Faqat Litresda o'qing

Kitobni fayl sifatida yuklab bo'lmaydi, lekin bizning ilovamizda yoki veb-saytda onlayn o'qilishi mumkin.

Kitobni o'qish: «Ulpan»

Shrift:

Takdim

Canseyit TÜYMEBAYEV
Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi

Türkiye-Kazakistan arasında siyasî ilişkilerdeki gelişmeye bağlı olarak her geçen gün iki ülke arasındaki kültürel ilişkiler de hızla gelişmekte. Kültürel ilişkiler kapsamındaysa özellikle edebî ilişkilerin çok özel bir yeri var. İki halkın önemli edebiyatçılarıyla ilgili karşılıklı olarak yapılan toplantılar ve karşılıklı eser basımı edebî ilişkilerin gelişmesine büyük katkı sağlamakta. Özellikle son dönemde gerek Kazak edebiyatının önemli eserlerinin Türkiye Türkçesine kazandırılması gerekse Türk edebiyatının eserlerinin Kazakçaya aktarılması ve bu yolla iki halkın birbirinin edebiyatından haberdar olması oldukça sevindirici.

İki ülkenin edebî ilişkilerine katkı sağlayan bir çalışma da Kazak edebiyatının tanınmış yazarlarından biri olan Gabit Müsirepov’un Ulpan adlı ünlü romanının Türkiye Türkçesine kazandırılmış olmasıdır.

Kazak tarihinde ileri görüşlü, lider, akıllı, feraset sahibi, akrabasına, çevresine, halkına karşı yakın ve samimi olan “halk anaları” vardır. Bu kadınlar, Kazak halkı için büyük bir değer ifade eder. Ulpan romanının kahramanı halk anası Ulpan da işte bu kadın kahramanlardan biridir. Günümüzde sıklıkla kadın haklarının konuşulduğu ve kadının konumunun iyileştirmesi gerekliliği tartışılırken, daha 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kazak bozkırında yaşayan ve yaşadığı döneme damgasını vuran lider ruhlu bir Kazak kadınıdır Ulpan. Gabit Müsirepov’un Ulpan romanında, lider ruhlu, akıllı ve ileri görüşlü bütün Kazak kadınları, hatta toplumsal hayatta hiçbir zaman pasif olmayan, toplumsal hayata daima aktif olarak katılan genel Türk kadını, roman kahramanı Ulpan şahsında dile getirilmiştir. Anadolu’da da Ulpan gibi halk anaları az değildir. Türk okuyucu romanı okuduğunda, Ulpan’ın hayatında Anadolu’daki lider ruhlu kadınlardan izler de bulacaktır. Okuyucu, aslında genel Türk kadınının Türk Dünyasının neresinde yaşarsa yaşasın toplumda daima var olduğunu, söz söyleyebildiğini, dikkate alındığını, değer gördüğünü farkedecektir.

Umuyorum ki Dr. Cemile KINACI tarafından Türkiye Türkçesine kazandırılan bu eser sayesinde Türk okuyucu, lider ruhlu ve yenilikçi halk anası Ulpan’ı tanıyacak ve onu gönülden sevecektir. Bu vesileyle tanınmış Kazak yazarı Gabit Müsirepov’un edebî yaratıcılığını tanıtan Ulpan romanını Türkiye Türkçesine çevirerek kökleri bir olan Türk-Kazak halkının yakınlıklarının gözlemlenmesine imkân sağlayan Dr. Cemile KINACI’yı kutluyorum. Kitabın yayınlanmasına katkı sağlayan Bengü Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Yakup ÖMEROĞLU’na teşekkürlerimi sunuyorum. Türk-Kazak edebî ilişkilerinin gelişerek devam etmesini en içten dileklerimle temenni ediyorum.

Takdim

Yrd. Doç. Dr. Yakup ÖMEROĞLU
Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı

Avrasya Yazarlar Birliği, kurulduğu ilk günden bu yana kardeş Kazakistan ile sıkı edebî ilişkiler içerisinde oldu. Türkiye ve Kazakistan arasında yürütülen edebî faaliyetlerde hem biz Kazak kardeşlerimize gönülden destek verirken, Kazak kardeşlerimizin desteğini de her zaman gördük ve görmeye de devam ediyoruz.

Avrasya Yazarlar Birliği, Türk ve Kazak edebiyatçılarıyla ilgili karşılıklı olarak yapılan toplantılara ve karşılıklı eser basımına memnuniyetle destek vermektedir. Böylece Türkiye-Kazakistan edebî ilişkilerinin her geçen gün giderek gelişmesine de imkânları ölçüsünde katkı sağlamaktadır.

Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Sayın Canseyit Tüymebayev’in özel gayretleriyle son dönemde Kazak edebiyatının tanınmış yazarlarının önemli eserlerinin Türkiye Türkçesine kazandırılması hızla devam etmektedir. Bu faaliyete biz de destek olmaktan büyük bir memnuniyet duymaktayız. Kazak edebiyatının abidevî eserlerinin Türkiye Türkçesine çevrilmesi, şüphesiz kardeş Kazak halkının Türkiye’de daha yakından tanınmasına ve Türk okuyucunun Kazak edebiyatından haberdar olmasına vesile olmaktadır. İki halkın birbirinin edebiyatından haberdar olması demek, iki halkın birbirini daha yakından tanıması ve sonuç olarak iki ülke arasında siyasî ilişkilerden çok daha sağlam kültürel ilişkilerin kurulması demektir. Edebiyat, Türk ve Kazak halkı arasına yıkılmaz gönül köprülerinin inşa edilmesine katkı sağlamaktadır.

Türk ve Kazak halkı arasına kültürel bir gönül köprüsü kurmaya katkı sağlayacak eserlerden biri de Kazak edebiyatının tanınmış eseri Ulpan’ın Türkiye Türkçesine kazandırılmış olmasıdır. Kazak edebiyatının öne çıkan yazarlarından biri olan Gabit Müsirepov’un eseri Ulpan, kadın konulu bir roman olması bakımından da ayrıca önemlidir. Romana adını veren ileri görüşlü, lider, akıllı, feraset sahibi, akrabasına, çevresine, halkına karşı yakın ve samimi olan “halk anası” Kazak Ulpan, aslında Anadolu’daki Türk kadınına hiç de yabancı değildir. Anadolu’nun hemen her yerinde Ulpan’a benzeyen Hayme Analar, Gökçe Analar, Kara Fatmalar, Nene Hatunlar ve daha pek çok isimsiz Anadolu kadını tarihte yaşamış ve bu gün de bu güzel vatan toprağında yaşamaya devam etmektedir.

Türk okuyucu ve özellikle Türk kadınları, daha 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kazak bozkırında yaşayan ve yaşadığı döneme damgasını vuran lider ruhlu Kazak kadını Ulpan’ın hayat hikâyesini okuduğunda, kendinden izler bulacaktır. Kazak yazarı Gabit Müsirepov Ulpan romanında, lider ruhlu, akıllı ve ileri görüşlü bütün Kazak kadınlarını, hatta bir bakıma toplumsal hayatta hiçbir zaman pasif olmayan, toplumsal hayata daima aktif olarak katılan genel Türk kadınını Ulpan karakterinde dile getirmiştir.

Umuyorum ki Dr. Cemile KINACI tarafından Türkiye Türkçesine kazandırılan bu eser vasıtasıyla lider ruhlu ve yenilikçi halk anası Ulpan’ı Türk okuyucu da tanıyacak ve kendine çok benzeyen Kazak tarihindeki bu lider ruhlu halk anasını sevecektir. Türk-Kazak edebî ilişkilerinin perçinlenmesine katkı sağlayan bu kitabı Türkiye Türkçesine çeviren Dr. Cemile KINACI’yı kutluyorum. Türk-Kazak edebî ilişkilerinin gelişerek devam etmesini en içten dileklerimle temenni ediyorum. Kitabın yayınlanmasına destek veren Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Sayın Canseyit TÜYMEBAYEV’e teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca kitabı yayına hazırlayan TÜRKSOY Kazakistan Temsilcisi Malik OTARBAYEV’e de teşekkür ediyorum. Türk-Kazak edebî ilişkilerinin artarak devam etmesini içtenlikle diliyorum.

Ön Söz

Dr. Cemile KINACI

Gabit Müsirepov’un Ulpan romanı ile doktora tezimi yazarken tanıştım. Romanı bilimsel bir çalışmanın materyallerinden yalnızca biri olarak okumaya başladım. Romanın daha ilk sayfalarından itibaren roman benim için yalnızca bir materyal olmanın ötesine geçiverdi. Sayfalar ilerledikçe, kendimi âdeta roman döneminde buluverdim. Birdenbire Kazak bozkırındaki Kazak kızı Ulpan oluverdim. Babasının “erkek gibi” yetiştirdiği genç Ulpan ile kendimi öyle özdeşleştirdim ki, artık Ulpan benim için romanın sıradan bir kahramanı olmanın çok ötesine geçti. Ete kemiğe büründü ve âdeta “ben” oldu.

Türk Dünyasında kadın aydınlanmasını konu alan edebî miras içinde Gabit Müsirepov’un Ulpan romanının çok özel bir yeri var. Türk Dünyası kadınının tarihteki toplumsal konumuna ışık tutması bakımından Ulpan okunması gereken bir eser.

Romanı okudukça, erkek gibi giyinen, ata binen, yılkı peşindeki cesur bozkır kızı Ulpan’ı çok sevdim. Ulpan, genç yaşına rağmen bilgeliği, olgunluğu, cesareti, kararlılığı, ileri görüşlülüğü ve lider ruhlu oluşuyla çok özel bir kadın kahramandı. O, etrafındaki pek çok erkekten çok daha akıllı, bilgeliği ile herkese sözünü dinleten, herkes tarafından saygı gören tam bir “halk anası” idi. Gelişmeye açık, kendini yetiştiren ve yaşadığı döneme göre oldukça modern bir Kazak kadını…

Ulpan, 19. yüzyıl Türk kadınının toplumsal konumunu göstermesi bakımından da çok özel bir kahraman. Ulpan’ın yaşadığı dönemde, Batılı kadınlar haklarını sokaklarda canhıraş mücadelelerle ararken, Kazak bozkırındaki Ulpan, kendi boyunu idare ediyor. O, halkının önündeki bir lider olarak halkının geleceğini dert ediyor, halkını refah içinde yaşatmak için elinden geleni yapıyor, onlarla ilgili kararlar alıyor ve üst düzey yöneticilerle anlaşmalar imzalıyor. Ulpan, lider ruhlu, akıllı ve ileri görüşlü bütün Kazak kadınlarını, hatta toplumsal hayatta hiçbir zaman pasif olmayan, toplumsal hayata daima aktif olarak katılan genel Türk kadınını temsil ediyor.

Özellikle son yıllarda kadının toplumsal konumunun iyileştirilmesi gerekliliği sıklıkla tartışılmasına, kadın haklarında iyileştirmeler yapılmasına rağmen, günümüz toplumlarında yine de yüzyüze kalınan “kadın sorunu” bütün ciddiyetiyle zihinleri meşgul etmekte.

Günümüzde “kadın sorunu” hâlâ çözülemeyen büyük bir mesele olmasına rağmen, aslında geçmişte Türk kadınının “sorun” olmadığını, bizzat “çözüm” üreten, karar veren, pasif değil, daima etkin olan olduğunu görmek için Ulpan’ın hayatını okumak gerektiğini düşündüm. Bozkırın erkek tabiatlı Kazak kızının “halk anası” Ulpan oluş serüvenini, Anadolu’daki kardeşleri de okusun, bilsin, onun hayatından kendine dair bir şeyler bulsun istedim. İşte bu sebepledir, Gabit Müsirepov gibi dili oldukça ağır olan bir Kazak yazarının romanını Türkiye Türkçesine kazandırma cesaretimin nedeni. Elbette Gabit Müsirepov gibi bir yazar değilim, ama çeviri aracılığıyla Kazak yazar Müsirepov’un Ulpan romanını Türk okuyucusuna sunmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Umarım romanı okuduğunda Türk okuyucu da benim gibi Ulpan’ı sever.

Çevirdiğim Ulpan romanını yayınlayarak emeğimi taçlandıran Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Sayın Canseyit TÜYMEBAYEV’e ve Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı ve Bengü Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Yakup ÖMEROĞLU’na sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca bütün yoğunluğuna rağmen çeviriyi sabırla okuyarak gerekli düzeltmeleri yapan ve Ulpan’ı yayına hazırlayan TÜRKSOY Kazakistan Temsilcisi değerli Malik OTARBAYEV’e, çeviride başım sıkıştığında yardımını esirgemeyen arkadaşım Akmaral KULMAGAMBETOVA’ya da içten teşekkürlerimi sunuyorum. Her zaman olduğu gibi, bu çeviriyi yaparken de sevgi ve ilgileriyle beni destekleyen, bana her zaman güvenen anneme, babama ve kardeşlerime de sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

6 Mart 2016, Ankara

Türk Dünyasının bütün bilge kadınlarına…


Kazak Yazarı Gabit Müsirepov’un Hayatı ve Edebî Kişiği (1902-1985)

Kazak Yazarı Gabit Müsirepov, 1902 yılında günümüzdeki Kuzey Kazakistan bölgesindeki Jambıl ilçesinin Janajol avulunda1 doğmuştur. Babası Mahmut fakir bir kişidir. Müsirepov dokuz yaşına kadar avulunda okuma yazma öğrenmiştir (Sovettik Kazakstan Jazuvşıları 1987: 433).

Avulundaki avul mektebinde okuma yazmayı öğrenen Müsirepov, 1916 yılında iki yıllık Rus avul mektebini, ardından da dört yıllık daha yüksek eğitim veren Rus mektebini 1921 yılında bitirmiştir. 1923 yılında Orenburg’daki İşçi Fakültesi’ne girip orada üç yıl Sabit Mukanov ile birlikte okumuş ve Saken Seyfullin ile tanışmıştır. 1926 yılında İşçi Fakültesi’ni bitirdikten sonra Ombı’daki Köy Enstitüsü’nde bir yıl okuyup, 1927-1928 yılları arasında Burabay Teknik Lisesi’nde hocalık yapmıştır. Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Hükümeti’nin faaliyetlerine katılmıştır. İyi derecede Rusçası olduğu için Sovyet Hükümeti’nin faaliyetlerinde aktif olarak çeşitli görevler üstlenmiştir. Rus okulunda okuduğu dönemde tanınmış Rus şairlerinin ve yazarlarının eserlerini okuması, avul mektebinde okuduğu dönemde de edebiyatçı olan öğretmeni Beket Ötetilov, gelecekte yazar olacak Müsirepov’a derinden tesir etmiştir. Müsirepov, Orenburg’da İşçi Fakültesi’nde okuduğu dönemde edebî bilgisini ve edebî zevkini geliştirmiştir. Bundan sonra basım işlerinde, Parti ve Sovyet idarî işlerinde önemli görevler üstlenerek, yazarlığını da geliştirmiştir (Kazak Adebiyeti, Sosyalistik Kazakstan gazetelerinin baş redaktörlüğü, Kazakistan Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi bölüm başkanlığı, Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Halk Komiserleri Sovyeti’nin Sanat İşleri bölüm başkanlığı). 1927 yılından itibaren KPSS üyesi olmuştur. 1938-1955 yıllarında yazarlıkla ilgili çeşitli faaliyetlerle ilgilenmiştir. 1955-1966 yılları arasında Ara dergisinin baş redaktörlüğünü ve Kazakistan Yazarlar Birliği’nin birinci sekreterliğini yapmıştır. 1958 yılından itibaren Sovyet Yazarlar Birliği sekreterlerinden biri olmuştur. Asya ve Afrika halklarıyla edebî ilişkileri geliştirme ve Sovyet edebiyatının başarılarını dünyaya tanıtmada büyük emek harcamıştır. Müsirepov, birkaç kez Kazak Sovyet Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin milletvekili, bir kez de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Yüksek Sovyeti’nin milletvekili seçilmiştir. O, Kazak Sovyet Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin başkanı da olmuştur. Üç defa “Lenin Ödülü”, iki defa “Emek Kızıl Tuğ Madalyası”, “Ekim Devrimi” ve “SSCB Madalyası” ile ödüllendirilmiştir. Müsirepov, Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti İlim Akademisi’nin akademisyeni (1958), “Sosyalist Emek Eri” (1974), “Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Halk Yazarı” (1984) unvanlarını almıştır (Toğısbayev-Sujikova 2009: 191; Sovettik Kazakstan Jazuvşıları 1987: 433-434).

Eserleri: Romanları: Kazak Soldatı (1949, ilk önce 1945’te uzun hikâye olarak Kazak Batırı adıyla), Oyangan Ölke (1953), Ulpan (1974), Jat Kolında (1984); hikâyeleri: Kos Şalkar (1928), Kök Üydegi Körşiler, Şugıla, Talpak Tanav (1934); uzun hikâyesi: Tuvlagan Tol-kında (1927), Bir Adım Keyin, Eki Adım İlgeri; manzum hikâyesi: Kezdespey Ketken Bir Beyne (1966); tiyatroları: Kız Jibek (1935), Amangeldi (1934), Kozı Körpeş-Bayan Suluv (1939), Akan Seri-Aktoktı; makale ve edebî tenkitleri: Suvretker Parızı (1970), Zaman Jane Adebiyet (1982).

Ulpan (1974) Romanı Hakkında

Gabit Müsirepov’un Ulpan adlı romanında, avul kızı olan fakir Ulpan’ın nüfuzlu Eseney biy ile evlenmesi, Eseney biy’in yaralanması sonucunda sakat kalmasından sonra, Ulpan’ın Eseney’in bütün yetkilerini eline alarak zaman içinde tam bir halk anası oluşu anlatılır. Ulpan, romanda Kazak bozkırında yaptığı yenilikler ile öne çıkar.

Kazak tarihinde ileri görüşlü, lider, akıllı, feraset sahibi, akrabasına, çevresine, halkına karşı yakın ve samimi olan “halk anaları” vardır. Bu kadınlar, bütün Kazaklar için büyük bir değer ifade eder. Ulpan romanının kahramanı halk anası Ulpan da bu kadın kahramanlardan biridir.

Romandaki olaylar, 19. yüzyılın ikinci yarısında Kazakların Rusya hâkimiyetinde oldukları dönemde geçer. Yazar, tarihî bir kişilik olan Ulpan’ın hayatı etrafında, konar-göçer hayat yaşayan Kazaklar arasında Rus tesiriyle yaşanan reformları anlatır. Yazar, romanda kurguladığı Ulpan karakteriyle sonraki Kazak nesillerine Ulpan’ı ileri görüşlü örnek bir kahraman olarak sunar.

Konar-göçer devirde tıpkı bir erkek gibi yetiştirilmiş cesur ama fakir bir aile kızı olan Ulpan, kendisinden yaşça epey büyük olan Eseney biy ile evlenir. Eseney varlıklı, mal mülk sahibi ve etrafında kendisine bağlı pek çok uruk olan bir kişidir. Eseney hem otorite sahibi hem de çok yiğit bir kişi olmasına rağmen, aldığı bir ok yarası nedeniyle felç olur ve yürüyemez. Eseney’in sakat kalması nedeniyle genç ve cevval eşi Ulpan, onun bütün sorumluluklarını üstlenir ve tam bir “halk anası” olur.

Ulpan, arkasında kocası Eseney’in desteğiyle halkının yeni Eseney Bey’i olur. O, tam bir reformisttir. Halkına kendi idaresindeki toprakların tamamını paylaştırır. Paylaştırdığı bu topraklarda tarım yaptırır. Toprağı daha iyi işlemenin, topraktan daha çok verim almanın yollarını araştırır. Keçe çadırlarda yaşayan Kazaklara kışın kalacakları ağaç evler inşa ettirir ve onların yerleşik hayata geçmesi için uğraşır. Okul açtırır, “daha önce Rus tarzında hamam bilmeyen Kazaklara” hamamlar yaptırır. Ulpan, elinden her iş gelen, o dönemin modern Kazak kadınıdır. Ulpan’ın adı Rus Çarı’na kadar ulaşır ve onun yürüttüğü bu başarılı reformlar nedeniyle Çar tarafından kendisine bir takdir belgesi de gönderilir.

ULPAN

“Kadın kalkmadan, erkek uyanmaz”

Kazak Atasözü

BİRİNCİ BÖLÜM

I

Eseney’in dört çift yılkısı Karşıgalı otlağına yaklaşıyordu. Kupkuru kalan yazınki yaylaktan gelmekte olan yılkı, sık ağaçlı ve engebeli bölgeye toynakları değer değmez ustura gibi keskin dişleriyle yerdeki otları koparıp yemeğe başladı.

Kazakların zenginliği yılkılarıyla ölçülür. Eğer kışa doğru, yılkının barınağını yeşil otlağın olduğu yere yakın tutmazsan, “Zenginlik bir jutluk2, batırlık3 bir okluk” dedikleri gibi, bazen tamtakır kuruyup yayan da kalıverirsin. Yayan kalan insan nesiyle insandır ki?.. Nesiyle Kazak?..

Eseney şu anda, yeri çiğneye çiğneye, yerdeki otları dişleyerek yavaş yavaş gelen zenginliğinin önünde, epeyce uzak bir yerde, yüksek tepenin başında at üstünde duruyordu. Gözün ulaşamadığı ufuğa kadar uzanan geniş, uçsuz bucaksız arazi gerçekten de övünülecek kadar vardı. Yığın yığın sık ormanlar. Dereli tepeli, toynak değmemiş yemyeşil otlu geniş arazi… Atın ayak hizasını birazcık aşan yağan ilk ak kar, yerdeki otları henüz tamamen gizleyememişti. Böyle bir yere erkenden gelip yerleştiğinden dolayı, mal sahibinin gönlü tamamen hoşnut gibi görünüyordu.

Eseney’in yanında dört yoldaşı vardı: en güvendiği dostu, uzak akraba “Türkmen” Müsirep, Alday boyundan avcı Müsirep, başka boydan olsa da, Eseney’in hemşehrisi Bekentay Batır ve Eseney’in yedekteki atını getiren genç yiğit, Türkmen Müsirep’in kardeşi Kenjetay.

“Türkmen” Müsirep biraz kaval çalardı. Onun “Bozingen”, “Bozmunay”, “Süyir Batır”, “Alkaköl”, “Alğaşkım” adlı küyleri4 vardı. Bundan sonraki tutkusu ise iyi bir at ve güzel bir elbiseydi; o, eğlenceye düşkün bir kişiydi. Ceplerinde karanfil bulunurdu… Halen ak düşmemiş sakal ve bıyığını itinayla tıraş ederdi.

Alday boyundan olan Müsirep, avcıydı. Baldağa5 dayadığı sağ kolunda “Tilki Perisi” adlı gözleri bağlı kara kartalı, sırtında ise oku ve uzun namlulu tüfeği vardı. O, birazcık sabırsızca, birazcık da çok konuşan bir adamdı.

Gün akşama dönüyordu ve hava bulanıyordu, çok geçmeden kar yağmaya başladı. Eseney uzaktan gözlerini dikerek, gelip durduğu bu yeri övmelerini bekler gibi yoldaşlarına baktı.

Böyle geniş bir otlağı Eseney’in aklına ilk düşüren kişi, avcı Müsirep idi. O, sanki bunu Eseney’e hatırlatmak ister gibi ona doğru yönelip:

–Ağa Sultan6 pirimay! Dememiş miydim? Kışa doğru yılkı yavrularına bundan daha iyi yer olmaz, sahipsiz boş duran yer! Bir kış yayladın oldu, Ağa Sultan’ın otlağı diye bilinir de çocuğunun çocuğuna kadar gider! Dedi.

Eseney, onun sözünü bitirmesine izin vermeden ikinci Müsirep’e baktı. Bu söylediği “Ağa Sultan” ve “çocuğunun çocuğuna” sözlerinin Eseney’e ok gibi saplandığını, saf kalpli avcı fark etmedi bile. Ağa Sultan olmak isteyip de olamayan bir kişiye, iki oğlu bir günde ölüp, o zamandan beri geçen yirmi yıl içinde hanımı çocuk doğurmayan bir kişiye, söylenen deminki sözlerin alay etmek ve küçük düşürmek ile eşit olduğunu dalkavuk avcı anlamamış olsa gerekti. Şöhret düşkünü, lakap düşkününün sözünü tekrarlar.

Geçen kış avda karşılaşıp Eseney’e iki tilki, üç gelincik vermişti, bundan yüz bulup sohbetin arasına girip lafı bölüyordu. Bu yıl, işte Eseney’in yanında Eseney’in kurt kovalayan avcı köpeklerini besliyordu. Kendisi de ava düşkün olan Eseney, onu bozacak sert bir söz söylemiyordu. Sadece elini kaldırıp onu susturdu, bütün olup biten bu kadardı…

–Yaz güz hayvan tırnağının değmediği bir otlak olduğu besbelli. Fakat bu gün sahipsiz bir yer var mı, bir sahibi vardır belki de, diye “Türkmen” Müsirep biraz ağırdan alıyordu. Avcı Müsirep yine araya girdi:

–Yok yok! Sahipsiz demedim mi? Bu civarda benim bilmediğim yer var mı, hey Allahım! Kurdu ve tilkisinin işaretine, damgasına kadar bilirim. Tanrı biliyor diye söyleyeyim, “Karşıgalı”da üç bin kurt, beş bin tilki, on iki bin gelincik, yedi bin tavşan var!..

“Türkmen” Müsirep adaşına bakıp ona sataştı:

–Ak keklikler ve kara kekliklerini saymamış olmalısın Müsirep Bey!

–Eğer üç bin kurdu olsaydı, benim yılkımı bir kışta yiyip bitirmez miydi? Diye Eseney de şaka yaptı.

Kenjetay, ağabeyine bakıp ona gözüyle sık ormanın orta tarafını işaret etti. Müsirep kardeşinin işaret ettiği tarafa baktı:

–Şu sık ağaçlığın ortasında üç yerden duman mı görünüyor sanki, diye Eseney’e döndü. -İşte atlı adamlar da göründü.

Üç atlı adam hızla at sürüp geldi. Biri önde, diğer ikisi daha arkadaydı. Öndekinin atı ya rahvan giden bir at ya da orta hızda giden çok zayıf bir at olmalıydı. Arkadaki iki kişi onun arkasından geliyordu.

Öndeki genç, tepenin başında duran kalabalığın önüne yaklaşıp konuşmaya başladı:

–Nasılsınız ağalar!.. “Karşıgalı” otlağını mesken tutup konan üç avulluk Kürlevit boyunun ricasını bildirmeye geldik… Bu yıl kışın burada barınabiliriz dediğimiz, yaz boyunca kullandığımız nadide bir yerimizdi. Varıp yerleşen bir boy değiliz… Zavallının ahı, ar edene denk gelirmiş diye gönderdiler… dile getirdiğimiz ricamıza bir kulak verseniz…

Avcı Müsirep, Eseney’e yaranmak isteyip, ricasını bitirmesine izin vermeden gencin sözünü kesti:

–Dur dedikten sonra laf kalabalığı yapmadan dur, çocuk! Avuluna selam söyle: Eseney Ağa Sultan’ın atının burnunu dayadığı yer için onlar mücadeleye girip boşa yorulmasınlar! Dedi.

Genç de şaşırmadı:

–Eseney’i olmayan boy da boy imiş, halk imiş deseniz ne olur, kızıl ateş gibi etrafı kaplayarak gelen yılkısının yönünü geldiği yöne geri çevirseniz. Bu bizim sizden ricamız…

–Şunu görüyor musunuz kimin adını anıyor! Kuyruğunu kıstırıp, sopa çeksin diye mi bekliyorsun? Diye avcı hızla atını mahmuzladı. Eseney, koluyla engelleyip durdurmasa neredeyse bir kaza çıkacaktı.

Genç delikanlı bu sefer cevap vermedi. Başını eğip, ricasına cevap bekledi.

Eseney, böyle cesur gençleri çok beğenirdi. Henüz yirmisine bile basmayan genç çocuğun sözlerinde hem anlam hem de öfke vardı. O, böyle yetiştiririm diye ümit ettiği iki oğlu birden çiçek hastalığından bir gün içinde vefat ettiğinden beri, böyle sağlam karakterli gençlere her zaman imrenerek bakardı. Kendisiyle aynı boydan olan on avul Sıyban’ın içinde ümit vadeden gençlerin hepsini de takip ederdi. Genç delikanlıya imrenip “Türkmen” Müsirep’e baktı, bu bakışı, nazik cevap ver der gibiydi.

“Türkmen” Müsirep, genç delikanlının kelime seçiminden onun öfkesinin kudretini hissetmişti. “Kürlevit boyu” diyerek ricacı gönderen hangi zengin avul dersin? Ricada bulunmasını bilen bir aksakalı da mı yok acaba?

–Yavrum, rican sonuçsuz kalmaz, dedi o, -bu sonuçsuz bırakılacak rica değil. Avuluna gidip bunu söylersin. Görünüşü samimi olandan ümidini kesme derler, görmüşsünüz demeye içim elvermiyor. Ne yazık ki, öfkenden kaynaklansa da biraz gururlanarak konuştuğun da oldu. Avuluna gidince bunu da söylersin.

Genç delikanlı bu sefer de hemen cevap verdi:

–Ricamızı bildirip gel diyen halk, gururlanarak söyle diye tembihlememişti, ağalar. Böyle olduğu için, kabahat bende. Yerinde söylenen söz yerini bulur, yerinde söylenmeyen söz gider sahibini bulur demişler ya! İşte, ayıbım! Diye atından inip, atın uzun yularını Kenjetay’a doğru fırlattı. -Nasıl olsa yedekte at sürüyorsun, bunu da al yedekte sür.

Daha sonra iki arkadaşından birini atından indirip, onun atına binip atını sürdü.

–Affediniz, ağalar…

Arkadaşları ise ikisi birlikte bir ata binip gitti.

Eseney uzaklaşarak giden genç delikanlıya uzun süre bakakaldı. O an, çocuksuzluk derdi onun bütün ruhuna işleyip, bütün aklı fikri bu genç delikanlının ardından uçup gitmiş gibiydi.

–Tüh, kuyruğunu kıstırıp, iyice dövüp alman gerekliydi bunu senin! Dedi avcı Müsirep, yeniden sinirlenerek. “Kuyruğunu kıstırıp” sözünü de çok akıllıca bulup söyledim diye yeniden tekrarladı.

–Hay Allahım, bu kimin kızı imiş! Diye “Türkmen” Müsirep Eseney’e baktı.

–Kız? Gün boyu Eseney’in ağzından çıkan ikinci söz buydu.

–Evet, kız!.. “İşte, ayıbım!” derken sana göz ucuyla bakış attığını nasıl fark etmedin? Hem yalnızca bir bakış atmak değildi bu, üstelik göz ucuyla da olsa seni basbayağı süzüyordu hani!..

–Ay, Türkmen ay, yaşlansan da kadın kız denildiğinde hep tetiktesin ya, dedi Eseney. Neden olduğu bilinmez ama bu duruma içten içe gururlanmış gibiydi.

Avcı Müsirep şaşkına döndü.

–Kız ise, beni Allah çarpsın! Dedi. -Ben maskara oldum. Bu, Artıkbay Batır’ın kızı Ulpan. Onların evlerine misafir olalı daha bir ay olmadı. Hiç olmazsa bari kara rahvan atını tanısaydım ya hu, onu da nasıl tanıyamadığımı görüyor musun! Bir gün benimle ava çıkıp iki kaz avlamıştı. Ay canım, şimdi senin yüzüne nasıl bakarım ben! Diye saf avcı hayıflanıp üzüldü.

–Falakaya yatırmak istemiyor muydun? Yüzüne bakmadan da falakaya çekebilirsin işte! Diyerek kendi kendine hayıflanıp duran, şaşkınlık içindeki avcıyı “Türkmen” Müsirep iyice yerin dibine soktu.

–Artıkbay Batır’ın kızı mı dedin sen? Dedi Eseney.

–Oy, Ağa Sultanım! Evet, onun kızı, Ulpan. Onun bindiği, arka ayağının toynağında ak lekesi, alnında ak akıtması olan kara rahvan ya, işte!..

Kızın sadece bir kere göz ucuyla Eseney’i kimseye fark ettirmeden süzdüğünü “Türkmen” Müsirep’ten başka hiç kimse fark etmemişti. Gün batıp hava kararıyor, kar serpiştirmekte… ricada bulunmaya bir kız gelecek diye kim düşünebilirdi ki! Ulpan, onlarla görüşmeye geldiği sırada konuşmasını değiştirip, söylediklerine hepsini inandırarak, kız olduğunu kimseye belli etmemeye gayret etmişti. Öyle olsa da, kızın adı kız, meşhur batır, adı duyulmuş âdil biy7 olarak adlandırılan Eseney’e, bir anlık da olsa baktığını kızın kendisi bile farketmemişti.

Yaylalardan aşıp gelenin, Eseney’in yılkısı olduğunu avulu biliyordu. Kalın siyah bezden olan şapkası yüzünü kapatmasına rağmen, deve kadar doru koyu renkte olan atın üstündeki iri vücutlu adamın Eseney olduğunu Ulpan da aslında anlamıştı. Beş yaşındayken onu gördüğünü de, korktuğunu da hatırlamıştı. Fakat yine de kendisini ona tanıtmamıştı.

Eseney’in ekibi ne yapacağını şaşırdı. Ne yapmak gerekliydi? Kara rahvan atı kızın ayıbının bedeli diye nasıl alacaklardı? Bak, zeki kız bunların başına nasıl da utanılacak bir iş açmıştı. Evet, “malım, canımın sadakası; canım arımın sadakası” diyen halkın nasihatini dikkate alırsan eğer, bu uygun bir iş değildi. Eseney arkadaşlarına baktı, “ne yapmak gerek?”.

–Artıkbay Batır’a güç gösterisinde bulunur gibi olmamız ne kadar büyük ayıp! Kızının atını ayıp bedeli olarak almamız ikinci ayıbımız. Rica bildirmeye gelen kızın atını ceza bedeli olarak almamız, ayıp bedeli konusunda bu güne kadar halk içinde duyulmamış bir iş! Diye “Türkmen” Müsirep Eseney’in çiçek hastalığından çopur olan yüzüne baktı.

Eseney ömrü boyunca ayıp bedeli ödemiş adam olmadığı gibi, ayıbı olan kişilere sert cezalar vermekten de hoşlanan bir biy idi. Hiç olmadık yerden başına bela açılmasına halen gülesi geliyordu, halen bu meseleye bir çözüm bulamadığı da bir gerçekti. Artıkbay bir defasında onu namus ölümünün elinden almış kişiydi, ikinci defa ise ölümün kendisinden kurtaran yaşlı yoldaşıydı, batır kişiydi.

–Kara rahvanın yanına bir at daha koşup göndermek uygun olur! Dedi “Türkmen” Müsirep.

–Kurban olayım adaşım benim, buldun buldun işte! Benim yaşlı boz atımı koşup beraberinde gönder! Dedi saf kalpli avcı.

Eseney “yürü!” anlamında omzuyla işaret ederek Kenjetay’a emretti.

–Artıbay Beye selam söyle, yarın kendim de gelip selam verir dönerim.

Kenjetay, kendisinin çektiği Eseney’in “Müzbel” adlı doru akıtmalı atını kara rahvan ile birlikte koşup yola koyuldu.

Eseney yoldaşlarına şimdiki kararını açıkladı:

–Bu tepeden ileriye bundan sonra bir at dahi ayak basmasın! Sadir’in yılkı süründen başka diğer yılkı sürülerinden ikisini Kusmurın’a doğru, dördüncü yılkı sürüsünü bizim Akkuvsak, Kara Emen, Elaman göllerine doğru gönderin. Sadir’in yılkı sürüsü şimdilik burada kalsın. İki adaş benimle kalıyorsunuz, Bekentay, sen Kusmurın yılkı sürüsüyle birlikte gidersin.

Eseney’in arkadaşları onun emirlerini yerine getirmek için dağıldılar. Eseney ise kendi konaklayacağı yeri kurdurmak için yalnız başına göle doğru yöneldi.

“Bundan on yıl önce yer altındakinin bile sesi herkesten önce bana ulaşırdı, gelip Artıkbay Batır’a bulaşmam yaşlandığımın göstergesi ah! Diye düşündü Eseney. -Yoksa bu, kadrimi kıymetimi yitirdiğimin işareti mi? Peki ya, avcının çığırtkanlığına uyup onun ardından gidişime ne demeli? Eskiden var ya, onun gibilere kendim haddini bildirirdim!”.

Az önce yaşanan küçük olay, Eseney’e bundan on beş yıl önce yaşanan olayları hatırlattı. Artıkbay Batır’ın müstesna kahramanlıklarını gözünün önüne getirdi. O zaman kendi halinde yaşayan halka, tekrar tekrar saldırıp, tekrar tekrar talan eden Kenesarı Töre8’nin isyan zamanıydı.

Kenesarı, Rus sınırında yaşayan Kerey-Uvak boyuna iki defa saldırmıştı.

–Kenesarı’yı han seçmeye razı olan ak sakallı, kara sakallı biyleri tez gelsin! Diyerek halkın üstüne eşkıyalar gönderdi ve üç gün içinde haber çıkmazsa onlara saldıracağını bildirdi. Kenesarı’nın beraberindekiler yılkıya da, kadın kıza da düşkündü.

Tobıl, Baglan, Stap, Kpitan şehirlerine yakın oturan beş bolıs9 Kerey-Uvak’ın sınırda oturanlarına birkaç kez saldırıp gitti. Bu boyların Sarıarka’ya doğru sınır bölgelerinde oturanları olmakla birlikte, Rus şehirlerine sınırda oturan kalabalık bir kısmı canlarını zar zor kurtarabilmişti.

Amankaragay ilçesine bağlı çok kavimli boyların hayatına pazar girmiş, çay, şeker, ekmek, başörtüsü, sabun, basma kumaş, kadife, ipek, deri girmişti. Bundan yirmi yıl önce hanlık yıkıldıktan sonra, savaşlar azalmış, sakin hayat düzeni sağlamlaşmaya başlamıştı. Bütün bunları unutup, Kenesarı’yı han seçmeye bu boylar hiç yanaşmadı: saldırıya uğruyorlardı, kızları gelinleri horlanıyordu, bu sebeple onlar Kenesarı’yı han seçmeye hiç yanaşmadılar.

Eseney bir şey biliyorsa, o da Kenesarı akılsız bir adamdan başka bir şey değildi. Kazak Hanlığı’nın artık sınırları da yoktu, hiç değişmeden duran kanunları da yoktu. Birisi han seçilirse, Han Cengiz’in bütün nesli halkı boy boy bölüp idare edip, aklına eseni yapıyordu. Doymuyordu da, bırakmıyordu da. Şimdi Kenesarı o dönemin düzenini yeniden getirmek istiyordu. Bu halk ise zaten o devirden tamamen bıkmıştı. Kenesarı’nın kıt akıllı, dik başlı olduğu artık net bir şekilde görülmüştü. Onun akıllı bir adam olmadığı herkes tarafından anlaşıldı.

Kazak topraklarının batısından doğusuna kadar ulaşıp, güneyine dayanan Rus şehirleri vardır. Oral, Orınbor, Tobıl, Tümen, Kızıljar, Ombı, İrbit, büyük şehirlerdir. Bu şehirlerin görünüşleri güzelleştirilip, Kazak-Rus yerleşim yerleri kuruldu. Bu durumda Kenesarı, kendi hanlığını nereye kuracak! Betbakdala’ya mı? Ona katılan halkın “Aktaban şubırındı”10 olmama ihtimali var mı? Bundan iki üç yıl önce Kenesarı’ya katılanların şimdilerde kaçtığı görülüyor. Bunu da anlamıyorsa eğer, Kenesarı gerçekten de ahmaktır!

1.Konar-göçer devirde birkaç çadırdan meydana gelen Kazak yerleşim birimi.
2.Jut: Çok soğuk geçen kışlarda Kazakların geçim kaynağı olan hayvanlarının ölmesi ve bunun sonucunda yaşanan kıtlık ve açlık hâli.
3.Batır: Bahadır; düşmana karşı koyan; vatanını seven, vatanı için canını veren kişi; akıllı, aklı ile düşmanı yenip milletini yücelten kişi; cesur; yiğit ve gözüpek kişi.
4.Küy: Kazakların millî müzik aletleriyle çaldıkları geleneksel bir müzik türü, melodi.
5.Baldak: Av için kullanılan kartal ve öteki kuşların konduğu elin altındaki eğerle dirsek arasında destek olan ağaç.
6.Ağa Sultan: 19. asrın ilk yarısında Kazak bozkırlarında ilçe yöneticilerine verilen isim.
7.Biy: Kazaklar arasında bir anlaşmazlığı gidermek için iki tarafı dinleyerek karar bildiren kimse, hâkim; hatip, güzel söz söyleyen, sözü dinlenen, itibarlı kişi.
8.Töre: Han sülalesinden olan erkek çocuklara verilen unvan, şehzade.
9.Bolıs: Çarlık Rusya zamanındaki bir idarî taksimattır, ilçenin karşılığı sayılabilir. İdarecisine de bolıs denir.
10.Aktaban Şubırındı: Kazakların, 1723 yılında (Bolat Han devri, 1718-1730) gerçekleşen büyük çaplı bir Kalmak saldırısı sonunda büyük kayıplar vererek Güney Kazakistan’ı Kalmaklara bırakmak zorunda kaldıkları, Kazak hafızasında hiç unutulmayan acı tarihî olaylardan biridir. Bu olayın Kazak tarihinde “Aktaban şubırındı” olarak adlandırılmasının nedeni, Kalmaklara yenilen Kazakların kafileler hâlinde, ayak tabanları yürümekten bembeyaz oluncaya kadar, daha kuzeye, Güney Kazakistan’dan Kazak bozkırlarına doğru göç etmesinden dolayıdır. “Aktaban şubırındı” yıllarından sonra Kazak Hanlığı’nda iç huzursuzluk belirgin bir şekilde hissedilmeye başlamış ve bu huzursuzluklar sonrasında Üç Kazak Cüzü idarî olarak tamamen ayrılma sürecine girmiştir.
13 048,14 s`om