Kitobni o'qish: «Mansfield Park»
1
Otuz yıl kadar önce, topu topu yedi bin paunt geliri olan Huntingdon’lı Miss Maria Ward, Northampton Bölgesi’ndeki Mansfield Park Malikânesi’nin sahibi Sör Thomas Bertram’ın dikkatini çekme, bu sayede baronetin eşi olma, güzel bir evin ve iyi bir gelirin keyfini sürme fırsatını yakalamıştı. Tüm Huntingdon, kızın ne kadar şanslı olduğunu konuşuyordu. Avukat olan amcası bile yeğeninin böylesi bir evliliğe layık olmadığını, en az üç bin paunt daha geliri olması gerektiğini kabul ediyordu. Bu yükselişin, Maria’nın iki kız kardeşine de yararı dokunacaktı. En az Miss Maria kadar güzel olan Miss Ward ve Miss Frances de girdikleri bu yeni çevre sayesinde kız kardeşlerininki kadar güzel bir evlilik yapabileceklerinden kuşku duymuyorlardı. Ancak hiç şüphe yok ki dünyadaki büyük servet sahibi erkeklerin sayısı, bu serveti hak edecek hoş kadınların sayısından azdı. Geçen beş yılın ardından Miss Ward, eniştesinin pek de zengin olmayan arkadaşı Peder Norris’le evlenmeye razı olurken, Miss Frances’in akıbeti çok daha beter oldu. İşin aslı, Miss Ward’un kısmeti, pek de fena sayılmazdı. Sör Thomas, sevgili dostuna büyük bir memnuniyetle, Mansfield’da kalacak yer ve iş vermişti. Bu sayede Bay ve Bayan Norris, yılda bin paunda yakın bir gelirle hayat arkadaşlığına başlamış oldu. Miss Frances ise ailesinin tepkisini göze alarak, eğitimsiz, beş parasız ve kimsesiz bir deniz subayıyla evlendi. Daha kötü bir seçim yapamazdı herhâlde. İlkeli ve gururlu bir adam olan Sör Thomas Bertram, doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapma ve çevresindeki herkesi saygın bir konumda görme isteği nedeniyle Leydi Bertram’ın kız kardeşi için elinden geleni yapmaya hazırdı. Ancak kocasının, herhangi bir şekilde yardımının dokunabileceği bir mesleği yoktu. Dahası Sör Thomas Bertram onlara yardım etmenin bir yolunu aradığı sırada, kız kardeşler arasında büyük bir kavga kopmuştu. Bu kavga, tarafların karakterinin ve düşüncesiz bir şekilde gerçekleştirilmiş bir evliliğin yol açtığı sıkıntıların doğal sonucuydu. Miss Price, bir işe yaramayacağı belli olan, nafile itirazlarla uğraşmamak adına, evlenene dek ailesine bu konudan hiç söz etmemişti. Tembel ve sakin bir mizaca sahip olan Leydi Bertram, kız kardeşini hayatından silerek bu konuyu aklından çıkarma niyetindeydi. Ancak çok daha telaşlı ve tez canlı olan Mrs. Norris, kız kardeşine ne kadar büyük bir budalalık ettiğini, bu hatasının sonuçlarına katlanması gerekeceğini anlatan uzun ve öfke dolu bir mektup kaleme almadan rahat edemedi. Kırılan ve öfkelenen Mrs. Price, kardeşlerine sert bir cevap mektubu yazdı. Mektupta, kendisine hâkim olamayarak, Sör Thomas’ın kibri konusunda da atıp tutması, kardeşler arasındaki köprülerin, uzunca bir süreliğine atılmasına yol açtı.
Evlerinin uzaklığının yanında, bulundukları çevrelerin de çok farklı olması nedeniyle sonraki on bir yıl boyunca birbirlerinden tek bir haber alamadılar. Bunun tek istisnası, Mrs. Norris’in zaman zaman sinirli bir şekilde gelerek kız kardeşinin bir çocuğunun daha olduğunu söylemesiydi. Sör Thomas’ın, Mrs. Norris’in bunu nereden öğrendiğine dair en ufak bir fikri yoktu. Bu şekilde geçen on bir yılın ardından Mrs. Price, gururun ve kırgınlığın, daha doğrusu kendisine faydası dokunabilecek tanıdıkları kaybetmenin bedelini daha fazla ödeyemeyeceğinin farkına vardı. Geniş ve giderek büyümeye devam eden bir aile, malulen emekli edilmesine rağmen, sakatlığı arkadaşlarından ve içkiden uzak kalmasını engellemeyen bir koca ve ihtiyaçlarını karşılayamayan düşük bir gelir, Mrs. Price’ı, bir zamanlar hiç düşünmeden sildiği akrabalarının dostluklarını yeniden kazanmak zorunda olduğunu düşünmeye yöneltti. Böylece Leydi Bertram’a duyduğu pişmanlık ve üzüntüyü anlatan, okuyanda bir barışma isteği uyandıran, acıklı bir mektup yazdı. Dokuzuncu çocuğunu doğurmaya hazırlanıyordu. İçinde bulunduğu koşullardan dert yanıyor, doğacak çocuğuna destek olmaları için yalvarıyor, laf arasında, hâlihazırdaki sekiz çocuğunun geleceğinin güvenceye alınması konusunda da önemli bir rol oynayabileceklerini söylüyordu. En büyük çocuğu on yaşında bir oğlandı. İyi huylu, dünyayı tanımak isteyen bir çocuktu ancak elinden maalesef bir şey gelmiyordu. Acaba Batı Hindistan’daki mülklerinin idaresi konusunda Sör Thomas’ın ona bir yardımı dokunur muydu? Ne görev olursa olsun itirazsız kabul ederdi. Sör Thomas böyle bir şeye ne derdi? Çocuğu doğuya göndermenin bir yolu var mıydı?
Mektup işe yaradı ve kız kardeşlerin tekrar barışmasını sağladı. Mrs. Norris, Sör Thomas’ın tavsiye ve temennilerinin yanı sıra Leydi Bertram’ın gönderdiği para ve bebek bezlerini de içeren bir mektup kaleme aldı.
Bu daha başlangıçtı. On iki ay içerisinde Mrs. Price mektubun çok daha büyük faydalarını görmeye başladı. Mrs. Norris çevresindekilere, zavallı kız kardeşini ve ailesini aklından çıkaramadığını, yapmakta oldukları yardımların kız kardeşinin ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğini, zavallı Mrs. Price’ı, çocuklarından birinin yükünden ve masrafından tamamen kurtarmaktan başka çareleri olmadığını söylüyordu. Dokuz yaşına giren, yani zavallı annesinin sunabileceğinden çok daha fazla ilgiye ihtiyaç duyacağı bir çağda bulunan en büyük kızlarının bakımını üstlenmeleri nasıl olurdu? Yapacakları bu iyiliğin yanında, çocuğun vereceği sıkıntının ve çıkaracağı masrafın adı bile anılmazdı. Leydi Bertram bu teklifi hiç düşünmeden kabul etti. “Sanırım daha iyisini yapamayız.” dedi, “Birisini göndererek çocuğu aldıralım.”
Sör Thomas hemen razı olmadı. Tereddütleri vardı. “Bu ciddi bir sorumluluk.” diyordu, “Bu yaşta bir çocuğu alırken her şeyi dikkatlice hesaba katmalıyız. Aksi hâlde ailesinden ayırmakla çocuğa iyilik değil, kötülük etmiş oluruz.” Bir yandan da kendi çocuklarını düşünüyordu. İki oğlunun kuzenlerine âşık olma ihtimali vardı. Mrs. Norris, Sör Thomas’ın ağzını açmasına fırsat vermeden, olası tüm itirazları peşinen cevapladı: “Sevgili Sör Thomas, sizi gayet iyi anlıyorum. Her zamanki cömertliğinizi ve hassasiyetinizi takdir ediyorum. İnsanın, sorumluluğunu üstlendiği bir çocuğun geleceğini güvence altına almak için elinden geleni yapması gerektiği konusunda da sizinle tamamen hemfikirim. Ben de bu konuda elimden geleni yapacağım. Çocuksuz biri olarak neyim varsa kız kardeşlerimin çocuklarına kalmayacak mı? Mr. Norris’in de bu konuda bana destek olacağından eminim. Çok konuşan, fikrini açıklayan biri olmadığımı bilirsiniz. Eften püften meselelerin gözümüzü korkutmasına izin vermeyelim. Kıza iyi bir eğitim vererek sosyeteye girmesini sağlayalım. Eminim ki kimseye daha fazla yük olmadan iyi bir yuva kurabilir. Bu sayede yeğenimiz bu çevrede yaşamanın avantajlarından yararlanarak büyüyebilir. Kuzenleri kadar güzel olacağını sanmıyorum. Hatta bundan emin olduğumu bile söyleyebilirim. Yine de sosyeteye iyi koşullarda takdim edilmesi durumunda, en azından sağlam bir yuva kurma şansını yakalayabilir. Oğullarınızı düşündüğünüzü biliyorum. Ancak böyle bir şeyin gerçekleşmesinin ihtimal dâhilinde olmadığının, kardeş gibi büyüyeceklerinin farkında değil misiniz? Her şeyden önce ahlaken mümkün değil! Böyle bir şeyi ne duydum ne de gördüm! Hatta bunun önüne geçmenin en güvenli yolu, birlikte yetişmeleridir. Büyüyüp güzel bir kız olduğunu ve Tom veya Edmund’ın, kızı ilk kez bundan yedi yıl sonra gördüğünü düşünsenize! Asıl o zaman bir haylazlık yapmalarından korkmak gerekir. Kızın bizlerden uzakta, yoksulluk ve sefalet içerisinde büyümüş olduğu fikri bile yufka yürekli oğullarınızdan birinin kıza âşık olmasına yetecektir. Oysa şimdiden birlikte büyümelerini sağlarsanız, bir melek kadar güzel olsa dahi ona kardeş gözüyle bakacaklardır.”
Sör Thomas, “Söylediklerinizde gerçeklik payı büyük.” diye diye karşılık verdi, “Üstelik kuruntularımla herkesin onay verdiği bir planın gerçekleştirilmesine engel olmak bana düşmez. Benim dikkat çekmek istediğim tek konu, Mrs. Price’a gerçekten yararı dokunacak, bize de yakışacak bir şey yapmak istiyorsak, kızın bir hanımefendi olarak yetişmesine set vuracak her türlü koşulun ortaya çıkmasını engellememiz, en azından engellemeye gayret etmemiz gerektiğidir.”
“Sizi çok iyi anlıyorum!” diye haykırdı Mrs. Norris, “Her anlamda müşfik ve düşünceli bir insansınız. Bu konuda fikir ayrılığına düşmeyeceğimize eminim. Bu kıza sevgili çocuklarınıza duyduğum sevginin yüzde birini bile duymam, kendi çocuğummuş gibi görmem söz konusu bile olmasa da çok iyi bildiğiniz gibi sevdiklerimin iyiliği için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırım. Bu çocuğu ihmal edecek olursam, kendimden nefret ederim. Sonuçta kız kardeşimin çocuğu… Önümde bir dilim ekmeğim varken, onun aç kalmasına razı olabilir miyim hiç? Sevgili Sör Thomas, hatalarım elbette vardır ama kalbim sevgiyle doludur. Yoksul bir insan da olsam, kendimden kısar, gene de cimrilik etmem. Dolayısıyla bir itirazınız yoksa yarın zavallı kız kardeşime bir mektup yazarak teklifimizi ileteceğim. Bir karara varılır varılmaz da sizi herhangi bir zahmete sokmadan, çocuğun Mansfield’a gelmesini bizzat sağlayacağım. Bilirsiniz, kendi sıkıntılarıma pek aldırış etmem. Dadıyı Londra’ya yollayacağım. Orada saraçlık yapan kuzeninin yanında kalır. Çocuğu da oraya getirip dadıya teslim etmelerini söyleriz. Portsmouth’tan Londra’ya, bir posta arabasıyla, o yöne giden herhangi güvenilir birinin gözetiminde kolayca gelebilir. Eminim ki o yöne giden saygın bir tüccarın eşini veya başka birilerini bulabiliriz.”
Sör Thomas’ın, dadının kuzeninin evine habersiz gidilmesi haricinde bir itirazı olmadı. Bu sorunun da daha masraflı ancak çok daha saygın bir randevu ayarlanarak çözülmesiyle birlikte her şey düşünülmüş ve kararlaştırılmış oldu. Herkes planladıkları iyiliğin hazzını yaşıyordu. Elbette herkes eşit derecede hoşnut değildi. Sör Thomas çocuğu gerçek anlamda ve sonuna dek korumaya kararlıydı. Mrs. Norris’in ise çocuğun bakımı için tek kuruş harcamaya niyeti yoktu. Koşuşturma, konuşup durma, iş bitiricilik gibi konularda kimse Mrs. Norris’in eline su dökemezdi. İnsanlara cömert davranmaları gerektiği konusunda nutuklar atmakta üstüne yoktu. Öte yandan paraya merakı da insanları yönetmeye merakı kadar büyüktü. Bir yandan kendi parasını biriktirirken bir yandan da çevresindekilerin parasını harcamayı çok iyi becerirdi. Umduğundan daha düşük gelirli bir erkekle evlendiği için tutumluluk konusunda katı kurallar benimsemiş ve mecburiyetten kaynaklanan bu önlemler, bakması gereken bir çocuğunun da olmaması nedeniyle zamanla alışkanlığa dönüşmüştü. Eğer çocuğu olsaydı, belki de Mrs. Norris bu kadar cimrilik etmeyebilirdi. Ancak böyle bir derdi yoktu ve tutumlu davranmasının önünde bir engel bulunmuyordu. Böylece hiç harcamadıkları paraları yıldan yıla artıyordu. Takıntı hâline getirdiği böyle bir ilkesi varken, kız kardeşine de içten bir sevgi duymazken, bu pahalı iyiliği organize etmiş olmaktan kendisine paye çıkarmak dışında bir amacı olamazdı. Bununla birlikte o kadar kendini bilmez bir kadındı ki bu konuşmaların ardından papaz evine dönerken dünyanın en cömert ablası ve teyzesi olmanın sevincini hissedebiliyordu.
Konu tekrar açıldığında, düşünceleri de iyiden iyiye ortaya çıktı. Leydi Bertram’ın öylesine sorduğu, “Çocuk geldiğinde nerede kalacak? Sizde mi yoksa bizde mi?” sorusu üzerine kızın sorumluluğunu üstlenmenin kendisini aşacağını söyledi. Sör Thomas şaşırmıştı. Şimdiye dek kızın papaz evinde kalmasının daha uygun olduğunu, böylece çocuğu olmayan teyzesine de yârenlik edebileceğini düşünüyordu. Meğerse tamamen yanılıyormuş. Mrs. Norris çok üzgün olduğunu ancak bu koşullarda kızın kendi yanlarında kalmasının mümkün olmadığını söylüyordu. Zavallı Mr. Norris’in giderek kötüleşen sağlığı bunu imkânsız kılıyordu. Mr. Norris’in bir çocuğun gürültüsüne katlanabilme ihtimali, ancak ve ancak kanatlanıp uçma ihtimali kadardı. Şu gut hastalığından kurtulabilse işler değişirdi. O zaman memnuniyetle sorumluluğu üstlenir, imkânsızlıkları da hiç dert etmezdi. Oysa şu an zavallı Mr. Norris tüm zamanını alıyordu ve başka bir şeyle ilgilenmesine fırsat kalmıyordu.
Leydi Bertram her zamanki sakinliğiyle, “O hâlde bize gelsin.” dedi. Kısa bir sessizliğin ardından Sör Thomas da sakin bir edayla, “Evet, yuvası burası olsun. Ona karşı tüm sorumluluklarımızı yerine getirmeye gayret edeceğiz. Hem bu sayede en azından akranları ve öğretmeni de her zaman yanında olur.”
Mrs. Norris, “Çok doğru!” diye haykırdı, “Bu çok önemli bir konu… Miss Lee açısından iki kıza ders vermekle üç kıza ders vermek arasında bir fark olmaz. Keşke daha fazla yararım dokunabilseydi ama gücüm bu kadarına yetiyor. Ben o sorumluluktan kaçan tiplerden değilimdir. Öyle olmasa, bu kadar zorlanacak olmama rağmen, en büyük yardımcım olan dadının üç günlüğüne gitmesine razı olmazdım. Kardeşim, sanırım çocuğu tavan arasındaki küçük, beyaz odaya, kızların eski odalarının yanına yerleştirirsin. Onun için en iyi yer orası olur. Hem Miss Lee’ye yakın, hem de kızlardan çok uzakta değil. Hizmetçilere de yakın olur. Giyinmesine, bakımına falan hizmetçiler yardımcı olur. Ellis’in hem bu kızla hem de diğer kızlarla ilgilenmesini beklemek haksızlık olur zira. İşin aslı, kızı yerleştirebileceğin başka bir yer de yok gibi.”
Leydi Bertram itiraz etmedi.
Mrs. Norris, “Umarım iyi huylu biri çıkar.” diye devam etti, “Ne kadar talihli olduğunun farkına varır ve çevresindeki iyi insanların değerini bilir.”
Sör Thomas, “Eğer kötü huylu çıkarsa…” dedi, “Çocuklarımızın iyiliği açısından, bu kızı ailemizde barındıramayız. Ancak korkuya kapılmanın da âlemi yok. Bu kızda hoşumuza gitmeyecek pek çok şey göreceğiz. Cehaletine, anlamsız fikirlerine, kaba davranışlarına hazırlıklı olmalıyız. Ancak bunların düzeltilemeyecek kusurlar olacağını, çevresindekilere bir zararı dokunacağını sanmıyorum. Kızlarım yaşça ondan küçük olsaydı, belki bir araya getirmeden önce uzun uzadıya düşünürdüm. Ancak şu an için yapabileceğimiz tek şey, bu birlikteliğin bizimkiler açısından kaygılanmayı gerektirecek bir yanının olmamasını ve kıza da bir faydasının dokunmasını ummak.”
Mrs. Norris, “Ben de aynen böyle düşünüyordum!” diye haykırdı, “Hatta bu sabah kocama da anlatıyordum. Kuzenleriyle birlikte kalmasının bile çocuk açısından iyi bir eğitim olacağını söylüyordum. Miss Lee çocuğa hiçbir şey öğretmese dahi kuzenlerinden öğrenecekleri ona yeter.”
“Umarım zavallı köpeğime kötü davranmaz.” dedi Leydi Bertram, “Julia’yı, köpeği rahat bırakmaya daha yeni ikna edebildim.”
Sör Thomas, “Mrs. Norris, süreç içerisinde bazı sıkıntılar olacaktır.” değerlendirmesinde bulundu, “Kızların büyüme sürecinde aralarındaki ayrımı çok iyi gözetmemiz şart. Hem kim olduklarını unutmamalarını hem de kuzenlerini hor görmemelerini sağlamak zorundayız. Kızın duygularını incitmemek, ancak kendisinin bir Miss Bertram olmadığını da hatırlatmak gerekiyor. Çok iyi arkadaş olmalarını umarım. Kızı hakir görmelerine kesinlikle izin vermem. Ama asla eşit olamazlar. Cemiyetteki konumları, maddi durumları, hakları ve beklentileri birbirlerinden farklı olacak. Bu çok hassas mevzuda nasıl bir yol izlememiz gerektiği konusunda bize yardımcı olmalısınız.”
Mrs. Norris elinden geleni yapacaktı. Bunun çok zor bir iş olduğu konusunda kendisiyle hemfikir olduğunu, konuyu kolaylıkla idare edebileceklerini umut etmeleri gerektiğini söyledi.
Mrs. Norris’in kız kardeşine yazdığı mektubun boşa gitmediğini tahmin edebilirsiniz. Mrs. Price, bir sürü erkek çocuk dururken bir kızı seçmelerine anlam verememişti ama yine de teklifi minnettarlıkla kabul etmişti. Kızının çok iyi huylu, güler yüzlü bir çocuk olduğu konusunda teminat veriyor, kızı başlarından atmalarını gerektirecek bir şey yaşanmayacağına inandığını belirtiyor, kızının narin ve çelimsiz olduğunu anlatarak, hava değişiminin iyi geleceğini umduğunu söylüyordu. Zavallı kadın! Büyük ihtimalle hava değişiminin diğer çocuklarına da iyi geleceğini düşünüyordu.
2
Uzun yolculuğu güven içinde tamamlayan küçük kız, Northampton’da Mrs. Norris tarafından karşılandı. Mrs. Norris, kızı diğerleriyle tanıştıracak, ne kadar şefkatli insanlar olduklarını anlatacak kişi olmanın gururunu yaşıyordu.
Fanny Price o sıralar henüz on yaşındaydı. İlk bakışta insanı cezbeden bir görünümü olmasa da en azından karşısındakine rahatsızlık verecek bir hâli de yoktu. Yaşından küçük gösteriyordu. Parlak bir cildi, çarpıcı bir güzelliği yoktu. Aşırı derecede ürkek ve utangaç, dikkat çekmeyen bir kızdı. Biraz yabansı bir havası vardı ama kaba olduğu söylenemezdi. Tatlı bir ses tonuna sahipti. Konuşmaya başladığında yüzü sevimli bir hâl alıyordu. Sör Thomas ve Leydi Bertram, kızı sevgiyle karşıladı. Kızın desteğe ihtiyacı olduğunu fark eden Sör Thomas elinden geleni yapmasına rağmen kızın direncini kıramadı. Leydi Bertram’ın ise eşinin yarısı kadar bile zahmete girmesine, onda biri kadar bile dil dökmesine gerek kalmamıştı. Neşeli gülümsemesi sayesinde, kızın gözünde hemencecik daha az korkutucu kişi hâline gelmişti.
Çocukların hepsi evdeydi. Tanışma merasimi sırasında gayet güler yüzlü ve rahattılar. En azından, yaşları on altı ve on yedi olan, yaşlarından büyük göstermeleri sayesinde küçük kuzenlerinin gözünde koca koca adamlar gibi görünen erkekler öyleydi. Kızlar ise yaşça küçük olmalarından ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda kendilerini sıkı sıkı tembihleyen babalarından duydukları korkudan dolayı biraz daha şaşkınlardı. Bununla birlikte, insan içine çıkmaya ve övgüler duymaya alışkın olan kızlarda utangaçlıktan eser yoktu. Karşılarındaki kızın güvensizliğini gördükçe kendilerine olan güvenleri daha da artıyordu. Böylece kısa bir sür sonra umursamaz bir edayla kızın yüzünü ve kıyafetlerini süzmeye başladılar.
Hoş bir aileydiler. Oğlanlar yakışıklı, kızlar ise kesinlikle çok güzeldi. Hepsi de çok iyi yetiştirilmişti ve yaşlarından büyük gösteriyorlardı. Görünüşleriyle, davranışlarıyla kuzenlerinden çok farklıydılar. Bu nedenle kimse yaşlarının aslında çok yakın olduğunu tahmin edemezdi. En küçük kızla Fanny arasında sadece iki yaş vardı. Julia Bertram on iki yaşındaydı, Maria ise ondan bir yaş büyüktü. Küçük misafir çok mutsuzdu. Herkesten korkan, hâlinden utanan, geride bıraktığı evini özleyen kız, kafasını yerden kaldıramıyor, ağlamaktan ne dediği anlaşılmıyordu. Mrs. Norris, Northampton’dan eve ulaşana dek ne kadar şanslı olduğunu, minnettarlık duyması ve çok uslu davranması gerektiğini anlatıp durmuştu. Mutsuz olmakla nankörlük ettiğini düşünüyor, bu yüzden daha da perişan oluyordu. Uzun yolculuğun neden olduğu yorgunluk da zamanla dayanılmaz bir hâl almaya başlıyordu. Sör Thomas’ın iyi niyetli, mütevazı tavırları ve işgüzar Mrs. Norris’in iyi bir kız olacağı yönündeki kehanetleri bir işe yaramıyor, Leydi Bertram’ın gülümsemesi, kendisini köpeğiyle beraber oturduğu kanepeye buyur etmesi çare olmuyor, ikram edilen üzümlü tartın enfes görüntüsü bile kızı bir nebze olsun rahatlatmıyordu. Kız daha iki lokma yemeden gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Uykunun iyi geleceği, sıkıntılarını unutturacağı düşüncesiyle kızı yatırmaya karar verdiler.
Fanny’nin salondan çıkmasının ardından Mrs. Norris, “Pek umut verici bir başlangıç olmadı.” dedi, “Yol boyunca anlattıklarımın ardından daha iyi davranacağını umuyordum. Ona ilk izlenimin ne kadar önemli olduğundan bahsettim. Umarım annesi gibi huysuz çıkmaz. Ancak böyle bir çocuğa anlayış göstermemiz gerekir. Evinden ayrıldığı için üzgün olması çok doğal. Kötü de olsa sonuçta onun yuvasıydı. Henüz başına ne kadar iyi bir şey geldiğinin farkında değil. Her şey zamanla rayına oturacaktır.”
Ancak Fanny’nin Mansfield Park’a ayak uydurması ve ailesinden ayrı kalmaya alışması, Mrs. Norris’in öngördüğünden biraz daha uzun sürdü. Çok hassas bir kızdı. Kimse neler hissettiğini anlamıyor, bu yüzden de derdine bir türlü çare bulunamıyordu. Kötü niyetli insanlar değillerdi ancak kimsenin de kızı rahatlatmak için sıkıntıya girmeye niyeti yoktu.
Ertesi gün kız kardeşler izinliydi. Böylece çocuklar küçük kuzenlerinin yeni evine alışmasını ve keyfinin yerine gelmesini sağlayabilecekti. Ancak bu çaba da sonuç vermedi. Çocuklar, kızın sadece iki elbise kuşağı olduğunu ve Fransızca bilmediğini öğrenince, ister istemez onu hor görmeye başladılar. Kızın, birlikte seslendirdikleri düetten de pek etkilenmediğini görünce, en değersiz oyuncaklarından birkaçını vererek kızı bir başına bırakıp, yaldızlı kâğıttan yapma çiçekler kesme oyununa döndüler.
Fanny her an, her yerde yalnız, üzgün ve ümitsizdi. Kuzenlerinin yanında, uzağında, okulda, oturma odasında, bahçede, hiçbir yerde huzur bulamıyordu. Herkesten ve her şeyden korkuyordu. Leydi Bertram’ın suskunluğu cesaretini kırıyor, asık suratlı Sör Thomas’tan çekiniyor, Mrs. Norris’in nasihatlerinden kendisine bıkkınlık geliyordu. Kuzenleri, boyu yüzünden küçük kızı aşağılıyor, utangaçlığıyla dalga geçiyordu. Miss Lee, cehaleti karşısında şaşkınlığa düşüyor, hizmetçiler kıyafetleriyle alay ediyordu. Üstelik bir de kardeşlerinin gözünde ne kadar önemli olduğunu, onların hem oyun arkadaşı hem öğretmeni hem de bakıcısı olduğunu hatırladıkça küçük yüreğine ağrılar saplanıyordu.
Evin ihtişamı kızı büyülüyor ama bu da onu teselli etmeye yetmiyordu. Odalar ona rahatça gezemeyeceği kadar geniş geliyordu. Dokunduğu her şeyin kırılacağından korkuyor, her an kendisini ürkütecek bir şeylerle karşılaşıyor, korkuyla ürperiyor, rahatça ağlayabilmek için odasına çekiliyordu. Oturma odasından çıktığında, arkasından, olağanüstü talihinin değerini bilmediği şeklinde yorumlar yapılan küçük kızın her günü hıçkırıklar içinde uykuya dalarak sona eriyordu. Sessiz sakin hâli nedeniyle de kimseler hiçbir şeyden şüphelenmiyordu. Bir hafta bu şekilde geçti. Ta ki bir sabah, oğlanların küçüğü olan Edmund adlı kuzeni kendisini tavan arasına çıkan merdivenlerde ağlarken bulana dek…
Edmund, “Sevgili kuzenim…” dedi ve kusursuz tabiatının tüm nezaketiyle, “Mesele nedir?” diye sordu. Yanına oturarak, kızın utangaçlığını aşması, derdini anlatmaya başlaması için dil dökmeye başladı. Hasta mıydı yoksa? Birileri mi kızmıştı? Maria ve Julia’yla mı kavga etmişti? Derste anlatılanları mı anlamamıştı? Kısacası, onun için yapabileceği bir şey var mıydı? Uzun bir süre boyunca sorularına hayır, yok, teşekkür ederim gibi sözlerin ötesinde bir cevap alamadı. Ancak kararlıydı ve kızın eski evinden söz ederken artan hıçkırıklarından, sıkıntısının nedenini ortaya çıkarmayı başardı. Kızı teselli etmeye çalıştı, “Annenden ayrıldığın için üzgünsün sevgili küçük Fanny.” dedi, “Bu da ne kadar iyi bir kız olduğunu gösteriyor. Ancak seni seven ve seni mutlu etmeye gayret eden akrabalarının ve arkadaşlarının arasında olduğunu aklından çıkarmamalısın. Hadi, parkta yürüyelim. Bana kardeşlerinden söz et.”
Laf lafı açtıkça Edmund, kızın tüm kardeşlerini sevdiğini, ancak içlerinden birine diğerlerinden daha düşkün olduğunu fark etti. En çok William’dan söz ediyor, en çok onu özlüyordu. Kendisinden bir yaş büyük olan William, en yakın dostuydu. Ne zaman annesini kızdırsa, annesinin ilk göz ağrısı olan William’ın araya girmesiyle kurtulurdu. William kızın yuvadan uçmasını hiç istememiş, onu çok özleyeceğini söylemişti.
“Emin ol William sana mektup yazacaktır.”
“Evet, yazacağına söz verdi ama ilk benim yazmamı şart koştu.”
“Peki ne zaman yazacaksın?”
Fanny kafasını kaldırdı. Cevap vermekte tereddüt ediyordu. “Bilmem… Kâğıdım yok ki!”
“Tek derdin bu mu? Ben sana kâğıt ve gereken her şeyi getiririm. Böylece mektubunu dilediğin zaman yazabilirsin. William’a mektup yazmak seni mutlu edecek, değil mi?”
“Evet, hem de nasıl!”
“Yapalım o hâlde. Benimle birlikte oturma odasına gel. Aradığımız her şeyi orada bulabiliriz. Üstelik şu an kimsecikler yok.”
“Ama kuzen, postaya verebilecek miyiz?”
“Evet. Bu konuda bana güvenebilirsin. Diğer mektuplarla birlikte göndeririz. Enişten imzalarsa ücretsiz gönderebiliriz. Böylece William’ın cebinden de bir şey çıkmaz.”
“Eniştem mi!” dedi Fanny, korku dolu gözlerle.
“Evet. Mektubu bitirdiğinde babama götürerek imzalatacağım.”
Fanny böyle bir şey yapmanın cesaret istediğini düşündü ama itiraz etmedi. Birlikte oturma odasına gittiler. Edmund kâğıdı hazırlayarak üzerine cetvelle çizgi çizdi. Kendisine öz kardeşiymiş gibi yardımcı oluyordu. Üstelik nasıl beceriyorsa, çizgileri de kardeşinden çok daha düzgün çiziyordu. Edmund, Fanny mektubu bitirene dek çakısıyla kalemin ucunu açarak, yazım yanlışlarını düzelterek yardımcı oldu. Fanny’yi en mutlu eden şey ise bu yardımların ötesinde, Edmund’ı kardeşi kadar yakın görmesiydi. Edmund, kuzeni William’a kendi el yazısıyla sevgilerini ileterek, zarfa yarım Gine altını koydu. Fanny’nin hisleri kelimelerle anlatılacak türden değildi. Ancak yüz ifadesi ve ağzından beceriksizde dökülen birkaç sözcük, duyduğu minnettarlığı ve hazzı anlatmaya yetmiş, kuzeni giderek kendisiyle daha fazla ilgilenir olmuştu. Edmund, Fanny’yle konuştukça konuşuyor, kızın ağzından dökülen her söz, delikanlıyı karşısındaki kişinin sevgi dolu bir yüreği olduğuna, doğru davranmaya çabaladığına daha da ikna ediyor ve böylece Edmund kendisini, kızın durumuna çok daha büyük bir hassasiyet ve anlayışla yaklaşmaya mecbur hissediyordu. Şimdiye dek ona bile isteye acı çektirmemişti ancak bu yeterli değildi. Çok daha fazla özen göstermesi gerekirdi. Bu kararı doğrultusunda ilk olarak, evdekilerden duyduğu korkuyu bir nebze olsun hafifletmek amacıyla, Maria ve Julia ile oyun oynarken dikkat etmesi gereken şeyler hakkında tavsiyelerde bulundu, elinden geldiğince güler yüzlü davranmasını öğütledi.
Fanny o günden itibaren kendisine daha çok güvenir oldu. Artık bir dostu olduğunu hissediyor, kuzeni Edmund’ın sevecen tavırları, diğer insanlara da çekinmeden yaklaşmasını sağlıyordu. Daha az yabancılık çekmeye, insanlardan daha az ürkmeye başlamıştı. Korku duyduğu insanların da huyunu öğrenmiş, onların suyuna gitmeyi becerir olmuştu. İlk zamanlardaki, başta kendisi olmak üzere herkesin keyfini kaçıran kabalıkları ve acayiplikleri yavaş yavaş yok oluyordu. Artık eniştesiyle karşılamaktan çekinmiyor, teyzesi Norris’in sesini duyduğunda irkilmiyordu. Kuzenleri de onunla vakit geçirmekten keyif almaya başlamıştı. Yaşça küçük ve çelimsiz olduğu için her zaman yanlarına yaklaştırmıyorlardı ancak eğlence ve entrikalar kimi durumlarda bir üçüncüyü gerekli kılıyordu, özellikle de Fanny gibi yardımsever ve itaatkâr birini… Teyzeleri bir kabahat işleyip işlemediğini sorduğunda veya ağabeyleri Edmund, kıza iyi davranmaları gerektiğini söylediğinde Fanny’nin iyi huylu biri olduğunu anlatıyorlardı.
Edmund ona karşı hep kibardı. Tom’dan yana tek sıkıntısı ise on yedi yaşındaki bir delikanlının on yaşında bir çocuğa yapabileceği türden şakalara katlanmak zorunda kalmasıydı. Tom hayatının baharında, heyecanlı bir çocuktu. En büyük çocuk olmanın getirdiği bir özgürlükle dünyaya para harcamak ve eğlenmek için geldiğine inanıyordu. Küçük kuzenine davranışı da konumu ve haklarıyla orantılıydı. Ona güzel hediyeler alıyor, şakalaşıyordu.
Fanny güzelleştikçe ve neşesi yerine geldikçe Sör Thomas ve Mrs. Norris, ne kadar iyi bir iş yapmış olduklarını düşünerek huzur duyuyorlardı. Kısa süre içerisinde, pek de akıllı olmamakla birlikte uysal bir kız olduğuna, kendilerine sorun çıkarmadığına kanaat getirdiler. Zekâsı konusunda bu şekilde düşünenler ikisiyle sınırlı değildi. Fanny okuma yazmayı biliyordu ama ona başka bir şey öğreten olmamıştı. Kuzenleri, kendilerinin uzun zamandır aşina oldukları konulardaki cahilliğini gördükçe Fanny’nin safi salak olduğuna kanaat getirmişlerdi. İlk birkaç hafta boyunca oturma odasına bu doğrultuda raporlar yetiştirmişlerdi. “Anneciğim, düşünsene, kuzenim Avrupa haritasını birleştirmeyi beceremiyor…”, “Kuzenim Rusya’daki başlıca nehirleri sayamıyor…”, “Anadolu’nun adını bile duymamış…”, “Sulu boyayla pastel boya arasındaki farkı bilmiyor, ne acayip…”, “Hiç böyle bir şey duymuş muydunuz?..”
Düşünceli teyzeleri, “Canlarım…” diye cevaplardı, “Kötü bir durum, ancak herkesin her şeyi sizin kadar çabuk kavramasını bekleyemezsiniz.”
“Ama teyzeciğim, gerçekten çok cahil! Geçen gece İrlanda’ya nasıl gidileceğini sorduk, bize Wight Adası’ndan geçerek gidileceğini söyledi. Wight Adası’ndan başka bir bildiği yok. Sanki dünyada başka ada yokmuş gibi oradan ‘ada’ diye söz ediyor. Onun yerinde olsam kendimden utanırdım. Ben daha onun yaşına gelmemişken ondan çok şey biliyordum. İngiliz krallarını, tahta çıkış tarihlerini ve dönemlerinde yaşanan önemli olayları öğreneli kim bilir kaç yıl olmuştur teyze.”
Diğeri, “Evet…” diye ekliyordu, “Severus’a varıncaya dek tüm Roma imparatorlarını, Pagan mitolojisini, metalleri, yarı metalleri, gezegenleri ve saygın filozofları da biliyorduk.”
“Kesinlikle çok doğru canlarım. Ama sizlerde Tanrı vergisi bir hafıza var. Zavallı kuzeninizde ise böyle bir yeteneğin, tahminimce zerresi yok. İnsanların hafızaları da diğer özellikleri gibi farklı farklıdır. Dolayısıyla kuzeninize anlayış göstermeli, bu kusurundan dolayı onun için üzüntü duymalısınız. Unutmayın, ne kadar kültürlü ve akıllı olursanız olun, her zaman için alçak gönüllü davranmalısınız. Ne kadar çok şey bilirseniz bilin, öğrenecek daha çok şeyiniz olduğunu aklınızdan çıkarmamalısınız.”
“Biliyorum, on yedi yaşıma gelene dek de öğrenmeye devam edeceğim. Ama Fanny’nin acayiplikleri ve aptallıkları bu kadarla da kalmıyor! Resim ve müzik öğrenmek istemediğini biliyor musunuz?”
“Emin ol canım, kesinlikle çok aptalca bir söz! Böyle konuşması, zekâdan yoksun olduğunu, çevresindekilerden bir şey öğrenemediğini gösteriyor. Ancak böylesi daha mı iyi acaba diye de düşünmeden edemiyorum. Biliyorsunuz, babacığınız ve anneciğiniz, benim sayemde büyük bir iyilik yaparak sizinle birlikte eğitim görmesini sağladı. Bununla birlikte onun, sizin kadar marifetli olması şart değil. Hatta aranızda bir fark olması çok daha iyi…”
Mrs. Norris’in bu tavsiyeleri yeğenlerinin zihinlerine işlenmişti. Bunun da etkisiyle çocuklar umut vadeden yeteneklerine ve küçük yaşta edindikleri onca bilgiye rağmen, haddini bilmek, cömertlik ve tevazu gibi erdemlere sahip değillerdi. Çocuklar her konuda mükemmel bir eğitim almıştı. Sadece sağlam bir karakter açısından zayıf kalmışlardı. Sör Thomas, nerede hata yaptığını anlayamıyordu. Çocuklarına düşkün bir babaydı ancak sevgisini göstermiyordu. Bu katı tavırları yüzünden de çocuklar her şeyi içlerine atıyordu.