAR VE BÜYÜCÜLER
EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. KİTAP)
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. KİTAP)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. KİTAP)
EJDERHALARIN KADERİ (3. KİTAP)
GURUR AĞLAYIŞI (4. KİTAP)
ŞEREF YEMİNİ (5. KİTAP)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. KİTAP)
KILIÇ AYİNİ (7. KİTAP)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. KİTAP)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. KİTAP)
KALKAN DENİZİ (10. KİTAP)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. KİTAP)
ATEŞ ÜLKESİ (12. KİTAP)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. KİTAP)
KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA 1: KÖLETÜCCARLARI (1. KİTAP)
ARENA 2 (2. KİTAP)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. KİTAP)
SEVİLMİŞ (2. KİTAP)
ALDATILMIŞ (3. KİTAP)
YAZGI (4. KİTAP)
ARZULANMIŞ (5. KİTAP)
NİŞANLI (6. KİTAP)
YEMİNLİ (7. KİTAP)
BULUNMUŞ (8. KİTAP)
CANLANDIRILMIŞ (9. KİTAP)
GÖMÜLMÜŞ (10. KİTAP)
KADER (11. KİTAP)

Morgan Rice © 2012


Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, 1976 ABD Telif Hakları Kanunu ile izin verilenin dışında, yazarın önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayılamaz veya bir veri tabanı veya bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.


Bu eKitap sadece sizin kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu eKitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez. Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen her birey için birer ek kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen satın alan kişiye iade edin ve kendinize bir kopya satın alın. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.


Bu kitap kurgusal bir eserdir. İsimler, karakterler, işletmeler, kuruluşlar, mekânlar, olaylar ve durumlar yazarın hayal ürününün eserleridir ve kurgusal amaçla kullanılmıştır. Gerçek hayattaki ölü veya yaşayan herhangi biri ile benzerlik tamamen tesadüfidir.


Telif hakları Photosani’ye ait Jacket adlı eser, Shutterstock.com lisansı ile kullanılmıştır.


 
“İnsanlar kimi zaman kaderlerinin efendisidir:
Hata, Sevgili Brutus, yıldızlarımızda değil,
Kul olduğumuz için, bizlerdedir.”
 
--William Shakespeare
Julius Caesar

BÖLÜM BİR

Kyra çimenlikli tepenin üzerinde duruyordu. Çizmelerinin altındaki zemin sert ve donmuştu. Etrafında kar tanecikleri uçuşuyordu ve o yayını kaldırıp hedefine odaklandığında, ısırıcı soğuğa aldırış etmemeye çalıştı. Gözlerini kıstı, dünyanın geri kalanından soyutlandı—şiddetli bir rüzgâr, uzaktaki bir karganın sesi—ve kendisini sadece, çok uzaktaki parlak beyaz, mor çam ağaçlarından oluşan arazide bir başına dikilen, zayıf huş ağacını görmeye zorladı. Otuz yedi metre kadar bir mesafeden bu atış, ağabeylerinin yapamayacağı, hatta babasının adamlarının bile yapamayacağı bir atıştı ve ekibin en genci ve aralarındaki tek kız olarak bütün bunlar onu daha kararlı hale getiriyordu.

Kyra hiçbir zaman uyum göstermemişti. Elbette bir parçası kendisinden bekleneni yapmak ve toplumdaki yerine uygun olarak, diğer kızlarla vakit geçirmek ve toplumsal kurallara uymak istiyordu; ama derinlerde asla öyle biri değildi. O babasının kızıydı, babası gibi savaşçı bir ruha sahipti; kalelerinin taş duvarları arkasında tutulamazdı ve kalbine karşıt bir hayata teslim olmayacaktı. Bütün o adamlardan çok daha iyi bir atıcıydı—aslında babasının en iyi okçularını çoktan geride bırakmıştı bile—ve herkese—hepsinden önemlisi de babasına—ciddiye alınması gerektiğini kanıtlamak için her şeyi yapmaya hazırdı. Babasının onu sevdiğini biliyordu ama babası onun gerçek kimliğini görmeyi reddediyordu.

Kyra Volis ovalarında, kaleden uzakta, tek başına en iyi çalışmasını yapıyordu—bu onun için çok uygundu; çünkü savaşçıların kalesindeki tek kız olarak tek başına olmayı öğrenmişti. Her gün orada, en sevdiği yer olan, kalenin düzensiz taş duvarlarını tepeden gören, iyi ağaçlar, isabet ettirilmesi zor, zayıf ağaçlar bulabileceği platonun tepesinde kendisini eğitiyordu. Oklarının darbesi köyde yankılanan sürekli bir ses haline gelmişti. O alandaki tüm ağaçlar oklarından nasibini almıştı, ağaçların gövdeleri epey parçalanmış, bazı ağaçlar da yan yatar hale gelmişti.

Kyra, babasının birçok okçusunun ovadaki farelere nişan aldığını biliyordu; kendisini eğitmeye başladığında bunu kendisi de denedi ve fareleri kolaylıkla öldürebildiğini fark etti. Fakat bu iş midesini bulandırdı. O korkusuzdu ancak duyarlıydı da ve canlı bir varlığı öldürmek ona hiçbir şekilde zevk veren bir amaç olamazdı. O zaman, tehlike altında olmadığı sürece veya geceleri ortaya çıkan ve babasının kalesine çok yakın uçan Kurtyarasası gibi yaratıklar kendisine saldırılmadığı sürece bir daha hiçbir canlıya nişan almayacağına yemin etti. O yaratıklara karşı, özellikle de küçük erkek kardeşi Aidan bir Kurtyarasası ısırığıyla yaralanıp, bir ayın yarısı kadar süreyle hastalandığından beri, herhangi bir vicdani rahatsızlık hissetmiyordu. Ayrıca, dünyanın en hızlı hareket eden canlıları olarak onlardan bir tanesini, özellikle de gece, vurabilirse her şeyi vurabileceğini biliyordu. Bir keresinde, dolunaylı bir gecesini babasının kulesinden ok atarak geçirmiş ve gün doğarken de hevesli bir şekilde dışarı koşmuştu. Üzerinde hala isabet ettirdiği oklarla yerde yatan Kurtyarasası sayısını ve etrafını saran köylülerin hayrete düşmüş suratlarla ona bakışını gördüğünde heyecandan ürpermişti.

Kyra kendisini odaklanmaya zorladı. Atışı kafasının içinde gördü; yayını kaldırıyor, hızla çenesinin altına kadar gerip, hiçbir tereddüt olmadan bırakıyordu. Gerçek atışın atıştan önce gerçekleştiğini biliyordu. Onun yaşındaki—on dört yaşındaki—birçok okçunun yaylarını gerdikten sonra bocaladığını görmüştü ve sonucunda ise atışlarının başarısız olduğunu biliyordu. Derin bir nefes aldı, yayını kaldırdı, bir kararlılık anında yayı gerdi ve bıraktı. Ağacı vurup vurmadığını kontrol etmeye ihtiyacı yoktu bile.

Bir an sonar okun ağaca saplanma sesi duyuldu; ama o çoktan başka yöne gönmüş, yeni bir hedef arayışına girmişti bile, daha uzak bir tane.

Kyra ayaklarının dibinde bir inilti duydu ve Leo’ya baktı; kurdu Leo, her zaman yaptığı gibi yine yanında yürüyor ve bacaklarına sürtünüyordu. Yetişkin bir kurt olan ve onun beline kadar gelen Leo, Kyra’ya karşı son derece korumacıydı. Kyra da aynı şekilde Leo’ya karşı son derece korumacıydı. İkisi, babasının kalesinde, birbirlerinden bir an olsun ayrılmıyorlardı. Kyra, Leo kendisine yetişmek için acele ederken, onsuz hiçbir yere gitmiyordu. Bütün zamanlar boyunca da kurt onun yanında olurdu; yalnıza, yollarına bir sincap veya tavşan çıkması durumunda saatlerce ortadan kaybolabiliyordu.

“Seni unutmadım oğlum” dedi Kyra, elini cebine sokup, önceki günkü ziyafetten kalan bir kemiği Leo’ya uzattı. Leo kemiği kaptı ve sahibinin yanında neşeyle koşmaya başladı.

Kyra nefesi sislere kendisinden önce karışarak yürüdüğü sırada, yayını omzuna astı ve nefesini kuru ve soğuk ellerine verdi. Geniş ve düz platoyu geçip etrafına baktı. Bu noktadan tüm bölge, Volis’in genelde yeşil olan ama şimdi karla kaplı irili ufaklı tepeleri, babasının Escalon krallığının kuzeydoğu köşesine yerleşmiş olan kalesinin bölgeleri, görülebiliyordu. Bu yüksek noktadan babasının kalesinde olup biten her şeye, gelen giden köylü ve savaşçılara kuş bakışı bir görüşe sahipti ve bu da burayı sevmesinin bir başka sebebiydi. Babasının kalesinin eski taşlarının şekillerini, tepeler doğru etkileyici şekilde yayılan ve sonsuza dek gidiyormuş izlenimi veren siper ve kulelerini incelemeyi seviyordu. Volis bölgedeki en yüksek yapıydı; bazı binaları dört katlıydı ve etkileyici siperlerle çevriliydi. Uzak tarafına dairesel bir kule, halk için bir şapel ile tamamlanıyordu. Şapel onun içinse sadece tırmanıp etrafa bakabileceği ve yalnız kalabileceği bir yapıydı. Taş yapılar bir kale hendeğiyle çevrelenmiş, geniş bir ana yol ve kemerli bir taş köprüyle donatılmıştı. Ayrıca burası sırasıyla etkileyici dış toprak setleri, tepeler, hendekler ve duvarlarla çevrelenmişti. Kralın en önemli savaşçılarından biri, babası, için son derece uygun bir yerdi.

Aslında Escalon’un başkenti Andros’a günlerce uzaklıkta olan Volis, Ateş Duvarından önceki son kale, halen kralın birçok ünlü savaşçısının yaşadığı bir yerdi. Ayrıca birçok köylü ve çiftçinin de içinde veya duvarlarının yakınında, koruması altında yaşadığı bir yol gösterici olmuş, bir ev haline gelmişti.

Kyra hisarın eteklerinde yerleşmiş düzinelerce küçük kilden eve baktı. Bacalarından duman yükseliyor, çiftçiler hem kışa hazırlık için hem de geceki festival için acele içinde hareket ediyorlardı. Kyra biliyordu ki, köylülerin ana duvarların dışında yaşayacak kadar güvende hissetmeleri, babasının gücüne olan saygının bir işareti ve Escalon’da başka hiçbir yerde görülemeyecek bir manzaraydı. Sonuçta, babasının adamlarının anında koşup gelebileceği, sadece bir boru çalımı kadar mesafedelerdi.

Kyra her zamanki gibi insanlarla dolu asma köprüye baktı, çiftçiler, ayakkabıcılar, demirciler ve tabii ki savaşçılar, kaleden içeri giriyor veya dışarı çıkıyordu. Hisarların arası sadece yaşamak veya eğitim yapmak için bir yer değil aynı zamanda tüccarların toplantı yeri haline gelmiş olan parke taşlı avluların sonsuz bir dizisiydi. Her gün tezgâhları açılıyor, insanlar mallarını satıyor, takas yapıyor, günün avını veya yakaladıklarını gösteriyor veya denizler ötesinden bir takım egzotik kumaşlar, baharatlar veya şekerlerin ticaretini yapıyordu. Kalenin avlusu her zaman egzotik kokularla dolu olurdu; bir çeşit garip çay veya pişmekte olan yahni gibi ve o saatlerce bu kokuların arasında kaybolabilirdi. Ve duvarların ötesinde, biraz uzakta, babasının adamlarının dairesel eğitim alanı, Savaşçıların Geçidini ve onun alçak taş duvarlarını görünce kalp atışları hızlandı ve savaşçıların atlarıyla düzenli sıralar halinde saldırıya geçişlerini ve ağaçlara asılı hedefleri olan kalkanlara mızraklarını saplamaya çalışmalarını heyecan içinde seyretti. Onlarla eğitime katılabilmek için can atıyordu.

Kyra aniden bir çığlık sesi duydu, kendi sesiymiş gibi tanıdık gelen bir ses, kontrol noktası yönünden geliyordu. Tetikte olacak şekilde o yöne döndü. Kalabalığın içinde bir kargaşa vardı. Telaş içindeki kalabalığı izlediğinde, kalabalığın önünde, ana yola doğru, genç kardeşi Aidan ve iki ağabeyi Brandon ve Braxton’ı gördü. Kyra gerilmişti ve tetikteydi. Küçük kardeşinin sesindeki sıkıntıdan, ağabeylerinin aklında iyi bir şey olmadığını söyleyebilirdi.

Kyra ağabeylerinin izlerken gözlerini kıstı, içinde bildik bir öfkenin yükseldiğini hissetti ve bilinçsiz bir şekilde yayının kabzasını sıktı. İkisi de kendisinden otuz santim uzun, iki yanından kollarından tutmuş ve kendi isteği dışında kaleden köye doğru sürükleyen iki oğlanın arasında Aidan belirdi. Küçük, zayıf, duygusal ve on yaşına yaklaşmış olan Aidan, on yedi ve on sekiz yaşlarındaki, genç irisi ağabeylerinin arasında sıkışmış olarak şimdi daha da kırılgan görünüyordu. Her ikisi de benzer özellikler ve tonlamalar taşıyordu, kuvvetli çeneleri, gururlu duruşları, koyu kahverengi gözleri ve koyu kahve dalgalı saçları vardı. Brandon ve Braxton’ın saçları kısa kesilmiş olmasına rağmen onunkiler hala dik, inatçı ve gözlerinin seviyesini geçecek şekilde uzundu. Oğlanların hepsi birbirine benzese de, açık sarı saçları ve açık gri gözleriyle hiçbiri ona benzemiyordu. Örme taytı, yün tuniği ve peleriniyle Kyra ince ve zayıf ve aşırı beyazdı ve geniş alnı, küçük burnu ve çarpıcı özellikleriyle bir adamı kendisine iki kez baktırabileceği söylenirdi. Özellikle de on beş yaşına girmesiyle bakışların arttığının farkındaydı.

Bu durum onu rahatsız ediyordu. Üzerine dikkatleri çekmek istemiyordu ve kendini güzel olarak da nitelendirmiyordu. Dış görünüş hakkındaki hiçbir şeye önem vermiyordu; ilgilendiğin şeyler eğitim, cesaret ve onurdu. Abilerinde olduğu gibi kendisinin de babasına, dünya üstündeki herkesten çok hayran olduğu ve sevdiği adama, benzemeyi, çıtı pıtı özelliklere sahip olmaya tercih ederdi. Aynada kendisine bakarken gözlerinde hep babasından bir iz arardı ama ne kadar uğraşsa da henüz bunu bulamamıştı.

“Bırak beni, dedim size!” diye bağırdı Aidan, sesi Kyra’ya kadar geliyordu.

Dünya üstündeki her şeyden çok sevdiği oğlan, küçük erkek kardeşinin yardım çağrısı karşısında dimdik, yavrusunu izleyen bir aslan gibi durdu. Leo da hemen arkasında kaskatı duruyordu ve sırt tüyleri dikleşmişti. Annelerinin uzun süre önceki ölümünden sonra Kyra, Aidan’a hiç sahip olamadığı anneyi vermek ve ona göz kulak olmak konusunda kendisini sorumlu hissetmişti.

Brandon ve Braxton onu yolun aşağısına doğru, kaleden uzağa, uzak ormanlığa giden ıssız yolda kaba bir şekilde sürüklediler ve kız onların, Aidan’ı bir mızrak kullanmaya zorladıklarını gördü, kendisi için fazla büyük bir mızrak. Aidan onlar için sataşılması çok kolay bir hedef haline gelmişti; Brandon ve Braxton kabadayılardı. Güçlülerdi, cesur sayılırlardı fakat gerçek yetenekten çok gösteriş yaparlar ve her zaman kendilerini içinden kendi başlarına çıkamayacakları belalara sokarlardı. Bu delirticiydi.

Kyra neler olduğunu anlamıştı. Brandon ve Braxton Aidan’ı avlarından birine sürüklemeye çalışıyordu. Ellerindeki şarap mataralarını fark etti ve daha öncesinden beri içmekte olduklarını anlayıp çok öfkelendi. Anlamsızca hayvan öldürmeye gidecekleri yetmiyormuş gibi, şimdi bir de tüm itirazlarına rağmen küçük kardeşlerini peşlerinden sürüklemeye çalışıyorlardı.

Kyra’nın içgüdüleri harekete geçti, eyleme geçti ve onlarla yüzleşmek üzere bayır aşağı koşmaya başladı; Leo da yanında koşuyordu.

“Yeteri kadar büyüdün artık,” dedi Brandon Aidan’a.

“Artık büyüyüp erkek oldun,” dedi Braxton.

Çim tepelerden aşağı doğru giderken Kyra kalben, onlara yetişmesinin çok da vaktini almayacağını biliyordu. Yola doğru koştu ve onlardan önce durdu; sert nefes alıp veriyordu, Leo da yanında duruyor, yolu kapatıyorlardı. Ağabeyleri de aniden durdular, şok olmuş halde ona bakıyorlardı.

Kız, Aidan’ın yüzündeki rahatlamayı görebiliyordu.

“Kayıp mı oldun?” diye alay edercesine sordu Braxton.

“Yolumuzu kapatıyorsun,” dedi Brandon. “Oklarına ve çubuklarına geri dön.”

İkisi alaycı şekilde güldüler, fakat o kaşlarını çatmış, kararlı bir ifade takınmıştı, Leo da yanında hırlıyordu.

“Şu yaratığı bizden uzaklaştır,” dedi Braxton, cesurca konuşmaya çalışmıştı ama sesindeki korku belli oluyordu ve mızrağının kabzasını sıktı.

“Peki Aidan’ı nereye götürdüğünüzü sanıyorsunuz?” diye sordu, son derece ciddiydi ve gözünü kırpmadan onlara bakıyordu.

Durakladılar, yüzleri yavaşça sertleşmeye başlamıştı.

“Canımız nereye isterse oraya götürüyoruz,” dedi Brandon.

“Onu avlanmaya götürüyoruz ve nasıl erkek olunacağını öğrenecek,” dedi Braxton, erkek kelimesinin üzerine özellikle can acıtıcı bir vurgu yapmıştı.

Fakat o pes etmedi.

“O daha çok küçük,” dedi kesin bir ifadeyle.

Brandon kaşlarını çattı.

“Kim demiş?” dedi.

“Ben diyorum.”

“Ve sen annesi misin?” dedi Braxton.

Kyra kıpkırmızı oldu, öfke doluydu ve annelerin o an orada olmasını her zamankinden çok istiyordu.

“Senin onun babası olduğun kadar,” diye yanıtladı.

Orada gergin bir sessizlik içinde durdular bir süre. Kyra Aidan’a baktı; çocuk korku dolu gözlerle kendisine bakıyordu.

“Aidan,” dedi, “bu yapmak istediğin bir şey mi?”

Aidan yere baktı, utanmıştı. Sessizce duruyor ve kızın bakışlarından kaçınıyordu. Kyra onun konuşmaktan korktuğunun ve ağabeylerinin kınama duygularını kışkırtmak istemediğinin farkındaydı.

“İşte sen de gördün,” dedi Brandon. “İtiraz etmiyor.”

Kyra öylece durdu, hayal kırıklığı içindeydi, Aidan’ın konuşmasını istiyordu fakat onu zorlayamazdı.

“Onu sizinle ava götürmeniz akıllıca olmaz,” dedi. “Fırtına geliyor. Çok yakında hava kararacak. Ormanlık tehlikelerle dolu. Eğer ona avlanmayı öğretmek istiyorsanız, onu biraz daha büyüdüğünde, başka bir gün götürün.”

Rahatsız bir şekilde kaşlarını çattılar.

“Sen avlanmak hakkında ne biliyorsun ki?” diye sordu Braxton. “Şu ağaçlarından başka ne avladın bugüne kadar?”

“Herhangi biri seni ısırdı mı hiç?” diye ekledi Brandon da.

Her ikisi de gülerken Kyra yanıyor ve ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Aidan konuşmazsa yapabileceği çok fazla bir şey de yoktu.

“Çok fazla endişeleniyorsun kız kardeşim,” dedi sonunda Brandon. “Bizim gözetimimiz altındayken Aidan’a hiçbir şey olmayacak. Onu sadece biraz daha sertleştirmek istiyoruz, öldürmek değil. Onu düşünen tek kişinin sen olduğunu düşünebiliyor musun gerçekten?”

“Ayrıca, babamız da izliyor,” dedi Braxton. “Onu hayal kırıklığına uğratmak mı istiyorsun?”

Kyra ikisinin omuzlarının üzerinden çabucak yukarı baktı ve kulenin yukarısında, kemerli, dışarı bakan pencerede babasının durduğunu ve onları izlediğini gördü. Bu duruma engel olmadığı için içinde olağanüstü bir hayal kırıklı olduğunu hissetti.

Oğlanlar yanından geçmeye kalktılar fakat Kyra, inatçı bir şekilde yollarını tıkayarak durmaya devam etti. Eğer yapabilselerdi onu itekleyecek gibi bakıyorlardı fakat Leo aralarına girmiş hırlıyordu ve onlar da vazgeçtiler.

“Aidan, çok geç oldu,” dedi kız. “Bunu yapmak zorunda değilsin. Benimle kaleye dönmek ister misin?”

Küçük çocuğa dikkatle baktığında gözlerine dolan yaşları görebiliyor; aynı zamanda yaşadığı işkenceyi de hissedebiliyordu. Uğuldayan bir rüzgâr ve hızlanan kardan başka hiçbir şeyin bozmadığı uzun bir sessizlik oldu.

Sonunda eğilip bükülerek,

“Ava gitmek istiyorum,” diye yarım ağızla mırıldandı.

Ağabeyleri kızın yanından, omzuna çarparak ve Aidan’ı da sürükleyerek geçip yolun aşağısına doğru aceleyle yürüdüler. Kyra arkasını dönüp onları izlerken midesinde berbat bir his oluştu.

Yüzünü kaleye dönüp kulenin yukarısına baktı fakat babası çoktan gitmişti.

Kyra üç erkek kardeşini yaklaşan fırtınanın içine, Dikenli Ormana doğru gözden kaybolurlarken izledi ve midesinde bir ağrı oluştu. Aidan’ı kapıp geri getirmeyi düşündü ama onu utandırmak da istemiyordu.

Oluruna bırakması gerektiğini biliyordu ama bırakamıyordu. İçinde bir şey ona izin vermiyordu. Bir tehlike seziyordu, özellikle de Kış Ayı arifesinde. Ağabeylerine güvenmemişti; Aidan’a zarar verecek değillerdi ama umursamaz ve aşırı sertlerdi. Hepsinden daha kötüsü yeteneklerine aşırı güveniyorlardı. Bu da oldukça kötü bir kombinasyondu.

Kyra daha fazla dayanamadı. Eğer babası hiçbir şey yapmıyorsa, kendisi yapmalıydı. Artık yeteri kadar büyümüştü ve kendinden başka kimseye hesap vermek zorunda değildi.

Kyra koşmaya başladı, ıssız kasaba yolunda, yanında Leo’yla birlikte, Dikenli Ormana doğru yola çıktı.