Kitobni o'qish: «Büyülü Gökyüzü »

Shrift:
Morgan Rice Hakkında

Morgan Rice, 1 numaralı çok satanlar ve USA Today çok satanlar listesinde yer alan on yedi kitaplık epik fantezi serisi FELSEFE YÜZÜĞÜ'nün; 1 numaralı çok satanlar listesinde yer alan on bir kitaplık seri (devamı geliyor)  VAMPİR GÜNLÜKLERİ'nin; 1 numaralı çok satanlar listesinde yer alan iki kitaplık (devamı geliyor) kıyamet sonrası gerilim serisi KÖLE TÜCCARLARI ÜÇLEMESİ’NİN ve iki kitaplık  (devamı geliyor)  yeni epik fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER'in yazarıdır. Morgan’ın kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir ve 25'ten fazla dile tercüme edilmiştir.

Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine katılarak ücretsiz kitap ve hediyeler kazanın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!

Morgan Rice İçin Yazılan Övgülerden Bazıları

“FELSEFE YÜZÜĞÜ ani bir başarı için her şeye sahip: olay örgüsü, karşı tema, gizem, yürekli şövalyeler, kırık kalplerle dolu yeşeren aşklar, dalavere ve ihanet.Her yaştaki okuyucuya hitap ediyor ve saatlerce zihninizi meşgul tutabiliyor.  Tüm fantezi okurlarının kütüphanesinde bulunmasını tavsiye ettiğimiz bir kitap.”

–-Books and Movie Reviews, Roberto Mattos

“Eğlenceli bir epik fantezi.”

–Kirkus Reviews

“Dikkate değer bir şeylerin başlangıcı burada.”

–-San Francisco Book Review

“Aksiyon dolu …. Rice'ın yapıtı oldukça sağlam ve olay örgüsü merak uyandırıcı.”

–-Publishers Weekly

“Sürpizlerle dolu bir fantezi …. Bu, genç yetişkin fantezi serisi olma belirtisinin sadece başlangıcı.”

–-Midwest Book Review

Morgan Rice Kitapları
KRALLAR VE BÜYÜCÜLER
EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. Kitap)
CESURUN YÜKSELİŞİ (2. Kitap)
ONURUN BEDELİ (3. Kitap)
KAHRAMANLIK GEÇİŞİ (4.Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. Kitap)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. Kitap)
EJDERHALARIN KADERİ (3. Kitap)
BİR ŞEREF HAYKIRIŞI (4. Kitap)
ŞEREF YEMİNİ (5. Kitap)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. Kitap)
KILIÇ AYİNİ (7. Kitap)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. Kitap)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. Kitap)
KALKAN DENİZİ (10. Kitap)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. Kitap)
ATEŞ ÜLKESİ (12. Kitap)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. Kitap)
KARDEŞLERİN YEMİNİ (14. Kitap)
ÖLÜLERİN DÜŞÜ (15. Kitap)
ŞOVALYELERİN MIZRAK DÖVÜŞÜ (16. Kitap)
SAVAŞIN ARMAĞANI (17. Kitap)
KÖLE TÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA 1: KÖLE TÜCCARLARI (1. Kitap)
ARENA 2 (2. Kitap)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. Kitap)
SEVİLMİŞ (2. Kitap)
ALDATILMIŞ (3. Kitap)
YAZGI (4. Kitap)
ARZULANMIŞ (5. Kitap)
NİŞANLI (6. Kitap)
YEMİNLİ (7. Kitap)
BULUNMUŞ (8. Kitap)
CANLANDIRILMIŞ (9. Kitap)
GÖMÜLMÜŞ (10. Kitap)
KADER (11. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ serisini sesli kitap formatında Dinleyin!

Morgan Rice © 2012

Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, 1976 ABD Telif Hakları Kanunu ile izin verilenin dışında, yazarın önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayılamaz veya bir veri tabanı veya bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.


Bu eKitap sadece sizin kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu eKitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez. Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen her birey için birer ek kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız ama satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen satın alan kişiye iade edin ve kendinize bir kopya satın alın. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.


Bu kitap kurgusal bir eserdir. İsimler, karakterler, işletmeler, kuruluşlar, mekânlar, olaylar ve durumlar yazarın hayal ürününün eserleridir ve kurgusal amaçla kullanılmıştır. Gerçek hayattaki ölü veya yaşayan herhangi biri ile benzerlik tamamen tesadüfîdir.


Telif hakları RazoomGame’e ait Jacket adlı eser, Shutterstock.com lisansı ile kullanılmıştır.


 
“Çok azımız, o mutlu azınlık, bu kardeşler birliğidir;
Çünkü bugün benimle birlikte kanını döken
Kardeşim olacaktır.”
 
--William Shakespeare
5. Henry


BİRİNCİ BÖLÜM

Gwendolyn’le karşılaşan Thor, kılıcını yanında tutarken bütün vücudu titriyordu. Etrafına baktı ve buz gibi sessizlikle ona bakan Alistair, Erec, Kendrick, Steffen ve kendi ülkesinden bir temsilcinin yüzlerini gördü. Tanıdığı ve sevdiği tüm o insanlar… Kendi insanları. Tam burada, yanında kılıcıyla onlara karşı duruyordu. Savaşın yanlış tarafındaydı.

Nihayet, farkına vardı.

Alistair’in sözleri ona ulaşırken ve onu meydana kavuştururken maskesi düştü. O, Thorgrin’di. Lejyonun bir üyesiydi. Halka’nın Batı Krallığı’nın üyesiydi. İmparatorluk için çalışan bir asker değildi. Babasını sevmiyor, tüm bu insanları seviyordu. Her şeyden öte, Gwendolyn’i seviyordu.

Thor kafasını eğdi ve yüzüne baktı. Gözleri dolmuş, aşkla ona bakıyordu. Thor elinde tuttuğu kılıçla ona karşı durduğunu fark edince, içi utanç ve korkuyla doldu. Avuçları aşağılanma ve pişmanlıkla yanıyordu.

Kılıcını indirdi, elinden düşmesine izin verdi. İleriye doğru bir adım attı ve Gwendolyn’i kucakladı.

Gwendolyn da ona sıkıca sarıldı. Thor onun ağlamasını duyuyor ve o sıcak gözyaşlarının boynuna doğru süzülüşünü hissediyordu.  Thor pişmanlıkla mahvolmuştu ve tüm bunların nasıl gerçekleştiğini aklı almıyordu. Her şey çok belirsizdi. Bildiği tek şey kendine ve meydanda kendi insanlarına geri dönmüş olmaktan mutlu olduğuydu.

“Seni seviyorum” diye fısıldadı Gwendolyn. “Ve her zaman da seveceğim”

“Seni olduğum her şeyle seviyorum” diye cevapladı Thor.

Krohn ayaklarının üzerine kapandı ve Thor’un avuçlarını yaladı; Thor da eğilip onun yüzünü öptü.

“Özür dilerim” dedi Thor. Krohn, Gwendolyn’i savunurken ona vurduğunu hatırlıyordu. “Lütfen, affet beni”

Saniyeler önce şiddetli bir şekilde sarsılan dünya, nihayet sabitleşmişti tekrar.

“THORGRIN!” diye bir çığlık böldü sessizliği.

Thor, Andronicus’u görebilmek için suratını çevirdi. Adım adım meydana doğru ilerlerken, çatık kaşlı yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. İki ordu da buz gibi bir sessizlikle baba ve oğlun karşılaşmasını izliyordu.

“Sana emrediyorum!” dedi Andronicus. “Öldür onları! Hepsini öldür! Ben senin babanım. Beni dinleyeceksin. Sadece beni dinleyeceksin!”

Ama bu sefer, Thor Andronicus’a bakarken farklı bir şey hissetti. İçinde bir şeyler değişti. Thor, artık Andronicus’u babası olarak, ailesinden bir üye olarak, cevap vermesi gereken biri ya da hayatını adayabileceği bir olarak görmüyordu. Onun yerine onu bir düşman olarak görüyordu artık. Bir canavar. Thor artık bu adam uğruna hayatından vazgeçmek için bir sebep görmüyordu. Tam tersine, ona karşı delice bir öfke hissediyordu. Karşısında Gwendolyn’e saldırması için emir veren bir adam duruyordu, karşısında kendi ülkesinin yoldaşlarını öldüren bir adam duruyordu. Karşısında anayurdunu işgal edip yağmalamış bir adam duruyordu. Karşısında duran bu adam, karanlık büyüleriyle onun zihnini ele geçirip tutsak eden adamdı.

Thor aniden öfkeyle kavrulduğunu hissetti. Eğilip kılıcını aldı ve meydana doğru hızla ilerlemeye başladı. Babasını öldürmeye hazırdı.

Andronicus, Thor’un iki eliyle tuttuğu kılıcını kaldırmış bir şekilde tüm gücüyle kafasını almak için ona doğru geldiğini görünce şok olmuştu.

Andronicus devasa savaş baltasını son anda kaldırdı, yana doğru çevirip metal sapıyla darbeyi son anda engelledi.

Thor pes etmemişti. Kılıcını tekrar ve tekrar salladı. Öldürmeye niyetliydi ve her seferinde Andronicus baltasını kaldırıp engelliyordu. İki ordu da derin sessizlikte çarpışmayı izlerken iki silahın da muhteşem çınlaması havayı delip geçiyordu. Her vuruşta etrafa kıvılcımlar saçılıyordu.

Thor, babasını öldürmek için sahip olduğu tüm becerileri kullanırken haykırıyor ve çığlıklar atıyordu. Bunu yapmak zorundaydı. Kendisi için, Gwendolyn için, bu yaratığın yüzünden acılar çeken tüm o insanlar için bunu yapmak zorundaydı.  Her vuruşla birlikte, Thor, soyunu ve geçmişini silip atmak ve yeni bir başlangıç yapmak istiyordu. Her şeyden çok hem de. Farklı bir baba seçmek istiyordu.

Andronicus, sadece Thor’un vuruşlarına karşılık vererek savunuyor ama karşı saldırıda bulunmuyordu. Belli ki, oğluna saldırmaktan çekiniyordu.

“Thorgrin!” dedi Andronicus darbelerin arasında. “Sen benim oğlumsun. Sana zarar vermek istemiyorum. Ben senin babanım. Sen benim hayatımı kurtardın. Senin yaşamanı istiyorum.”

“Ben senin ölmeni istiyorum!” diye haykırdı Thor.

Andronicus’un heybetine ve gücüne rağmen Thor, kılıcını tekrar tekrar savuruyor ve onu meydan boyunca geriye doğru sürüklüyordu. Ama Andronicus hala Thor’a karşılık vermiyordu.  Sanki Thor’un tekrar ona geri dönmesini umuyormuş gibiydi.

Ama bu sefer, Thor bunu yapmayacaktı. Artık Thor kim olduğunu biliyordu.  Nihayet, Andronicus’un sözleri aklından uzaklaşmıştı. Tekrar Andronicus’un merhametine kalacağına ölmeyi tercih ederdi.

“Thorgrin, buna bir son vermelisin!” diye haykırdı Andronicus. Oldukça vahşi bir darbeyi kafasının üzerinden baltayla engelleyince kıvılcımlar yüzüne gelmişti. “Seni öldürmeme zorlayacaksın beni ve ben bunu yapmak istemiyorum. Sen benim oğlumsun. Seni öldürmek kendimi öldürmek olur.”

“O zaman öldür kendini!” diye yanıtladı Thor. “Ya da ben senin için yaparım bunu!”

Muhteşem bir haykırışla Thor sıçradı ve Andronicus’u iki ayağıyla göğsünden tekmeleyerek tökezlemesine sebep oldu ve Andronicus sırtının üstüne düştü.

Andronicus, olabilecek şeylerden dolayı sersemlemiş gibi bakıyordu.

Thor onun üzerinde durdu ve işini bitirmek için kılıcını kaldırdı.

“Hayır!” diye bir ses duyuldu. Korkunç bir sesti. Sanki cehennemin derinliklerinden geliyor gibiydi. Thor etrafa bakındığında meydana doğru giren bir adamı gördü. Uzun kırmızı bir cübbe giyiyordu, yüzünü kapüşonu kapatıyordu ve boğazından bu dünyaya ait olmadığını gösteren bir hırıltı çıkıyordu.

Rafi.

Bir şekilde Rafi, Argon’la olan savaşından sağ çıkabilmişti. Şimdi kollarını iki yana açmış bir şekilde orada duruyordu. Kollarını kaldırınca cübbesinin kolları düştü. Hiç güneş görmemiş gibi duran soluk ve kabarcıklı cildi ortaya çıkmıştı. Boğazının arkasından hırlama gibi berbat bir ses çıkarıyordu ve ağzını genişçe açmasıyla bu ses havayı doldurana kadar büyümeye devam etti. Sesin çıkardığı düşük tını, Thor’un kulaklarını titretiyor ve acıtıyordu.

Dünya sallanmaya başladı. Thor tüm zemin sallanırken dengesini kaybediyordu. Rafi’nin elerini takip etti ve asla unutamayacağı bir şey gördü önünde.

Dünya ikiye yarılmaya başladı. Büyük bir yarık açılıyor ve sürekli olarak genişliyordu. Bu yarık genişlerken, iki tarafın askerleri de düşüyor, yuvarlanıyor ve büyümeye devam eden yarığın içine doğru savrulurken çığlıklar atıyorlardı.

Dünyanın altından turuncu bir kızıllık yükselmeye başladı. Buhar ve sis yükseldikçe korkunç ıslığı andıran bir ses yükseldi.

Yarıktan çıkan ve dünyayı tutan bir el belirdi. Bu el siyah, pütürlü, biçimsizdi ve kendini yukarı doğru çekerken Thor korkunç bir yaratığın dünyadan çıktığını görmesiyle dehşete düştü. İnsan görünümündeydi, ama büyük parlak kırmızı gözleriyle ve uzun kırmızı dişleriyle tamamen simsiyah bir şeydi. Uzun, siyah bir kuyruğu vardı arkasında. Bedeni pürüzlüydü ve bir ceset gibi görünüyordu.

Kafasını arkaya doğru yasladı ve tıpkı Rafi’ninki gibi korkunç bir kükreme duyuldu. Sanki cehennemin derinliklerden çağrılmış yaşayan ölü bir yaratığa benziyordu.

Bu yaratığın ardından aniden bir başkası geldi. Sonra bir başkası daha.

Bu yaratıkların binlercesi kendilerini cehennemin içinde kendilerini yüzeye çıkarıyorlardı. Yaşayan ölü ordusuydu. Rafi’nin ordusu.

Yavaş bir şekilde Rafi’nin yanına geldiler. Thorgrin ve diğerlerine karşı duruyorlardı.

Thor, bu kendisine karşı duran orduya şok içinde bakıyordu. Kılıcını hala yukarıda tutmuş bir şekilde orada öylece dururken, Andronicus aniden altından kalkıp kendi ordusuna katıldı. Belli ki Thorgrin’e karşı koymak istemiyordu.

Aniden, binlerce yaratık Thor’a doğru koşmaya başladı. Meydanı istila ederek, Thor’u ve insanlarını öldürmeye geliyorlardı.

Thor bir an durdu ve ilk yaratık ona saldırınca kılıcını kaldırdı. Öfkeyle pençelerini uzatıyordu. Thor yana adım attı, kılıcı salladı ve kafasını kopardı. Kafası zemine düştü ve hareket etmiyordu. Thor da kendini bir sonraki için hazırladı.

Bu yaratıklar güçlü ve hızlıydı. Ama teke tekte, Thor ya da Ring’in yetenekli savaşçılarına karşı duramazlardı. Thor onlarla ustaca savaştı. Sağlı sollu öldürüyordu hepsini. Ama asıl soru, tek seferde kaç tanesiyle savaşabilirdi? Etrafındaki insanlar gibi binlercesi tarafından tüm yönlerden istila edilmişti.

Thor, Erec, Kendrick, Srog ve diğerlerinin yanına geldi. Hepsi de yan yana savaşıyor, kılıçlarını sağlı sollu sallarken ve aynı anda iki ya da üç tane yaratığı alt ederken birbirlerinin arkalarını kolluyorlardı. Bir tanesi araya kayarak Thor’un kolundan tutup tırmaladı. Thor’un elinden kan akıyordu ve acı içinde haykırırken kılıcını sallayıp tam kalbinden vurarak öldürdü. Thor üstün bir savaşçıydı, ama kolu çoktan acıyla titremeye başlamıştı. Bu yaratıkların işini bitirmek ne kadar sürer bilemiyordu.

Aklındaki ilk ve en önemli şey ise Gwendolyn’i güvende tutmaktı.

“Onu arka tarafa getirin!” diye bağırdı Thor. Bir yaratıkla savaşmakta olan Steffen’ı kolundan tutup Gwen’i gösterdi. “ŞİMDİ!”

Steffen, Gwen’i aldı ve ordunun arkasına doğru götürdü. Onu yaratıklardan uzaklaştırmaya çalışıyordu.

“HAYIR!” diye itiraz ediyordu Gwen. “Burada seninle olmak istiyorum!”

Ama Steffen görevine itaat ederek onu savaşın arka kanadına doğru sürükledi.  Orada kahramanca durup yaratıklara karşı savaşan binlerce MacGil ve Gümüş'ün arkasında koruyordu onu. Thor onun güvende olduğunu görünce rahatladı ve yaşayan ölülerle olan savaşına geri döndü.

Thor, kılıcının yanında ruhuyla da savaşabilmek için Druid gücünü çağırmaya çalıştı. Ama bir sebepten dolayı yapamadı. Andronicus’la olan savaşından, Rafi’nin zihin kontrolünden dolayı çok yorgundu ve gücünün iyileşmesi için daha fazla zamana ihtiyacı vardı. Normal silahlarla savaşmak zorundaydı.

Alistair ileriye, Thor’un yanına geldi ve avucunu kaldırarak yaşayan ölü ordusuna yöneltti. Bir ışık topu fışkırdı ve tek seferde birkaç yaratığı öldürdü.

Tekrar tekrar iki avucunu da kaldırarak etrafındaki tüm yaratıkları öldürüyordu ve o bunu yaparken Thor kız kardeşinin ona etki eden enerjisiyle ilham almıştı. Sadece kılıçla değil, zihni ve ruhuyla da savaşabilmek için tekrar bir başka yönünü çağırmaya çalıştı. Bir sonraki yaratık ona yaklaşırken, bir avucunu kaldırdı ve rüzgârı çağırmaya çalıştı.

Thor rüzgârın avuçlarının arasından geçtiğini hissetti ve aninden bir düzine yaratık havaya doğru fırladı. Rüzgâr onları savuruyor ve dünyadaki yarığa doğru takla attırırken uğulduyordu.

Kendrick, Erec ve diğerleri etraflarındaki herkes gibi düzinelerce yaratığı öldürüp sahip oldukları her şeyi ortaya koyarak Thor’un yanında cesurca savaşıyorlardı. İmparatorluk ordusu geriye çekilmiş ve Rafi’nin yaşayan ölü ordusunun onlar için savaşarak Thor’un adamlarını yormalarına izin vermişlerdi.

Çok geçmeden, Thor’un adamları yoruldular ve artık daha yavaş bir şekilde hareket etmeye başladılar, ama dünyadan çıkıp gelen yaşayan ölüler bitmiyordu, sonu gelmeyen bir akarsu gibiydi.

Thor, diğerleri gibi zor nefes aldığını fark etti. Yaşayan ölüler mevkilerine girmeye başlamıştı ve adamları artık düşmeye başlıyordu. Çok fazlaydılar. Thor’un etrafında, yaşayan ölüler askerleri alt edip, dişlerini boğazlarına saplayıp kanlarını emerken yükselen çığlıklar vardı. Bir yaratığın öldürdüğü her bir askerle, yaşayan ölüler daha da güçlenmeye başlıyor gibiydi.

Thor derhal bir şeyler yapmaları gerektiğini biliyordu. Bununla başa çıkabilmek için büyük bir güç çağrısına ihtiyaçları vardı. Onun ya da Alistair’in sahip olduğundan çok daha güçlü bir şey.

“Argon!” dedi bir anda Thor Alistair’e. “O, nerede? Onu bulmak zorundayız!”

Thor bakınca Alistair’in yorulmaya başladığını gördü. Gücü zayıflıyordu. Bir canavar yanından geçerken sinsice onu yakaladı ve Alistair yere düştü. Çığlık atıyordu. Canavar onun üzerine çıkarken, Thor ileri atılıp kılıcını canavarın sırtına sapladı ve Alistair’i son saniyede kurtardı.

Thor tek elini uzatıp onu hemen ayağa kaldırdı.

“Argon!” diye haykırdı Thor. “O bizim tek umudumuz. Onu bulmak zorundasın. Şimdi!”

Alistair ona bildiği bir bakış fırlattı ve kalabalığa karıştı.

Bir yaratık daha araya sızdı; pençeleriyle Thor’un boğazına saldırıyordu.  Krohn hemen üstüne atlayıp, onu hareketsiz hale getirdi ve yere fırlattı. Bir başka yaratık da Krohn’un sırtına saldırdı ve onu da Thor parçalayıp öldürdü.

Bir başka yaratık Erec’in sırtına atladı. Thor hemen koştu, onu oradan koparıp iki eliyle tuttu ve havaya kaldırdı; sonra, birkaç yaratığın üstüne savurarak onları da alt etti. Bir başka yaratıksa Kendrick’e saldırmıştı. Kendrick bunun geldiğini görmemişti. Dişlerini Kendrick’in omzuna sokmadan hemen önce Thor hançerini alıp boğazına yapıştırdı. Thor bunun Erec’e, Kendrick’e ve diğerlerine karşı durmayı telafi etmek için yapabileceği en küçük şey olduğunu hissetti. Yeniden onlarında tarafında, doğru tarafta savaşmak onu iyi hissettirmişti. Yeniden kim olduğunu bilmek ve kimin için savaştığını bilmek iyi gelmişti.

Rafi orada kolların iki yana açılmış heybetli bir şekilde dururken, yaratıkların binlercesi daha dünyadaki yarıktan çıkmaya devam ediyordu. Thor bunlara daha fazla karşı koyamayacaklarını biliyordu. Onlara saldırmaya hazır bir yaşayan ölü sürüsü dirsek dirseğe üstlerine doğru geliyordu. Thor kısa sürede, kendisinin ve tüm insanlarının tüketileceğinin farkındaydı.

En azından, savaşın doğru tarafında öleceğini düşündü.

İKİNCİ BÖLÜM

Romulus, onu kollarında taşırken Luanda savaşıyor ve karşı koymaya çalışıyordu. Köprüyü geçerken attıkları her adım onu anayurdundan daha da uzaklaştırıyordu. Çığlık attı, dövmeye çalıştı, tırnaklarını onun tenine geçirdi. Serbest kalabilmek için her şeyi yapmıştı. Ama Romulus’un kolları kaya gibi sağlamdı, omuzları genişti ve Luanda’yı çok sıkı bir şekilde sarmıştı. Tıpkı bir piton yılanı gibi kavramış ve öldüresiye bir şekilde sıkıştırıyordu. Luanda çok zor nefes alıyordu ve kaburgaları çok kötü ağrıyordu.

Tüm bunlara rağmen, en çok endişelendiği şey kendisi değildi. Kafasını kaldırıp baktığında, köprünün sonunda silahları hazır bir şekilde bekleyen İmparatorluk ordusunun askerlerini gördü. Hepsi de köprüye hızlıca girebilmek için Kalkan’ı indirmek konusunda endişeli görünüyorlardı. Luanda yukarı baktı ve Romulus’un giydiği tuhaf pelerin gözüne ilişti. Romulus onu taşırken pelerini titriyor ve parlıyordu. Luanda bir şekilde onun Kalkan’ı indirmesinde kendisinin kilit bir rol olabileceğini hissetti. Kendisiyle ilgili bir şey olmak zorundaydı. Yoksa neden onu zorla kaçırırdı ki?

Luanda içinde güçlü bir kararlılık hissetti. Kendini bir şekilde serbest bırakmalıydı. Sadece kendi için değil, krallığı için, insanları için yapmalıydı bunu. Romulus Kalkan’ı indirdiğinde, onu bekleyen binlerce adam köprüyü geçebilirdi. İmparatorluk ordusunun askerlerinden oluşan büyük topluluk çekirge gibi Ring’e saldıracaktı. Anayurdundan geriye kalan tüm iyi şeyleri yok edeceklerdi ve o bunun gerçekleşmesine izin veremezdi.

Luanda sahip olduğu her şeyiyle Romulus’tan nefret ediyordu. Tüm bu İmparatorluk’tan da ve en çok da Andronicus’tan nefret ediyordu. Şiddetli bir rüzgâr hızlıca yayılmıştı ve soğuk rüzgârın çıplak başına vuruşunu hissetti. Tıraşlanmış saçını hatırlayınca ve bu canavarların elinde küçük düşürülüşünü hatırlayınca sızlanıyordu. Eğer yapabilseydi hepsini teker teker öldürürdü.

Romulus onu Andronicus’un kampında tutsaklıktan kurtarınca, Luanda bu korkunç kaderinden ve Andronicus’un İmparatorluğunda bir hayvan gibi alay edilmekten kurtulduğunu düşünmüştü. Ama Romulus, Andronicus’tan bile daha kötü çıkmıştı. Köprüyü geçer geçmez, eğer ilk başta işkence etmezse hemen kendisini öldürebileceğini düşündü. Kaçmak için bir yol bulmak zorundaydı.

Romulus eğildi ve Luanda’nın saçlarını kenara iterek derin, boğazından gelen bir sesle kulağına konuştu. “Çok uzun sürmeyecek tatlım.”

Hızlı bir şekilde düşünmeliydi. Luanda bir köle değildi. O bir kralın ilk kızıydı. Onun kanında asil kan akıyordu. Savaşçıların kanı akıyordu ve hiçbirinden korkmuyordu. Hangi düşmana olursa olsun savaşmak için ne yapması gerekiyorsa yapardı. Bu düşman Romulus gibi güçlü ve kaba biri olsa da yapardı.

Luanda, kalan tüm gücünü çağırmayı denedi ve tek hızlı bir hareketle boynunu arkaya doğru kaldırıp uzanarak dişlerini Romulus’un boğazına sapladı. Tüm gücüyle ısırıyordu ve daha da sıkıca bastırıyordu dişlerini. Romulus’un kanı tüm yüzüne fışkırıp titremesiyle onu yere bırakana kadar devam etti.

Luanda dizlerinin üzerinde aceleyle hareket etti, arkasını döndü ve anayurduna giden köprü boyunca hızlıca koşmaya başladı.

Ona doğru yaklaşan ayak seslerini duyuyordu. Romulus, tahmin ettiğinden çok daha hızlıydı ve arkasına baktığında ona doğru katıksız bir öfkeyle yaklaştığını gördü.

İleriye doğru baktığında, yaklaşık sadece 6 metre ötesinde Ring anakarasını gördü ve daha hızlı koşmaya çalıştı.

Sadece birkaç adım kala, Luanda aniden omurgasında korkunç bir acı hissetti. Romulus kolunu uzatıp dirseğiyle sırtına vurmuştu. Yüzüstü toprağa çökerken sanki Romulus onu ezmişçesine bir acı hissetti.

Bir saniye sonra, Romulus onun üzerindeydi. Üzerine kapaklandı ve suratına bir yumruk geçirdi. O kadar sert vurmuştu ki, Luanda’nın tüm vücudu ters döndü ve sırtı toprağa yapıştı. Orada neredeyse bilinçsiz bir şekilde uzanırken, tüm acı çenesinden yüzüne kadar yankılanıyordu.

Luanda, kendisinin Romulus’un başının üzerine doğru kaldırıldığını hissetti ve onu fırlatmak için Romulus köprünün kenarına doğru giderken dehşetle izliyordu. Romulus orada durdu ve haykırdı. Luanda’yı fırlatmaya hazır bir şekilde başının üzerinde tutuyordu.

Luanda yukarı baktı, aşağıya doğru dik suya baktı ve hayatının sona ermek üzere olduğunu biliyordu.

Ama Romulus onu orada tutuyordu. Uçurumda, kolları titreyerek donmuş bir şekilde tutuyordu. Luanda’nın hayatı dengede asılı dururken, Romulus düşünüyor gibiydi. Açıkça görülüyor ki, öfkesinin etkisiyle onu oradan atmak istiyordu –  ama hala yapamamıştı. Amacını gerçekleştirebilmesi için ona ihtiyacı vardı.

Nihayet, Luanda’yı yere indirdi. Neredeyse canını çıkaracak şekilde kollarıyla sıkıca sardı. Sonra aceleyle kanyona insanlarına doğru ilerlemeye başladı.

Bu sefer, Luanda güçsüz ve acıdan sersemlemiş bir şekilde duruyordu. Yapabileceği bir şey kalmamıştı. Denemişti ve başarısız olmuştu. Şimdi yapabileceği tek şey, Kanyon’a doğru taşınırken yükselip onu saran ve sonra aniden kaybolan sisin eşliğinde kaderinin ona adım adım yaklaşmasını izlemekti. Luanda sanki bir başka gezegene götürülüyormuş gibi hissediyordu. Asla geri dönemeyeceği bambaşka bir yere.

Sonunda kanyonun uzaktaki kısmına vardılar. Pelerini omuzlarının etrafında müthiş bir gürültüyle ve parlak kırmızısıyla havalanırken Romulus son adımını attı. Luanda’yı çürük bir patates gibi yere bıraktı. Luanda zemine kafasını vurarak çok sert bir şekilde çarptı ve orada öylece uzanıp kaldı.

Romulus’un askerleri köprünün ucunda bakakalmışlardı. Açıkça görülüyordu ki ileri bir adım atıp Kalkan'ın inip inmediğini kontrol etmekten korkuyorlardı.

Romulus bu durumdan sıkıldı ve askerlerden birini tutup havaya kaldırdı ve bir zamanlar Kalkan olan görünmez duvarın tam ortasına fırlattı. Asker parçalara ayrılıp öleceğini beklediği için ellerini kaldırıp haykırarak ölümü karşılıyordu.

Ama bu sefer farklı bir şey oldu. Asker havada uçarak gitti, köprüye indi ve yuvarlanmaya başladı. Yuvarlandı, yuvarlandı. Kalabalık sessizlik içerisinde durana kadar izledi. Yaşıyordu.

Asker doğruldu, dik bir şekilde oturdu ve arkasına baktı. Şok içerisindeki kalabalığa bakıyordu. Başarmıştı. Bu sadece bir anlama geliyordu:  Kalkan inmişti.

Birer birer koşarlarken Romulus’un ordusundan müthiş bir kükreme yükseliyordu. Ring’e doğru akın ediyorlardı. Luanda korkudan sinmişti. Hepsi birden yanından geçerken yoldan uzak durmaya çalışıyordu. Kendi anayurduna doğru tıpkı bir fil sürüsü gibi ilerlemelerini dehşetle izliyordu.

Kendi bildiği ülkesi artık yoktu.

39 218,26 s`om
Yosh cheklamasi:
16+
Litresda chiqarilgan sana:
10 sentyabr 2019
Hajm:
264 Sahifa 8 illyustratsiayalar
ISBN:
9781632915320
Mualliflik huquqi egasi:
Lukeman Literary Management Ltd
Формат скачивания:

Ushbu kitob bilan o'qiladi