Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Gödeli Mehmet», sahifa 2

Shrift:

O yaz mektep tatil olduğu zaman gidip gelme ve yol arkadaşlığına imkân kalmadıysa aralarındaki sevgi de ortadan kalkmadı.

Besime, on bir yaşında, gürbüz bir çocuktu; pembe derisinin altında kuvvetli, feyizli bir hayatın kımıldadığı görülüyordu. Bahçede hava tulumbasının altında yahut Nail’in odasında birbirlerine tesadüf ediyor, konuşuyorlardı. Şakalaşıyorlar ve bu sessiz kızın onu gördükçe yüzünde bir tebessüm dalgalanıyor ve damarlarında sıcak bir kan dolaşıyordu. Hatta o kadar ki biraz zaman sonra el şakası etmeye, vurup kaçmaya, kovalayıp tutmaya ve birbirini sıkıştırmaya bile başlamışlardı. Nail, on dokuz yaşında bir çocuktu ve her şeyi bilirdi. Besime’ye gelince, onunla olan muamelesini, evden, babasından, bahçıvandan, aşçı kadından âdeta bir günah gibi saklıyordu.

O esnada münasip bir fırsat zuhur etti ve bahçıvan bir gün hastalanıp gitti. Besime, babasının Tophanelioğlu’ndaki kahveye gittiğini ve dadısının uykuya yattığını kollar ve Nail’in odasına giderdi. Bu odanın tavanı alçaktı ve Nail’in yatağıyla bahçıvanın yatağı karşı karşıya dururdu. Bu odada ona her şeyden evvel tesir eden şiddetli bir bekâr kokusu, keskin ter kokusuna benzer bir koku vardı ve onu tahrik ediyordu; bu erkek kokusu idi. Nail, şüphesiz çirkin idi lakin erkekti, kuvvetli ve şiddetli bir erkek. Orada kâh birbirine hücum edemeyerek yalnız oturup konuşuyorlar kâh âdeta birbirini inciterek oynaşıyorlardı. Yalnız günün birinde, bu latifeler, pek ciddi bir şekil almış bulundu. Besime, âdeta hayran ve bir şey bekliyormuş gibi görünüyordu. Taze, henüz gürbüz bir çocuk vücudu olan vücudunu onun kollarının arasında hissediyor, onun demir gibi kollarını, yanağına dokunan boynunu, kızgın derisinin altında kımıldayan adalelerini duyuyor ve bu genç çocuğu kızgın, katı, sanki onu uyuşturan bir zehir gibi bekliyordu.

Besime, onun kolları arasında sıkıldığını hissetti ancak bu odanın kokusu, bu mekruh koku onu âdeta uyutmak istiyor gibiydi ve hiç hareket edemiyor, kendini bu ızdıraptan kurtaramıyordu. Birkaç lahza sonra, Nail birdenbire gevşedi, sanki latifenin hududunu tecavüz etmiş olduklarını anlar gibi. Birbirlerine hiçbir şey söylemeyerek, hatta yüzlerine bakmayarak ayrıldılar. Nail odanın arkasında fasulye sırıklarının arasına, Besime eve kaçtı. Besime, bu pisliği tamamen anladı mı? Mektep ona neler öğretti, herkes mektepte neler öğrendiğini elbette hatırlar. Ancak ertesi gün Nail’in hiçbir şey yokken, işlemiş gündeliklerini de almayarak savuştuğuna hiçbir mana veremediğine bakılırsa, herhâlde hiçbir şey anlamamıştır ve onu yalnız Nail’in orta yerden kaybolması müteessir etmiştir. Ondan sonra günler şiddetli iştiyak ile geçmeye ve arkasındaki zaif gömlek, vücudunu ateş gibi yakmaya başladı.

Onun yerine gelen, uzun boylu, iri kulakları yelken gibi iki tarafa açılmış, yassı kafalı bir Arnavut delikanlısıydı ve Türkçesi hemen hemen hiç yok gibiydi. Mektebe beraber giderken başını kaldırıp gözlerini açarak, o iri kulaklarıyla, yanında yürüyen Besime’ye bir tuhaf bakışı vardı ki onu âdeta korkutuyordu.

Ertesi sene, mektep terk olunmak mecburiyetini dadı ihtar etti, ondan sonra evde kaldı. Besime, kanlı, gürbüz ve güzel bir kız olmuştu. Daima vücudunda kuvvet hisseder ve bu hâl onu acayip bir surette rahatsız eylerdi. Yaz, uzun ve gayet sıcak gidiyordu ve bu evde günler hep birbirine benziyor ve derin bir sessizlik her tarafı ihata etmiş bulunuyordu.

Burası, sanki şehirle, civarıyla alakasını katetmiş bir yerdi. Sebzenin ve ağaçların yaprakları hararetten gevşiyor, kendini bırakıyordu. Eski bağ yerlerinin kenarlarındaki taş döküntüleri arasından kuvvetli aylandız sürgünleri çıkmıştı. Bir tarafta böğürtlen çalıları kim bilir ne zaman dikilmiş, duvar gibi sık yeşil duruyorlardı. Yolun kenarında sakız ağaçları arasında yine bu çalılardan vardı. Geçerken bu ağaçların köklerinde, kayaların, otların arasında birtakım haşerat sürünerek kaçışırlar, otları çıtırdatırlardı. Böcekler gece gündüz, fasılasız cızırdıyor ve sesleri bütün oraları dolduruyordu. Etrafta, uzaktaki köşkler, sanki boş gibi dururlardı. Yolun karşısındaki arsanın içinde eski bir konak harabesinin yegâne şahidi kalan iri bir ocağın ve büyük bir bacanın altında kendine bir odacık ve ineklerine bir ahır yapan bir sütçü oturuyordu. Fakat onun inekleri de sanki bu yaz böceklerinin sesini dinlemek istiyorlarmış gibi bütün az bir defa olsun böğürmediler. Bu sütçünün karısı, bu evin bir tanecik misafiri ve komşusu idi; çarşafı başında hemen her gün dadının odasına gelir, yaz kış odadan kalkmayan, yalnız kış oldukça bir köşeye çekilen, yaz oldukça erkân minderinin önüne kadar sokulan mangalın başına çömelir, hatta bazen dadıya ve kendisine birer kahve pişirir, bütün civar köşklerin, bütün etrafın dedikodusunu, havadisini sayıp döker ve giderdi.

Besime, onu yalnız dinler ve o Kadıköy’e gidecek oldukça ufak tefek şeyler sipariş ederdi. Besime’nin evde kimse ile konuştuğu yoktu. Nail’den sonra gelen Arnavut çocuğu az zaman durdu kaçtı, ondan sonra da ihtiyar iki adam tuttular. Babasıyla dargın gibi duruyorlardı. Bu baba kız, belki hayatlarının bütün imtidadınca16 beş-on kelime teati etmemişlerdir. Münasebetleri, hemen kandil geceleri, ramazanın ilk gecesi, bayram günleri elini öpmekten ibaret kalıyordu. Elini öptürüyor ve ağız ile burnu arasından birkaç kelime mırıldanıyordu. Yahut bazen bir şey soracak olursa ve tesadüf ederse lakırtı ederlerdi. Zaten hayat o kadar basit, o kadar sade ve külfetsiz idi ki çok defa aralarında konuşacak lakırtı bulamazlardı.

Besime, akşama kadar yukarı odadan aşağıya iner çıkar, mutfak kapısına kadar gider, sabahleyin erken bahçede bulunur ve geceleri oturmayarak erkenden yatardı. Odasında kapalı, aç vakitler gezindiği, öksürdüğü duyulurdu; ne yapardı kimse bilmez. Bütün yaz böyle geçiyordu. Zaten bu sene daha kıştan uzun yağmurlar devam etmiş ve tabiat her nedense baharı hazfedip17 bütün çiçeklere ve kuşlara verdiği vaadi inkâr ederek birdenbire yaza intikal eylemişti. Şimdi her tarafta toz, her tarafta ter. Bir damla rahmet düşmüyor, bütün otlar, çiçekler kuruyor, yanıyor, bütün insanlar gevşek, kızgın, hasta geziyorlardı.

Besime, hiç kimseye bir şey dememesine rağmen, onun bir minderin üstünde uzanıp kaldığını, sonra vücudunun kuvvet ve diriliğine rağmen gevşek adımlarla, ancak sessiz, aşağı yukarı inip çıktığını görenler, bir parça muzdarip zannederlerdi. O, hiçbir şey yapmıyor, ufak tefek dikişten başka hiçbir şeye elini sürmüyor ve hiçbir şey bilmiyordu. Sabahleyin erken kalkıyor, kâh bahçeye inip geziyor kâh pencerenin önünde yazmacıların rutubetini kokluyor, sonra dadının odasına iniyor, aşçı kadınla birkaç lakırtı ediyor ve dadısıyla yemeğini yiyip tekrar öğle uykusuna uzanıyordu; bu uyku geç vakitlere kadar sürebilirdi.

Yalnız, bu âdet yaz ortasından sonra ufak bir vesileyle bozuldu. O vesile, onun ikinci alakası idi. Şu uzaktaki panjurlu köşke yeni bir uşak aldılar; bu çocuk, ihtimal kurağın devamından, kuyuları kuruyan köşke, inekçinin kulübesi yanındaki büyük bostan kuyusundan üstüne fıçı konmuş bir araba ile su taşırdı. Daha ilk gördüğü gün onun dikkatini celbetmiş idi; gürbüz, genç irisi bir oğlandı. Bacakları baldırlarına kadar sıvalı, ayağında bir ince pantolon, sırtında yalnız bir basma gömlek, başı açık, ayakları çıplak. Kovaları çekiyor, sonra arabanın tekerleğine basıp fıçının üstündeki büyük tahtadan yapılmış acayip bir dört köşe huninin içine döküyordu. Sonra tekrar tekne kovasını büyük kuyunun içine atıyor, ipi silkiyor, birkaç el çekip sonra tekrar atıyor, sonra tekrar fakat bu defa kuvvetle çekiyor ve kova ağza yaklaştığı vakit kulpundan yakalayıp arabanın tekerleğine basıp kendini yukarı kaldırdıktan sonra kovayı yavaş yavaş boşaltıyor, etrafa dökülen serin su damlaları tozları lekeliyor, otları canlandırıyor ve nihayet oralarını çamur yapıyordu. Besime, kafesin kenarına başını dayayarak uzaktan bu genç adamı seyretti. İnce mintanın göğsü açık, beyaz bir ten, sonra sıvalı kollarında, bacaklarında katı adalelerin şişip derisini kabarttığı belli oluyordu.

Fıçı doldu, ağzından sular taşıp yuvarlak karnını dolaşarak arabanın altına döküldü ve delikanlı kovayı arabanın yanına bağladı. Sütçünün karısı dışarıdan geliyordu, onunla konuştular. Sonra çocuk, arabanın kolları arasına girdi ve vücudunu öne vererek çeke çeke sürükleyip götürdü. Besime onu, gözleriyle eve girinceye kadar takip etmişti.

Ertesi gün öğle uykusunu terk ederek onu bekledi fakat göremedi. Sonra tekrar, sonra her gün… Uşak ekseriya geliyordu ve bir defa Şefika sütçünün kulübesine gitmişti. Orada iken öteki de kuyuya geldi ve bu defa yakından gördü, çocuk da onu gördü fakat yanında hiçbir şey anlayamadı. Öteki, daima hanımlardan hoş muamele görmüş, şen ve lakayıt, latifeci ancak bakir ve ismetli bir çocuktu, bu görüşmeler pek uzamamalı ve ayrılmalı idi ki o, yanında yanan ateşi görüp anlayabilsin…

Besime, yavaş yavaş onun Karahisarlı olduğunu, adının Abdurrahman olup kısaca Rahman diye çağırdıklarını ve evin efendisinin kendi hemşehrisi bulunduğunu, evvelce başka bir yerde çalışırken sonra bu kapıyı bulduğunu öğrendi. Her gün hatta geceleri mütemadiyen onu düşünüyordu, ona sokulmak istiyordu; yanına sokulmak, onunla konuşmak, kollarını tutmak heveslerini hissederdi. Kim bilir onun kolları ne kadar kuvvetlidir. Lakin kabil olmuyordu; her gün yeldirmesini giyip inekçinin kulübesine gidecek bir sebep icat etmeyi tabiat ona telkin ediyordu. Bu, evdekiler için değil, inekçinin karısı içindi. Bir gizli ses onu şüphelendirir, yaptığın bir günahtır, der dururdu.

Bu esnada ona bir ikinci iptila daha geldi. Âdeta bir günah gibi gizli, kısa ve sık sık icra olunan bir iptila…

Besime, vakit buldukça yukarı misafir odasına çıkıyor, büyük aynanın karşısında bir defa süratle soyunup çırçıplak oluyor ve böyle bir lahza aynada kendini seyrettikten sonra tekrar süratle giyinip odasına kaçıyordu. Hatta evvelce odasında hazırlanıp bir hamleyle, bir hareketle çırçıplak bir hâle gelebilecek kadar hazırlanır, sonra ayna karşısına geçip şu âdetini icradan sonra tekrar elbisesini giyerdi. Bazen giyinmek için odasına dönmüş iken bir ikinci defa aynı arzunun yanması ile büyük odaya döndüğü ve tekrar üstündekini atıp güzel vücuduna baktığı ve bu müthiş arzusunu teskin ettiği vaki idi. Bu, günde iki-üç defa, dört defa tekrar olunabilirdi ve ekseriya öğle vakitlerinin boğucu sıcakları bastığı ve bir fırın gibi yanan odasında dadının sersem olup kedisi bir tarafta, kendisi bir tarafta uyuduğu zamanlarda yapılıyordu.

İlkin, o derece şiddetli değil iken gitgide bu arzu bastırmaya başladı. Güzel vücudunu herhâlde hatta gece, idare kandilinin aydınlığında, dışarıda parlak mehtap varken her türlü tecrübe etti. Bu şiddetli bir lezzet olmaktan ziyade, acayip bir arzunun teskini idi; âdeta bir günah işlemek, ayıplanan bir harekette bulunmuş olmak zevk ve lezzeti idi. Bazı defa, dadısının ve inekçinin karısının yanında oturur ve onların sözlerini dinlerken birdenbire aklına geliyor ve yukarı gidip soyunmak zevk ve lezzeti ve biraz sonra vuku bulacak fiili düşünerek oturup kalıyor ve böyle hâllerde birdenbire hatırladıkça ziyade sevinçli oluyordu. Başkaları için pek haz verici olan bu taze vücut manzarası, kendisine mahsus değildi. O bunu bir gurur, iftihar ile değil, âdeta şehevi18 bir gaşiyle,19 sanki başka bir vücuda bakarmış gibi bakmak için yapıyordu ve günler geçtikçe daha çok türlülerini yapmak hevesleri geliyordu. Kâh yavaş yavaş yarı beline kadar, sonra tamamen soyunuyor kâh tek tek bacaklarını açıp bakıyor fakat ne olursa olsun bütün bu manzaralar gayet çabuk bitiyor ve bu beyaz vücudun aksi aynadan döner dönmez heves de kesiliyordu.

Dadı ona dikiş nakış, yemek öğretmek isterdi ancak öğretecek kimse bulamıyordu. Hatta o zamana kadar komşulara bile gitmek istemezken artık buna bile katlanacak oluyordu. Besime’ye gelince, sonbaharda fevkalade ızdırap içinde kaldı. Kışın dönüşü onun için tükenmez bir azap olacaktı. Vâkıâ şikâyet etmiyor, kimseye bundan bir şey açmıyor lakin bu kış tehlikesi, bu endişe, göğsünde demir gölge gibi asılmış duruyordu. Hâlbuki tesadüf, ikisini birden sevindirecek bir şey icat edivermek lütfunda bulundu.

Bir sabah erken, daha Besime yatağında uyanık yatarken evin büyük kapısı çalındı. Bu nadir bir şeydi. Postacı bir mektup getirirse, eve yabancı bir adam uğrarsa yahut nadiren İstanbul’dan dadıya bir misafir gelirse bu kapı çalınırdı, yoksa onlar her zaman mutfak kapısından eve girerlerdi. Demek oluyor ki sabahleyin erken, yabancı bir adam gelmiş idi. Sonra ayak sesleri oldu, kapı kapandı ve yüksek sesler duyuldu. Sonra sükût geri döndü. Besime dinledi, başka ses yok, yalnız babası da uyanmış olacak, odasında kısa kısa öksürdüğü işitiliyordu. Acaba ne oldu? Pek ziyade merak etmekle beraber bekliyor, dinliyordu.

Sonra yavaş yavaş kalktı, giyindi ve dadının odasına indi. Bir kedi kadar sessiz ve tetik yürüyordu. Evvela kapıdan dinledi, içeride bir kadın ağlıyordu, dadı da onu teselliye uğraşıyordu. Sonra yavaş yavaş anladı; bu, dadının üvey kızı olacak.

Odaya girdiği zaman dadı ile mangalın başında karşı karşıya oturmuşlar, Talât’ın yüzü ağlamaktan kızarmış, hem yüzünü gözlerini siliyor hem anlatıyor; ayakta odanın ortasında duran aşçı kadın da ağlıyordu.

Eve yeni bir adam gelmesi, yeni bir vaka olması onları birbirine yaklaştırır, sevindirirdi. Besime odaya girince misafir ayaklandı.

Dadı da Besime’ye bakıp:

“Baksana bunu kocası bırakmış… Zavallı kız.” dedi.

Besime, müteessir, şaşkın Talât’ın yüzüne baktı. Besime, bir-iki defa daha gördüğü bu genç kadını daha iyi, daha güzel fakat daha esmer buldu.

Talât, orta boylu, esmer fakat yine yanaklı, parlak gözlü, parlak saçlı, şen ve ateşli bir kızdı. Vücudu, kuvvetli olmakla beraber, etli bir vücut gibi görünmüyordu. Onun çehresine bakanlar derhâl laubali ve neşeli bir kadın olduğunu anlayabiliyorlardı.

Bu kız, sonradan dadının vardığı bir eski uşağın kızı idi. Anası, bunu doğururken ölmüş, babası tekrar evleninceye kadar efendilerinin konağında büyümüştü. Sonra, bir müddet dadı ile beraber kaldı. Besime’den beş yaş kadar büyük tahmin olunuyordu. Tekrar eski efendilerinin yanına gittiği zaman hüsnükabul gördü ve küçük hanıma âdeta bir arkadaş, bir nedime gibi yapmak istediler; orada büyüdü, kız oldu, orada sevişti, oradan kocaya kaçtı. Konağın, Ayşe Hanım isminde ihtiyar, eski bir emektarı vardı; o geldi gitti bir-iki defa, kıza müşteri çıktı, nihayet bir vesile buldu evine götürdü ve Telgraf Nezareti’nde Hakkı Efendi isminde bir oğlu vardı, onun yanına çıkardı, kızın aklını çeldiler ve buna verdiler. Hanımlar razı olmamışlardı. Talât da reddolunduktan sonra artık vazgeçmiş görünürken günün birinde, bohçasını koltuğuna sıkıştırınca hem akşamüstü geç vakit Koska’dan aşağı Aksaray’a doğru Ayşe Hanım’ın evine kaçtı.

Vâkıâ, sonra hanımları onun kusurunu affetmişler ve tekrar görüşmüşler ise de bu defa kocasının evinden kovulunca onların yanına dönmeye cesaret edememiş ve birkaç gece Makineci Yahya Efendi namında birinin evinde misafir kaldıktan sonra bir kere de üvey anasının evinde oturup oturamayacağını tecrübeye karar vermiş idi.

Hikâye yeni baştan başladı ve nasıl olduğu, kaynanası olacak cadının, onu evvelce kandırmış iken sonra nasıl oğlunu kandırdığı, Hakkı Efendi’nin bunu nasıl dövdüğü, birkaç defa hem de çürük bere içinde bırakmak şartıyla dövdüğü, nasıl boşadığı anlatılıyordu. Bu esnada, dışarı sofadan İsmail Efendi’nin öksürüğü ve ayak sesleri duyulunca Talât fırladı: “Efendinin eteğini öpeyim.” dedi.

Dışarı çıktı. Besime, hayret içinde idi. Vâkıâ hayret edecek bir şey yoktu lakin bunlar alışmadığı hikâyeler, hareketlerdi. Sanki yorulmuş gibi dinliyor ve yeni bir adam gördüğüne gizli gizli seviniyordu. Talât, sakin bir çehre ile döndü. Besime, “Acaba babam bu kadına ne dedi?” diye düşündü, babası acaba bu kadına ne kadar soğuk bir çehre göstermiştir. Çünkü Besime, onun misafirden hoşlanmadığını bilirdi. Lakin iki gün sonra bu hususta aldandığını anladı.

Bir sabah erken kalktığı vakit bahçede onları lahana fidanlarının arasında gezerken ve yavaş yavaş görüşür gördü. Tuhaftır, demek babası bu genç kadından hoşlanıyor. Ne kadar âlâ, demek o, evde artık uzun müddet kalabilecek lakin gizli bir de eza duyması ihtimali vardır çünkü babası onunla hiç konuşmazdı, âdeta onun bu evde bulunduğunu unutmuş gibi görünüyordu. Besime, başını pencerenin kenarına dayayıp yarı mahmur düşündü. Onlar yavaş yavaş uzaklaşıyorlar, efendi fidanlarını, sebzelerini bu taze, bu genç, bu her tarafı hayat ile dolu dul kadına gösteriyor ve onu yavaş yavaş uşak odasının arkasına yaptırdığı yeni limonluğa doğru götürüyordu.

Sonbahar sabahı gayet latif ve hafifçe serin idi. İhtiyar, bu serinlik içinde, bu taze kadının mevcudiyetinden âdeta neşeleniyor ve bütün hayatında pek az gülen dudakları geç kalmış kır çiçekleri gibi ömür bir tebessümle açılıyordu.

Talât Hanım’a gelince, şen ve gürültücü idi; bağıra bağıra konuşuyor ve hoşuna giden ufak bir şeyden sonra güzel bir kahkaha atıyordu. Onun efendiye karşı tavrı senli benli fakat saygılı idi.

Besime’ye karşı olan tavrına gelince, onu âdeta akran kıyas ediyor ve onunla dertleşiyordu. Bunda o dert ne kadar şiddetli, ne temiz, çare bulunmaz bir dert idi. Bir parça fırsat olursa aralıksız ondan bahsederdi. Geldiğinin ilk günlerinde yalnız iftirak20 tafsilatı ve kaynanasının bitmek bilmeyen hikâyesi ve menakıbı anlatılıyordu ve o söze başladığı vakit, Besime, elini çenesine dayayıp candan dinliyordu. Sonraları bu hikâyeler, daha ziyade hayat ve hararet peyda etmeye başladı. O zaman artık kış gelmişti. Besime’nin odasında sobayı güzelce yakarlar, ikisi de ellerine bir iş alırlar çünkü Talât aynı zamanda Besime’ye iş de gösteriyor idi ve hikâyeyi bir taraftan açarlardı. Ekseriya ikisi de odadan çıktıkları vakit gözleri bulanmış, kulakları kızarmış, dalgın bir hâlde kalırlardı zira Talât Hanım, hikâyenin bütün ölçüsünü, haddini, kıratını kaçırıyordu. Evvelce işin yalnız herkese hikâye olunabilecek kısımlarını söylerken sonra sonra hikâye olunamayacak kısımlarına geçmiş bulunuyordu. Bütün bu tafsilat içinde, kocasıyla alakalı bütün hususlar genç, dul bir kadın ağzında hırs ile dolu, ateşin ve tehlikeli bir hâl alıyordu. Besime, bekâretini sevk-i tesadüfle21 kaybetmiş olduğunu dahi onun bu hikâyelerinden öğrendi. Nail, ondan bekâretini yok etmiş ise bu kadın da bu kış devam eden musahabelerinde,22 onun ismetini kâmilen, en bucak yerlerine, en mahrem taraflarına kadar tamamen silmiş, götürmüş idi.

Besime, şimdi onların oturduğu mahalleyi, evi, sokağı, onun kaynanasını, öksürüklerini, kapının önünde dolaşan ayak seslerini, onun baş ağrılarını, mahalledeki komşuları, tahtaları sokağa doğru çarpılmış basık tavanlı odada, mangalın başında kaynanasının kendini ve oğlunu komşulara çekiştirdiğini, neler söylediğini… Sonra Talât’ın kocasını, boyunun, kolunun, budunun ölçüsüne kadar -çünkü Talât coştukça ayağa kalkıp veya yere uzanıp taklitlerine kadar yaparak anlatırdı- her şeyi biliyordu. Sonra, nasıl bu kadın onu konakta görmüş, ne kadar sevmiş, gizli aşikâr ona ne diller dökmüş, ne hediyeler getirmiş, sonra oğlundan nasıl bahsetmiş, sonra izin alıp evine nasıl götürmüş, oğluna nasıl göstermiş, göstermiş değil âdeta bir odada beraberce oturup yemek yemişler, lakırtı etmişlerdi. Onları evde yalnız bırakıp bakkala limon almaya bile gittiği olurdu. Daha sonra düğün ve bütün tafsilatı… Talât’ın kocasının sarhoş, sefih bir adam olduğu anlaşılıyordu lakin ne olursa olsun, genç ve sevimli bir adamdı. Bu genç kadın onu unutamıyordu.

Bütün bir kış, hararetli ve geveze bir genç neler anlatabilirse hepsini tekrar tekrar söylemişti. Besime, bazen tebessüm ederek ve ekseriya dalgın dinleyerek bunları ezberliyordu, bazı taraflarında hikâye onu ya pek müstefit ettiği veya ona pek leziz bir heyecan verdiği için, “Evet, nasıl olmuş? Bir daha söyle.” diyecek olur lakin derhâl susar ve hiçbir şey söylemezdi. Ve bütün bu hikâyelere mukabil, o, Talât’a hemen hiçbir şey söylemedi. Besime alışık değildi, hissiyatını söylemek onun için kabil olamıyordu, adi muhaveratında bile güya birçok adamların içinde gizli bir şey söylemek, karşısındakine, diğerlerine sır vermeyerek maksadını susturmak isteyen bir adam hâli vardı.

Bütün bir kış içinde yalnız Talât bir-iki defa eski efendilerinin evine gitti ise de orada bir geceden fazla kalmayıp geldi. Vâkıâ, onlar eskiyi unutmuşlar, onun felaketine teessüf etmekte idiyseler de Talât, Acıbadem’i tercih ediyor ve öteden, daha doğrusu hizmetten kaçıyordu. Tekrar gidip hizmetçi olmak ona ağır gelirdi, beri tarafta bir nedime hâlinde bulunmak vardı.

Hava müsait oldukça inekçinin evine gidiyorlardı, komşulardan da bir-iki defa gidip gelenler olmuş idi; böyle misafir geldikçe onları Talât karşılar, alır, oturur, konuşur ve Besime bir köşede sade dinlerdi. Bu hâl Talât’a, âdeta bir ev hanımı hâlini veriyor, dadıya da büyükhanım mevkisi bahşediliyordu.

İsmail Efendi’nin şimdi her sabah kahvesini o pişiriyor ve saatlerce odasında kalıyordu. Besime birçok defa parlak gözlerini süratle etrafında gezdirerek gölge gibi babasının kapısına yaklaşır, içerisini dinlerdi. Fakat her defasında kendisince ehemmiyeti olmayan şeyler işitirdi. Mesela, ilk defasında Talât’ın bir yemek tarif ettiğini, bir ikinci defasında ise Tevfik Efendi’den bahsettiğini duymuştu. Tevfik Efendi, onun kapısında büyüdüğü efendinin ismiydi ve kendisi uzun müddet mutasarrıflıklarda gezmiş bir adamdı. Şimdi o da mütekait oturuyordu ve Talât’ın ifadesine göre pek zengin bir adamdı lakin parasını yemezdi, evine barkına her ne kadar güzel bakar ise de fazla masraftan da hoşlanmazdı. Besime, bir-iki defa da hep bu Tevfik Efendi hikâyelerini anlayamamıştı. Acaba muttasıl Tevfik Efendi’den bahsetmeye neden lüzum görüyordu?

Bu kış, Talât’ı gelip arayan hatta gece misafir kalan bazı kadınlar da olmuştu. Bunlar bazen Besime’nin yanında bazen yalnız başına oturur konuşurlardı. Talât, kocasının tekrar evlenmek teşebbüsünde olduğunu duyunca fevkalade müteessir oldu; bu havadis genç kadını sarstı, ağlattı, coşturdu, evet, âdeta şimdi onu boşuyormuş, güya şimdiye kadar dargın değillermiş gibi kızdı, beddua etti. Bu hiddetlerin, bu bedduaların ve inkisarların kahrını Besime çekiyordu. Onun odasına kapanıyorlar, ta evlendiklerinden tekrar başlıyor, söylüyor ağlıyor, söylüyor ağlıyor ve sözlerini nöbet nöbet gözyaşları kesiyordu. Kâh hiddet hâkim oluyor ve kızgın bir ateş gözlerini parlatıyor, gözyaşlarını da kurutuyordu. Eğer birkaç gün sonra gelen bir kadın, izdivacın bozulduğu haberini getirmemiş olsaydı belki Talât hastalanacaktı çünkü birkaç gün içinde fark olunacak kadar zayıflamış ve gözlerinin etrafını hafif siyah bir daire çevirmişti. Bu kadın, şüphesiz, kocasını seviyordu, bundan başka bir erkeğe refakat edecek bir sinde bulunuyor ve bu mahrumiyet onun ruhunda bir muvazenetsizlik husule getiriyordu.

Besime, Talât’ın zayıf zamanlarından istifade eder, bir kelime sormayarak, hiçbir şey sormayarak onu dinler, yatağında yalnız kaldığı vakit pek az zamanda öğrendiği bu şeyleri hazmedemediği için uzun müddet uykusuz kalırdı. Besime için artık, Talât’tan ziyade ona gelip giden kadınlar makbul oluyordu. Talât’ın bütün hikâyelerini, bütün esrarını dinlemiş ve öğrenmiş bulunuyordu; hâlbuki şu kadınlar ona yeni bir âlemin esrarını faş ediyorlar, kendi mahallelerini, muhitlerini nakli tersim ediyorlardı.23 Şu üç-dört sokaktan ibaret mahalleyi evlerine, kadınlı erkekli komşularına, sokağından geçen satıcılarına, anlarına, saatlerine, adlarına, bütün mahalle halkının hemen bütün gizli aşikâr dertlerine, elemlerine, sevinçlerine, dedikodularına kadar öğreniyordu. Hele, bazı tafsilat nakil olunuyordu ki bunların ne suretle öğrenildiğini, nasıl olup da bu kadar mahrem, bu kadar derin münasebetlere vukuf hasıl olduğunu anlamak mümkün olmazdı. Bir de bu komşu hanımlar, kadınlar, bu yolda şayanı dikkat eserler vücuda getiren bazı ihtisas sahibi müelliflerimizi hayran edecek kadar sanatkârdılar. Onlar, hikâye ederken bir tertibi mahsus takip ediyorlar ve ihtimal olayları da kendi keyiflerine göre tahrif ediyorlar, değiştiriyorlar ise de sanatta gerçekçilik mesleğine sadakatlerinden şüphe caiz değildir.

Besime’nin, bunlardan fevkalade istifade ettiği ve bu hayatta kendine lazım olacak birçok şeyler öğrendiği muhakkaktır. Hatta başına nasılsa bir kazadır geldikten sonra kocaya varması iktiza ettiği vakit ilaçlanan bir kızcağızın hikâyesini bile onlardan dinlemişti. Onun için, Talât’ın bu misafirlerini daima memnuniyetle karşılar ve lezzetle dinler, işittiklerini asla unutmazdı.

İlkbahar üstü Talât bir-iki defa gidip bir-iki hafta kadar dışarıda kaldığında, sorulunca, “Filan hanımda idim, salıvermediler.” diyordu. Bir aralık, eski kocasının tekrar kendini almak istediğinden ve Üsküdar’da Şeyh Camii’nde bir ev tutup kaynanasından ayrı çıktıklarından bahsetti ise de bir müddet sonra bir daha bunu da kale almadı ve günler geçtikçe hâlinde bir sabırsızlık, bir sıkıntı hasıl olmaya başladı. Hiçbir şeyle kendini teskin edemiyordu, yavaş yavaş bu evin mutat olan derin sükûtu onu da yutacak gibi görünüyordu. Havalar henüz sık sık dışarı çıkacak kadar müsait devam etmiyordu, ekseriya yağmur yağıyor ve bazen müessir bir soğuk onları odalara kapıyor ve soba yaktırıyordu. Konuşulacak bütün şeyler kışın söylenilmiş bitmiş idi. Besime, yeni bir kadının geldiğini kollayıp duruyor ve ara sıra güneş görünüp havanın mavi yüzü güldükçe yine ayna karşısında soyunmak âdetlerine dönmeye başlıyordu. Bu, işsiz geçen günlerin, sessiz saatlerin hemen yegâne tesellisi idi ve bu garip zevk onu terk etmemekte ısrar ediyordu.

Talât’ın en ziyade saatleri efendi ile geçmeye başlamıştı. Ekseriya öğle yemeğinden sonra onun kahvesini götürür ve karşısında yere oturarak saatlerce onunla konuşurdu, dereden tepeden, gelmiş geçmişten her şeyden bahsederlerdi. Sonra, efendi bahçeye çıkarsa yahut kahveye giderse o da ya dadının odasına yahut aşçı kadının yanına geçer ve yavaş yavaş onunla çene çalardı. Çünkü Besime, onu yalnız dinleyecek bir alet gibi idi ve cevap vermez, sual sormaz ve iktiza ederse bile en kısa cümlelerle fikrini ifadeye uğraşırdı; Talât’ın ise dinletecek şeyleri artık bitmiş bulunuyordu.

Bu hayat uzamaya ve ağır ağır sıkmaya başlamıştı, bu esnada yeni bir vaka, yeni bir cereyan ihdas etti. Bir gün öğle yemeğinden biraz sonra Besime odasında oturmuş yorgan çarşafını söküyordu, Talât’ın koşarak merdivenleri çıktığını duydu, sonra kapı açıldı, yüzü gülüyordu.

“Küçük hanım, bizim kalfa ile Dilber geldiler, aşağı gelsenize.”

Besime başını çevirmiş bakıyordu, kendilerini hiç görmediği, fakat isimlerini pek çok işittiği bu ihtiyar azatlı kalfa ile bu cariyeyi tanıdı. Bunlar, Hasip Efendi konağı takımından idiler, Talât da ilave etti ki Zehra Hanım için söz kesilmiş, düğün olacakmış, onun için Talât’ı almaya gelmişler, düğün tedarikinde ufak tefek yardımı olsun diye istiyorlarmış. Mamafih, güya memnun değilmiş gibi görünmek istiyordu.

Misafirler Haydarpaşa’ya çıkmışlar, araba bulamamışlar, epeyce dolaşmışlar, nihayet bir ihtiyarı tutabilmişler ise de evi bilmiyorlar, onun için Tophanelioğlu’na kadar gitmişler, oradan sormuşlar, tesadüfen İsmail Efendi oradaymış, o tarif etmiş, gelebilmişler. Talât Hanım:

“Efendinin şal hırkasından utandım, inşallah İstanbul’a gidersem bir hırkalık getireyim.” diye âdeta ihtiyara vesayet eden bir ev hanımı gibi söylüyordu.

Besime yavaş yavaş aşağı indi. Kalfa, saçları kınalı, başı hotozlu, yaşı elli beş-altmış arasındaydı; güler yüzlü bir kadındı ve köşeye oturmuş, onu görünce pek ziyade memnun olup çeneleri açılan dadı ile fesahat24 yarışına çıkmış görünüyordu. Bu iki kadın da Çerkez oldukları hâlde kendi lisanlarını kaybetmişler ancak telaffuzlarını ıslah edememişlerdi ve nedense mustalah25 konuşmak zevkinde olduklarından, birbirine pek nazik ve başkalarına pek gülünç oluyorlardı.

Besime, bu kalfanın eteğine uzanır gibi yaptı. Bir zamandan beri Talât’tan öğrendiği bu etek öpmeyi ne zaman, ne suretle, kime karşı yapacağını layıkıyla bilemiyordu ancak ihtiyar kalfanın güzel yüzü onda böyle tazim hissi vücuda getirmişti. Bu terbiyeye kalfa hayran olmuş olacak ki ayağa kalktı:

“Estağfurullah, yavrum, evladım. Etek öpenlerin çok olsun, maşallah yavrum.” dedi ve yanaklarından öperek yanına, erkân minderine oturttu.

Bıraksalar belki Besime, Dilber’in de eteğini öperdi ancak tarzı kabul26 onu şaşırttı, sıkıldı ve kalfanın yanına sokulup oturdu. Dilber hemen yerinden kalkıp küçük hanımın eteğini öptü, bu suretle merasimdeki kusur örtüldü.

“Nasılsın evladım? İnşallah keyfiniz, hatırı şerifler iyidir yavrum.”

Kalfa, şüphesiz bu terbiyeli, bu taze çocuğa hayrandı. Dadı pürgurur, Besime birkaç anlaşılmaz şeyler söyledi ve dadı fırsatı kaçırmadı. Besime’yi ilk defa methediyordu:

“Bizim hiç şüphemiz yok efendim, kızımız maşallah saf altın gibidir.”

Besime için bu kadınlar yeni bir tavır ifşa ediyorlardı, bunlar eskiler değildi. O, Talât Hanım’a gelip giden takımdan kadınlara benzemezdi. Bunlar, şu karşıdaki sütçünün karısı cinsinden de değil, bunlar karşıdaki sarı köşkteki hanımlara da benzemezdi. Mektebe gidip gelirken de bunlara benzerini görmemiş bulunuyordu. Bunlarda, onun anlayamadığı bir tarz vardı. Hotozlu hanım görmüştü ancak bu kalfanın hotozu, oymaları onlara benzemiyordu. Şu karşıda oturan kız bile yeni bir numuneydi, kalfasının yanında ara sıra söze karışmak cesaretini buluyordu. Bir yer minderinin üstünde, dizlerini yana kıvırıp oturmuş, dokuma kuşağının püskülleriyle oynuyor. Vücudu gayet nahif ve çehresi ince, özellikle burnu yüzüne ilk bakıldığı vakit nazara nahoşluk verecek kadar zayıf ve sivriydi. Bu burnun nahoş tesiri olmasa gözlerinde gülen tebessüm insana bir inşirah ve muhabbet verebilecek kadar parlaktı.

Kalfa, hayran, dönüp dönüp yanında oturan Besime’ye bakıyor, sonra bir ihtiyar hanımefendi tavrıyla tekrar söze başlıyordu. Besime, kumral saçları arkasında iki örgü örülmüş, başında bir beyaz yemeni, pembe çehresi, parlak gözleri -ah hele o ateş saçan parlak gözleriyle- nadir güzellerden bir çocuktu. Kalfa baktıkça beğenmeye başladı hatta lakırtı sırası getirip:

“Allah kızıma da hayırlı bir koca, bize de böyle bir gelin nasip etsin.” demeye başladı.

Dadı, misafirlerine yemek çıkardı ve gece salıvermeyeceğini söyledi. Her iki taraf da antlar, yeminler ettiler ise de nihayet büyük hanımefendinin pek meraklı olduğu, behemehâl dönmek lazım geldiği anlaşıldı.

16.İmtidat: Uzayıp gitme, sürme.
17.Hazfetmek: Çıkarmak, kaldırmak.
18.Cinsel arzu uyandırıcı.
19.Gaşiy: Kendinden geçme hâli.
20.Ayrılma, dağılma.
21.Sevk-i tesadüf: Rastlaşma sonucu.
22.Musahabe: Görüşme, söyleşi.
23.Nakli tersim etmek: Somutlaştırıp resmederek anlatmak.
24.İyi ve etkili söz söyleme.
25.Ağdalı bir dil kullanarak konuşma.
26.Kabul şekli, tarzı.

Bepul matn qismi tugad.

27 251,79 soʻm
Janrlar va teglar
Yosh cheklamasi:
0+
Litresda chiqarilgan sana:
11 iyul 2023
ISBN:
978-625-6862-85-2
Matbaachilar:
Mualliflik huquqi egasi:
Elips Kitap

Ushbu kitob bilan o'qiladi