Kitobni o'qish: «Arzulanmış »

Shrift:



Çeviri

Özge Ceren Kalender

Morgan Rice

Morgan Rice Hakkında Morgan efsanevi fantezi serisi, çok satanlar listesinde birinci olan ve on kitaptan oluşan THE SORCERER'S RING serisinin yazarıdır. Serinin ilk kitabı A QUEST OF HEROES ise ücretsiz indirilebilir!

Morgan Rice altı dile çevrilen ve on kitaptan oluşan yetişkin gençlere daha fazla hitap eden en çok satanlar listesinde birinci sırada olan VAMPIR MEKTUPLARI serisinin yazarıdır.

Morgan ayrıca gene çok satanlar listesinde olan kıyamet sonrasını anlatan etkileyici THE SURVIVAL TRIOLOGY üçlemesinin ilk iki kitabı olan ARENA ONE ve ARENA TWO’nun da yazarıdır. Morgan yorumlarınızı dört gözle bekliyor, istediğiniz zaman iletişim kurabilirsiniz.

www.morganricebooks.com

“YAZGI, Vampire journals serisinin 4. kitabıdır ve sizi hayal kırıklığına uğratmayacak. Morgan Rice okuyucuları bağlayan muhteşem bir iş yapmış.. İyi yazılmış bir hikaye. Aksiyon yüklü bu kitaptaki dönemeçler ve olaylar sonuna kadar sizi kitaba bağlı tutar. Hikaye boyunca o kadar çok önemli olay ve heyecan verici gelişmeler var ki dikkatinizi sürekli üzerinde tutmayı başarıyor. Ana karakter Caitlin, gelişiyor ve olgunlaşıyor. Ayrıca eski karakterlerin sunuş ve konuya karıştırılma şeklini de sevdim.. Mükemmel macera/aşk romanı!”

--The Romance Reviews

“Hikayelerin gelişme şeklini çok beğeniyorum. Karakterlerin büyümesini ve kendileri ve birbirleri hakkında yeni şeyler öğrenmesini izlemekten keyif alıyorum.. YAZGI büyük bir hikayeydi. Sizi gerçekten içine çekiyor! Bu kitapta kimi destekleyeceğimi bilemedim. Ve yine Major Cliffhanger!!! Aman Allah’ım, bir sonraki kitaba başlamak için sabırsızlanıyorum! İleride neler olacağını derhal öğrenmeliyim. Daha önce söylediğim gibi, TÜM SERİYİ alın! Hepsini kısa bir sürede bitirebilirsiniz. Bu kitaplar genç yetişkin serileridir. 30 yaşına yeni girdim, bu kadar sevdiğim az sayıda genç yetişkin serisi kitapları var ve bunlar da kesinlikle o listede! OKUYUN! OKUYUN! Unutmayın OKUYUN!”

--werevampsromance.org

"TURNED (Dönüşüm), TWILIGHT (Alacakaranlık) ve VAMPIRE DIARIES (Vampir Günlükleri)’e kesinlikle rakip olacak ve son sayfaya kadar elinizden bırakamayacağınız bir kitap! Macerayı, aşkı ve vampirleri seviyorsanız bu kitap tam size göre!"

--Vampirebooksite.com

YAZARIN KITAPLARI

THE SORCERER’S RING

Kahramanların Görevi

A QUEST OF HEROES (Book #1)

A MARCH OF KINGS (Book #2)

A FATE OF DRAGONS (Book #3)

A CRY OF HONOR (Book #4)

A VOW OF GLORY (Book #5)

A CHARGE OF VALOR (Book #6)

A RITE OF SWORDS (Book #7)

A GRANT OF ARMS (Book #8)

A SKY OF SPELLS (Book #9)

A SEA OF SHIELDS (Book #10)

A REIGN OF STEEL (Book #11)

A LAND OF FIRE (Book #12)

A RULE OF QUEENS (Book #13)

AN OATH OF BROTHERS (Book #14)

THE SURVIVAL TRILOGY

ARENA ONE (Book #1) Arena Bir Köletüccarları Üçlemesi

ARENA TWO (Book #2)

THE VAMPIRE JOURNALS

TURNED (Book #1): Dönüşüm

LOVED (Book #2) Sevilmiş

BETRAYED (Book #3): Aldatılmış

DESTINED (Book #4) Yazgı

DESIRED (Book #5)

BETROTHED (Book #6)

VOWED (Book #7)

FOUND (Book #8)

RESURRECTED (Book #9)

CRAVED (Book #10)

FATED (Book #11)



Sonsuz Kitap: 124

1. Baskı: Temmuz 2014 ISBN: 978-605-384-734-2 Yayıncı Sertifika No: 16238


Yazar: Morgan Rice Çeviri: Özge Ceren Kalender

Yayın Yönetmeni: Ender Haluk Derince Görsel Yönetmen: Faruk Derince Editör: Tanıl Yaşar

İç Tasarım: Sadık Kanburoğlu

Düzelti: Can Ekin Köroğlu

Baskı: Sonsuz Matbaa Kağıtçılık Müc. Hiz. San. ve Tic. Ltd. Şti.

Matbaa Sertifika No: 28487 Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi

C Blok 2. Kat No: 291 Topkapı/İSTANBUL

Tel: 0212 674 85 28 501 04 95 Faks: 0212 674 85 29

E-posta: sonsuzbasim@gmail.com YAKAMOZ KİTAP © Morrgan Rice

Orijinal Adı: Desired Copyright © Morgan Rice

Türkçe yayın hakları Nurcihan Kesim Ajans aracılığı ile alınmıştır.

Yayınevinden izin alınmaksızın tümüyle veya kısmen çoğaltılamaz, kopya edilemez ve yayımlanamaz.

Sonsuz Kitap, Yakamoz Yayınları’nın tescilli markasıdır.

YAKAMOZ KİTAP / SONSUZ KİTAP

Gürsel Mah. Alaybey Sk. No: 7/1 Kağıthane/İSTANBUL Tel: 0212 222 72 25 Faks: 0212 222 72 35

www.yakamoz.com.tr / info@yakamoz.com.tr www.facebook.com/yakamozkitap www.twitter.com/yakamozkitap

Birinci Bölüm

Ikinci Bölüm

Üçüncü Bölüm

Dördüncü Bölüm

Bes, inci Bölüm

Altıncı Bölüm

Yedinci Bölüm

Sekizinci Bölüm

Dokuzuncu Bölüm

Onuncu Bölüm

On Birinci Bölüm

On Ikinci Bölüm

On Üçüncü Bölüm

On Dördüncü Bölüm

On Bes, inci Bölüm

On Altıncı Bölüm

On Yedinci Bölüm

On Sekizinci Bölüm

On Dokuzuncu Bölüm

Yirminci Bölüm

Yirmi Birinci Bölüm

Yirmi Ikinci Bölüm

Yirmi Üçüncü Bölüm

Yirmi Dördüncü Bölüm

Yirmi Bes, inci Bölüm

Yirmi Altıncı Bölüm

Yirmi Yedinci Bölüm

Yirmi Sekizinci Bölüm

Yirmi Dokuzuncu Bölüm

Otuzuncu Bölüm

Otuz Birinci Bölüm

Otuz Ikinci Bölüm

Otuz Üçüncü Bölüm

Otuz Dördüncü Bölüm

Otuz Bes, inci Bölüm

Otuz Altıncı Bölüm

Otuz Yedinci Bölüm

Otuz Sekizinci Bölüm

Otuz Dokuzuncu Bölüm

GERÇEK:

Paris’in Montmarte bölgesi 19. yüzyılda inşa edilen Sacré-Coeur Kilisesi ile ünlüdür. Tepenin üzerinde, hemen yanında daha küçük bir yapı olan Aziz Peter Manastırı vardır. Bu küçük belirsiz yapının kökeni 3. yüzyıla kadar dayanır ve daha büyük bir öneme sahiptir. İsa’ya inananların yeminlerini ettikleri yer olarak bilinir.

GERÇEK:

Sainte Chapelle, Paris’in ortalarındaki bir adada bulunan (Notre Dome’ın yakınlarında), içinde İsa’nın tacı, kutsal mızrak ve İsa’nın gerildiği çarmıhtan kalan parçalar gibi kutsal emanetlerin de yer aldığı 13. yüzyıldan kalma bir yapıdır. Bu kutsal emanetler büyük, süslü, gümüş bir sandıkta saklanır.

“Niçin böyle güzelsin hâlâ?

Yoksa inanayım mı o elle dokunulmaz ölümün Sana güzellik verdiğine?

O iğrenç canavarın seni bu karanlıkta Sevgilisi olasın diye sakladığına?

Bundan korktuğum için yanında duracağım.

Bu karanlık gecenin sarayından Ayrılmayacağım bir daha…”

William Shakespeare

Romeo ile Juliet

Birinci Bölüm

Paris, Fransa (Temmuz, 1789)

Caitlin Paine karanlığın içine uyandı.

Hava oldukça ağırdı, hareket etmeye çalıştıkça nefes alması zorlaşıyordu. Sert bir zeminde sırt üstü yatıyordu. Soğuk ve rutubetli bir yerdeydi, yukarıya bakınca ince bir ışık huzmesi gördü.

Omuzları yanlardan sıkıştırılmış gibiydi ama biraz çabayla gevşemeyi başardı. Avuçlarını esnetip altındaki zemini incelemeye başladı. Ellerini etrafında gezdirince hapsedilmiş olduğunu anladı. Hem de bir tabutun içine!

Caitlin’in kalbi hızlıca atmaya başladı. Sıkışık yerlerden nefret ederdi, nefes alışı giderek güçleşiyordu. Korkunç bir kâbusun içinde miydi, yoksa gerçekten bir başka zamanda bir başka yerde mi uyanmıştı?

Bu sefer iki eliyle birden yukarıya doğru bir hamle yaptı. Kapak birkaç santim, Caitlin’in parmaklarının araya girebileceği kadar açıldı. Bütün gücünü toplayıp tekrar itti. Kapak bu kez taşların birbirine sürten sesiyle birlikte daha da açıldı.

Caitlin, açılan boşluğa yumruğunu yerleştirerek son bir hamlede kapağı üstünden atmayı başardı.

Oturup etrafına göz gezdirerek hızlıca nefes almaya başladı. Ciğerleri temiz havayla dolarken kendini ışığa alıştırmaya çalışıyordu. Ellerini gözlerine götürüp, ‘Acaba ne kadar zamandır karanlıktaydım?’ diye düşündü.

Oturduğu yerde gözlerini ışıktan korurken, etraftan duyacağı herhangi bir sese ya da hissedebileceği bir harekete karşı tetikteydi. İtalya’daki mezarlıkta yaşadığı uyanışın ne kadar zorlu olduğunu hatırladı. Bu kez hiçbir şeyi şansa bırakmak istemiyordu. Her şeye hazırlıklıydı. Yakında olabilecek köylülere, vampirlere ya da her ne varsa ona karşı kendini savunabilirdi.

Ama bu sefer sadece sessizlik vardı. Zar zor gözlerini açtı ve orada yapayalnız olduğunu fark etti. Gözleri ortama alıştıkça, bulunduğu yerin aslında o kadar da ışık dolu olmadığını anladı. Kavisli ve alçak bir tavanı olan mağaraya benzer, taş bir odadaydı. Bir kilisenin mahzenini andırıyordu. Oda sadece sıradan bir mumun ışığıyla aydınlatılmıştı. ‘Gece olmalı,’ diye düşündü.

Gözleri artık ışığa iyice alışmıştı. Etrafı dikkatle inceliyordu. Haklıydı. Kilisenin mahzeni olduğuna artık emin olduğu bir odanın köşesinde bir tabutta yatıyordu. Oda birkaç taştan sütun ve lahitler haricinde bomboştu.

Caitlin, içinde olduğu tabuttan dışarı adım attı. Gerilip kaslarını esnetti. Tekrar ayakta durabilmek iyi gelmişti. Bu sefer bir savaşın içine uyanmadığı için memnundu. En azından kendini toparlamak için biraz zamanı olmuştu. Ama hâlâ kafası karışıktı. Kendini bin yıllık bir uykudan kalkmış gibi hissediyordu. Ve tam o sırada, midesinde bir açlık sancısı hissetti.

‘Neredeyim?’, ‘Hangi yıldayım?’ diye meraklandı.

‘Ve her şeyden önemlisi, Caleb nerede?’

Onu yanında bulamayınca hayal kırıklığına uğramıştı. Caitlin, odayı Caleb’den bir iz bulma umuduyla aramaya başladı. Ama hiçbir şey yoktu. Diğer tabutun ağzı sonuna kadar açıktı ve içi boştu. Caleb’in saklanabileceği başka bir yer de yoktu.

“Hey! Caleb?” diye seslendi.

Odanın içinde birkaç çekingen adım attı ve alçak, kemerli bir kapı gördü. Bu kapı odaya giriş ve çıkışın tek yoluydu. Yaklaşıp açmayı düşündü. Kapı zaten kilitli değildi, yavaşça açıldı.

Odadan çıkmadan önce arkasına dönüp, etrafta ihtiyacı olan bir şeyi bırakıp bırakmadığına baktı. Hâlâ boynunda duran kolyesine dokundu. Ceplerini kontrol edip günlüğünün ve o büyük anahtarın orada olduğuna emin oldu. Bu dünyada sahip olduğu bütün varlığı bu kadardı ve bütün ihtiyacı olan da bunlardı.

Caitlin odadan çıkarak uzun, kemerli koridora adımını attı. Düşünebildiği tek şey Caleb’i bulmaktı. Elbette o da Caitlin ile birlikte bu zamana dönmüştü. Dönmemiş miydi yoksa?

Caitlin ile gelmiş olsa bile, onu bu zaman diliminde hatırlayacak mıydı? Her şeyi en baştan yaşamayı hayal bile edemiyordu. Caleb’i aramak ve Caitlin’i hatırlamayan bi Caleb’i bulmak… Hayır! Bu kez bunları yaşamamak için dua ediyordu. ‘Yaşıyor,’ diyerek kendini teskin etti. Buraya birlikte gelmiş olmalıydılar.

Koridorda hızlıca ilerlerken kendini taş merdivenlerde buldu ve hızı daha da arttı. Hızlandıkça Caleb’in onunla birlikte burada olmadığına dair bir duygu içine oturuyordu. Yanında, ona her şeyin yolunda olduğunu söyleyerek uyanmamıştı. Bu Caleb’in yolculuğu tamamlayamadığı anlamına mı geliyordu? İçinde hissettiği boşluk giderek büyüyordu.

Sam’e ne olmuştu? O da orada Caitlin ve Caleb ile birlikteydi. Neden Sam’e dair biz iz bile yoktu?

Caitlin sonunda merdivenlerin başına ulaşmıştı. Karşısına çıkan kapıyı açtığında gördükleri karşısında şaşkınlıkla öylece kaldı. Mükemmel bir kilisenin şapelindeydi. Daha önce hiç bu kadar yüksek bir tavan, kocaman ve görkemli bir sunak görmemişti. Oturulacak sıralar sonsuza dek uzuyor gibiydi. Burası binlerce insanın sığabileceği bir yere benziyordu.

Şansa içerisi bomboştu. Her yerde mumlar yanıyordu, belli ki geç bir saatti. Caitlin bu duruma minnettar kalmıştı. Şu an isteyeceği son şey, binlerce kişi ona bakarken bu sunaktan yürümek zorunda kalması olurdu.

Caitlin çıkışa doğru, bu uzun koridoru kullanarak yavaşça yürüdü. Caleb’i, Sam’i hatta belki de bir rahibi görebilmek umuduyla ilerliyordu. Assisi’de onu güzelce karşılayan ve her şeyi ona açıklayan rahibe benzer biriyle karşılaşabilirdi. Caitlin’e nerede, hangi zamanda olduğunu ve bunun sebebini açıklayabilecek biriyle…

Fakat kimse yoktu. Caitlin tamamıyla yapayalnızdı. Büyük, çift kapılı çıkışa yaklaştı ve dışarıda karşılaşabileceği şeylere karşı kendini hazırladı.

Kapıyı açtığı anda nefesi kesildi. Gece, her yerde yanan meşaleler ile aydınlatılmıştı ve Caitlin’in önünde kocaman bir kalabalık duruyordu. İnsanlar kilisenin önünde öylece beklemiyorlardı. Bundan ziyade büyük ve açık meydanda oradan oraya gidiyor gibiydiler.

Hareketli bir geceydi ve Caitlin sıcağı hissettiği an yaz mevsiminde olduklarını anladı. Antika kıyafetleri ve resmî hareketleriyle gördüğü insanlar Caitlin’i oldukça şaşırtmıştı. Şansına kimse onu fark etmedi ama o insanlara gözünü dikmekten kendini alamıyordu.

Resmi bir şekilde giyinip kuşanmış yüzlerce insan vardı ve farklı bir yüzyıldan oldukları besbelliydi. Aralarında atlar, at arabaları, seyyar satıcılar, şarkıcılar ve ressamlar da vardı. Kalabalık bir yaz gecesiydi ve oldukça bunaltıcıydı. Hangi yılda ve nerede olduğunu merak ediyordu. Daha da önemlisi, bu kalabalığa baktığında Caleb’in oralarda bir yerde onu bekleyip beklemediğini merak ediyordu.

Kalabalığı çaresiz bakışlarla, Caleb’i ya da Sam’i bulma umuduyla taradı. Görebildiği her tarafa baktı ama birkaç dakika sonra orada olmadıklarını kabullendi.

Caitlin ileriye doğru adımlar atarak meydana doğru geldi ve yüzünü kiliseye dönerek dış yapısının ona nerede olduğunu bulmasıyla ilgili bir ipucu vermesini umdu. Ve o ipucunu buldu! Caitlin mimarî, tarih ya da kiliseler hakkında çok şey bilmiyordu. Ama bir şeyler bildiği kesindi.

Bazı yerler kendini belli ederdi. Caitlin de böyle yerleri tanıyabiliyordu ve burası da onlardan biriydi.

Notre Dome’ın önünde duruyordu. Paris’teydi.

Burayı başka bir yer ile karıştıramazdı. Üç oymalı, büyük kapısı vardı ve önünde düzinelerce küçük heykel sıralanmıştı. Görkemli bina gökyüzüne doğru yüzlerce adım yükseliyordu. Burası dünyada tanınabilecek en önemli yerlerden biriydi. Daha önce internetten birkaç kez bakmıştı. Burada, Paris’te olduğuna inanamıyordu.

Caitlin, Paris’e gitmeyi hep istemişti; bunun için annesine her zaman yalvarırdı. Lise yıllarında bir erkek arkadaşı varken, bir gün onunla birlikte Paris’e gideceğini düşünürdü. Her daim gitmeyi hayal ettiği yerde olduğunu anladığında nefesi kesildi. Hem de bir başka yüzyıldaydı.

Caitlin kendini yoğunlaşan kalabalık içinde itelenirken buldu. Bir anda gözlerini aşağıya çevirdi ve üzerindeki kıyafetlere baktı. Kyle’ın, ona Roma’daki Kolezyum’da verdiği mahkûm giysilerinin içinde olduğunu fark edince şaşakaldı. Üzerine fazla büyük olan, kabaca kesimli, pürüzlü bir keten tunik beline ve ayaklarına ince birer parça iple tutturulmuştu. Saçları yıkanmamış ve keçe gibi yüzüne yapışıyordu. Hapisten kaçmış bir suçluya ya da berduşa benziyordu.

Daha endişeli bir hisle kalabalıkta Caleb’i, Sam’i ya da tanıyacağı ve ona yardım edecek birilerini aradı. Hayatında hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. Ve hayatında hiçbir şeyi şu an onları görmekten, buraya yalnız gelmediğini ve her şeyin yoluna gireceğini bilmekten çok istememişti.

Ama kimseyi tanıyamadı.

“Belki de yalnızca benimdir,” diye düşündü. “Belki de gerçekten tek başınayımdır.”

Bunun düşüncesi bile midesine bir bıçak gibi saplandı. Geriye dönmek ve kiliseye saklanıp bir başka zamana gönderilmek istiyordu. Etrafta tanıdığı birilerin olacağı bir zamana…

Ama silkelenip kendine geldi. Geri dönüşün olmadığını, hatta ilerlemek dışında başka bir seçeneğinin olmadığını biliyordu. Sadece bu zaman ve bu yerde kendi yolunu bulacak kadar cesur olması gerekiyordu. Yapabilecek başka bir şeyi yoktu.

Caitlin kalabalığın içinden kurtulmak zorundaydı. Yalnız kalıp dinlenmeli, karnını doyurmalı ve düşünmeliydi. Nereye gitmesi gerektiğini, Caleb’i nerede araması gerektiğini, hatta onun gerçekten burada olup olmadığını bile düşünmesi gerekiyordu. Daha da önemlisi neden bu şehirde ve bu zaman diliminde olduğunu bulmalıydı. Henüz hangi yılda olduğunu bile bilmiyordu.

Yanından geçen birinin kolunu yakaladı, merakından çatlamak üzereydi.

Adam, birden durdurulmasına şaşırarak yüzünü Caitlin’e döndü.

“Kusura bakmayın ama hangi yıldayız acaba?” deyiverdi Caitlin. Kendi sesini duyduğunda boğazının ne kadar kuruduğunu ve nasıl acınası bir hâlde göründüğünü fark etti.

Bunu sormaktan bile utanmıştı. Deli gibi göründüğünü biliyordu.

“Yıl?” diye tekrarladı kafası karışan adam.

“Ah… Özür dilerim ama bir türlü hatırlayamıyorum.” Adam, Caitlin’e hızlıca bir göz attı. Onunla ilgili bir şeylerin yolunda olmadığını anlamış gibi kafasını sallıyordu.

“1789 yılındayız tabii ki! Yeni bir yıla girmeye de yakın değiliz üstelik, karıştıracak ne var?” dedi alaycı bir şekilde ve yoluna geri döndü.

1789. Bu yılın gerçekleri Caitlin’in aklında sıralanmaya başladı. En son 1791 yılında olduğunu hatırladı. O kadar da uzağa gelmemişti, sadece 2 yıl.

Ama şimdi Paris’teydi. Venedik’ten tamamen farklı bir şehir. Neden burası? Neden bu yıl?

Beynini zorluyor, tarih derslerini hatırlamaya çalışıyordu. 1789’da Paris’te neler olmuştu? Hatırlayamayacağını anladığında utanmıştı. Bir kez daha, derslere yeterince ilgi göstermediği için kendine kızdı. Eğer günün birinde zamanda yolculuk edeceğini bilseydi, lise yıllarında tarih dersine sabahlara kadar çalışır, her şeyi ezberlemeye uğraşırdı.

Şu an bunları düşünmenin bir şey değiştirmeyeceğini fark etti. Şimdi, kendisi tarihin bir parçasıydı. Şimdi, tarihi ve kendini değiştirmek için bir şansa sahipti.

Geçmişin değiştirilebileceğini anlıyordu. Tarih kitaplarında bazı şeyler yazıyor diye, zamanda geriye gidilip düzeltilmeyecek değildi. Aslında çoktan değiştirmişti bile. Bu zamandaki bu görüntüsü bir şeyleri etkileyecekti mutlaka. Şu durumu da kendi çapında tarihte yerini alacaktı.

Böylece yapacağı her hareketin önemini daha iyi anladı.

Geçmiş, yeniden yaratılmak üzere onun ellerindeydi.

Caitlin çevresinin mükemmelliğine bakınca az da olsa rahatladı, hatta biraz da cesaretlendi. En azından güzel bir zamanda ve güzel bir yerdeydi. Taş devrine dönmemişti. Ayrıca bir boşluğun içinde de değildi. Etrafındaki her şey kusursuz görünüyordu. İnsanlar öyle güzel giyinmişlerdi ki kaldırım taşlarıyla donatılan sokakta meşalelerin ışıklarıyla parıldıyorlardı. Ve Catilin’in 18. yüzyıl Fransa’sıyla ilgili hatırladığı bir şey daha vardı. Bu dönem Fransa’nın hâlâ kral ve kraliçe tarafından yönetildiği en zengin zamanlarıydı.

Caitlin, Notre Dome’ın bir ada üzerinde olduğunu fark etti ve buradan uzaklaşması gerektiğini hissetti. Burası çok kalabalıktı ve onun biraz sakinliğe, tenha bir yere ihtiyacı vardı. Buradan uzaklaşabileceği küçük köprüler gördü ve birine doğru ilerlemeye başladı. Kendini, ‘Belki Caleb’in varlığı beni buraya yöneltiyordur,’ diye umutlandırıyordu.

Nehrin üzerinden geçerken, Paris’in meşalelerin ve ay ışığının altında ne kadar güzel göründüğünü fark ediyordu. Caleb’i düşündü. Tam o sırada yanında olmasını ve bu manzaraya onunla beraber bakıyor olmayı istiyordu.

Suyu izleyerek köprüyü geçerken anılar bir anda Caitlen’e hücum etti. Pollopel’i ve Hudson Nehri’ndeki o geceyi düşündü, ayın nehri aydınlatışını… O an, içinde birden suya atlama hissi uyandı. Kanatlarını test etmek istiyordu. Tekrar uçup uçamayacağını bilmek istiyordu.

Ama oldukça zayıf ve aç olduğunu anladı, ayrıca geriye doğru yaslandığında kanatlarını hissedemiyordu bile. Zamanda yaptığı yolculuğun yeteneklerini, güçlerini etkilediğinden endişe etti. Daha önce hissettiği kadar güçlü hissedemiyordu. Aslında, tam da bir insan gibi hissediyordu. Zayıf. Hassas. Kırılgan. Bu hisleri hiç sevememişti.

Nehri geçtikten sonra şehrin sokaklarında umutsuzca birkaç saat dolandı. Kuzeye yönelerek, nehirden uzağa iç içe girmiş sokakların arasında döne dolaşa ilerledi. Şehir Caitlin’i büyülemişti. Bazı açılardan 1791’in Venedik ve Floransa’sına benziyordu. Paris de o şehirler gibi aynı kalmıştı ve 21. yüzyılda bile aynı kalacaktı. Buraya hiç gelmemişti ama fotoğraflarını görmüştü. Gördüğü bazı binaları tanıdığında şaşırıyordu.

Buradaki sokaklar kaldırım taşlarıyla döşeli, atlar ve at arabalarıyla doluydu. İnsanlar gösterişli elbiseler içinde dünyadaki bütün zaman kendilerine aitmiş gibi sakin sakin dolanıyordu. Buna benzeyen diğer bütün şehirlerde olduğu gibi burada da bir tesisat sistemi yoktu ve Caitlin yollardaki atıkları görmekten ve yazın sıcağında hissedilen kötü kokuyla irkilmekten kendini alıkoyamıyordu. Polly’nin ona Venedik’te verdiği küçük potpuri paketlerinden biri keşke yanında olsaydı, diye içinden geçiriyordu.

Ama diğer bütün şehirlerin aksine Paris başlı başına bir dünyaydı. Burada sokaklar daha geniş, binalar daha alçak ve her şey daha güzel dizayn edilmişti. Şehir kendini daha eski, değerli ve güzel hissettiriyordu. Ayrıca daha az kalabalıktı, Notre Dame’dan uzaklaştıkça daha az insana rastlar olmuştu. Bu sakinlik belki de gecenin geç saatleri olduğu içindi ama sokaklar neredeyse bomboştu.

Yorgunluktan bitap düşene kadar, etrafta onu Caleb’e yönlendirebilecek herhangi bir iz bulmak amacıyla yürüyüp durdu. Ama hiçbir şey yoktu.

Her yirmi blokta çevresi değişiyor, çevrenin hissettirdikleri de değişiyordu. Kuzeye doğru ilerledikçe kendini bir yokuşun başında buldu. Yeni bir bölge gibiydi. Daracık sokaklarda birçok bar sıralanmıştı. Köşe başındaki barın yanından geçerken yerde, kendinden geçmiş, bilinçsiz şekilde yatan, sarhoş bir adam gördü. Sokak bomboştu. Tam o sırada yaşanabilecek en kötü açlık sancısı Caitlin’i yakaladı. Midesini ikiye bölüyorlarmış gibi hissediyordu.

Gözleri, yerde yatan adama kilitlendi. Boynundaki damarda akan kanı hissediyordu. O sırada adama saldırıp, açlık hissini doyurmaktan daha fazla isteyebileceği hiçbir şey yoktu. Hissettiği duygu, ani bir istekten daha çok vücudunun ona verdiği bir emir gibiydi. Vücudu bunu yapması için ona bağırıyordu.

Caitlin başka bir yere bakmak için bütün gücüyle uğraşıyordu. Bir insanı incitmektense açlıktan ölmeyi tercih ederdi.

Buralarda avlanabileceği bir orman var mıdır düşüncesiyle etrafını incelemeye başladı. Şehrin içinde kirli sokaklara ve birkaç parka rastlamasına rağmen ormana benzer bir bölge görememişti.

Tam o sırada barın kapısı açıldı ve bir adam, garsonlar tarafından dışarıya fırlatıldı. Sarhoş olduğu belliydi, garsonlara küfür yağdırıyordu.

Sonra birkaç adım geri çekildi ve bakışlarını Caitlen’e çevirdi.

Yapılı bir vücudu vardı ve Caitlin’e kötü niyetli gözlerle bakıyordu.

Caitlin gerildiğini hissetti. Güçlerine hâlâ sahip olup olmadığına dair merakı canlanmıştı.

Arkasını dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladı ama adamın onu takip ettiğini hissediyordu. Caitlin arkasını dönemeden adam onu sıkıca saracak bir şekilde yakaladı. Adamın nefesindeki iğrenç kokuyu omzunun üstünden hissedebiliyordu.

Adam sarhoş olduğu için, Caitlin’e tutunuyor olmasına rağmen bir an sendeledi. Caitlin o sırada odaklandı ve Pollopel’de, Aiden’ın ona öğrettiği tekniklerden birini kullanıp, bir adım kenara çekilerek adamı tuttu ve alaşağı etti. Adam sırt üstü yere yapıştı.

Caitlin birdenbire, birçok dövüşçüyle karşı karşıya kaldığı Roma, Kolezyum’da yaşadıklarına bir geri dönüş yaşadı. O kadar netti ki bir anlığına gerçekte nerede olduğunu unutuverdi.

Hemen kendini toparladı. Sarhoş adam sallanıyor olmasına rağmen ayağa kalkmıştı ve ona doğru hamle yapıyordu. Caitlin son adıma kadar yaklaşmasına izin verdi ve yine kenara çekilip, bir anda adamı havada döndürdü ve suratının üzerine yapıştırdı.

Adam iyice afallamıştı. Ayaklanıp tekrar kendine gelemeden Caitlin oradan uzaklaştı. Adamı bir güzel benzettiği için mutluydu ama bir yandan da olayın şokundaydı. Hâlâ Roma’ya dair geri dönüşler yaşıyor olması onu endişelendirmişti. Doğaüstü güçlerine dair bir şey de henüz hissetmemişti. Halen bir insan kadar kırılgan hissediyordu. Bunun düşüncesi bile Caitlin’i diğer her şeyden daha çok korkutmaya yetiyordu. Gerçekten de tamamen yalnız başına kalmıştı.

Nereye gideceğine, ne yapacağına dair aceleci ve telaşlı bir hâl alarak etrafına bakınmaya başladı. Az önce hızlıca geldiği yol yüzünden bacakları ağrıyordu ve umutsuzluk hissetmeye başlamıştı.

Ve tam o anda orayı gördü. Kafasını kaldırdı ve önünde yükselen yokuş bir yol gördü. Bu yokuşun sonunda kocaman bir ortaçağ manastırı duruyordu. Nasıl olduğunu açıklayamayacak bir şekilde onun içine çekiliyormuş gibi hissediyordu. Yokuş göz korkutucu görünüyordu ama Caitlin gidebileceği başka bir seçenek bulamıyordu.

Daha önce hiç olmadığı kadar yorgun bir şekilde, kafasında keşke uçabilseydim düşüncesiyle yokuşu tırmandı.

Sonunda manastırın girişine ulaşabilmişti. Başını kaldırıp kocaman, meşe kapılara baktı. Tarihi bir yere benziyordu. 1789 yılında olduğunu biliyordu. Önünde dikilen bin yıllık yapı, yüzünde şaşkın bir bakış ortaya çıkarmıştı.

Nedenini bilmediği bir şekilde buraya çekiliyormuş gibi hissediyordu. Gidecek başka bir yeri olmadığını bildiği için cesaretini toplayıp yavaşça kapıyı tıklattı.

Cevap yoktu.

Kapı kolunu çevirdi ve açık olmasına şaşırarak içeriye girdi.

Eski kapı yavaşça kapandı. Caitlin gözlerini birkaç dakika içinde karanlık, mağaramsı kiliseye alıştırdı. Etrafı inceledikçe büyüklüğüne ve görkemine şaşırıyordu. Halen gecenin geç saatleriydi ve bu sade, süssüz, komple taştan yapılmış kilise, mumların loş ışığıyla aydınlatılıyordu. Köşedeki sunak düzinelerce mumla çevrelenmişti.

Bunun dışında oldukça boş görünüyordu.

Caitlin bir anda burada ne yapıyor olduğunu düşündü. Burada olmasının özel bir sebebi mi vardı? Yoksa aklı gene ona oyun mu oynuyordu?

Yandaki kapı aniden açıldı ve Caitlin irkildi.

Kısa boylu, narin görünümlü bir rahibenin, beyaz kıyafeti ve beyaz başlığı içinde ona doğru yürüdüğünü görünce şaşırmıştı. Rahibe yavaşça yürüdü ve direkt Caitlin’in yanına geldi.

Beyaz başlığını açıp gülümseyerek Catilin’e baktı. Kocaman, masmavi gözleri vardı ve rahibe olabilmek için çok genç görünüyordu. Rahibe gülümsemeye devam ettikçe, Caitlin ondaki sıcaklığı hissetmeye başlamıştı. Ayrıca onun da kendisi gibi bir vampir olduğunu anlamıştı.

“Kardeş Paine, sizi burada görmek bir onur,” dedi nazikçe.

51 134,18 s`om
Yosh cheklamasi:
16+
Litresda chiqarilgan sana:
10 oktyabr 2019
Hajm:
234 Sahifa 8 illyustratsiayalar
ISBN:
9781632912145
Mualliflik huquqi egasi:
Lukeman Literary Management Ltd
Yuklab olish formati:

Ushbu kitob bilan o'qiladi