Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Kırık Bir Kalbi Nasıl Onarırsın»

Shrift:
DR. GUY WINCH

Kitapları yirmi üç dile çevrilmiş lisanslı bir psikolog, yazar ve konuşmacıdır. İlk TED konuşması “Neden Hepimiz Duygusal İlkyardım Pratiği Yapmalıyız” (Why We All Need Practice Emotional First Aid) on bir milyondan fazla izlendi. Dr. Winch’in duygusal sağlık üzerine yaptığı çalışmalar sık sık ulusal ve uluslararası medyada yer alıyor. Ayrıca Psychology-Today.com için popüler “Squeaky Wheel” blogunu yazıyor. American Psychology Association üyesi ve Manhattan’da özel muayenehanesinde çalışmalarını sürdürüyor.

Louise Shimron’a


YAZARIN NOTU

Bu kitapta hastalarımla özel çalışmalarıma dayanan çeşitli vaka analizleri sunuyorum. Bunu yaparken onların kimliklerine dair tanımlayıcı olabilecek her türlü bilgiyi değiştirmek için elimden geleni yaptım. Sonuç olarak hem hastalarımın hem de onlar için önem taşıyan diğerlerinin (insanların ve hayvanların) isimlerini değiştirdim. Aynı zamanda iddialarımı, kör hakem değerlendirmesi yöntemiyle makale kabul eden birinci sınıf dergilerde yayımlanmış ampirik bilimsel çalışmalarla desteklemeye çalıştım. Bunlardan bir seçkiyi referanslar bölümünde bulabilirsiniz.

GİRİŞ

Kalp kırıklığı fırtınası insanı kasırga gibi vurur. Bazen kaygı verici işaretleri önceden fark ederek teyakkuza geçeriz. Çoğu zamansa şaşırtıcı şekilde yön değiştiren bir sohbet sırasında ya da günün en yoğun ânında gelen beklenmedik bir mesajla hazırlıksız yakalanırız. Nasıl gelirse gelsin bu fırtına bizi sarsar. Rüzgâr güvenlik ve kesinlik duygumuzu yıpratır. Buz gibi yağan yağmur, varlığımızın tüm çatlaklarından sızar, içimizdeki becerikli iş insanından adanmış ebeveyne, tutkulu sanatçıya ya da parti düşkününe kadar her bir köşeyi sırılsıklam ıslatır. Dünyaya duygusal acıyla kararmış gözlüklerimizin ardından gözlerimizi kısarak bakarız, karabulutların asla dağılmayacağından korkarız. Gerçek kasırgaların aksine, kalp kırıklıklarının belirli bir sonu yoktur, acımasızdırlar – rahat vermez ve sığınacak hiçbir köşe bırakmazlar. Bu yüzden o geçip gidene kadar korunaksız, sırılsıklam ve sefil halde kalakalırız.

Bu hislere ve algılara çoğumuz aşinadır – hayatımızın bir noktasında hemen hepimizin aşk ilişkisi ya da bir kayıptan dolayı kalbi kırılır. Kalp kırıklığının hemen her yerde olduğu düşünüldüğünde, onu nasıl iyileştireceğimize dair bu kadar az şey bilmemiz dikkat çekicidir. Daha da dikkat çekici olan, yol açtığı duygusal yıkıma bireysel olarak bu kadar aşina olmamıza rağmen, kalp kırıklığına karşı takındığımız toplumsal tutumun düpedüz küçümseyici olmasıdır.

Kalp kırıklığını gençlerin, naiflerin ya da tecrübesizlerin –bir yetişkinin sorumluluklarını henüz omuzlarında tüm ağırlığıyla hissetmemiş ergenlerin ya da genç yetişkinlerin– başına gelen bir şey olarak düşünmeye eğilimliyiz. Başka aksilikler ve hayal kırıklıklarında olduğu gibi, yetişkinlerin bu tür olayların üstesinden olgunluk ve metanetle gelmesi beklenir. Kalp kırıklığı kaybedilen bir beyzbol müsabakası ya da dökülen (bir bardak) sütle eşdeğer görülür – kimse böyle bir şey için ağlamaz ya da biz öyle sanırız.

Ta ki kendi kalbimiz kırılana kadar.

O zaman, kalp kırıklığının, hayatın ilerleyen dönemlerinde de gençken olduğu kadar acı verdiğini hemen hatırlarız – o felç edici duygusal acı aynı yoğunlukla tetiklenir, düşünme yeteneğimiz ve işlevlerimiz aynı şekilde bozulur. Üstüne üstlük, lisede edindiğimiz gençlik deneyimlerimizde karşılaştığımızın aksine, bize sunulan anlayış, destek ve şefkatin de görece çok daha az olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırız.

Ona atfettiğimiz ciddiyet azaldıkça kalp kırıklığı ifadesinin ağırlığı da o denli hafifler. Tuttuğumuz takım önemli bir maçı kaybettiğinde, büyükannemizden miras kristal vazo elimizden kayıp tuzla buz olduğunda ya da en sevdiğimiz romanın kadın kahramanı, umduğumuz gibi doğaüstü güçleri olan ruh eşiyle birlikte olmayı reddettiğinde “kalbim kırıldı” deriz. Bunlar bizi ne kadar hayal kırıklığına uğratırsa uğratsın, üzerse üzsün gerçekten kalbimiz kırıldığında çektiğimiz ıstırapla bunları karıştırmayız. Gerçek bir kalp kırıklığı şüphe götürmez, neden olduğu duygusal acının yoğunluğundan, zihnimizi ve hatta bedenimizi bütünüyle ele geçirmesine kadar her şeyiyle açık ve nettir. Başka bir şey düşünemeyiz. Başka bir şey hissedemeyiz. Hiçbir şey umurumuzda olmaz. Ve çoğu zaman, yoğun acı, keder ve kayıp hissiyle öylece oturmaktan başka hiçbir şey yapamayacakmışız gibi gelir.

Kalp kırıklığı bir sürü farklı biçimde ortaya çıkar ama ben bu kitapta pek çok ortak noktası olan iki türüne odaklanmayı seçtim: aşk acısıyla ve çok sevilen bir evcil hayvanın kaybıyla yaşanan kalp kırıklıkları. Bunları seçmemin nedeni ise bu deneyimlerin kalbi kırılanlar için karmaşık bir zorlayıcılığının olması: Her ikisine de şiddetli yas tablosu eşlik eder, ancak toplumda, örneğin boşanma kadar ya da birinci dereceden bir akrabanın kaybı kadar önemli görülmezler. Bu nedenle, böyle kalp kırıklıkları yaşayan kişiler kadar fark edilmeyiz, destek ve şefkatten çoğu kez mahrum kalırız.

Gerçekten de ebeveynlerimizden biri, çocuğumuz ya da kardeşimiz öldüğünde, etrafımızdaki bireylerin yanı sıra uzmanlardan da destek ve şefkat görebiliriz. İşverenlerimiz, ebeveynlerimizden biri öldüğünde bize taziyelerini sunar, anlayış gösterir ve yas izni verir. Ama çok sevdiğimiz köpeğimiz öldüğünde, ki bazı kişiler için bu aynı derecede derin (bazen daha da derin) bir acı olsa bile, aynı hoşgörüyle yaklaşmazlar. Benzer şekilde, bir işveren için bir çalışanın boşanması ya da kısa vadeli bir ilişkiyi bitirmiş olması arasında da fark vardır. Boşanma sürecinde düşük performansınız için daha fazla anlayış gösterirler.

Başkalarından beklediğimiz empati ve şefkatin eksikliği, davranışlarımıza yansıyarak her şeyi daha da karmaşık bir hale sokar. Bir çoğumuz duygusal acıyla kıvranırken canımız yandığı için kendimizi eleştiririz. Yanlış bir düşünceyle, –hayatımızda gayet olağandışı şeyler olurken bile normal işlevlerimizi sürdürmemiz gerektiğine– bir şekilde sakin olup devam etmemiz gerektiğine inanırız. Artık, yeni bilimsel araştırmalar çoğumuzun şüphelendiği şeyleri doğruluyor: Kalp kırıklığı, yaşımızdan bağımsız olarak, beynimizi ve davranışlarımızı çarpıcı ve beklenmedik şekillerde etkiliyor.

Kalp kırıklığına dair en talihsiz gerçeklerden biri “doğal” tepkilerimizin bize genellikle yarar sağlamaktan çok zarar vermesidir. Kalp ağrısıyla başa çıkmak için benimsediğimiz alışılagelmiş davranış ve alışkanlıkların çoğunun, duygusal acımızı derinleştirmesi, iyileşmemizi geciktirmesi ve hatta uzun vadede akıl/ruh sağlığımıza zarar vermesi muhtemeldir. Maalesef bu davranışların neler olduğuna, onlardan nasıl kaçınabileceğimize ya da iyice kökleşmişlerse, onlardan nasıl kurtulacağımıza dair çoğumuzun hiçbir fikri yok. Aynı araştırmalar, iyileşme sürecimizi hızlandırmak için kullanabileceğimiz etkili teknikleri de ortaya koyuyor. Çoğumuzun bunlardan da haberi yok.

Yirmi yılı aşkın süredir bilfiil çalışan bir psikolog olarak yüzlerce kalbi kırılmış insana ve onların iyileşme çabalarına en ön sıradan tanıklık ettim. Ofisim New York şehrinin kozmopolit bölgelerinden birinde olduğu için dünyanın her yerinden gelen farklı yaşlarda, farklı cinsel kimliklere, farklı etnik ve kültürel geçmişlere sahip hastalarım var. Yine de konu kalp kırıklığı olduğunda bu tür demografik faktörlerin önemsiz olduğunu oldukça erken öğrendim. Farklı kültürlerden gelenler kalp kırıklığına farklı tepkiler verebilir, ancak hepimizin içimizde hissettiklerimiz, içimizde yaşadığımız acı ve ıstırap hemen hemen aynı.

Çoğu psikolog gibi ben de bu alana başkalarının hissettiği duygusal ve zihinsel acıyı hafifletmeye yardımcı olmak amacıyla girdim. Kariyerimde tanık olduğum en çarpıcı ve acı dolu anlara dönüp baktığımda, bunların çoğunun nedeninin kalp kırıklığı olduğunu görüyorum. Gelgelelim yüksek lisans eğitimim bana kırık bir kalbin nasıl onarılacağına dair çok az şey öğretti. Bu nedenle daha fazla bilgi ve fikir edinmek için akademik yayınlara başvurdum.

Araştırmacılar kalp kırıklığı üzerine yıllardır çalışıyor. Onların bulguları, çoğu kez kupkuru ve “bilimsel” bir dille aktarılmış olmasına rağmen, bana kalbi kırık hastalarımın daha hızlı iyileşmesini sağlayacak birçok içgörü ve yöntem öğrettiler. Bunların en iyilerini bu kitapta, onlara ihtiyacı olan hastaların, kabul görmeyen mücadelelerinin ve beraber giriştiğimiz şifa yolculuklarının hikâyeleriyle birlikte sunuyorum.

Bu kitap kalp kırıklığını gün ışığına çıkarma çabasıdır; öncelikle her yaştan insan üstündeki yıkıcı etkisinin farkına varmamız ve sonra da kendi kendimizi iyileştirmemizi sağlayacak etkili araçları edinebilmemiz için. Kalbiniz kırılmışsa iyileşmesi kesinlikle zaman alacak. Ancak bu kitapta keşfedeceğiniz üzere, ne kadar zaman alacağı sizin elinizde.

I. KISIM
Kalbi Kırılanlar Nasıl Yalnızlığa Terk Ediliyor?



Klinik psikologluk yaptığım uzun yıllar boyunca aşk yüzünden ya da yaşadıkları kayıplardan dolayı kalbi kırılan yüzlerce kişiyle çalıştım. Kalbi kırılmış herkes (yani çoğumuz) muhtemelen bu duyguyu gayet iyi hatırlar: o şok hali, başka bir dünyadaymışız gibi hissettiren o müphem gerçekdışılık hissi, etrafımızda bizim dünyamızı yerle bir eden duygusal depremden bihaber, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam eden insanları gördüğümüzde hissettiğimiz o dışlanmışlık.

Kalp kırıklığının açık ara en belirgin özelliği insanı paralize eden o yoğun duygusal acıdır. Aslında kalp kırıklığından ne anladığımız, kalp kırıklığının yarattığı o dayanılmaz ıstırapla o kadar iç içe geçmiştir ki bu ikisi neredeyse eşanlamlıdır. Çoğu açıdan öyle olması da doğaldır, çünkü kalp kırıklığının hikâyesi, duygusal acının, bizim o acıya verdiğimiz tepkinin ve iyileşme çabamızın anlatısıdır.

Bir hastamın kalbi kırıldığında benim kalbim de onunkiyle birlikte ağrır. Aldığım eğitimler ve işimi yaparken genellikle beni koruyan savunma mekanizmaları böyle açık bir duygusal yara karşısında çoğu kez işe yaramaz hale gelir. Belki de savunma mekanizmalarımın işe yaramaz hale gelmesine ben izin veriyorumdur – bu benim karşımdaki keder yüklü insana onun acısını anladığımı, hissettiğimi gösterme biçimimdir. Çünkü maalesef hayatlarındaki insanların çoğu bunu yapmıyor.

Kalbimiz kırıldığında yolculuğumuzu etkileyen birden fazla değişken var: ilişkinin ya da kaybın kendine özgü doğası, temel karakter özelliklerimiz ve zorluklarla baş etme yöntemlerimiz, bireysel ve ailevi geçmişimiz, hayatımızın o anki gidişatı, iyileşme sürecimizi nasıl yönettiğimiz ya da yönetemediğimiz. İyileşmemizi etkileyen hayati değişkenlerin sonuncusuysa aynı zamanda bizi hayal kırıklığına uğratması en muhtemel olandır – destek olmasını beklediğimiz insanlar: arkadaşlarımız, ailelerimiz, ait olduğumuz topluluklar, okul ve iş çevrelerimiz.

DESTEK OLMASI BEKLENENLER KALBI KIRILMIŞLARI NASIL YÜZÜSTÜ BIRAKIYOR

Genellikle bir kaybın ardından yaşanan toparlanma sürecinde en önemli rolü bize destek vermelerini beklediğimiz yakınlarımız oynar. Çok yakın bir akrabamızı kaybettiğimizde neler olduğunu düşünün. Bir anda çevremizi saran yoğun ilgi, ihtiyacımız olan duygusal onaylanmayı sağlar, hissettiğimiz acının yaşadığımız kayıp karşısında verdiğimiz normal ve makul bir tepki olduğuna dair bizi rahatlatır. Arkadaşlarımız, ailemiz bize şefkat ve empati gösterir, hem gerçek hem de mecazen başımızı yaslayıp ağlayabileceğimiz bir omuz sunarlar. Komşularımız ve çevremizdeki insanlar bize yemek getirir, açlığımızı bile hissetmeyecek kadar üzgün olduğumuz anlarda bizi birkaç lokma yemeye teşvik ederler. İşverenlerimiz yasımızı tutmamız ve ihtiyaç duyduğumuz desteği bulabilmemiz için bize bir süre izin verir, hatta bazı şirketler bu toparlanma sürecine yardım etmek için rehberlik hizmetleri sunar.

Ancak, kalp kırıklığımız bir aşk ilişkisinden ya da çok sevdiğimiz evcil hayvanımızın kaybından kaynaklanıyorsa –ki bunlar kabul gören yas biçimleri değildir– destek beklediğimiz çevremizin çok farklı tepkiler vermesi muhtemeldir. Tahmin edeceğiniz gibi bu desteğin eksikliği bizi derinden etkiler. Sadece iyileşmemiz için hayati derecede önemli olan bir unsur elimizden alınmakla kalmaz, aynı zamanda acımızı derinleştiren, duygusal sıkıntımızı artıran ve iyileşmemizi zorlaştıran ilave baskılarla da karşılaşırız.

Bu desteğin eksikliğini daha da yoğun hissetmemize neden olan şey, kalbimiz kırıldığında kullanabileceğimiz, içi şifalı oklarla dolu bir sadağımızın olmamasıdır. Binlerce yıldır kalbimiz kırılıyor ama hâlâ çoğumuzun bildiği sadece iki reçete var: sosyal destek ve zaman. Bunlardan ilkini kaybettiğimizde geriye iyileşmek için tek çare kalıyor: zaman, ki onun üzerinde de herhangi bir kontrolümüz yok. İşte bu yüzden kalp kırıklığı genellikle çok çaresiz hissettiriyor. Kalbimiz kırıldığında çok azımızın bir terapistin yardımına başvurmasının nedeni de bu. Böyle durumlarda bir terapistin bize verebileceği tek işe yarar şeyin destek olduğunu düşünürüz ve çoğumuz bunu, en azından başlangıçta, arkadaşlarımızdan ya da ailelerimizden alabileceğimizi umarız.

Dolayısıyla, kalp kırıklığı yaşayan hastalarımın büyük çoğunluğunun terapiye tamamen başka konuları (flörtlerini ve onlarla olan ilişkilerini) konuşmak için gelmiş olması ve bu tedavi sürecinde kalp kırıklığı yaşamaları çok da şaşırtıcı olmamalı. Önümüzdeki bölümlerde tanıyacağımız hastalar çeşitli kalp kırıklıklarını ve yaşanan durumları temsil ediyor. Onların hikâyeleri, kalbimiz kırıldığında nasıl farklı şekillerde etkilendiğimizi, bize engel olan hatalarımızı, destekleyici çevremizin bu süreçte oynadığı rolü ve iyileşmek için seçebileceğimiz farklı yolları yansıtıyor.

Kalp kırıklığı göz göre göre, yavaşça geldiğinde de yeterince acı vericidir. Ama bizi apansız yakaladığında, perişan edici olduğu kadar, şaşırtıcı da olabilir. Bu nedenle kalp kırıklığının geldiğini kilometrelerce öteden gördüğümde karşımdakini mutlaka uyarırım. Hastalarımın bazıları bu uyarıları dikkate alır ama çoğu önemsemez. Karasevda derin bir aşk vaadiyle kalbimize musallat olduğunda umut ve ihtiyaç işte bizi böyle baştan çıkarır. Ama bazen hastalarımın kalbinin kırılması beni de gafil avlar.



Kathy kalp kırıklığıyla hiç ilgisi olmayan nedenlerden dolayı psikoterapiye başladığında yirmili yaşlarının sonlarındaydı. Orta-batıda küçük bir kasabada büyümüştü. Sonra lisansüstü eğitimi için New York’a taşınmış, şehre âşık olmuş ve yerleşmeye karar vermişti. Parlak bir öğrenci olduğu için mezun olur olmaz kurumsal bir şirkette işe başlaması hiç zor olmamıştı. İlk seans için Kathy ile buluştuğumda pantolon ceket takımı ve yüksek topuklu ayakkabılarıyla çok şık ve bakımlıydı. Zarafeti ve kendine güveniyle gayet uyumlu sıkı bir tokalaşmanın ardından koltuğa geçti. Bacak bacak üstüne attı, elleri kucağındaydı. Birazdan bir yabancıya hayat hikâyesini anlatacak olmasının neden olabileceği gerginlikten eser yoktu. Ben daha koltuğuma yerleşmeden gülümseyip yumuşak ve gür bir sesle “Neden burada olduğumu anlatayım mı?” dedi. Kathy’nin beden dili sabırlı ve kendine hâkimdi ama yine de hemen konuya girmek istiyordu.

“Anlat lütfen,” dedim gülümseyerek.

Kathy derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. “Ben daha ortaokuldayken bütün hayatını planlayan o kızım, düğün hazırlıklarına varana kadar.” Parmaklarıyla saymaya başladı. “Üniversiteye gidecektim, sonra yüksek lisans yapacaktım, iyi bir işe girecektim ve en geç yirmi yedi, yirmi sekiz yaşlarımda ileride kocam olacak adamla flört etmeye başlayacaktım. Bir yılın sonunda beraber oturmaya başlayacaktık, ertesi yıl nişanlanacaktık ve otuz yaşıma girmeden önce evlenecektik.” Kathy’nin yüzünde beliren endişeden hayatının hiç de planladığı gibi gitmediği anlaşılıyordu.

“Üniversiteye gittim, yüksek lisans yaptım ve iyi bir işe girdim,” diye devam etti. “Ama sıra müstakbel kocamı bulmaya geldiğinde bulduğum tek şey göğsümdeki kitle oldu.”

Genç ve genel sağlık durumu çok iyi olduğu için doktorları olabilecek en güçlü kemoterapiyi almasını önermişlerdi ve Kathy de kabul etmişti.

“Yan etkilerinin kötü olabileceğini söylediler,” diye devam etti Kathy, “öyle de oldu. Saçlarımın dökülmesiyle, korkunç mide bulantılarıyla, ağzımda çıkan yaralarla baş edebiliyordum ama vücudumun her yanında şiddetli sinirsel ağrılar vardı.” Kathy anımsadıklarından dolayı titriyordu. “İşkence gibiydi.” Bir nefes aldı ve devam etmeden önce kendini topladı. “Arkadaşlarım ve ailem beni çok şaşırttılar. Bütün süreç boyunca yanımda oldular.”



Neyse ki Kathy’nin kemoterapisi sonuç vermişti. Hayatına dair planlarına kaldığı yerden devam etme hevesiyle bütün çabasını iyileşmeye harcamıştı. Sağlıklı besleniyordu, takati el verdiğince egzersiz yapıyordu. Vücudu yavaş yavaş eski gücüne kavuştu, saçları uzadı ve sonunda yeniden flört etmeye başlamak için kendini hazır hissetmeye başladı. Kathy’nin tedavi ve iyileşme döneminde arkadaşlarının çoğu nişanlandığı için kendini hemen her ay bir bekarlığa veda partisine ya da düğüne giderken bulmuştu. Davetlere tek başına gitmekten yorulmuş ve harekete geçmeye karar vermişti.

“Arkadaşlarıma iki kelimelik bir grup mesajı gönderdim,” dedi gülümseyerek. “Ben hazırım! Birkaç gün içinde de herkes bana birileriyle randevu ayarlamaya başlamıştı. Kendimi ortalıkta ‘It’s Raining Men’1 şarkısını mırıldanarak gezinirken buldum. Hayatım sonunda yoluna giriyordu. Neredeyse iki yıldır ilk kez kendimi mutlu hissediyordum.”

Kathy derin bir iç geçirdi ve gözleri yaşla doldu. “Ve sonra, geçen ay öteki göğsümde bir kitle buldum.” Yaşlarla ıslanan gözlerini sildi. “Bu yüzden buradayım. Her şeyi sil baştan tekrar yaşama fikri kelimenin tam anlamıyla… korkunç… Bunu yapabilmek için yardıma ihtiyacım olacak.”

Kathy halihazırda çoğu insanın başına gelenden fazlasına göğüs germişti ve şimdi daha da fazlasına katlanmak zorundaydı. Bu kadar genç birinin bunca zorluklardan geçmesi hiç adil değildi. Bana cesaret veren tek şey Kathy’nin duygusal olarak inanılmaz güçlü olmasıydı. İki yıl içinde kanserle ikinci kez savaşmak durumunda kalsa da umudunu yitirmemiş, mücadele etmeyi bırakmamıştı. Gerçekten de tepkisi hem bilgece hem de psikolojik olarak sağlıklı bir tepkiydi – vermesi gereken mücadelenin farkındaydı ve daha fazla destek bulabilmek için bir terapistin yardımına başvuruyordu.

Ertesi yıl Kathy’nin kanserle kararlılıkla, ağırbaşlılıkla ve azimle savaşmasına tanıklık ettim. İkinci kemoterapinin etkileri de ilki kadar zorluydu ama tedaviyi yarım bırakmayı aklına bile getirmedi. Gözünü remisyon hedefine dikmişti ve hiç tereddüt etmemişti.

Kathy’nin azminin bir kez daha meyvesini verdiğini, ikinci tedavisinin de başarıyla tamamlandığını ve bir kez daha remisyonda olduğunu öğrendiğimde sevinçten kalbim yerinden çıkacaktı. Vücudunun toparlanması bu defa daha uzun sürdü ama sonunda gücünü toparladı, saçları uzadı, yaraları iyileşti ve o bu süreçte ona çok destek olan harika arkadaşlarına Ben hazırım! mesajını gönderdiği gün yeniden geldi.

Yine şarkısını söylemeye başladı Kathy seansımızda: “It’s raining men…”

Ben de “Hallelujah!” diye şarkının devamını getirerek karşılık verdim.

Birkaç ay sonra Kathy otuzlu yaşlarının ortalarında borsa analisti Rich’le tanıştı ve ona âşık oldu. Rich tam da Kathy’nin ihtiyaç duyduğu adama benziyordu: nazik, düşünceli, olumlu. Ona iltifatlar ediyor, yaralarını öpüyor ve ona ne kadar çekici olduğunu söylüyordu. Onu romantik yemeklere çıkarıyordu, deniz kenarında sürpriz hafta sonu kaçamakları ayarlıyordu. Kathy hiç bu kadar mutlu olmamıştı.

Çıkmaya başlamalarından altı ay kadar sonra Kathy sevinçten ışıl ışıl bir yüzle ofisime geldi. “Güzel haberlerim var!”

Heyecanımı saklamaya çalıştım. Rich daha geçenlerde Kathy’yi New England’da romantik bir pansiyona götürmüştü. Sonbahardı ve doğa güzelliğinin zirvesindeydi – evlilik teklifi için mükemmel bir yer ve zamandı. “Evet?” diye sordum olabildiğince sıradan bir sesle.

Kathy derin bir nefes aldı ve “Bir Pinterest sayfası açtım!” dedi.

Zoraki bir gülümsemeyle “Bu… harika!” dedim.

“Oh, sen sandın ki… ama asıl konu da bu. Henüz teklif etmedi ama birlikte geçirdiğimiz o harika hafta sonundan sonra bugün yarın teklifin geleceğini düşünüyorum. Bu yüzden annemlerin evine gidip hayalini kurduğum düğün için notlar aldığım defteri aldım. Tarayıcıdan geçirdim ve bir Pinterest sayfası açtım!”

Bu defa gülümsemem gerçekti.

İki hafta sonra Rich gergin bir şekilde Kathy’yi en sevdikleri mekânlarında yemeğe davet etti – özel bölmeleri ve loş aydınlatması olan çok romantik bir restorandı. Ismarladıkları içkiler geldikten sonra elini tuttu – ve ondan ayrıldı.

Rich, Kathy’ye onu çok önemsediğini ve onunla vakit geçirmeyi çok sevdiğini ama geçen zaman içinde hislerinin onunki kadar yoğunlaşmadığını söyledi. Kathy’nin onun için “doğru kişi” olmadığından emin olduğu için bunu ona söylemenin de adil bir davranış olduğunu düşünüyordu.

Kathy yıkılmıştı. Bir kez daha arkadaşları ve ailesi yardımına koştu. Onlara çok ihtiyacı vardı. Kathy’nin ümidini en çok yitirdiği anlara şahit olduğumu sanıyordum ama ızdırabı çok derindi. Haftalarca ağladı. İşini zar zor yapabiliyordu ve acıdan paralize olmuş halde saatlerce karanlıkta oturuyordu. Sık sık seanslarımızı kaçırıyordu, benim hatırlatmalarıma rağmen ayda birkaç kez terapiye gelemedi.

Kathy’nin benimle ve arkadaşlarıyla konuşabildiği tek şey bu ayrılıktı. Bizim seanslarımız seyrekleşse de Kathy’nin arkadaşları ona destek olmak, avutmak ve tavsiyeler vermek için sayısız saatlerini verdiler. Birkaç ay sonra Kathy hayatına devam etmekte hâlâ zorlandığı için sabırsızlık belirtileri göstermeye başladılar. Bir ay sonra Kathy’yi yeniden gördüğümde sabırsızlıkları aleni bir yılgınlığa dönüşmüştü.

Arkadaşlarının ona karşı tahammüllerini kaybetmeye başladığını duyunca üzüldüm ama şaşırmadım. Bunu defalarca görmüştüm. Kalbimiz kırıldığı zaman başkalarının bize gösterdiği şefkatin ölçüsünü gerçekte bizim ne kadar duygusal acı çektiğimiz değil, onların ne kadar duygusal acı çekmemiz gerektiğine dair düşündükleri belirler. Kathy, arkadaşlarının gözünde, biten ilişkilerin ardından tutulacak yas için dile getirilmeyen o zamanaşımı süresini doldurmuştu. Ona sundukları empati ve destek hızla azalıyordu. Kathy artık şefkat yerine sabırsızlıkla, asabiyetle hatta kızgınlıkla karşılaşıyordu.

Kathy’nin arkadaşlarını acımasız olmakla eleştirmeden önce, bir çoğumuzun kendi arkadaşlarımızın ya da sevdiklerimizin kırılan kalplerinin iyileşmesi bizim sübjektif standartlarımıza göre beklediğimizden uzun sürdüğü durumlarda –sabırsızlığımızı onlara hissettirmiş olalım ya da olmayalım– bizim de benzer yargılarda bulunduğumuzu dikkate almamız gerekir. Önemsediğimiz birinin, sebebi ne olursa olsun, derin acılar çektiği dönemde yanında olmak özünde çok sıkıntı verici bir tecrübedir. Onlara destek olabilmek ve şefkat gösterebilmek için bu nahoş duyguları önce kendi içimizde sindirmemiz gerekir (aksi halde onların duygusal tepkilerine odaklanmak yerine kendi duygularımızla fazlasıyla meşgul oluruz). Söze dökülmeyen bir varsayımla, bu acılı zamanlarında onların yanında olabilmek için katlandığımız sıkıntılılara karşılık, onların da iyileşmek ve hayatlarına devam etmek için aynı oranda çaba göstermelerini bekleriz. Toparlanmaları gecikirse, anlaşmanın kendi üstlerine düşen kısmını yerine getirmediklerini (bilinçsizce) varsayarız, dolayısıyla biz de kendi payımıza düşeni yerine getirmek için kendimizi daha az mecbur hissederiz. Bunun sonucunda empatimiz azalır, kızgınlık kendini göstermeye başlar.

Maalesef toparlanmamız geciktiğinde sabrını ve şefkatini kaybedenler sadece arkadaşlarımız ve sevdiklerimiz değildir. Sosyal desteği kaybetmenin dalga dalga yayılan etkilerinden biri, çevremizdekilerin bize gösterdiği tahammülsüzlüğü içselleştirip kendimize olan şefkatimizi de kaybetmemizdir. O zaman hem sosyal desteğimiz azaldığı hem de kendimizi daha fazla eleştirdiğimiz için çifte olumsuzluk yaşamaya başlarız.

Aynı seansta, “Arkadaşlarım haklı,” diye iç geçirdi Kathy. “Aylar önce toparlanıp hayatıma devam etmeliydim ama yapamıyorum, neden böyle olduğunu bilmeden toparlanamıyorum. Onu hâlâ seviyorum! Onu hâlâ özlüyorum. Keşke başka türlü hissedebilseydim ama yapamıyorum işte!”

Kathy son derece zorlu kanser tedavisi sürecinden iki kez geçmişti, buna rağmen umudunu ve motivasyonunu hiç kaybetmemişti. Doğrusu, dört yıl süren bu çetin tıbbi mücadele boyunca inanılmaz bir duygusal dayanıklılık örneği göstermişti. Ama iş kırık kalbini onarmaya geldiğinde bir şeyler içindeki gücü ve kararlılığı ortaya çıkarmasını engelliyordu. Hele şimdi, arkadaşlarının desteğini de kaybettikten sonra toparlanmasının tamamen sekteye uğrayacağından korkuyordum.

Kathy’nin söylediği bir şey dikkatimi çekti: “Neden böyle olduğunu bilmeden yapamıyorum.” Sonuçta Rich kendi açısından ayrılma nedenlerini açıklamıştı – onu çok önemsiyordu ama âşık değildi. Belli ki Kathy onun bu açıklamasını (ne derece makul olursa olsun) reddediyordu. Ona söylemediği başka şeyler olduğuna inanıyordu ve bunun ne olduğunu bulmaya kafayı takmıştı. Bu konuyu arkadaşlarıyla konuşup konuşmadığını sordum.

“Onlarla neredeyse sadece bunu konuşup duruyorum,” diye yanıtladı. Şimdi arkadaşlarının neden sabırlarını kaybettiğini anlamaya başlamıştım. Bir aşk ilişkisinin ardından, ortada hiçbir neden olmamasına rağmen, gizemli bir durum olduğuna inanmak ve komplo teorileri üretmek ayrılığa verilen yaygın bir tepkidir. Aslı astarı olmasa bile zihnimiz bilinçsizce, “eğer hissettiğim duygusal acı bu kadar yoğunsa nedeni de bir o kadar dramatik olmalı,” diye düşünür. Muhtemelen Kathy’nin arkadaşları Rich’in açıklamalarını olduğu gibi kabul etmişlerdi ve bu nedenle Kathy’nin alternatif açıklamalar bulmak için gösterdiği ısrarlı çabayı boşa kürek çekmek olarak görüyorlardı. Başka bir deyişle, muhtemelen Kathy’nin, Rich’in gösterdiği sebepleri reddedip başka açıklamalar peşine düşmesinin iyileşme ve hayatına devam etme sürecini sekteye uğrattığını düşünüyorlardı. Bu da onların empatilerini ve şefkatlerini kaybetmelerine neden olmuştu.

Gerçekten de kalbimiz kırıldığında yaptığımız en büyük hatalardan biri, bize destek olan insanlara kafamızın içinde neyin yanlış gittiğine dair dönüp duran her fikri yüksek sesle dile getirerek onlara aşırı yüklenmektir. Bir ayrılığın hemen ardından bunu yapmak gayet anlaşılabilir bir durumdur. Ama aynı soruları –“Neden yeterince iyi değildim?”, “Nerede yanlış yaptım?”, “Neden bana yalan söyledi?”, “Neden beni sevmekten vazgeçti?”– yeni bir çıkarıma varmadan ve daha önce ulaşılan çıkarımları göz ardı ederek haftalarca, aylarca tekrar tekrar dile getirip durduğumuzda en güçlü destekçilerimizi bile bezdiririz.

Bu nedenle, ne kadar canımız yansa da bize duygusal destek sunan insanlara aşırı yüklenip yüklenmediğimize, bize bu desteğin aslan payını sunanlara arada bir nefes alma imkânı tanıyıp tanımadığımıza biraz dikkat etmemiz gerekir. Bu kesinlikle hâlâ ihtiyaç duyduğumuz duygusal onaylamadan ve destekten vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Arkadaşlarının şefkatini kaybetmeye başladığını söylediğinde Kathy’ye de anlatmaya çalıştığım gibi, “Onlardan hâlâ destek alabilirsin, ama farklı bir biçimde. Sabırları şu an biraz azalmış gibi görünse de nihayetinde seni hâlâ seviyorlar, sana önem veriyorlar. Bir süreliğine onlarla başka şeyler hakkında konuşsan, eminim senin hâlâ canının yandığını fark edecekler ve ilgilerini bir kucaklamayla, bir bakışla ya da elini sıkarak göstereceklerdir. Sadece, onların desteğini şu anda verebildikleri biçimde kabul etmeye açık olman gerekiyor.”

1.“Gökten Adam Yağıyor”, 1983 yılında ilk kez Amerikalı müzik grubu Weather Girls tarafından seslendirilen ve günümüzde hâlâ popülerliğini koruyan şarkı. (ç.n.)

Bepul matn qismi tugad.

33 828,47 s`om