Kitobni o'qish: «Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi»
Türk modernleşmesinin kadın öncülerine…
Ön Söz
Fransız İhtilâli’nin ardından eşitlik, özgürlük ve insan hakları alanındaki gelişmeler, kadınların da bu gelişmelerden etkilenerek toplum içinde kendi durumlarını sorgulamalarına ve hak arayışı içine girmelerine sebep olur. Kadınlar artık başta eğitim hakkı olmak üzere, erkeklerin sahip olduğu temel haklardan yararlanmak ister.
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren dünyanın dört bir tarafında haklarını talep eden kadınların başlattıkları hareketler ortaya çıkar. İngiltere ve ABD ortaya çıkan kadın hareketlerinin gözlendiği ilk ülkelerdir. Daha sonra farklı coğrafyalarda ortaya çıkan bu kadın hareketleri, ortaya çıktıkları ülkelerin kendine özgü gelenek görenekleri ve toplumsal diğer koşulları içinde gelişme göstermiştir. Bununla beraber hepsinin ortak noktası kadınların canla başla verdikleri eşitlik ve özgürlük mücadelesidir.
Batı’daki kadın hareketinin gelişimi aşamalı bir seyir izlemiştir. Batı’da kadın hareketinin ürünü olan kadın kuruluşları, ilk yıllarda hayırseverlik ve kadın eğitimi konularında faaliyetler yürütmüş, daha sonra ise tam eşitlik talebinde bulunmuştur. Eşitlik talebinin son halkası ise Batı kadınının seçme ve seçilme hakkı mücadelesi olmuştur. Osmanlı sahasında da Batı’dakine benzer bir sürecin yaşandığını, Osmanlı kadın hareketinin de hayırseverlik, eğitim, basın yayın faaliyetlerine katılma ve nihayetinde siyasal hak elde etme çabası şeklinde geliştiğini görmekteyiz. Batı ve Osmanlı sahasında bu şekilde gelişen kadın hareketi, Rus Çarlığı’nın siyasî egemenliği altındaki Türk Dünyası’nda da benzer biçimde gerçekleşmiştir.
Rusya idaresi altındaki Türk yurtlarında Türk Kadın Hareketi’nin temsilcileri, tıpkı Batı’daki kadın hareketlerinde olduğu gibi önce 1800’lü yılların sonlarından itibaren Türk ve Rus okullarına girerek eğitim almaya başlamış, hayırseverlik faaliyetleri içinde yer alıp açlara el uzatmış, Balkan Savaşları’nda örneğini gördüğümüz gibi gönüllü hemşireler olarak yaralı Türk askerlerinin yaralarını sarmıştır. Türk Dünyası’nın yenilikçi kadınları nihayetinde 1917’ye gelindiğinde siyasal haklarını aramışlardır.
1800’lerin sonlarından itibaren Çarlık Rusya’da Müslüman Türk toplumları arasında kadın sorununa dikkat çeken yenilikçi Türk aydınları, kadın yenileşmesinin ilk önemli aşamasını kadınların eğitim meselesi olarak görmüştür. Türk kızlarının sistemli bir şekilde okumaya başlaması, İsmail Bey Gaspıralı’nın 1884’ten itibaren uygulamaya koyduğu Usul-i Ce-did hareketi ile olmuştur. Kırım ve İdil-Ural bölgesinde etkili olan yenileşme hareketi Türkistan sahasını da yoğun biçimde etkilemiştir.
Gaspıralı ilk olarak Tercüman’da kadının toplumsal konumuna dair yazdığı önemli yazılarla kadına dikkat çekmiştir. Kadınlar Ülkesi adlı eseri ile mizahî üslûpla bir kadın ütopyası yaratarak, Arslan Kız ile güçlü ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir Türk kızı imajı oluşturmuştur. Bütün bu çabaların ardından toplumda kadın haklarına dair bir duyarlılık meydana gelmiştir. Gaspıralı en nihayetinde edebî eserlerinde kurduğu ütopik kadın dünyasını Rusya’daki ilk Türk kadın dergisi olan Alem-i Nisvan ile ütopyadan gerçeğe dönüştürmeyi başarmıştır. Kırım ve İdil-Ural’da başlayan kadın yenileşmesi meselesi, Kazak aydınlarına da tesir etmiş, Kazak aydınlarının kadın meselesi üzerine eğilmelerine vesile olmuştur.
Bu eserde Gaspıralı öncülüğünde başlayıp Türk Dünyası’na yayılan kadın yenileşmesinin bir ayağını oluşturan Kazak kadın yenileşmesi, Kazak tiyatrosu çerçevesinde ele alınmıştır. 1920’li yılların sonuna kadar Dünya’da ve Osmanlı’da kadın hareketlerinin seyri genel hatlarıyla eserde ortaya konulmuştur. Türk Dünyası’ndaki kadın yenileşmesi ise 1917’ye kadarki dönem ve 1917’den sonraki dönem olmak üzere iki başlık altında incelenmiştir. Bunun bu şekilde yapılmasındaki amaç 1917 Ekim Devrimi’ne kadar Türk Dünyası’nda yenileşme hareketi içerisinde gelişme gösteren kadın yenileşmesi, İsmail Bey Gaspıralı’dan doğrudan etkilenmiş, bu minvalde gelişme göstermiş ve 1917’ye gelindiğinde Türk Dünyası kadınları somut başarılar elde etmiştir. 1917 Ekim Devrimi sonrasında ise Sovyet Hükümeti kadın yenileşmesine kendi ideolojisi doğrultusunda yön vermiştir. Kadın meselesi, Sovyet Hükümeti’nin özellikle 1920’li yıllarda en önemli argümanlarından biri olmuştur. Bu dönemde kadın yenileşmesi, Sovyet ideolojisinin etkisiyle Gaspıralı’nın etkisinden farklı bir minvalde gelişme göstermeye devam etmiştir.
Kazak edebiyatında tiyatro türü esas alınarak Kazak kadın meselesini işlediğim bu eserde, Kazak tiyatrosunun teşekkülü ve 1920’li yıllarda modern Kazak tiyatrosunun gelişmesi ele alınmıştır. Çalışmada kullanılan örneklem Kazakistan’da Kazak yazarlar tarafından yazılan ve 1920-1928 yılları arasında Kazakça yayımlanan kadın konulu sekiz piyestir. Bu örnekleme dahil edilen piyesler, Kazak tiyatrosunda doğrudan kadın sorunlarını ele almak ve kadın meselesini toplumun gündemine getirmek için kaleme alınan piyeslerdir. Piyes örneklemindeki bazı eserlerin ilk defa yazılıp sahnelenme tarihleri 1920 yılından öncedir. Ancak eserlerin müstakil bir kitap olarak ilk yayımlanma tarihleri çalışmaya esas alınmıştır. Piyesleri kaleme alan kadın sorununa duyarlı Kazak yazarların biyografik bilgileri de çalışmada verilmiştir. Bu yazarlar 20. yüzyılın başında yaşamış ve Kazak kültür tarihi içinde önemli yerleri olan Kazak yenilikçi aydınlardır. Piyeslerin yazarları olan bu aydınların içinde Alaş hareketinin önemli temsilcileri de yer almaktadır. 1930’lu yıllarda Stalin’in yürüttüğü aydın katliamında tutaklanan Mirjakıp Duvlatulı sürgünde hayatını kaybetmiştir. Jüsipbek Aymavıtulı, Saken Seyfullin ve Koşmuhambet Kemengerulı ise Stalin’in Kızıl Kırgın’ında katledilmişlerdir.
Eser, üç bölüm halinde inşa edilmiştir. Yazar özgeçmişleri ve piyes özetleri verilirken kronoloji esas alınmıştır. Çalışmanın edebiyat çalışması olmasından hareketle çalışmada transkripsiyon işaretleri kullanılmamıştır. Ayrıca Kazakça piyeslerden aktarılan söylemlerde vurgulanmak istenen cümleler koyu olarak belirtilmiştir.
Bu çalışmayı hazırlarken sevgi ve ilgileriyle beni destekleyen, bana her zaman güvenen anneme, babama ve kardeşlerime sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Fikirleri ve yorumlarıyla yalnızca akademik hayatta değil, her konuda beni her zaman destekleyen ve özellikle bu kitabın gelişmesine katkı sağlayan kardeşim Hüseyin Arif Kınacı’ya ayrıca teşekkür ederim.
Kitabın yazılış sürecinde ihtiyacım olduğu her an yardımını eksik etmeyen değerli arkadaşım Akmaral Kulmagambetova’ya ve büyük dedesi Koşke Kemengerulı’nın hayatıyla ilgili özel arşivinden belgelerini benimle paylaşan değerli bilim adamı Kayırbek Kemengerulı’na en içten şükranlarımı sunuyorum.
Son olarak Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi başlıklı çalışmamı yayımlayarak emeğimi ve çalışmamı taçlandıran Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği’ne ve Bengü Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Yakup Ömeroğlu’na teşekkür ederim.
Ankara, 2017
Giriş
Dünyada ve Türkiye’de Kadın Hareketinin Filizlenmesi ve Gelişmesi
Genel olarak dünyada, aydınlanma dönemi sonrasında kadınlar toplumsal konumlarına ve yaşadıkları eşitsizliklere karşı itirazda bulunmaya başlar. Özellikle Fransız İhtilâli’nin ardından eşitlik, özgürlük ve insan hakları alanındaki gelişmeler, kadınların da bu ortamdan etkilenerek toplum içinde kendi durumlarını sorgulamalarına ve bir hak arayışı içine girmelerine sebep olur.
1789’da yaşanan Fransız İhtilâli’nin ardından ilk kez kadınların bilinçli bir şekilde hak arayışına girdikleri dikkati çeker. İhtilâl’le birlikte hâkim olan eşitlik, kardeşlik ve özgürlük gibi kavramlardan kadınlar da yararlanmak ister (Yapar Gönenç 2006: 66). Bu bakımdan 1792 yılında yayımlanan Mary Wollstonecraft’ın Kadın Haklarının Doğrulanması adlı kitap, kadın haklarının, insan hakları perspektifinden ilk defa dile getirilmeye başlanması açısından önemli bir eserdir. Eserde kadınların insan haklarına vurgu yapılmakla birlikte, toplumda kadına yüklenen ve kadının sorumluluğu olarak görülen ev içi görevlerin kadının doğası gereği olamayacağı dile getirilir. Eser özellikle, başta eğitim hakkı olmak üzere, erkeklerin sahip olduğu temel haklardan kadınların da yararlanması gerektiğine vurgu yapar (Kolay 2015: 5).
XIX. yüzyılın başlarından itibaren genel olarak toplumların gelişme ve özgürleşme düzeyinde artış görülür. Eşitlik ve özgürlük düşüncelerinin toplumsal hayata yansıtılmaya başladığı dikkat çeker. Bu dönemde evrensel gelişmeler yaşanmasına, özgürlük, eşitlik ideallerinin toplumsal hayata yansıtılmasına rağmen, kadınlar bu eşitlik ve özgürlük ideallerinden faydalanamadıklarının farkına varır. Kadınların, yaşadıkları eşitsizliklerin, biyolojik cinsiyetlerinden değil, toplumların cinsiyetçi dayatmalarından ibaret olduğunu kavramalarıyla birlikte, kadınların eşitlik mücadelesi de başlamış olur.
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren dünyanın dört bir tarafında haklarını talep eden kadınların başlattıkları kadın hareketleri gelişme gösterir. İngiltere ve ABD dünyadaki kadın hareketlerinin ilk olarak nüvesinin belirdiği ülkelerin başında gelmektedir (Rupp 1997; Druelle 2006). Kadınların temel hak mücadelesi, oy kullanma, eğitim ve mülkiyet hakkı çerçevesinde gelişir. Bu bağlamda, 1890 yılında Amerikalı Kadınlar Ulusal Oy Hakkı Derneği, İngiltere’de 1897’de Kadınların Oy Hakkı İçin Ulusal Birlik kurulur (Şahin 2012: 1). XX. yüzyılın başında “sufrajetler” adı verilen oy hakkı için mücadele eden kadınlar ve onların yürüttükleri kadın hareketleri sayesinde, kadınların seçme ve seçilme hakkı konusunda büyük bir ilerleme yaşanır.
1914’te I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte erkeklerin savaşa gitmesi, kadınların iş gücü olarak değerlendirilmesini zorunlu hâle getirir. Evlerinden çıkan kadınlar, fabrikalarda çalışmaya başlar ve ülke üretiminde görev alır. Ancak kadınların yaşadıkları eşitsizlikler bu noktada da kendini gösterir. Fabrikalarda çalışmaya başlayan kadınlara, aynı işi yapan erkeklere ödenen ücretten daha az ücret ödenerek kadınlar yine toplumsal eşitsizliğin kurbanı olur. Bu defa da “eşit işe eşit ücret” için mücadeleye girişen kadınlar, 1918’de Versailles Anlaşması’na ve Milletler Cemiyeti’ne “eşit işe eşit ücret” ilkesini koydurmayı başarırlar. Bu durum, kadın hakları açısından büyük bir kazanım olmasına rağmen, I. Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından erkekler işlerine dönünce, kadınlar işten çıkarılarak yeniden kamusal alandan itilirler. Bu dönemde kadınların annelik ve ev kadınlığı rolleri yüceltilir. Onlardan istihdam alanlarını erkeklere bırakıp evlerine dönmeleri istenir (Kolay 2015: 6). Dünyadaki kadın hareketleri 1920’li yıllara kadar böyle mücadeleli bir süreçte gelişir.
Fransız İhtilâli’nin akabinde Batı’da ortaya çıkan özgürlükçü ve yenilikçi anlayış aynı şekilde Osmanlı sahasında da Tanzimat ile birlikte kendini hissettirir1. Tanzimat Dönemi’ndeki yenileşme hareketleri kadınları da etkiler, kadınlar toplum içindeki konumlarını sorgulamaya ve konumlarına itirazda bulunmaya başlar. Tanzimat’ın ilanından hemen sonra kadınlar için yeni arayışlar söz konusu olur. Kadınlara yönelik açılan ilkokullar, meslekî eğitim veren kurslar, o dönemde çıkmaya başlayan ilk dergi ve gazetelerin tek bir ortak amacı vardır: Yeni tanışılan medeniyet dairesinin kadını yetiştirmek ve bu medeniyete uygun yeni bir kadın kimliği yaratmak… (Argun-şah 2016a: 18) Ancak Osmanlı’da köklü modernleşme hareketi, özellikle II. Meşrutiyet ile birlikte ortaya çıkar. II. Meşrutiyet’le birlikte başlayan genel modernleşme hareketi içinde Osmanlı kadınının konumunun iyileştirilmesine yönelik yenilikler de önemli bir yer tutmaktadır.
Osmanlı sahasında II. Meşrutiyet ile birlikte hem aydınların hem de siyasal iktidarın kadın sorununa eğildikleri görülür. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte gelişen Osmanlı Kadın Hareketi’nin örgütlenmesinde önemli bir yeri olan Batıcı ve Türkçü olmak üzere sayısız kadın dergisi ve yine Osmanlı Kadın Hareketi’nin önemli bir parçası olan sayısız kadın derneği de mevcuttur (Kurnaz 2011; Kurnaz 2013). Bu dönemde Meşrutiyet’in kendilerine verdiği haklarla Osmanlı kadınlarının kendilerine olan güvenlerinin arttığı görülür. Milletin yararına faaliyet gösteren derneklerin hem kurucusu hem çalışanı olarak üstlendikleri görevler sayesinde yalnızca sosyal değil, fikrî ve siyasî tecrübeleri de artar. Son olarak da onlar bu birikimlerinin ardından edebî varlıklarını ispatlama noktasına ulaşırlar (Argunşah 2016b: 11).
Osmanlı kadınları özellikle basın aracılığıyla kendilerini ifade etmeye ve tanıtmaya başlar. Dönemin gazeteleri, gazetelerin kadınlara yönelik sayfa ve ekleri, özellikle de kadın dergileri yazmaya başlayan her kesimden kadının, yazma ürkekliklerini, çekimserliklerini gidermede, taleplerini iletmede önemli bir işlev görür. Dönemin basın organlarını kullanan kadınlar toplumlarında kendilerine yönelik eşitsizlikleri dile getirip hak ve özgürlük arayışına girer. Onlar, bu yolla toplumda kendilerinin de var olduğunu göstererek seslerini duyurmaya çalışır (Çakır 2013a: 59-60). Bu yayınlarda özellikle kadınların bilgilendirilmesi amaçlanır, evlilik ilişkileri, çocuk bakımı, sağlık gibi konular dile getirilir. Bunun yanı sıra edebiyat, sanat, tarih, siyaset konularında kadınların kaleme aldıkları yazılar da yayımlanır. Osmanlı kadını bu dönemde basın aracılığıyla hem kadınların kültür seviyelerini yükseltmeyi hem de yurtlarındaki ve dünyadaki gelişmelerden haberdar olmalarını sağlamayı hedefler (Kolay 2015: 6).
Osmanlı kadınları yayınladıkları dergi ve gazetelerle seslerini duyurmakla kalmaz, aynı zamanda kurdukları derneklerle örgütlü bir kadın hareketini de başlatır. Türk kadınlarının kurduğu derneklere bakıldığında bunların, devleti ve orduyu desteklemek amacıyla kurulan dernekler, hayır ve yardım dernekleri, ekonomik amaçlı dernekler ve eğitim, kültür, sanat amaçlı dernekler olmak üzere dört grupta toplandığı görülür. Kadınlar yardım, eğitim, kültür amaçlı derneklerde aktif faaliyet yürütmekle birlikte, ülke sorunlarına çözüm arayan ve siyasal partilere bağlı derneklerde de vazife yapar. Onlar, kendilerini hayatın her alanında geliştirerek toplumda var olmaya çalışır. Yardım dernekleri, örgütlü Osmanlı Kadın Hareketi’nin ilk halkasıdır. Bu yardım dernekleri aracılıyla çeşitli etkinliklerle toplanan para ve eşyalar yoksul kadın ve çocuklara ulaştırılır. Eğitim amaçlı dernekler her yaşta kadının eğitim alabilmesi için mücadele eder. Bu dernekler tarafından okullar açılır, yoksul kız çocuklarının ihtiyaçları giderilir, kadınların meslekî eğitim alması ve iş hayatına atılması için uğraş verilir. Örgütlü Osmanlı Kadın Hareketi’nin önemli bir halkasını da kadının kültürel bakımdan gelişimini amaçlayan dernekler oluşturur. Bu dernekler de kurdukları kütüphane, müze ve atölyeler ile kadın eğitimine destek olarak kadının toplumsal hayatta daha etkin bir konuma gelmesini hedefler. Bu dernekler aynı zamanda kadınları sanatın çeşitli dallarına ve yabancı dil eğitimine de yönlendirir (Kurnaz 2011: 155-173).
Örgütlü Osmanlı Kadın Hareketi’nin önemli derneklerinden biri, 17 Nisan 1913 tarihinde yayın hayatına başlayan Kadınlar Dünyası adlı dergi etrafında toplanan kadınların kurduğu “Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti”dir (Osmanlı Kadınının Hukukunu Savunma Cemiyeti). Bu dernek 27 Mayıs 1913 yılında, tüm Osmanlı kadınlarını asil üye, yabancı kadınları yardımcı üye kabul ederek kurulmuştur. Derneğin amacı, kadınlığı her alanda toplumun geleneksel baskısından kurtarmaktır (Kurnaz 2013: 317-322). Dernek, yayın organı olan Kadınlar Dünyası aracılığıyla sesini duyurur. Kadınlar Dünyası, derneğe üye olmak isteyenlerin de başvuru adresi hâline gelir. Derginin sahibi, yönetimi ve yazı kadrosunun tamamı kadınlardan oluşmaktadır. Dergi, yalnızca kadınların yazdığı yazıları yayınlamayı ilke edinmiştir. İlk sayısında yer alan aşağıdaki cümle derginin yayın ilkesini açıkça ortaya koyduğu gibi, dergideki kadın yazarların kadın hakları savunuculuğu konusunda erkek yazarlara meydan okuyuşunu da gözler önüne sermektedir:
“Muharrirler, bir kadını kadın ruhuyla anlayamazlar. Lütfen bizi kendimize bıraksınlar. Erkekler yüzünden çekmekte olduğumuz zulmün def’ini bugün biz erkeklerin mürüvvetinden beklemeye tenezzül eder miyiz?” (Kurnaz 2013: 203) Kadınlar Dünyası’nda, Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin üyesi olan farklı milletlerden çoğu gazeteci-yazar kadınların yazılarına da yer verilmiştir. Kadınlar Dünyası yalnızca yurt içinde değil, aynı zamanda Fransa’da yaşayan Türk kadınları arasında, Rusya ve Kafkasya’da da ilgi ile takip edilmiştir (Kurnaz 2013: 201-206). Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti ve onun yayın organı Kadınlar Dünyası, Osmanlı kadınını bilinçlendirme ve ona yol göstermenin yanı sıra, Osmanlı kadınına yeni bir kimlik yaratarak onların edilgen değil, hayatın her alanında etken bir şekilde harekete geçmesini sağlamıştır.
Kadının toplumdaki konumunu iyileştirmeye yönelik harekete geçen, toplumda kendilerine uygulanan eşitsizlikten şikâyetçi olan ve bunu ülke şartlarının kendilerine sunduğu uygun platformlarda gayretle dile getiren Osmanlı kadınları, ilerleyen süreçte yaşanan Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı esnasında evlerinde oturmaz. Onlar, ülkeleri için ellerinden geleni yapar, o dönemde toplumsal hayatın her alanında yararlılık göstererek toplumda kendilerinin de var olduğunu ispatlar.
Osmanlı sahasında 1914 yılına gelindiğinde, kadınlar ilk kez üniversiteye gitme hakkı elde eder. O dönemde toplumun çeşitli kesimlerinde, özellikle de din adamları tarafından bu duruma karşı çıkılıp tepkiler gösterilse de bu durum Osmanlı kadın hareketinin ilerlemesine engel olamaz (Karataş 2009: 1656). Bu dönemde, kadın süreli yayınları üzerinden Osmanlı sahasında yürütülen kadın hareketi hız kesmeden devam eder.
1920’li yıllarda siyasî alanda da etkin olmaya gayret eden Türk kadınlarının parti kurmalarına her ne kadar izin verilmese de 7 Şubat 1924 yılında Nezihe Muhiddin öncülüğünde siyasî alanda da etkin olmak isteyen bir kadın örgütü olan Türk Kadınlar Birliği kurulur. 1935’te Türk Kadınlar Birliği, Cumhuriyet’in ilk uluslararası Dünya Kadınlar Birliği Toplantısı’na ev sahipliği yapar (Davaz 2014: 149, 153, 156). Türk kadınlarının bu önemli organizasyona başarılı bir şekilde ev sahipliği yapması, o günkü şartlar içinde onlara büyük bir cesaret verir.
Türk kadınlarının siyasî haklarını elde etmeleri aşamalı bir şekilde gerçekleşir. 1930 yılında öncelikle kadınların belediye seçimlerine katılma kararı kabul edilir. Kadınların belediye seçimlerine katılması sağlandıktan sonraki ikinci aşamada, 1933’te kadınlara muhtar ve ihtiyar heyeti seçimlerine katılma hakkı sağlanır. Son aşamada ise Türk kadınlarına 4 Aralık 1934 tarihinde milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilir (Kaplan 1998: 191). Türk kadınları ilk kez 8 Şubat 1935’te yapılan milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını kullanır (İçke 2014: 57). 1935’te gerçekleşen 5. Dönem Milletvekili Seçimleri’nde Meclis’e 18 kadın milletvekili girmeyi başarır (İçke 2014: 51). Bu durum, Türk Kadınlar Birliği öncülüğünde Türk kadınlarının o dönemde siyasî açıdan gösterdikleri gayretin de bir sonuç verdiğini ve hedefledikleri noktaya ulaştıklarını açık bir şekilde göstermektedir.
Kadın yenileşmesinin filizlenmesi ve ilk gelişim dönemine bakıldığında, hem Batı’da hem de Türkiye’de (Osmanlı-Cumhuriyet) kadın hareketi aynı şekilde, aşamalı bir gelişim çizgisi göstermiştir. Bu bakımdan, Batı’daki kadınlarla Türk kadınlarının kadının toplumdaki konumunun düzeltilmesi doğrultusundaki faaliyetlerinin ve kadın özgürlüğü konusundaki uygulamalarının genel olarak birbirine benzer bir özellik taşıdığı görülmektedir.
1917 Ekim Devrimi’ne Kadar Rus Çarlığı Siyasî Egemenliği Altındaki Türk Dünyası’nda Kadın Hareketi
Dünyada farklı coğrafyalarda ortaya çıkan kadın hareketleri, ortaya çıktıkları ülkelerin kendine özgü koşulları içinde bir gelişme gösterir. Ancak hepsinin ortak bir tarafı vardır ki, o da nerede olursa olsun kadınların verdikleri eşitlik ve özgürlük mücadelesidir. Batı’daki kadın hareketi aşamalı bir süreç içerisinde gelişim gösterir. Batı’daki kadın hareketlerinin ürünü olan kadın kuruluşları, ilk yıllarda kadın eğitimi ve hayırseverlik konularında faaliyetler yürütür, daha sonra ise tam eşitlik talebinde bulunur. Eşitlik talebinin son halkasını ise seçme ve seçilme hakkı mücadelesi oluşturur (Davaz 2014: 6). Türkiye’de de aynı süreç yaşanır. Batı’da ve Türkiye’de bu şekilde bir gelişim süreci geçiren kadın hareketi, Rus Çarlığı siyasî egemenliği altındaki Türk Dünyası’nda da benzer şekilde gerçekleşmiştir.
Rusya’daki Türk Kadın Hareketi’nin doğuşunu, müstakil olarak kızların eğitim alması için açılan okullarla ilişkilendirmek mümkündür. 1764 yılında Petersburg’da II. Yekaterina tarafından ilk kez Rusya’da kızlar için bir eğitim-öğretim kurumu açılmıştır. Kazan’da buna benzer ilk kız enstitüsünün açılışı ise 1841 yılında olmuştur. 1858 yılında eğitim bakanlığı tarafından kızların eğitimi meselesi de gündeme gelip, “Halk Eğitim Bakanlığı İdaresindeki Kız Mektepleri Hakkında” başlıklı kanunlar da çıkarılmıştır. II. Aleksandr tarafından kabul edilen bu kanun çerçevesinde Rusya’da kızlar için açılan okullar iki farklı gruba ayrılmıştır. Birinci grupta yer alan okullarda kızlar altı yıl, ikinci grupta yer alan okullarda ise 3 yıl süren bir tedrisattan geçmişlerdir. Altı yıllık birinci gruptaki kız okullarından ilki Kazan’da 1859 yılında açılmıştır. 1870 yılında Çarlık tarafından “Kızlar Gimnaziyaları ve Progimnaziyaları Hakkında”2 kanun kabul edilmiştir ve bu tarihten itibaren kızlar, Çarlık yıkılana kadar bu okullarda da okumaya devam etmişlerdir (Mehmutova 2012 a: 75-88).
1870-1880’li yıllarda Kızlar Gimnaziyaları’nın açılmasıyla birlikte Tatar kızları da birer ikişer de olsa bu gimnaziyalarda görünmeye başlar. Mesela 19. asrın sonunda Petersburg’da tıp eğitimi alarak doktor olan Tatar kızı Raziya Kutlıyarova, Kasım şehrindeki gimnaziyada eğitim gören ilk Tatar kızlarındandır (Mehmutova 2012 a: 91). İdil-Ural sahası dışında mesela, Kazak bozkırlarında eğitimci Ibıray Altinsarin’in öncülüğünde kızlar için okulların açılmaya başlaması da 1890’lara rastlar. İlk olarak Irgız’da ardından da 1891’de Torgay’da, 1893’te Kostanay’da, 1895’te Karabutak’ta ve 1896 yılında Aktöbe’de Altinsarin öncülüğünde kız okulları açılmıştır (Ayan 2015: 25-26).
Rusya’da 1764’ten itibaren kız okulları açılmış olsa da, Türk kızlarının sistemli bir şekilde okumaya başlaması, Kırımlı bir Türk olan İsmail Bey Gaspıralı’nın 1884’ten itibaren uygulamaya koyduğu Usul-i Cedid hareketi ile olmuştur. İsmail Bey Gaspıralı, özellikle Usul-i Cedid adı verilen eğitim alanındaki yenilikçi faaliyetleri ile Türk kültür tarihine adını yazdırmıştır. 1880’li yıllarda Çarlık Rusya’da Rus okulları ve medreseler vardır. Ancak Rus okullarında Türkler anadillerinde eğitim görmedikleri için bu okullardan çok faydalanamamaktadır. Gaspıralı, bu sebeple millî dilde eğitimin önemine dikkat çekmiştir. O, Rusya’ya hitaben yazdığı yazılarda, devamlı surette Rusya’dan anadilde eğitim hakkını talep etmiştir (Togan 1981: 554). Dönemin medreseleri ise zamana ayak uyduramadığı için oralarda verilen eğitim artık geri kalmıştır ve yeterli değildir. Gaspıralı, Rusya’da yaşayan Müslüman-Türk toplumunun eğitimle ilgili bu sorunlarını tespit ettikten sonra hızla faaliyete geçmiştir. Gaspıralı’nın öncülüğünde başlatılan Usul-i Cedid şu somut esaslara dayandırılmıştır: 1) Mektepler medreselerden ayrılacaktı; 2) İlkokulların kendine has öğretmenleri olacaktı; 3) Öğretmenler “sadaka” değil, aylık alacaktı; 4) Okuma-yazma öğretimi eski usulde düzensiz bir heceleme metoduyla değil, yeni Elifba kitaplarında gösterilen “usûlü savtiye” ile başlayıp okuma işi daha kolaylaşacaktı; 5) Yalnızca okumaya değil, yazma işine de önem verilecekti; 6) Kızlar için ayrı okullar olacaktı ve kızlara da yazı öğretilecekti; 7) Öğretim bir programa göre yapılacak ve her yaş düzeyine göre ders kitapları kullanılacaktı (Taymas 1966: 162).
İsmail Bey Gaspıralı, Usul-i Cedid esaslarına göre modernleşmeyi mektep ve medreselerden başlatmaya karar vermiştir. İlk olarak her yaştan insana okuma yazmayı öğretmeyi hedefleyen “savtî usul” metoduyla kısa zamanda okuma yazmayı öğretmeye başlamıştır. Bu metoda göre, Arap alfabesini öğretmede kullanılan eski hece metodunun yerine fonetik alfabe metodu uygulanmıştır. Gaspıralı, fonetik esasa dayalı bir okuma kitabını da (Hoca-i Sıbyan) yazarak bu yeni metodu işlevsel hale getirmiştir. Kısa zaman içinde bu usul, büyük başarı kazanmıştır. Kırım’da İsmail Bey Gaspıralı öncülüğünde başlayan bu usul ile eğitim kısa zamanda Türk Dünyası’nın pek çok yerine yayılmıştır. 1905 yılında bu okulların sayısı beş bini aşmıştır. Gaspıralı, bir yandan da Usul-i Ce-did okullarında okutulacak ders kitaplarının yazılması ve hazırlanması işiyle de uğraşmıştır. O güne kadar medreselerde okutulan kitaplar yalnızca dinî içerikli kitaplardır ve çoğunluğu Arapçadır. Din dışı konularda yazılmış olan kitaplar da zamana ayak uyduramamış, bilgi değerini yitirmiş, eski kitaplardır. Dolayısıyla Gaspıralı, Usul-i Cedid okullarında okutulmak üzere zamanın bilgi ve medeniyet seviyesini yansıtan yeni eserlerin yazılması işine de bizzat kendisi öncülük etmiştir (Akpınar 2008: 52-57; Rorlich 2000: 187).
Rusya’da kızlar için ilk Usul-i Cedid mektebi Bahçesaray’da 1884 yılında açılmış ve öğretmenliğini ise Gaspıralı’nın kızkardeşi Selime Pembe Hanım yapmıştır (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004: 75-76). Gaspıralı, yalnızca kızlar için okullar açmakla kalmamış, 1883 yılından itibaren çıkarmaya başladığı Tercüman sayfalarında kadın eğitimi üzerine yayımladığı yazılarla da “kadın meselesi” hakkında bir gündem oluşturmuştur.
Rusya’da kızların da eğitim almaya başlamasıyla birlikte hem matbuatta hem de halk arasında “kadın meselesi” gündeme gelmiştir. Kadın eğitimi ve özgürleşmesini savunan yenilikçi düşüncelere sahip olan ceditçiler ile buna karşı görüşteki kadimciler arasında sürüp giden bir tartışma ortamı söz konusu olmuştur. Dolayısıyla Rusya’da kadın hareketinin doğuşunu Rusya’da kadınların eğitimi ve akabinde gelişen “kadın meselesi”ne duyarlılıkla ilişkilendirerek 1800’lerin sonuna tarihlendirmek mümkündür. İdil-Ural bölgesindeki Rusya Müslümanları arasında ceditçi düşüncelerle birlikte başlangıçta bir eğitim ve kültür hareketi olarak doğan Türk Kadın Hareketi, 1905 Rus İhtilali ile Rusya’da oluşan nispî özgürlükten faydalanarak özellikle basın-yayın faaliyetleri ile desteklenmiş ve zamanla örgütlü bir hareket haline dönüşmüştür.
1800’lerin sonlarından itibaren Çarlık Rusyası’nda Müslüman Türk toplumları arasında kadın meselesine dikkat çeken yenilikçi Türk aydınları, kadın yenileşmesinin ilk önemli aşamasını kadınların eğitim meselesi olarak görmüştür (Mehmutova 2012 b: 57, 63). Türk kadın yenileşmesinin yaşadığı süreci İdil-Ural’da kadın meselesine dikkat çeken Kazanlı yenilikçi Türk aydını Ayaz İshaki’nin ifadesiyle belirtmek gerekirse, Türk kadınları, “Pencereyi açtılar, perdeyi kaldırdılar, yavaş yavaş yürüyerek meydana çıktılar.” (Mehmutova 2012 b: 63). Ayaz İshaki’ye göre, yenilikçi Türk kadınlarının ilk işleri, eğitim haklarını aramak olmuştur. Onlar bu haklarının peşinden gidip, hem Türk okullarına hem de Rus okullarına girip okumaya başlayarak Türk kadın yenileşmesinin ilk ve en önemli aşamasını gerçekleştirmiştir.
Rusya Müslümanları arasındaki ceditçi hareket içinde genel olarak eğitim önemli bir mesele olmakla birlikte, kız çocuklarının eğitimine de büyük önem verilmiş ve onlar için Tetüşi (1908), Troisk (1909), Orenburg ve Kazan (1913) gibi merkezlerde medreseler açılmıştır (Devlet 1999: 184). Bu okullarda okuyan kızlar, sadece okuma yazma öğrenmekle kalmayıp, ceditçi düşüncelerin etkisiyle değiştirilen zengin içerikli müfredatlarla ilmihal, akaid gibi İslamî ilimlerle birlikte ev idaresi, ilkyardım, dikiş, nakış gibi bilgi ve becerileri de öğrenerek her bakımdan donanımlı “ideal kadınlar” olarak yetiştirilmişlerdir. Eğitim alan Türk-Tatar kadınları genellikle öğretmenlik mesleğini seçip kendileri gibi başka aydın kızların yetiştirilmesinde görev üstlenmiş ve kadın yenileşmesi zincirinin bir halkası olmuşlardır. Bunun yanı sıra farklı bilgi ve beceriler elde eden Türk kadınları, başka meslek gruplarına da eğilmeye başlamış, bankacılık, posta işleri ve daha başka memuriyetlerde de çalışmaya başlayarak hayatın farklı pek çok alanında yer almıştır.
Çarlık Rusya idaresindeki Müslüman Türk-Tatar teba içinde özellikle İsmail Bey Gaspıralı’nın Türk Cedit Hareketi içinde kadın eğitimine verdiği önem dikkat çekicidir. İsmail Bey Gaspıralı, geri kalmış, millet olma bilincine ulaşamamış ve hurafelerle yaşayan bir Müslüman toplumun modern ve çağdaş bir görünüme sahip olabilmesini kadın özgürlüğünün gerçekleşmesine bağlıyordu. Toplumsal alanda büyük bir yenilik gerçekleştirmek için, önce kadınların toplumdaki düşük statülerinin iyileştirilmesi ve ardından da kadın-erkek eşitliğinin sağlanması gerekiyordu. Gaspıralı’ya göre eşitlik ise ancak eğitim ile mümkün olabilirdi. İsmail Bey Gaspıralı, kendi neşrettiği ve Rusya’da Müslümanlar arasında ilk süreli yayın olma özelliğine sahip Tercüman’ın 10 Nisan 1883 tarihinde çıkan ilk sayısından itibaren bu bağlamda Türk Dünyası’nda “kadın meselesi”ne dikkat çekmiştir. O, Tercüman sayfalarında kadınların toplumsal uyanışı için çaba harcamış, onları toplumsal hayatta aktif görev üstlenmeye, eğitim almaya ve örgütlemeye çağıran yazılar yazmıştır. Gaspıralı bu yazılar yanında, kadın hareketine katkıda bulunan Türk aydınlarından da hürmetle bahsederek kadın meselesine duyarlı olan kişileri takdirle karşılamıştır.
Gaspıralı, kadınları ve erkekleri bütün bir dünyayı oluşturan iki “yarım dünya” olarak değerlendirir, kadınlara önemli bir misyon yükler ve onlara şöyle der:
İnsanları doğuran, doğurduktan sonra asrayan (büyüten, besleyen) bir hayli asradıktan sonra dil bildiren (öğreten), dil bildirmekle beraber terbiye veren, dinden, ilimden, kemâlattan (olgunluktan) haber veren sizlersiniz (Akpınar 2008: 288).
İsmail Bey Gaspıralı’ya göre, bütün insanlık kadınların kucağında büyüyüp, rızıklarını bunların göğsünde bulup, ilim ve olgunluğu bunların ağzından, edep ve namusu bunların hâl ve hareketinden alıyordu. Dolayısıyla İsmail Bey Gaspıralı için kadınlar birer “insancık” değil, her kadın “koca bir insan”dı, üstelik onlar insanlığa büyük hizmet eden insanlardı.