Cesurun Gecesi

Matn
0
Izohlar
Parchani o`qish
O`qilgan deb belgilash
Shrift:Aa dan kamroqАа dan ortiq

BÖLÜM İKİ

Alec ejderhanın ağzında durmuş, titreyen elleriyle Bitmemiş Kılıç’ı sıkıca tutarken başı dönüyor, ejderhanın kanı bir şelale gibi üstüne boşalıyordu. Ejderhanın, her biri kendi boyundaki jilet keskinliğindeki dişlerinin arasından dışarıya baktı ve ejderha okyanusa doğru düşüşe geçerken kendini hazırladı. Ölüm Körfezi’nin buz gibi suları onu karşılamak üzere içeri dolarken midesinin ağzına geldiğini hissetti. Çarpma onu öldürmese bile ejderhanın ağırlığı altında ezilerek öleceğinin farkındaydı.

Hala bu devasa canavarı öldürmeyi başarmış olmanın şoku içinde olan Alec, ejderhanın o ağırlığı ve hızıyla Ölüm Körfezi’nin dibine kadar batacağını ve kendisini de birlikte götüreceğini biliyordu. Bitmemiş Kılıç bir ejderhayı doğrayabilirdi fakat hiçbir kılıç düşüşünü durduramazdı. Daha beteri, ejderhanın rahatlayan çene kasları nedeniyle gevşemiş olan çenesi üzerine kapanıyor ve Alec’in asla çıkamayacağı bir kafes oluşturmaya başlıyordu. Eğer hayatta kalmaya dair bir şansı olacaksa hızlı hareket etmesi gerektiğini biliyordu.

Ejderhanın damağından üzerine kan boşalmakta olan Alec kılıcı çekti ve çene kapanmak üzereyken cesaretini toplayıp sıçradı. Buz gibi havaya doğru düşerken çığlık attı, ejderhanın jilet gibi keskin dişleri sırtını yaralıyor, etini kesiyordu ve bir anlığına bluzu ejderhanın dişlerine takıldığında başaramayacağını düşündü. Ardında çenenin kapandığını duyduğu, bluzunun yırtıldığını hissetti, bir parçası kopmuştu ve sonunda serbest düşüşe geçmişti.

Alec aşağıdaki karanlık, girdaplı sulara doğru çırpınarak düşerken kendini cesaretlendirdi.

Aniden bir su sesi oldu ve Alec soğuk suya dalarken şoke oldu, buz gibi soğuk nefesini kesiyordu. Gördüğü son şey ejderhanın cansız bedeninin hemen yakınına doğru, körfeze çarpmak üzere düşüşü oldu.

Ejderhanın bedeni korkunç bir şekilde suyun yüzeyine indi ve her yana dev dalgalar sıçrattı. Şansına Alec’i kıl payı ıskalamıştı ve yükselen dalgalar Alec’i cesetten uzağa taşımıştı. Dalgalar durulmadan önce Alec’i yaklaşık altı metre uzağa taşımıştı ve sonra dev bir girdaba dönüşüp her şeyi yutmaya başladığında Alec dehşete kapıldı.

Alec uzaklaşabilmek için tüm gücüyle yüzmeye başladı fakat uzaklaşamıyordu. Çabaladığı sırada hatırladığı son şey, dev girdap tarafından derinlere doğru çekilmeye başladığı oldu.

Alec kılıcı hala sıkıca tutarken tüm gücüyle yüzmeye çalışıyor, şimdiden yüzeyin altı metre kadar altında, dondurucu suyun içinde ayak çırpıyor, debeleniyordu. Umutsuz bir şekilde yüzeye doğru ayak çırptı, yukarıda güneş ışığı parlıyordu ve o sırada dev köpekbalıklarının kendisine doğru yüzmeye başladığını gördü. O anda geminin suyun üzerinde yukarı aşağı hareket eden gövdesini fark etti ve eğer hayatta kalmak istiyorsa yalnızca birkaç dakikasının olduğunu anladı.

Son bir ayak çırpışla Alec yüzeye çıkıp nefes almaya çalıştı ve bir an sonra güçlü bir elin kendisini kavradığını hissetti. Başını kaldırıp baktığında Sovos’un onu gemiye doğru çektiğini gördü ve bir an sonra, kılıç hala elinde, havaya yükselmeye başladı.

Fakat gözünün ucuyla bir hareket hissettiğinde dönüp o tarafa baktı ve dev bir kırmızı köpekbalığının sudan bacağını hedef alarak sıçradığını gördü. Hiç zamanı yoktu.

Alec kılıcın elinde vınladığını, ona ne yapması gerektiğini söylediğini hissetti. Daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemiyordu. Kılıcı iki eliyle tutup tüm gücüyle aşağı doğru iterken sallandı ve çığlık attı.

Ardından çeliğin eti kesme sesi duyuldu ve Alec, Bitmemiş Kılıç’ın dev köpekbalığını ikiye bölüşünü şok içinde izledi. Kırmızı sular bir anda parçaları yiyen köpekbalıklarıyla doldu.

Bir başka köpekbalığı ayaklarına doğru saldırırken Alec bu kez daha yükseğe çekildiğini hissetti ve geminin güvertesine sert bir iniş yaptı.

Güvertede yuvarlanırken homurdandı, yara ve berelerle kaplanmıştı. Üstünden sular damlarken, rahatlamış bir şekilde güçlükle nefes aldı. Biri anında üzerine bir battaniye örttü.

“Sanki bir ejderha öldürmüş olmak yetmemiş gibi” dedi Sovos gülümseyerek, Alec’in yanında durmuş, ona bir şarap kesesi uzatırken. Alec büyük bir yudum aldı ve şarap midesini ısıttı.

Geminin içi heyecanlı ve karmaşa durumunda askerlerle doluydu. Alec buna şaşırmamıştı; ne de olsa bir ejderhanın bir kılıçla öldürülmesi pek de sık görülen bir şey değildi. Etrafına bakındı ve kalabalığın arasında Merk ve Lorna’yı gördü, kendisinden önce yükselip alçalan sulardan kurtarıldıkları belli oluyordu. Merk ona bir hırsız, belki de bir suikastçı gibi görünürken Lorna uhrevi kalitede baş döndürücüydü. Her ikisinin de üzerlerinden sular damlıyor, sersemlemiş ve hayatta oldukları için mutlu görünüyorlardı.

Alec tüm askerlerin hayret içinde kendisine baktığını fark etti ve yavaşça ayağa kalkarken ne yapmayı başarmış olduğunun farkına vararak kendisi de şoke oldu. Askerler, sanki Alec bir tanrıymışçasına bir elindeki üzerinden su damlayan kılıca bir Alec’e bakıyordu. Elinde sanki canlı bir şeymiş gibi ağırlığını hissettiği kılıca kendisi de bakmadan duramadı. Gizemli, parlak metale sanki yabancı bir nesneye bakıyormuş gibi baktı ve ejderhayı deştiği anı, kılıcın ejderhanın etine girişiyle yaşadığı şoku zihninde yeniden canlandırdı. Bu silahın gücüne hayret etti.

Alec için belki de bundan daha fazlası, kendisinin kim olduğunu merak etmeden edememesi olmuştu. Onun gibi, sıradan bir köyden sıradan bir oğlan nasıl olmuş da bir ejderhayı öldürebilmişti? Onu bekleyen kader neydi? Bunun hiç de sıradan bir kader olmayacağını hissetmeye başlamıştı.

Alec birbirine çarpan binlerce çene sesi duydu ve küpeşteden aşağı baktığında yüzlerce kırmızı köpekbalığının, suyun yüzeyinde duran ejderha cesediyle beslenmekte olduğunu gördü. Ölüm Körfezi’nin siyah suları şimdi kan kırmızıydı. Alec yüzen cesede baktı ve gerçekten başarmış olduğunu iyice özümsedi. Bir şekilde bir ejderha öldürmüştü. Tüm Escalon’da yalnızca kendisi, tek başına…

Hava gürültülü çığlıklarla doldu ve Alec başını kaldırıp baktığında, düzinelerce daha ejderhanın uzakta alevler püskürterek daireler çizdiğini, intikam almak için hareket ettiklerini gördü. Ejderhalar Alec’e gözlerini dikmiş bakarken, bazıları yaklaşmaya korkuyormuş gibi görünüyordu. Ejderha dostlarının suyun yüzeyinde cansız yüzdüğünü gören ejderhalardan bazıları sürüden ayrıldı.

Fakat diğerleri öfkeli bir çığlık atarak Alec’in üzerine doğru dalışa geçti.

Onların dalışa geçtiğini gören Alec hiç zaman kaybetmedi. Geminin kıç tarafına koştu, küpeşteye sıçradı ve ejderhalarla yüzleşti. Kılıcın gücünün içinde dolaştığını, kendisini teşvik ettiğini hissediyordu ve orada durduğu sırada içinde yeni, çelik gibi bir irade hissetti. Sanki kılıç onu yönetiyormuş gibi hissediyordu. O ve kılıç artık tek vücut olmuştu.

Ejderha grubu doğrudan üzerine geldi. Parlak yeşil gözleri olan devasa bir ejderha gruba liderlik ediyor, alev püskürtürken çığlık atıyordu. Alec elinde titreşen ve ona cesaret verdiğini hissettiğin kılıcı havaya kaldırdı. Escalon’un kaderinin söz konusu olduğunun farkındaydı.

Alec bir savaş narası atarken, içinde daha önce hiç fark etmediği bir cesaretin yükseldiğini hissetti ve o anda kılıç parlamaya başladı. Aniden yoğun bir ışın demedi fırlayıp havaya yükseldi ve yaklaşan alev duvarını havada durdurdu. Işın alevleri geri döndürene kadar yoluna devam etti ve Alec kılıcı bir kez daha savurduğunda ejderha kendi alevlerinin içinde hapsolup çığlık attı. Büyük bir alev topunun içinde kalan ejderha dümdüz aşağı düşüp sulara gömülürken çığlık atıp çırpındı.

Bir başka ejderha dalışa geçti ve Alec bir kez daha kılıcı havaya kaldırıp alev duvarını engelledi ve ejderhayı öldürdü. Başka bir ejderha yaklaştı ve o anda, sanki Alec’i havaya kaldıracakmış gibi, pençelerini aşağı uzattı. Alec dönüp kılıcı savurdu ve ejderhanın bacaklarını kopardığını görünce şoke oldu. Ejderha çığlık attı ve aynı anda Alec kılıcı tekrar savurarak ejderhanın yan tarafında büyük bir yarık açtı. Ejderha okyanusa çakıldı ve suyun içinde uçamaz bir halde kanat çırparken, etrafı bir sürü köpekbalığıyla sarılmıştı.

Küçük kırmızı bir başka ejderha diğer taraftan alçaldı, çenesi kocaman açılmıştı ve bu kez Alec içgüdülerinin kendisini yönlendirmesine izin verdi ve havaya sıçradı. Kılıç ona güç verdi ve Alec hayal edebileceğinden çok daha yükseğe, ejderhanın başının üzerine kadar sıçradı ve sırtına indi.

Ejderha çığlık attı ve sıçradı fakat Alec sıkıca tutundu. Ejderha onu sırtından atamadı.

Alec ejderhadan daha güçlü olduğunu, ona hükmedebileceğini hissetti.

“Ejderha!” diye seslendi. “Sana emrediyorum! Saldır!”

Ejderhanın dönüp yükselmekten ve hala alçalarak yaklaşmakta olan bir düzine kadar ejderhanın arasına doğru uçmaktan başka seçeneği yoktu. Alec onlarla korkusuzca yüzleşti, onlarla karşılaşmak üzere yükselirken kılıcı önünde tutuyordu. Ejderhalarla havada karşılaştıklarında Alec sahip olabileceğini hiç tahmin etmediği bir hız ve güçle kılıcı tekrar tekrar savurdu. Bir ejderhanın kanadını kopardı, ardından bir başkasının boğazını kesti, bir diğerinin boynunun yan tarafına kılıcını soktu ve sonra dönüp bir diğerinin kuyruğunu kesti. Ejderhalar teker teker gökten düşüp sulara çakıldı ve körfezde girdaba sebep oldu.

Alec hiç merhamet etmedi. Gökyüzünde gezinerek sürüye tekrar tekrar saldırırken hiç geri çekilmedi. Kendini kaptırmış halde devam ederken, kalan birkaç ejderhanın korkup, çığlık atarak dönüp uzaklaştığını zar zor fark etti.

Alec buna inanmakta zorlanıyordu. Ejderhalar. Korkmuştu.

Alec aşağı baktı. Ne kadar yüksekte olduğunu fark etti, aşağıda yayılan Ölüm Körfezi’ni, birçoğu alevler içinde yüzlerce gemiyi ve suda yüzen binlerce trol cesedini gördü. Knossos Adası da alevler içindeydi, büyük kalesi harabeye dönmüştü. Her tarafa yayılan bir kargaşa ve yıkım manzarası vardı.

Alec kendi filosunu gördü ve ejderhayı aşağı yönlendirdi. Yaklaştıklarında Alec kılıcı havaya kaldırıp ejderhanın sırtına sapladı. Ejderha çığlık attı ve düşmeye başladı. Suya yaklaştıklarında Alec sıçradı ve geminin yakınında suya indi.

 

Hiç vakit kaybetmeden halatlar fırlatıldı ve Alec tekrar gemiye çekildi.

Alec gemiye çıktığında bu kez titremedi. Artık üşümüyor, yorgunluk, zayıflık veya korku hissetmiyordu. Onun yerine hiç bilmediği bir güç hissediyordu. Cesaret ve kuvvet dolu olduğunu hissediyordu. Yeninden doğmuş gibiydi.

Bir ejderha sürüsünü öldürmüştü.

Ve artık Escalon’daki hiçbir şey onu durduramazdı.

BÖLÜM ÜÇ

Vesuvius, elinin tersinde keskin bir pençe hissederek uyandı, bir gözünü hafif araladı, diğer gözü hala kapalıydı. Dengesi bozuk bir halde etrafına bakındı ve kumun üzerinde yüzüstü yatıyor olduğunu fark etti, arkasında okyanus dalgaları kıyıya vuruyor, buz gibi soğuk sular bacaklarına kadar geliyordu. O an hatırladı. Destansı bir savaşın ardından Ölüm Körfezi’nin kıyısına savrulmuştu; orada ne kadar süreyle bilinçsiz bir şekilde yatmış olduğunu merak etti. Dalgalar yavaşça içeri doğru geliyor, uyanmamış olsa onu sulara doğru çekmeye hazırlanıyordu. Fakat onu uyandıran suların soğukluğu değil, elinin üzerindeki yaratık olmuştu.

Vesuvius kumda uzanan eline baktı ve büyük mor bir yengecin elinin üzerine kıskacını saplamış, etinden bir parça koparmakta olduğunu gördü. Sanki Vesuvius bir cesetmiş gibi rahatına bakıyordu. Her bir kıskaç saplamasıyla Vesuvius bir acı dalgası hissediyordu.

Vesuvius bu yaratığı suçlayamazdı; etrafına baktı ve tüm sahile yayılmış binlerce cesedi gördü, trol ordusundan geriye kalanlar… Tüm ordusu orada, üzerlerinde mor yengeçlerle yatıyor, yengeçlerin kıskaç sesleri havayı dolduruyordu. Çürüyen trollerin kokusu üzerine bastığında Vesuvius neredeyse kusacaktı. Elinin üzerindeki yengeç belli ki Vesuvius’a kadar gelmeye cüret eden ilk yaratıktı. Diğerleri onun hala canlı olduğunu hissetmiş ve beklemiş gibilerdi. Fakat bu cesur yengeç şansını denemişti. Düzinelerce yengeç daha şimdi o tarafa doğru gelmeye başlamıştı, çekinerek diğer yengecin izinden gidiyorlardı. Vesuvius dakikalar içinde bu küçük ordu tarafından üzeri kaplanıp, canlı canlı yeneceğinin farkındaydı; tabii eğer öncesinde Ölüm Körfezi’nin buz gibi dalgaları tarafından suya çekilmezse!

İçinde yakıcı bir öfke hisseden Vesuvius diğer eliyle uzandı ve mor yengeci yakalayıp yavaşça sıkmaya başladı. Yengeç kaçmaya çalıştıysa da Vesuvius buna müsaade etmedi. Yengeç çılgın gibi debelenip, kıskaçlarıyla Vesuvius’a ulaşmaya çalışıyordu fakat Vesuvius onun etrafında dönmesine izin vermiyordu. Yengeci yavaş yavaş sıkıyor, acı vermekten büyük keyif alarak rahatına bakıyordu. Vesuvius elini bir yumruk haline getirerek sıkarken yaratık yüksek perdeden bir tıslama sesiyle çığlık attı.

Nihayet yaratık patladı. Vesuvius kabuğun onu tatmin eden çatırtısını duyarken, mor kan parçaları eline aktı. Vesuvius yengeci yere fırlatıp püre haline getirdi.

Vesuvius bir dizinin üstüne kalkarken hala titriyordu ve o doğrulurken düzinelerce yengeç bir anda kaçıştı, bir ölünün ayaklanmasından şoke oldukları belli oluyordu. Bir zincir reaksiyon başladı ve Vesuvius kıyıda ilk adımını atarken binlerce yengeç kaçışıp sahili boş bıraktı. Mezarlığın içinden yürürken bir anda her şeyi hatırladı.

Knossos savaşı. Ejderhalar geldiğinde kazanmak, Lorna ve Merk’i yok etmek üzereydi. Adadan düşüşünü, ordusunu kaybedişini hatırladı, filosun alevler içinde kalışını ve nihayet kendisinin de boğulmaktan döndüğünü hatırladı. Tam bir bozgun olmuştu ve Vesuvius bu düşünceden utandı. Dönüp körfeze, yenilgiye uğradığı yere baktı ve uzakta Knossos adasının hala yanmakta olduğunu gördü. Suyun üzerinde süzülen filosunun, parçalara ayrılmış artıklarını gördü, parçalanmış gemilerden bazıları hala yanıyordu. Derken yükseklerden gelen bir çığlık duydu. Gökyüzüne baktı ve gözlerini kırptı.

Vesuvius gözünün önünde olan şeye inanamıyordu. Bu mümkün değildi. Ejderhalar gökten düşüp, hareketsiz bir şekilde körfeze çakılıyordu.

Ölüyorlardı.

Daha yukarıda yalnız bir adam, bir ejderhanın sırtına yapışmış, elinde bir kılıç, ejderhayı sürerek diğer ejderhalarla savaşıyordu. Nihayet sürünün kalanı dönüp kaçtı.

Vesuvius tekrar suya baktığında ufukta, Kayıp Adalar bayrağı taşıyan bir düzine gemi gördü ve ejderhayı süren adamın ejderhanın sırtından atlayıp gemiye dönüşünü izledi. Lorna ve suikastçı Merk’i fark etti ve onların hala hayatta olduğunu bilmek onu öfkeden delirtti.

Vesuvius tekrar kendi bulunduğu kıyıya baktı. Ölü ve yengeçler tarafından veya dalgalarla sürüklenip köpekbalıkları tarafından yenen trol ulusunu incelerken hiç olmadığı kadar yalnız hissetti. Getirmiş olduğu ordudan sağ kalan tek kişinin kendisi olduğunu şoke olarak fark etti.

Vesuvius döndü ve kuzeye, Escalon anakarasına baktı ve orada, uzakta bir yerde Ateşler’in sönmüş olduğunu biliyordu. Şimdi halkı Marda’yı terk ediyor, Escalon’a akın ediyordu, milyonlarca trol güneye göçüyordu. Sonuçta Vesuvius Kos Kulesi’ne ulaşmayı, Ateş Kılıcı’nı yok etmeyi başarmıştı ve kendi ulusu çoktan Escalon’a geçmiş ve onu parçalarına ayırmaya başlamış olmalıydı. Trollerin bir lidere ihtiyacı vardı. Kendisine ihtiyaçları vardı.

Vesuvius bu çatışmayı kaybetmiş olabilirdi fakat savaşı kazandığını hatırlaması gerekiyordu. Hayatının en muhteşem anı, tüm hayatı boyunca beklediği an hala onu bekliyordu. Artık toprak talep etme, halkını topyekûn bir zafere götürme vakti gelmişti.

Evet, diye düşündü dimdik ayağa kalkıp, acıyı, yaralarını, dondurucu soğuğu üzerinden atarken. Oraya gelme amacına ulaşmıştı. Kız ve halkı okyanus için çırpınmaya devam edebilirdi. Sonuçta önünde Escalon’un yıkımı vardı. İstediği zaman geri dönüp o kızı daha sonra da öldürebilirdi. Bu düşünce onu gülümsetti. Onu gerçekten öldürebilirdi. Onu lime lime doğrayabilirdi.

Vesuvius hafif tempoda koşmaya başladı ve sonra da son sürat koşmaya geçti. Kuzeye gidecekti. Ulusuyla buluşacak ve onları tüm zamanların en büyük çarpışmasına götürecekti.

Escalon’u sonsuza kadar yok etme vakti gelmişti.

Yakında Escalon ve Marda bir bütün olacaktı.

BÖLÜM DÖRT

Yerdeki yarık git gide genişlerken Kyle hayret içinde izliyordu, binlerce trol çırpınarak, yeryüzünün derinliklerine doğru, ölümlerine uçuyordu. Asası havada olan Alva yakın duruyordu ve asasından çok yoğun bir ışık yayılıyordu; o kadar parlaktı ki Kyle gözlerini korumak zorunda kalmıştı. Alva trol ordusunu yok ediyor, tek başına kuzeyi koruyordu. Kolva’yı yanında bulan Kyle tüm gücüyle savaşmıştı ve ikisi yaralanmadan önce düzinelerce trolü şiddetli bir göğüs göğse çatışmayla öldürürken kaynakları azalıyordu. Trollerin Escalon’a dolmasını engelleyen tek şey Alva’ydı.

Kısa süre sonra troller yerdeki yarığın onları öldürdüğünü anlayıp uzak tarafta, on beş metre kadar bir mesafede durdu, daha fazla ilerleyemeyeceklerini anlamışlardı. Şaşkınlık dolu gözlerle Alva, Kolva, Kyle, Dierdre ve Marco’ya baktılar. Yarık onlara doğru ilerlemeye devam ederken dönüp panik dolu bir ifadeyle kaçtılar.

Az sonra büyük gümbürtü uzaklaştı ve her yana sessizlik hâkim oldu. Trol akını durmuştu. Marda’ya geri mi kaçıyorlardı? Başka yeri istila etmek için tekrar mı toplanıyorlardı? Kyle emin olamıyordu.

Her şey sessizliğe gömülürken Kyle acıyan yaralarıyla yerde yatıyordu. Alva asasını indirirken onu izledi, etrafındaki ışık yavaşça sönmüştü. Daha sonra Alva ona döndü, bir avcunu uzattı ve Kyle’ın alnına koydu. Kyle vücuduna bir ışığın hücum ettiğini hissetti, ısındığını, hafiflediğini hissetti ve dakikalar içinde tamamen iyileştiğini hissetti. Şok içinde doğrulup oturduğunda kendini yeniden hissedebiliyordu ve içi minnettarlıkla dolmuştu.

Alva, Kolva’nın yanında diz çöktü, elini karnının üzerine koydu ve onu da iyileştirdi. Dakikalar içinde Kolva ayağa kalkmıştı, tekrar ayağa kalkabildiğine şaşırmış olduğu belli oluyordu ve gözlerinde bir ışık parıldıyordu. Sırada Dierdre ve Marco vardı ve Alva avcunu onların üzerlerine koyarak onları da iyileştirdi. Alva asasıyla uzanıp Leo ve Andor’a da dokundu ve onlar da ayaklarının üzerlerine doğruldu. Hepsi, yaraları onların işlerini tamamen bitirmeden önce, Alva’nın sihirli gücüyle iyileşmişti.

Kyle hayret içinde ayağa kalktı, bu sihirli varlığın, birçokları için hayatları boyunca sadece bir söylenti olan gücüne ilk elden tanık olmuştu. Gerçek bir ustanın huzurunda olduğunun farkındaydı. Öte yandan bunun kısa süreli bir durum olduğunu, ustanın kalamayacağını da hissediyordu.

“Başardın” dedi Kyle hayret ve minnettarlık dolu bir şekilde. “Tüm bir trol ulusunu engelledin.”

Alva başını salladı.

“Hayır, engellemedim” dedi ciddi bir şekilde, sesi ölçülü ve kadimdi. “Onları sadece yavaşlattım. Büyük ve çok kötü bir yıkım hala bize doğru geliyor.”

“Fakat nasıl?” diye sordu Kyle. “Bu yarığı asla geçemezler. Binlerce trolü öldürdün. Güvende değil miyiz?”

Alva üzgün bir şekilde başını salladı.

“Bu ulusun daha hiçbir şeyini görmedin. Milyonlarcası daha gelecek. Büyük savaş başladı. Escalon’un kaderine karar verecek savaş!”

Alva Ur Kulesi’nin yıkıntıları arasında yürüyüp asasıyla yolunu açarken, Kyle bu gizemle kafası karışmış bir halde onu izliyordu. Nihayet Dierdre ve Marco’ya döndü.

“Ur’a dönmek için can atıyorsunuz, değil mi?” diye sordu.

Dierdre ve Marco umut dolu gözlerle başlarıyla onayladı.

“Gidin” diye emir verdi.

İkisi açıkça afallamış bir şekilde baktı.

“Fakat orada hiçbir şey kalmadı” dedi Dierdre. “Şehir yok edildi, sular altında kaldı. Artık Pandesia hâkimiyetinde.”

“Oraya dönmek demek ölmemiz demek” diye Marco araya girdi.

“Şimdilik” dedi Alva. “Fakat çok yakında size orada ihtiyaç duyulacak, büyük savaş başladığında…”

Dierdre ve Marco’nun daha fazla ikna edilmeye ihtiyaçları yoktu. İkisi dönüp Andor’un sırtına atladı, ormanın içinden güneye, Ur şehrine doğru dörtnala gitmeye başladılar.

Leo geride, Kyle’ın yanında kalmıştı. Kyle onun başını okşadı.

“Beni düşünüyorsun ve bir de Kyra’yı, öyle değil mi oğlum?” diye sordu Kyle Leo’ya.

Leo sevgi dolu bir sesle inledi. Kyle onun kendisini sanki Kyra’yı koruyormuş gibi koruyacağını söyleyebilirdi. Leo’da muhteşem bir savaş ortağı görüyordu.

Alca dönüp kuzeydeki ormanın içine doğru bakarken Kyle soru sorar şekilde ona baktı.

“Peki, ya biz usta?” diye sordu Kyle. “Bize nerede ihtiyaç duyulacak?”

“Tam burada” dedi Alva.

Kyle onun yanına gidip ufka, Marda’ya doğru baktı.

“Geliyorlar” diye ekledi Alva. “Ve biz üçümüz kalan son umuduz.”