Kitobni o'qish: «Şarap ve tanrı»
Kamil Sarhanlı
1989 yılında Kuşadası’nda doğdu. Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji bölümünü birincilikle bitirdi.
Yazarlık yolculuğu KUYETA Yerel Tarih Araştırmalar Grubu sayesinde başlayan yazar, bu dergide bir yıl boyunca aralıksız araştırma yapıp yazılar yazmıştır. Burada Hayat Var dergisinin Kültür, Sanat ve Edebiyat köşesinde yazarlık çalışmalarını sürdürmektedir.
Şarap ve Tanrı KÜKSAD Kuşadası Kütüphane Yaptırma Yaşatma Kültür ve Sanat Derneği 2013-2014 Kültür Sanat Ödülü’ne layık görülmüştür.
Önsöz
Can bir şaraptır, insan onun testisi;
Beden bir ney gibidir; kan, o neyin sesi.
Hayyam!… Bilir misin nedir bu ölümlü varlık?
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.
“Hiç kimseye nasip olmayan bir aşktı onlarınki… Ölümlü, ölümsüzü çok sevmişti; ölümsüzlüğü aramıştı onun bedeninde. Aynı bedende bir olmaktı isteği… Ölümsüz de ölümlüyü çok sevmişti. Doğadaki coşkunluğu ve hazzı, yani seni döllemişti ölümlünün rahminde,’’ dedi büyükannem Rhea.
Uzun uzun bekledi… Gözlerini uzaklara dikmişti… “Sen bir aşk çocuğusun,’’ demişti.
Ey insan!… Ey ölümlü varlık!… Sen kendinden vazgeçtin de benim peşime düştün.
Ben kimim?… Neyim?… Nereliyim?…
Ben!…
Ben, insanlar için var olmanın dayanılmaz hazzıyım. Nefsin kölesi… Esaretin kendisiyim…
Ben, özgür adam…
Trakya’dan Nysa Dağı’na, oradan Yunanistan’a, Hindistan’a giden, İran’dan Afganistan’a yol çizen bir gezgin…
Aşk kadar özgür… Aşk kadar sınırsız… Aşk kadar sancılı… Ben… Ben aşkın meyvesi…
Orası ya da burası, ne fark eder ki? Kim olduğumun, nereli olduğumun ne önemi var? Önemli olan inançtır. İnanç yaratır her şeyi ve ben bunu birçok yerde yapmış, birçok gönülde yer etmişim ki herkes sahiplenmek istemiş beni.
Ben!… Dinini ve ayinlerini öğretmeyi görev bilen öğretici…
Benim dinimin özünde coşku ve kendinden geçme var. Bütün dinlerin özünde olduğu gibi… Kimi zaman bir Şaman’ın elindeki davulun sesinde coşup yükselirim perde perde… Kimi zaman da bir tefin tınısında kaybolurum… Bazen de narteks denen kamışın özünde uzun uzun yanarım… Bu ayinlerde kendinden geçerek Tanrı’yı bulmak değil midir gaye?
Ben!…
Ben, sizin varlığınızla varım, yokluğunuzla da yokum. Unutmayın ki, ne tanrıların ne de insanların evrende önceliği yoktur. Bir arada anlam kazanır varlıkları.
Evrende tanrısal olan ne varsa bazen en güzel, bazen de en garip biçimde kendini ortaya koyduğunu söyler dururdu büyükannem Rhea.
Tanrı yazar… Sizler okur…
Doğadaki izleri okumayı bilmek gerek… Doğaya sahip çıkmak gerek… Kışa, bahara, yaza… Toprağa ve ağaca saygı göstermek… Sevmek onu…
Ey!… Euripides!… Ne güzel söylüyorsun!
Koşmak ne güzel, dağlarda.
Sarılıp yatmak ceylan postuna,
Serilip yatmak toprağa!
Ey!… Hayyam… Ne güzel söylüyorsun!
Bahar geldi, başka şey istemem kafamda;
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda.
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni!
Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma.
Ben toprağım!… Her şeyin altında duruyorum. Her şey benim üzerimde. Bahar festivali… Bereket festivali… Ağaçlar… Azaltmayın, çoğaltın onları…
Ey ölümlüler!… Sizin tek kurtuluşunuz doğaya dönüşmekle mümkündür!…
“Dionysos şenlikleri, sadece insanla insan arasında değil, aynı zamanda insanla doğa arasında da birlik kurar,’’ der Nietzsche. Ne akılldır Nietzsche…
Ben!…
Ben, Şarap Tanrısı!… Şarap Tanrısı Dionysos!… İnsanlara şarap yoluyla kendi özlerine dönmeyi, kendilerini tanımayı ve yaşamlarını anlamlandırmayı öğreten…
İnsanlara şarapla, dünyada daha önce hiç farkına varmadıkları güzellikleri göstermeye başladım. Bu sayede her anlarının tadını çıkarabiliyor ve bu muhteşem hediyenin adına “şarap’’ dendiğini biliyorlardı.
Üzüm ve asma yaprakları sembolümdür benim. Yeşil asma yaprakları arasında iki taneli üzüm salkımı idim. Ezildim… Çiğnendim… Kıvrandım… Günlerce çilemi bekledim. Günlerce… Günlerce…
Beklenmeyeni beklemek gerek bazen… Tükenmeyen umudu, yok edilemez gerçek aşkı… Sevginin her türlüsünü beklemek… Günlerce bekledim. Sonunda ben, ben olmaktan çıktım; artık ben, “ben’’ oldum. Üzümdüm, öz oldum…
Kadim bir tanrıça olan büyükannem Rhea’nın eğitimiyle gizemlerin sırrına eriştim, beşeri özümdeki hayvani zevklerden, çılgınlıklardan ve zayıflıklardan arınıp ilahi özüme kavuştum. Kim için? Ne için? Niye bunca kıvranış? Bu soruları defalarca sordum kendime, sonra yanıtladım. Kimse için değil, kendim için bile değil bu acı… Hiçlik için…
Haydi!… Oku!… Eline aldığın bu kitabın manasını ara… Evrenin sakladığı sırları keşfeden ilk sen ol!…
Türkolog Semiha SAYMAZ
Olimposluların Soyağacı
Yabancı bir yerdeyim. Benim olmayan bir bedende. Bedeninin ağır yükünden kurtulmuş, hafiflemiş bir yolcuyum. Bedensiz bir yolcu. Yabancı bir masada yazıyorum. Aslında dünyanın hiçbir köşesinde bana ait bir bedenin ya da yaşamın bulunamayacağının farkındayım ama yine de bu kaybolmuşluk hissinin tadını çıkarıyorum.
1. bölüm
Her ölüm, yeni bir doğumun başlangıcıdır aslında
Ben Dionysos.
Adımı duymuşsunuzdur bir yerlerde muhakkak. Hani şu Tanrılar Tanrısı Zeus var ya, işte ben onun oğluyum. Annem de Thebai Kralı Kadmos’un ölümlü kızı Semele olur. Hatırladınız mı Hera’nın zalim oyununa gelen, beni şimşekler çakarken acı içinde kıvranarak doğurmak zorunda kalan annemi? Hatırladınız değil mi? Bahtı kara annem benim; neydi ki suçun, âşık olmak mı? Hem mümkün hem de imkansızdı aşk onlar için. Zeus ve Semele’nin oğlu olarak ben de Hera’nın zulmünden payını alanlardanım. Zaten her şey böyle başladı ya. Hera’nın kini uzun süre yakamı bırakmadığı için oğlağa dönüştürüldüm ve gizemli Nysa ülkesinde yaşamak zorunda kaldım. Sonra üzümü, şarabı ve sarhoşluğu keşfettim. Bu durum benim yararıma oldu sanırım, gezgin ve sözü geçen biri olarak diyar diyar dolaştım. Bu seyahatlerimde birçok üzüm bağı kurdum ve sonunda Şarap Tanrısı oldum.
Roma geleneğinde Bacchus olarak tanınırım. Antik Yunan dünyasında adıma düzenlenen Dionysia denen şenliklerle anılırım. Ben kim miyim? Ben, insanlar için var olmanın dayanılmaz hazzıyım; esaretin kendisiyim ben. Bana bağlanmak güç ister ama bir kere bağlandınız mı vazgeçmek de güç ister…
Her ölüm, yeni bir doğumun başlangıcıdır aslında. Her kış hüzünle karışık bir mutlulukla ruhum bedenimden vazgeçip kayboluyor, dalgın düşüncelerimi düşlüyorum kaybolduğum ruhumla. Bahar geldiğinde ise kendi varlığımın özüne dönüyorum, yeniden canlılık kazanıyorum. Doğanın bir yansımasıyım ben. Üzümün, şarabın, sarhoşluğun, çılgınlığın, doğadaki kontrol edilemez gücün ve gizemin tanrısı…1
Belki doğum yerimi öğrenmek istiyorsunuzdur, lakin nereli olduğumu bilmiyorum. Tuhaf, değil mi? Sanki bir sır gibi saklıyorlar. Saklasınlar bakalım, eninde sonunda ortaya çıkar nasılsa. Bana sorarsanız nereli olduğum o kadar da önemli değil. Hatta ilginç ama bu çok hoşuma gidiyor. Dedikodu çıkarmışlar hakkımda. Bazıları Trakya kökenli olduğumu söylüyor,2 bazıları ise Lydia-Phrygia (Lidya-Frigya) tanrısı olduğumu. Bakın hele Euripides Bakkhalar adlı tragedyasında beni nasıl tanıtmış:
Ben Lydia’nın altın ovalarından geliyorum. İran’ın güneşten kavrulan kırlarını, Baktria’nın (bugünkü Afganistan ve civarı) uzun surlarını, Media’nın buzlarla örtülü topraklarını, saadet diyarı Arabistan’ı, tuzlu denizin kıyısında uzanan bütün Asia ülkesini, 3 Barbarlar’la Hellenlerin karışık yaşadığı, güzel hisarlı, süslü şehirleri dolaştım. Korolar kurdum; dinimi, ayinlerimi öğrettim; şimdi kendimi Hellenlere tanıtmak istiyorum.4
Bakkhalar tragedyasında Lydia kökenli olduğuma dair bir ipucu daha varmış. Sanki benim ağzımdan çıkmış gibi ifade edilmiş:
Rhea’dan söz açılmışken, Manisa Dağı eteklerindeki kayaya oyulmuş heykelin Ana Tanrıça Rhea olma ihtimali uzun zamandır kafamı kurcalayıp duruyor. Benim törenlerimle Kybele’nin bayramlarının aynı olduğunu Bakkhalar da söylemiş. Kybele dininin ve benim dinimin özünde bulunan orgiastik coşku, yani kendinden geçme yaşanırken karakterlerin aynı simgelere, aynı davranışlara, araç ve gereçlere başvurduğu söylenegelir. Meğer ne çok ortak yönümüz varmış da haberim yokmuş! Bakkhalar’ın çılgınlığı, Kybele törenlerinde kendini hadım eden Pessinus rahiplerinin ruh halini andırır. Kaldı ki, yine aynı dini bayramlarda geçen Korybant ve Kureta8 gibi deyimler, benim yarattığım kültü, hem Kybele hem de Giritli Zeus kültüne bağlar.9 Kuretalar ile Korybantlar da tıpkı benim gibi ayinlerini baş döndürücü rakslarla, bağrışmalarla, flüt, davul ve tunç sesleriyle yapıyorlardı. Demek ki Kybele de coşturucu, sarhoş edici ayinlerle kutlanıyordu. Bu ayinlerde de gaye, kendinden geçerek tanrıyı bulmaktı. Her üçünün de Anadolu-Girit kaynağından olduğuna hiç şüphe yokmuş güya.10 Benzer yönlerimizin olması, aynı kökten geldiğimizi göstermez elbette; bu sadece bir ihtimal olsa gerek. Fakat yüksek bir ihtimal olduğunu da unutmamakta fayda var.
Bakkhalar tragedyasında Kral Pentheus ile aramda geçen bir konuşmada benim yine Lydia kökenli olduğuma değinilmektedir:
Dionysos: (…)
Çiçekli Tmolos Dağı’nı bilirsin elbet;
Adını duymuşsundur?
Pantheus:
Bilirim, Sardların şehrini bir çember gibi kuşatır.
Dionysos:
Ben oralıyım işte, memleketim Lydia’dır.11
Nonnos da Phrygia kökenli olduğumu söyler.12 Phrygia ve Lydia’da bana, Özgür Adam13 denilirdi. Eleutheros ve Atina’da Eleutherae kökenli olduğuma inanılıyordu ve bana Eleutheros ya da Eleuthereus isimleri verilmekteydi.14 Bu kadar çok isimle anılmam ne yalan söyleyeyim hoşuma gitmiyor da değil hani.
Herodot’a göre bana inanan insanların ortaya çıkması, ta Mısır’a kadar dayanır. Melampus adlı bir kişi bu dini, Tyr’li Kadmos ve onunla beraber Boiotia topraklarına yerleşmiş olan Fenikelilerden öğrenmiştir.15
Nereden geldiğim konusunda ortaya sürekli yeni fikirler atılıyor ve tartışmalar sürüp gidiyor. Girit, Hindistan ve Yakın Doğu gibi ortaya çıkmış olma ihtimalim olan diğer yerlerde yapılan çalışmalar, kökenimin daha geniş bir coğrafyada aranması gerektiğini ortaya koymuş. Orası ya da burası, ne fark eder ki? Kökenim nerede olursa olsun, Antik Çağ insanının üzümden şarap yapmayı ve şarabın insan üzerindeki rahatlatıcı ve yaratıcı etkisini keşfetmesi fazla uzun sürmemiş. Sonra da yeni bir doğa, bereket ve mutluluğun yansıması olan, ‘Dionysos’ adını verdikleri Şarap Tanrısı’nı, yani beni Yunan Panteonu’na16 katmışlar işte.17
Bunları size neden mi anlatıyorum? Anlatıyorum, çünkü benim gerçekte kim olduğumu bilmenizi istiyorum.
Bepul matn qismi tugad.