Kitobni o'qish: «Çin mitolojisi»
Önsöz
Aslında bu çalışmayı “Çin Mitolojisinin Ana Hatları” olarak isimlendirmek daha doğru olur. Kitap, tamamı için pek çok cilt gerekecek Çin mitolojisi hakkında çok kapsamlı bir çalışma olma iddiasında değil. Çin mitolojisinin temel unsurlarını bu ufak cilde sığdırmak, yabancı kökenden geldiğine dair en ufak bir şüphe uyandıran bütün mitleri dışarda tutarak ve Çin mitolojisiyle diğer ülkelerin mitolojileri arasında mukayese yapmaktan kaçınarak mümkün oldu. Yalnızca doğa güçleri, yaratılışın kaynağı ya da devlet kurumlarının gelişimi ve Çinliler arasında yaygın olan âdetlerle ilgili geleneksel hikâyeler incelendi.
Çin’in ilk yazılı kayıtları tutulmaya başlandığında, kurulu bir devlet geleneği ve düzenli bir hayat çoktandır varlığını sürdürüyordu. Ayrıca engin bir sözlü gelenekten de bahsedebiliriz. Fikirlerini yazı yoluyla aktarabilenlerin görevi devleti ve organize hayatı sözlü gelenek ışığında açıklamaktı. İlk hükümdarların, uhrevi ve dünyevi varlıkların çevresinde yoğunlaşan bütün mitolojiler bu çabanın bir sonucuydu. Her ne kadar bu mitler yazıya geçirilirken biçim olarak pek çok değişikliğe uğramış olsa da içerikleri şüphesiz tamamen korundu; yani bu çalışmanın konusu yazılı geleneklerdir.
Yazar, konuyu tedbirsiz okurların karşısına her köşede çıkabilecek tuzakları hesaba katarak ele almıştır. Çin yazınının kapsamı, sözlü farklılıklar arasındaki ince detaylar, yavaş yavaş değişmez anlatılara dönüşen hikâyelerin çeşitli versiyonları, yalnızca merkezdeki olaylarla ilgilenen yazarların hayal güçlerini alabildiğine geniş bir şekilde kullanmaları ve buna benzer pek çok durum alanda çalışanların yolunu kaygan ve tehlikeli hale getirmektedir. Yazar, konunun uzmanı Çinli arkadaşlarının yardımlarının pek çok hatayı düzeltmiş olmasını ve bu çalışmaya kadar kimsenin ele almayı cüret etmediği geniş kapsamlı bir konunun ana hatlarını sunabilmeyi umut etmektedir.
John C. FergusonOcak 1927
Giriş
Sarı Nehir Vadisi boyunca yerleşerek Çin ulusunu oluşturan kavimlerin kökeni halen incelenmeye açık bir konu. Bu ilk yerleşimciler nereden gelmiş olursa olsun güçlü fiziki yapılarıyla şüphesiz macera düşkünü insanlardı. Onlara Yangtze Nehri boyunca, şimdiki Hankou şehri civarında ve Zhejiang tepelerinin epey doğusunda, dağılmış bir vaziyette rastlıyoruz. Ayrıca güzergâhlarına Sarı Nehir’in kuzey ve güney ağzına doğru devam ettiklerini biliyoruz. Çin’in bu büyük nehri doğuya doğru akar, dolayısıyla Çin anakarasındaki nüfusun batıdan doğuya doğru gelmiş olduğu makul bir varsayım olarak görünüyor.
Guangdong, Fujian ve Zhejiang’ın güney kısmı gibi Çin’in sahil eyaletlerine ilk olarak Malay kökenli denizci halkların yerleştiğini gösteren kanıtlar bulunuyor. Filipin adalarının ve Japonya’nın ilk yerleşimcileriyle akraba olan bu halklar, pek çok lehçe konuşmakta olup ufak gruplara ayrılıncaya kadar uzun bir süre kendi benliklerini korudular. Çin medeniyetinin ana toprağı, bu okur yazar olmayan insanlarla birlikte yavaş yavaş güneydoğuya doğru yayıldı. MS yedinci yüzyılda, Tang hanedanı zamanından itibaren bu halklar hem siyasi hem de manevi olarak Çin’in nüfuzu altına girdiler. Çin bu kavimleri yazıyla, sanatla ve devlet kurumlarıyla öyle bir donattı ki birkaç nesilde egzotik kökenlerine ait neredeyse bütün izler yok oldu. Geriye hatıra olarak yalnızca Kanton halkının kendilerine verdikleri “Tang İnsanları” ismi kaldı. Dolayısıyla bu kavimlerin Çin medeniyetinin dünyasına Tang hanedanı zamanında girdiği ve devletin denetimi altında düzenli hayatlarının başladığı unutulmamalıdır.
Çin’in ilk tarihçilerinin, uluslarının kökenini ilahi veya doğaüstü bir kaynağa dayandırmak gibi bir çabaları yoktu. Böylesi bir aşırılığa en yakın girişime, Zhou hanedanının efsanevi kurucusunun doğumu hakkındaki bir anlatıda rastlanır. Zhou hanesinden kendisine kurbanlar verilen Hou Ji, Chiang Yüan’ın oğludur. Bir süre çocuksuz olan annesi Tanrı tarafından yaratılan bir ayak parmağı izinin üzerine basıp bu şekilde hamile kalır ve Hou Ji’yi doğurur. Bu harikulade oğul, aşk dolu bir ilgiyle onu koruyan koyun ve öküzlerin desteğiyle büyütülür. Kuşlar kanatlarıyla onu koruyup destekler. Henüz küçük yaştayken fasulye ve buğday ekerek kendini besleyebilecek hale gelir. Halkına güzel darı tohumlarını verir. Tohumlar, bol miktarda mahsul verip yardıma muhtaç halkının beslenmesi için toprağa istiflenir. Bu rivayet, eski zamanlarda bir masal olarak kabul edilir ve inanılmamasına rağmen hoş görülür. Çinli yazarlar uluslarının kökeni meselesine şaşırtıcı derecede az ilgi gösterirler. Hou Ji anlatısında annesinin kökenine ilişkin hiçbir şeyin söylenmiyor olması enteresandır. Çin ulusunun çağlar boyunca en önemli özelliği olan keskin sağduyusu onları kendine özgü kökenlerini bir ilaha atfetme çılgınlığından uzak tutmuştur.
Hou Ji
Tarihçi Sima Qian, kroniklerini MÖ 2704-2595 yılları arasında hüküm sürmüş beş hükümdarın ilki Çin Şi Huang ile başlatır. Bazı yazarlar daha eskiye, mitolojik Üç İmparator Dönemi’ne kadar giderler fakat tarihi temellere sahip olabileceği düşünülen olaylar Çin Şi Huang döneminden bile sonraya aittir. Elimizdeki bilgilerle Çin’in tarihi döneminin başlangıcını Shang hanedanının çöküşü ve Zhou hanedanının yükselişinden daha eskiye, MÖ 1122’ye dayandırmak pek sağlıklı değildir. Güvenilir tarihin başlangıcı olarak, Sima Qian’ın Shiji’de esas aldığı ilk kesin tarih olan MÖ 841’i kabul etmek daha doğru olur. Bu dönemde insanların yalnızca tarımda değil yazı yazma sanatında da iyi olduğu, çoktan kurulmuş bir medeniyetle karşılaşıyoruz. Daha eski dönemlere ait kalıntılar, kemik üzerine oyulmuş ideogramlar veya bronzdan yapılma kurbanlık kapların üzerine dökülen işaretlerden oluşuyor. Bu tarz kalıntılardan elde edilen tarihi bilgiler kısıtlı olmakla beraber, medeniyetin ilk dönemlerini anlamamıza pek bir katkı sağlamıyor. Yine de kalıntılar, Çin medeniyetinin bildiğimiz kadarıyla Zhou hanedanı döneminde Çin’in gerçek sakinleri tarafından kurulan ilk medeniyetten türediğini ve bu kesintisiz gelişimin dışarıdan gelen unsurlara kapalı olduğunu doğrulaması açısından önemli. Çin, antik dönemdeki diğer uluslardan farklı, kendine has bir medeniyet geliştirmiş olup bu medeniyeti pek çok değişim ve büyük gelişimlerle günümüze kadar taşımıştır. Bu medeniyet, dünyanın şimdiye kadar tanıklık ettiği diğer ulusların hepsinden daha uzun bir sürekliliğe sahiptir.
Antik Çin medeniyetinin göze çarpan iki özelliği vardır. Bir tanesi kehanet yöntemleri ve merasim geleneklerinden oluşur. Bir diğeriyse aile ve kabile kavramıdır. Bu özellikler, bireysel ve toplumsal gelişimin birbiriyle çelişen amaçlarını temsil eder. Kişinin kendi özünde olan doğru ve yanlış anlayışı tarafından şekillenen birey algısı, devletin temelini oluşturarak kehanet yöntemleriyle ilişkilendirilir. Buradaki mantık şudur: Bireyin dolaysız eylemleri nihai olmalıdır ve bunlar önceden belirlenmiş eylemlerin sonucudur. Vesayet başlığıyla temsil edilen devlet algısı ise bireyler için neyin doğru neyin yanlış olduğunun belirleyicisi olarak merasim gelenekleriyle ilişkilendirilir. Eski düzen bireyci olarak özgürlükçüyken, sonraki düzen muhafazakârdır. Eskisi değişen şartlara uyum sağlar; yenisi bir şeyleri var olan gelenekten yola çıkarak kesin olarak tasarlar.
Ulusun felsefi kavrayışları, Çinli yazarlar arasında geleneksel olarak dokuz okula bölünmüştür. Bu okullar şunlardır: (1) Düalizm Okulu, (2) Edebiyat Okulu, (3) Eşitlik Okulu, (4) Sözcükler Okulu, (5) Hukuk Okulu, (6) Doktrin Okulu, (7) Ziraatçılar Okulu, (8) Hoşgörü Okulu ve (9) Seçmece Okul. Şimdilik bu dokuz okul arasındaki karmaşık felsefi ayrımlara girmemiz gerekmiyor. İki genel başlık altında sınıflandırmak yeterli olacaktır: Temsilcileri Lao Tzu ve Tao Chia olan liberaller ile Ju Chia ve Konfüçyüs’ün önderliğindeki muhafazakârlar. Bu iki okulun gelişimi ve eğilimleri hem antik hem de modern dönemde Çin düşüncesini tümüyle çevrelemektedir.
Bu iki okul arasındaki ayrım, bir tarafın ejderha atının sırtında bulunan işaretlerden yola çıkılarak Fu Xi tarafından geliştirilen ünlü Sekiz Diyagrama bağlı olması, diğer tarafın ise imparatorluk otoritesinin işareti olarak Konfüçyüs tarafından kabul edilen törensel Dokuzlu Sehpa’yı kabul etmesi olarak açıklanabilir. Liberal Okul kadim yetkiyi Değişimler Kitabı’nda bulurken muhafazakârlar Bahar ve Güz Kronikleri’nde bulur. İlki, insanın evrenle ilişkisini açıklamak için hayvanların ve bitkilerin alemine yayılmakta özgürdü. İkincisi ise kendisini sosyal yapılanmalarda bulunan insan etkinlikleriyle sınırlandırmıştı. Bunlar yalnızca genel ayrımlar olsa da Çin’deki düşünce eğilimlerinin başlangıçtan bu yana farklılaşmasını açıklamakta yardımcı olur.
Her ne kadar bu kişiler, çoktan kurulmuş sistemlerin yalnızca birer savunucusu olsalar da iki sistemin de dayandığı ortak nokta olarak MÖ altıncı yüzyılın düşünürleri Konfüçyüs ve Lao Tzu ile başlamak gerekir. Tao yani doğa, savunduğu sürekli değişimle imparator tarafından temsil edilen Konfüçyüsçü mutlakıyet teorisine karşı liberalizmin merkezi haline gelmiştir. Liberal Okul, devletin başındaki kişinin şahsi eylemleri için en sıradan insan kadar hesap vermesi gerektiğine inanır. Oysa Konfüçyüs’ün muhafazakâr sisteminde imparator kanunla kısıtlanamaz. Ahlaki yargıların imparatorun yönetimine yön vermesi gerektiği kabul ediliyor olsa bile, ona sıradan bir insana uygulanan hiçbir kanuni yaptırım uygulanamazdı. Liberal Okul’un sembol yorumcusu Pan Ku, MÖ on sekizinci yüzyılda yaşadığı söylenen İ Yin’i Tao ilkelerinin ilk savunucusu olarak kabul eder. İ Yin, Tang’a mevcut Xia hanedanına karşı isyan çıkarmasını tavsiye eden kişiydi ve Tang yeni Shang hanedanını kurduğunda danışman olarak onun yanında yer aldı. Pan Ku’ya göre Tao öğretisinin diğer önemli savunucuları Tai Kung ve Yü Hsiung idi. Wen Wang, Shang hanedanının son yıllarındaki acımasız yönetime karşı bir isyan planladığında yanında yer almışlardı. Qi devletinin veziri Kuan İ-wu ise bir diğer önemli Tao savunucusuydu. Vezir, Zhou hanedanının sembolik yönetimini kabul edip diğer devletler arasında üstünlük kazanarak feodal bir devlet kuran ilk kişiydi. Erken dönem Tao öğretisinin bu otoriter temsilcileri, hükümdarların eylemlerine yalnızca hükümdar oldukları için müsamaha gösteren muhafazakârların Edebiyat Okulu’yla zıt anlayışlara sahiptir. Çin hanedanının kurucusu İmparator Çin Şi Huang, liberalizmin en büyük politik destekçisiydi. Başveziri Li Si, Muhafazakâr Okul’un tutkulu bir karşıtıydı. İmparator ve başvezir, Tao’nun, ya da Doktrin Okulu’nun, ilkelerine sıkı sıkıya bağlıydı. Çin Şi Huang, hükümetinin kurulması ve idaresinde olduğu gibi kişisel kararlarında da Lao Tzu Okulu’nun öğretisine layık şekilde davranmadı. Huang acımasız bir tirandı, hırslı bir mizaca sahipti ve her türlü muhalefete karşı tahammülsüzdü. En sonunda tümüyle zorba idare gücünün boyunduruğu altına girdi. Muhafazakârların kitaplarını yaktı ve kendisinden öncekiler tarafından dayatılan sınırlamalardan kurtulup yeni bir düzen tesis etmek umuduyla merasim eşyalarını imha etti. Eylemlerinde kısmen başarılı oldu diyebiliriz. Zira genel ilkeleriyle 1911-12 Cumhuriyet Devrimi’ne kadar süren bürokratik bir hükümet biçimi tesis etti. Bu sistem ölümden sonra hem inanmış olduğu ilkelerce hem de Muhafazakâr Okul’un ilkelerince kontrol altında tutuldu. Şi Huagn’ın hanedanından sonra gelen Han hanedanının işi, Huang tarafından kurulan hükümet biçimini desteklemekten ve onu Muhafazakâr Okul’un felsefi düşüncelerinin hükmü altına sokmaktan ibaretti. Şi Huang, yüce bir kişiliğe sahip olsaydı kurucusu olduğu hanedanın ayakta kalma ihtimali daha fazla olabilirdi. Gerçekte olansa şuydu, yönetimi şeklen ayakta kaldı fakat tümüyle zıt bir görüşün kontrolü altına girdi.
Konfüçyüs’ün sözleri, onunla aynı soydan gelen Kong Anguo tarafından Han hanedanı zamanında yaklaşık olarak MÖ 150’de derlendi. Lun Yü Hsün Tz’u denilen bu derleme iki metnin karşılaştırmasına dayanıyor. Bu metinlerden biri, Pi Chung Shu, Konfüçyüs’ün evinin duvarında Kung Wang tarafından imha edilecekken bulundu. Kung Wang, babası İmparator Ching Ti’nin tarafından Lu eyaletinin (günümüzde Shantung) Kralı olarak atanmıştı. Bu metin “kurbağa larvası” denilen, k’otou wên karakterleri ile yazılmış ve “antik metin”, ku wên olarak bilinmektedir. Zhou hanedanının son zamanlarında kullanılan karakterlerle yazılan diğer metin Chi’nin komşu eyaletinden gelmiştir ve “yeni metin”, chin wên olarak biliniyor. Kong Anguo’nun derlemesi bazı düzeltmelerle nesiller boyunca Muhafazakâr Okul’un normlarını sürdürdü. Ayrıca Chun Chi’yu, başka bir deyişle “Bahar ve Güz Kronikleri”ni içerdiği için Çin’in antik medeniyet anlatısında çok eski zamanlarına kadar gider.
Öyleyse antik dönemden beri Çin düşüncesinde biri muhafazakâr diğeri liberal olmak üzere iki yolun gelişim gösterdiğini söyleyebiliriz. Aslında bu iki yol birbirini dışlayan düşünce tarzları değildir. Aynı kişinin yazılarında sık sık bir arada gördüğümüz iki farklı düşünce tarzı birbirini zenginleştirmiştir. Batının bakış açısına göre bu iki okul arasındaki ayrım yeterince belirgin değildir. Çinlilere göreyse muhafazakârlar ve liberaller arasındaki zıtlık detaylardan ziyade genel düşüncelerinde aranmalıdır.
Birinci Bölüm
Taoizm
Tao, bir diğer deyişle Doktrin Okulu, Çin tarihinin neredeyse bütün mitolojik özellikleri etrafında toplanmıştır. Bu okulun Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizmden oluşan Çin’in ulusal üç dininden birisine dönüşümünü kavramak önemlidir. Bu kitabın odaklandığı nokta Taoizmin bir din olarak kurulmasından sonraki ahlaki yaklaşım değil, mitolojik konular olacak. Bu nedenle ilerleyen sayfalarda Doktrin Okulu yani Tao teriminden daha fazla faydalanmaya gerek olmayacak. Bunun yerine Taoculuk terimi, genel anlamıyla Taoculuğun bir din olarak kabul edilmesinden hem önceki hem de sonraki her şeyi kapsayan bir kavram olarak kullanılacak.
Taoculuğun üç farklı aşaması vardır. Ahlaki olarak nitelendirilebilecek ilk aşama, Lao Tzu ve onun Tao Te Ching’i de içeren yazılarıdır. Bu dönem, yaklaşık olarak MÖ altıncı yüzyılın sonunda başlayan felsefi tartışmalara denk düşer. Büyüsel denebilecek ikinci aşama MS birinci yüzyılda başlamış olup Zhang Daoling’in benliği etrafında şekillenmiştir. Daoling, Batı Çin dağlarında inzivaya çekilerek kendisini simya çalışmalarına ve zihinsel soyutlanma yoluyla arınmaya adamıştır. Burada himayesi için kendisine günlük otuz sekiz kilo pirinç ödeyen çok sayıda müridi tarafından takip edilmiştir. Böylece öğretisi Wu Tou Mi Tao yani “Otuz Sekiz Kilo Pirinç Öğretisi” olarak bilinir hale gelmiştir. Zhang’ın müritlerinin oluşturduğu bu cemaat sonradan bir dine dönüşecek olan hareketin ilk kıpırtısıydı. Zhang kendisini “Tanrısal Öğretmen” (tien shih) olarak adlandırıyordu. Bu, Chuang Tzu’nun kullandığı isimdi ki kendisi bu ismin Sarı İmparator tarafından genç Hsiang Ch’êng’e bir unvan olarak verildiğini ifade etmişti. Su Wên’e göre bu unvan Sarı İmparator’un yardımcılarından birisi olan ve iyileştirme sanatının kurucusu olarak bilinen Chi Po’ya da verilmişti. Bu dönem büyü sanatlarının gelişme aşamasıydı. Ayrıca Lao Tzu’nun ahlaki öğretilerinden ziyade Değişim Kitabı’nın gizemlerine dayanıyordu. Üçüncü aşama veya organize bir dinin aşaması, Tang hanedanının meşhur kurucusu, hanedana ait unvanı Tai Tsung olan Li Shimin’in hükümranlığı sırasında MS yedinci yüzyılda yayılmıştır. Tai Tsung, Lao Tzu’nun soyadının Li olmasından ve lakap geleneğinden etkilenerek nüfuzunu, Taoculuğun gelişmiş Budist diniyle aynı temellere dayanan bir din olarak kurulmasında kullanmıştır. Bildiğimiz kadarıyla kurucu Tsung, Budizmin gizemlerine de temelden inanıyordu. Fên Yen Chien Wên Chi’de yazdığına göre Tai Tsung, Lao Tzu’nun Li ailesinin kendi kolunun öncüsü olduğunu iddia etmiştir.
MS yedinci yüzyılda bir din halini alan Taoculuk, dinsel öğelerini büyük oranda Budizmden aldı. Zahitlerin dini ritüelleri yerine getirmek ve öğretilerini yaymak amacıyla toplandıkları Budizme has tapınaklar Taoizm tarafından benimsedi. Erken Çin tarihi, Çin’i Budizm ile tanıştıran Hintlilerle eşleşebilecek önemli kişileri bulmak için araştırıldı. Lao Tzu, Sakyamuni’nin yerini aldı. Dört Lokopolas’ın yerini Dört Semavi Kral (Ssu Tien Wang), Kıymetli Üçlü’nün (San Pao) yerini Saf Üçlü (San Ching) aldı. Yeni Taocu din tarafında Hint Budizminin herhangi bir öğretisini çürütmek için çok az girişime rastlıyoruz. Fakat iki mezhebin öğretileri yakından incelenecek olursa, temel meselelerde pek de uyum içinde olmadıkları görülüyor. Budizm hem ruhu hem de bedeni öldürmeyi amaçlar, oysa Taoizm ölümsüzlüğe ulaşıncaya kadar bedeni ruhani hale getirmeye gayret eder. Öğretiye ait radikal farklılıkların üstü, Tang İmparatoru’nun Budizmdeki popüler inancı ulusal bir çizgiye taşıma gayretiyle örtülmüştür. Taoizm tümüyle Çin kökenlidir ve biçimsel açıdan her ne kadar Budizmden kaynaklı unsurlardan etkilendiği düşünülse de öğretinin temel yapısı yerel kaynaklara dayanır. Taoizm, Budizme karşı bir isyan hareketidir. Bunun en önemli nedeni Budizmin yabancı kökenleridir. Fakat aynı zamanda Budizmin bütün örgütlenme sistemini körü körüne taklit edilmiştir.
Konfüçyüs ile Lao Tzu’nun Buluşması
Taoizmin gelişiminde Lao Tzu’nun ahlak felsefesinin etkisi büyük ölçüde, otoritesini tesis etmek için Lao Tzu’dan daha eski bir kaynağa yönelen Zhang Daoling’in büyü sanatlarının gölgesinde kalmıştır. Zhang Daoling, Değişimler Kitabı’na kadar gitmiştir. Bu kitap hakkında Konfüçyüs Seçmeler’de (Lun Yü) şöyle demektedir: “Daha fazla ömrüm olsaydı I King’i incelemek için 50 yılımı verirdim. Böylece büyük kusurlara sahip olmayan biri olabilirdim.” Değişimler Kitabı Çin klasiklerinin en eskisidir, hatta birçok insana göre en anlaşılmaz olanıdır. Konfüçyüs’ün ve Lao Tzu’nun zamanından birkaç yüzyıl öncesinde yazıldığı tahmin ediliyor. Fakat orijinal Sekiz Diyagramı altmış dörde genişleten Wên Wang döneminden sonra (MÖ 1231-1135) bu klasikte karşımıza çıkıyor. I King gizemli bir şekilde altmış dört diyagramın ismiyle iç içe olan uğurlu ve uğursuz olayları konu alır. Eş seçme, eve dönme, bir sefere gitme gibi olaylardan iyi talih olarak bahseder. Ahlaklı olmayı iyi talihle şöyle eşleştiriyor: “Tavrı doğru olan kahraman için refah vardır.” Devletin hükümdarına büyük bir onur bahşedilir. Konfüçyüs’ün kitabın öğretisini yürekten kabul edip büyüsünü es geçmesinin sebebi muhtemelen budur. Metin, Çin’in ilk yönetimlerinde üst düzey memur olan kâhinlerin kullandığı unutulmaması gereken resmi tabirlerden oluşur. Bu klasikte felsefi bir devlet algısına değinen az sayıda pasaj, iyi ile kötü talihe ve kehanete sürekli yapılan göndermelerle bastırılmaktadır.
Olağanüstü hadiselerle dolu olan erken tarihli üç kitap daha vardır. Shan Hai Jing (Dağ ve Deniz Klasiği) isminden anlaşıldığı kadarıyla coğrafyaya odaklanmış bir kitapken Shui King (Su Klasiği) su yollarından bahsettiği tahmin edilen bir kitaptır. Klasik olarak değerlendirilen bu iki eser aslında hayvanlar alemi ve su dünyasındaki her türden ilginç hadise hakkında anlatılar içeriyordu. Shan Hai Jing, miladi sıfırın sonrasına kadar derlenmemiştir. Fakat içindeki hikâyeler, kökeni en az Zhou hanedanı dönemine kadar uzanan yaygın bilinen efsanelere dayanıyor. İmparator Ch’ien Lung’un kütüphanesinde bulunan Titiz Katalog yani Ssu Ku Chüan Shu, kitabın öğretisinin Lao Tzu öğretileri olduğunu kabul etmez. Buna karşın Taocu yazarlar genellikle bu klasiğin kendi mezheplerine ait olduğunu iddia ederler. Üçüncü klasik, Taocu çevrede yazarının mitolojik imparator Huang Ti olduğuna inanılan Yin Fu King’tir (Gizemli Ahenk). Kitap çoğunlukla ahlaki tartışmalar üzerine kurulmuştur. Etrafımızdaki gözle görünür olaylar ile görünmeyen dünya, birbiriyle uyumlu hale getirmeye çalışılmıştır. Bütün canlı varlıklarda mevcut olan gizli uyumdan ve uyumsuzluğun yalnızca yüzeyde belirdiğinden söz edilip görünen ile görünmeyen arasındaki belirgin ayrılık uzlaştırılır. Bu klasikte, Lao Tzu’nun yanı sıra itibar sahibi başka Taocuların da olduğunun altı çizilir. Bunlar arasında ahlaki meselelerle ilgilenenler olduğu kadar kendilerini büyüye ve doğaüstü sanatlara adayanlardan oluşan daimi bir silsile de vardır.
Tao Te Ching’ın ismi, Tang hanedanının yedinci imparatoru Hsüan Tsung tarafından MS sekizinci yüzyılın ilk döneminde verilmişti buna karşın Lao Tzu’nun vecizeleriyle tanınmayı daha çok hak ediyordu. Milattan önce birtakım düşünürler bu eserden alıntılar yapıp yol gösterici hakikatlerini yorumlamışlardır. Lao Tzu dönemine en yakın düşünür yüzyıldan biraz daha fazla yaşamıştır. Lao Tzu gibi bir şahsın gerçekten yaşadığından ve Tao Te Ching’de vecizelerin kaydını ortaya koyan tarihi gelenekten şüphe etmek için pek fazla sebep yok gibi gözüküyor. Fakat kitaba sonraki yazarlar tarafından birtakım eklemeler yapıldığını hesaba katmalıyız. Lao Tzu’nun öğretilerinin muğlak cümlelerle ifade edilmesi hem Çinli yorumcular hem de yabancı araştırmacılar tarafından bitmek bilmeyen yorumların yapılmasına sebep olmuştur. Bunların ilki daha sonra Taoculuğa ismini verecek olan “Tao” kelimesi hakkındaki tartışmadır. Tao her şeyin başlangıcıdır, dünyanın yaratılmasından önce var olandır. Tao bir form kazandığında Ming, “bir isim” diye adlandırılır. Bir düşünürün evrenle olması gereken ilişkisi eylemsizlik (wu wei) ve sükûnettir (ching). Bu klasik, Tao’nun genel hatlarıyla insanlara alçakgönüllülüğü, irade gücünü, sükûneti, başkalarına ve uysallığa önem vermeyi öğreterek nasıl insanlığın gerçek öğreticisi olduğunu göstermiştir. İnsanlar Tao’nun ilkelerini takip ederek çaba harcamadan veya bunu yapar gibi gözükmeden başarıya ulaşabilirler. Ayrıca, daha sonraki Taocu öğreticiler tarafından büyü uygulamalarını ve esrarengiz incelemelerini desteklemek için saptırılmış doğaüstü hükümlerin izlerine rastlıyoruz. Yine de bir bütün olarak ele alacak olursak, üst düzey ahlaki tartışmalar içerdiğini söyleyebiliriz. Bu klasiğin Tang hanedanı döneminin Taocu diniyle zorlama bir ilişkisi vardır. Bu ilişki, Tang hanedanından Tai Tsung’un (Li Shih-min) Tao Te Ching’te vecizeleri bulunan Li Erh (Lo Tzu) ile arasında bulunduğu iddia edilen zorlama ilişkiyle karşılaştırılabilir.
Kendi çalışmalarının yanı sıra Lao Tzu öğretilerine referanslarda bulunan Chuang ve Lieh isimli düşünürler daha çok ahlak meselesiyle ilgileniyorlardı. Tartışmalarının amacı, Lao Tzu öğretilerini büyücülüğe dayalı bir yapının ve yeni bir din anlayışının kurulmasına karşı korumaktı. Han hanedanlığından Zhang Daoling ve Tang hanedanlığından İmparator Tai Tsung’un ele geçirdiği bu yaklaşıma karşı koruma görevlerinde başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Bunu yapamamış olmalarının tek makul izahı, Daoling’in büyü sanatları ile Konfüçyüs tarafından temsil edilen Muhafazakâr Okul’un öğretilerini bağdaştırmanın imkânsız olmasından kaynaklanıyordu. İmparator Tai Tsung’un ulusal bir din bulmak için başvurabileceği son çare Lao Tzu idi. Lao Tzu’nun öğretilerinin muğlak terimlerle ifade edilmesi farklı yorumların yapılmasına imkân veriyordu. Muhafazakârlık kurulu düzen anlamına geliyordu, oysa yeni bir din demek değişim demekti. Tai Tsung imparator olarak yardımına koşan, geleneksel edebiyat ve sanatın korunmasını takdirle karşılayan muhafazakâr sınıfa gereken saygıyı gösterdi. Aynı zamanda Budizmin dini öğretilerine olan yürekten inancı onu Budizmin esas ilkelerini almaya zorladı. Çin için yeni bir ulusal dine dönüşmesi için bu ilkelerin üzerinde liberalizm baz alınarak değişiklikler yapılması gerekiyordu. İki okulun da Antik Çin medeniyetinde ortak kökleri olduğundan Tai Tsung, Konfüçyüsçü muhafazakârlık ile zıt düşme riskine girmedi.
Yukarıda bahsedilenler, Taoizmin Tang hanedanında ulusal bir dine dönüşmesine rağmen son derece karmaşık bir kökene sahip olduğunu kanıtlar nitelikte. Lao Tzu’yu bu dinin felsefi kurucusu olarak benimseyen Taoizm, büyü sanatı ve simyanın lehine yorumlanmaya müsait olduğu ve yeni dine dahil edilen inceliksiz unsurlara karşı kullanılabilecek hiçbir şey içermediği için Tao Te Ching’de bulunan eski vecizeleri derlemiştir. Lao Tzu’nun öğretisinin standart yorumcuları olarak kabul edilen Chuang Tzu, Lieh Tzu, Han Fei Tzu ve Huai-nan Tzu tarafından yapılan ilavelerle genişletilmiş hali, gizemli olaylara ve doğaüstü yeteneklere Tao Te Ching’in asıl vecizelerinden daha fazla yer vermektedir. Bu yorumcular Lao Tzu’nun ölümsüzlükle ilgili görüşlerini; Zhang Daoling’in büyü teknikleri, mistik tılsımlar ve kimya çalışmalarına doğru giden yolda pekâlâ taşırlar. Dao-ling döneminden Han hanedanının başlangıcındaki Tai Tsung dönemine kadar Muhafazakâr Okul’un ve Konfüçyüs klasiklerinin etkisi, bu dönemde bir sel gibi Çin’e akan Budist öğretisinin yükselen popülerliğinden dolayı yok denecek kadar azdı. Bu sıradışı altı yüzyıl boyunca düşünme biçimi, mucizevi olaylara inanmaya, putlara tapmaya ve dini arınmayı en iyi sağlayan unsur olarak münzevi hayatın takdir edilmesine doğru yönelmişti. Tai Tsung çok uzun süren bu düşünme biçimi sayesinde, Lao Tzu’nun ahlaki öğretilerinin onayıyla riyazetin ayrıcalıklı olduğu ve büyü sanatlarının icra edildiği yeni bir Taoizm dini için uygun bir zemin bulmuş oldu. Muhafazakâr Konfüçyüsçüler, riyazet ve büyünün karşısında yer aldı. Buna karşılık Lao Tzu’nun ahlaki öğretisinin Taoizm ile karışmış olması ve Taoizmin Çin’in hem tarihi hem de mitolojik karakterlerinden beslenen geriye dönük duruşu bir koruma vazifesi gördü. Bu durum muhafazakâr sınıftan gelecek herhangi bir eziyete karşı yalnızca ortaya çıktığı zaman değil, yüzyıllar boyunca korudu. Budizm ise yabancı kökenli olduğu için zulme uğradı. Yabancı rakiplerinden daha fazla batıl inanç içeren Taoizm, yapısı Çin’e özgü olmasından dolayı hoş karşılandı.
Taoizmdeki milliyetçi yapı, destekçilerinin kadim İmparator Haung Ti’yi yeni dinin gerçek kurucusu olarak kabul etmesine müsaade etti. Böylelikle dönem olarak Lao Tzu’dan daha gerilere, saygınlık açısından da çok daha yüksek makamlara ulaşıldı. Konfüçyüs tarafından savunulan ilkeler, MÖ yirmi dördüncü ve yirmi üçüncü yüzyıllarda yaşamış olan Yao’ya ve Shun’a atfediliyordu. Ne var ki Taoizm, tarihin başlangıcında hüküm sürdüğüne inanılan beş hükümdarın öncesine kadar gidiyordu. Genellikle Sarı İmparator olarak bilinen Huang Ti, Taoizmin vaat ettiği din anlayışı için ahlak filozofu Lao Tzu’dan daha uygun bir başlangıç noktası oluşturdu. Zira Huang Ti hem mucizevi bir doğuma hem de olağanüstü olaylarla dolu bir hükümranlığa sahipti. Etrafına altı büyük veziri toplamıştı. Bu vezirlerin yardımıyla altmış yıllık döngüsel bir periyot düzenleyip takvim oluşturdu. Matematiksel hesaplamalar başlatıldı. İnsanlar ahşaptan, metalden ve topraktan aletler yapmayı, tekne ve araba inşa etmeyi, para kullanmayı, Çin’e ilk defa onun döneminde getirilen bambudan müzik aletleri yapmayı ve başka pek çok harika şeyi öğrendi. Bu amaç için yapılan ilk tapınakta Yüce Hükümdar Shang Ti’ye kurbanlar keserek kurban kültürünün kurucusu haline geldi. Ayrıca sıradan insanların evlerinden ayrılacak biçimde bir saray inşa etme hakkı tanınan ilk hükümdardı. İnsan ömrünü uzatmayı amaçlayan ilaçlar yaptı. Çeşitli bitkilerin özellikleri ve doğanın zıt ilkelerinin işleyişi üzerine çalıştı. Yüz on bir yaşında dünyadan ayrılmadan önce, anka kuşu (fêng-huang) ve tek boynuzlu at (ch’i-lin) sembolleri, merhametli yönetiminin nişaneleri olarak ortaya çıkmışlardı. Sarı İmparator ile ilgili bu gelenekler, Tai Tsung’un Taoizmi bir din haline getirme düşüncesinden çok önce Çin’de sağlam bir şekilde kurulmuştu. Hiçbir şey, mucizevi ve harikulade ulusal hadiselerin başlangıç noktası olan Sarı İmparator’un, Taoizmin beslendiğini gerçek bir kaynak haline gelmesinden daha doğal olamaz. Bütün bunlar ahlaki öğretiye vurgu yapan Muhafazakâr Okul’un etkili olması için yapılmış olmasaydı, Taoizme Lao Tzu ile bağlantısından dolayı büyük bir önem verilmeyebilirdi. Nitekim bir din olarak Taoizmin herhangi bir türden ahlaki öğretiyle ilişkisi oldukça zayıftır. Taoizmin asıl önemi büyücülük ve doğaüstü uygulamalarla ilgiliydi. Dinin Çin’deki gelişimi, Tang hanedanı döneminden günümüze kadar Lao Tzu ile ilişki kurulmamış halinden çok da farklı olmazdı. Taoizmin gerçek kaynağı ahlaki bir münzeviliktense, yani Lao Tzu’dansa, mitolojik ve büyüsel Sarı İmparator ile münzevi Zhang Daoling’e atfedilir. Kuang Chêng-tzu ise Sarı İmparator ile ilişkilendirince ünlü bir karakter haline gelmiştir. Kung-tung Dağı’ndaki taş bir evde bir keşiş gibi yaşamıştır. Chuang Tzu’ya göre Sarı İmparator bir defasında Kuang Chêng-tzu’ya felsefi meselelerle ilgili sorular sormak için bu dağa gitmiştir. Kuang Chêng-tzu genellikle yüzü yukarı kalkık, kolları uzun giysi kolunu sıvayacak şekilde katlanmış ve kemerinden uzun bir madalyon sarkmış vaziyette ayakta dururken tasvir edilir. Madalyonun üzerine Sekiz Diyagram işlenmiştir. Gökyüzündeki ikametgâhı Sükutun Başkenti’dir (Yü Hsü Kung). Kötü güçleri kontrol etme ve savaşta zafer getirme gücü olduğuna inanılır.
Lao Tzu’nun Taoizmdeki mevkisi Yüan hanedanı döneminde değişmez halini almıştır. Lao Tzu, Tai Tsung tarafından “Gizemli Neslin İmparatoru” anlamına gelen Hsüan Yüan Huang Ti unvanıyla kutsanmıştır. Yüan hanedanı bu geleneksel ismin ilk iki karakterini benimseyip bunları kendi isimleriyle ilişkilendirmiştir. Tıpkı Tai Tsung’un bilinen bir soyadına sahip olmak için kendisini derin bir saygıyla Lao Tzu ile ilişkilendirilmesi gibi. Saltanat aileleri ile Lao Tzu arasındaki bu zorlama bağlantılar (Tang soyadı benzerliğiyle Yüan ise hanedan adı ile Lao Tzu’ya bahşedilen geleneksel ad arasındaki benzerlik yoluyla) Taoizmin bir din olarak insanlar arasında yayılmasında son derece etkili olmuştur. İlk Yüan İmparatoru Cengiz Han döneminde Chiu Chu-chi (Chiu Chang Chun) isimli meşhur bir münzevi, Karlı Dağ’da (Hsüeh Shan) inzivaya çekildiği köşesinde aranıp bulunmuştur. Böylece imparator ondan Taoizmin öğretilerini öğrenmiştir. Bu öğreticinin şerefine Pekin sakinleri birinci ayın on dokuzuncu günü Hsi Pien Mên’in dışındaki ünlü bir Taocu tapınak olan Po Yün Kuan’ı haccederler. Bu hac yolculuğunun ismi Yen Chiu olarak bilinir. Tapınak Yüan hanedanı döneminde Chang Chun sarayı olup İmparator Cengiz Han tarafından Chiu Chu-chi’ye hediye edilmişti. Geleneğe göre Cengiz Han kızını Chiu ile nişanlamak istemiş ancak Chiu böyle bir evliliğin muhtemel sonuçlarından korkarak ilk ayın on dokuzuncu günü hiçbir şekilde evlilik yapmamaya karar vererek münzevi olmuştu. Anlatıya göre yıllık hac ziyareti Chiu’nun bu kararının şerefine yapılıyor. Oysa bu popüler anlatının gerçekliğini sarsan bir durum sözkonusu. O gün aynı zamanda Chiu Chu-chi’nin doğduğu gün olarak biliniyor. Yüan İmparatoru Tien Li’nin MS 1329-1332 yılları arasındaki hükümdarlığı sırasında büyük devlet adamı ve âlim olan Chao Mêngfu, devasa bir taş tablet üzerine yazılar yazmıştır. Tablet, Chao Yang Mên’in dışında bulunan ve Tien Li’nin seleflerinden birisinin himayesi altında inşa edilen Tung Yo tapınağına bağışlanmıştır. Bizzat hükümdarın bağışladığı tablet tapınakta iyi şartlarda korunmuştur. Tabletin üzerindeki yazılar Taoizmin araştırmacılar tarafından ulaşılabilen hem en ilginç hem de en güvenilir açıklamalarından birisidir. Yazıtta Taoizm, yaygın ismi olan Tao Chiao yerine Hsüan Chio olarak anılır. Hsüan Chiao ifadesi hiçbir zaman popülerlik kazanmamıştır fakat Yüan hanedanı imparatorları Lao Tzu’yu yüceltmek için bir adım daha ileri gitmişlerdir. Lao Tzu’ya Tang İmparatoru Tai Tsung tarafından bahşedilen azizlik mertebesine kendi onaylarını ekleyip bu dini isimlendirirken saygın bir isim kullanmışlardır. Sung imparatorluk ailesinin bir torunu olan Chao Mêng-fu, Konfüçyüs’ün gökyüzü ve yeryüzünün dengi olduğunu onaylayarak onu en yüce idol haline getirmişti. Chao buna rağmen Taocu tapınak için yazılan yazıtta edebi kelime haznesini bir ata olan Sarı İmparator ve bir torun olan büyücü Zhang Daoling ile ilişkilendirdiği Lao Tzu’yu övmek için tüketmiştir. Dolayısıyla T’ang hanedanının Taoizmin kurucusu olduğu Yüan hanedanının ise onu sağlamlaştırdığı söylenebilir.