Öldürme Nedeni

Matn
0
Izohlar
Parchani o`qish
O`qilgan deb belgilash
Shrift:Aa dan kamroqАа dan ortiq

Avery en güzel gülümsemesiyle adamlarla tokalaştı.

“Bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz,” dedi. “Yükleme alanınızın hemen üstündeki kamera görüntülerini incelememiz gerekiyor. Bir arama iznimiz yok,” dedi suratını buruşturup, “ama cumartesi gecesi kaçırılıp ölü bulunan bir kız büyük bir ihtimalle arka kapınızın hemen dışında saldırıya uğradı. Önemli bir şey görmediğimiz takdirde, işimiz yirmi dakikaya biter sanıyorum.”

“Ya önemli bir şey görürseniz?” dedi şirket başkanı.

“Öyle bir durumda, polise vakit açısından son derece hassas bir konuda yardım ederek doğru kararı vermiş olacaksınız. Bir arama izni almamız bütün gün sürebilir. Kızın cesedinden iki gündür ölü olduğu anlaşılıyor. Artık konuşamaz. Bize yardım edemez. Ama siz edebilirsiniz. Lütfen, yardımcı olun. Boşa harcadığımız her saniye, ipuçlarının silinmesine neden oluyor.”

Şirket başkanı başını sallayıp güvenlik şefine döndü.

“Davis, onları yukarı çıkar. Ne istiyorlarsa göster. Herhangi bir sorun olursa,” dedi Avery’ye dönerek, “lütfen gelip beni bulun.”

Yukarı çıkarlarken, Ramirez bir ıslık çaldı.

“Ne kadar da etkileyicisin,” dedi.

“Ne gerekiyorsa, onu yapıyorum,” diye fısıldadı Avery.

Top Emlak Şirketi’nin güvenlik ofisi, içinde yirmiden fazla televizyon ekranı olan gürültülü bir odaydı. Güvenlik şefi siyah masadaki klavyenin karşısına geçti.

“Tamam, yer ve saat neydi?”

“Yükleme alanı. Yaklaşık olarak iki elli iki, sonra devam edelim.”

Ramirez başını salladı.

“Hiçbir şey bulamayacağız.”

Emlak şirketinin kameraları içki dükkânınkinden çok daha kaliteliydi ve görüntüler renkliydi. Ekranların çoğu benzer boyutlardaydı, ama bir tanesi epeyi büyüktü. Güvenlik şefi yükleme alanının kamerasını büyük ekrana alıp görüntüleri geri sarmaya koyuldu.

“İşte,” dedi Avery. “Durun.”

Görüntü iki ellide dondu. Kamera yükleme alnının hemen karşısındaki otoparkın panoramik bir görüntüsüyle birlikte, çıkmaz sokak tabelasının olduğu sol tarafı ve ardındaki sokağı da gösteriyordu. Brattle’a giden ara sokak kısmen gözüküyordu. Otoparkta sadece bir araba vardı: Koyu mavi renkli gibi duran bir minivan.

“O arabanın orada olmaması gerekirdi,” dedi güvenlik şefi.

“Plakayı görebiliyor musunuz?” diye sordu Avery.

“Evet, gördüm,” dedi Ramirez.

Üçü beklemeye başladılar. Bir süre, sadece dikey konumdaki sokaktan geçen arabaların ve ağaçların hareketini izlediler.

Saat iki elli üçte iki kişi belirdi.

Sevgili gibi gözüküyorlardı.

Biri ufak tefek, zayıf ve kısa boylu, gür ve fırça gibi saçları, bıyığı ve gözlüğü olan bir adamdı. Diğeriyse ondan daha uzun boylu ve uzun saçlı bir kızdı. Üstünde ince yazlık bir elbise, ayaklarında sandaletler vardı. Dans ediyor gibiydiler. Adam kızın ellerinden birini tutup onu belinden iterek kendi etrafında döndürdü.

“Lanet olsun,” dedi Ramirez. “Bu kız Jenkins.”

“Aynı elbise, ayakkabılar ve saçlar,” dedi Avery.

“Uyuşturucu verilmiş. Baksana. Ayaklarını sürüyor.”

Katilin minivanın yolcu kapısını açıp kızı oturtuşunu izlediler. Sonra, adam döndü ve sürücü tarafına geçti. Gözlerini doğrudan yükleme alanının kamerasına çevirdi ve abartılı bir tavırla eğilip selam verdi. Bunun ardında da sürücü kapısına döndü.

“Lanet olsun!” diye bağırdı Ramirez. “Bu hergele bizimle oyun oynuyor.”

“Herkese haber ver,” dedi Avery. “Thompson ve Jones şu andan itibaren tam zamanlı gözetim yapacaklar. Thompson parkta kalabilir. Ona minivanı söyle. Araştırmasını daraltabilir. O arabanın hangi yöne gittiğini öğrenmemiz gerek. Jones’un işi daha zor. Hemen buraya gelip o minivanı izlemesi gerek. Bunu nasıl yapacağı umurumda değil. Ona bunu yaparken faydalı olabilecek bütün kameraları kullanmasını söyle.”

Ona şok olmuş gibi ve hayranlıkla bakan Ramirez’e döndü.

“Katili bulduk.”

YEDİNCİ BÖLÜM

Avery akşamüzeri altı kırk beşte karakolun ikinci katına asansörle çıkarken, yorgunluk nihayet etkisini göstermeye başladı. Sabahki keşiflerinin yarattığı tüm enerji ve hız verimli bir gün geçirmesini sağlamıştı, ama önünde sayısız yanıtlanmamış soruyla geçecek bir gece vardı. Açık renkli teni güneşten kısmen yanmıştı; saçları berbat bir haldeydi ve önceden giydiği ceketini koluna asmıştı. Gömleği kirlenmişti ve pantolonunun dışına çıkmıştı. Öte yandan, Ramirez sabahkinden bile dinç gözüküyordu: Saçları geriye taranmıştı, takım elbisesi hala kusursuz denebilecek kadar ütülüydü, bakışları keskindi ve alnında sadece belli belirsiz bir parça ter birikmişti.

“Nasıl oluyor da bu kadar iyi gözükebiliyorsun?” dedi Avery.

“İspanyol-Meksika kökenimden,” dedi Ramirez gururla. “Yirmi dört, hatta kırk saat böyle çalışıp, yine böyle gözükebiliyorum.”

Avery’ye şöyle bir bakıp suratını buruşturdu. “Evet. Sen bok gibi gözüküyorsun,” dedi.

Gözlerinde saygı dolu bir ifade belirdi.

“Ama başardın.”

O saatte ikinci katın sadece yarısı doluydu; çoğu polis memuru ya evlerine gitmişti, ya da sokaklarda görevliydi. Toplantı odasının ışıkları açıktı. Dylan Connelly sıkkın bir ifadeyle volta atıyordu. Onları görünce hemen kapıyı açtı.

“Nerede kaldınız?!” diye bağırdı. “Saat beşte masamda bir rapor olacak demiştim. Saat neredeyse yedi. Telsizlerinizi kapatmışsınız. İkiniz de. Bunu senden beklerdim doğrusu Black, ama senden beklemezdim, Ramirez. Kimse beni aramadı. Kimse telefonuna yanıt vermedi. Baş komiser de çok öfkeli. O yüzden, sakın gidip ona ağlamayın. Burada nelerle uğraştık biliyor musunuz? Ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz?”

Ramirez ellerini kaldırdı.

“Aradık ve size mesaj bıraktık,” dedi.

“Yirmi dakika önce aradınız,” dedi Dylan ters ters. “Saat dört buçuktan beri sizi yarım saatte bir arıyorum. Birisi mi öldü? Katilin peşinde misiniz? Yüce Tanrı cennetten inip size yardım mı etmeye başladı? Sadece bunlar bu küstah itaatsizliğinizin kabul edilebilir mazeretleri olabilir. İkinizi de derhal bu vakadan almalıyım.”

Toplantı odasını işaret etti.

“Girin içeri.”

Bu öfkeli tehditler Avery’yi hiç etkilemedi. Dylan’ın öfkesi kolaylıkla duymazdan gelebileceği arka plan gürültüsü olarak kaldı. Bu beceriyi uzun süre önce Ohio’da babasının neredeyse her gece annesine bağırıp çağırdığı zamanlarda edinmişti. O zamanlar, kulaklarını elleriyle kapatır, şarkılar söyler ve en sonunda özgür olacağı günlerin hayali kurardı. Artık daha önemli meseleleri düşünüyordu.

Masanın üstünde bir öğleden sonra gazetesi duruyordu.

Gazetenin birinci sayfasında burnunun dibine sokulan bir kameraya şaşkın şaşkın bakan Avery Black’in fotoğrafı vardı. Manşette ‘Lederman Parkı’nda cinayet: Seri Katilin Ceza Avukatı Bu Vakanın Başında!’ yazıyordu. Büyük fotoğrafın altında da Howard Randall’ın daha ufak bir fotoğrafı vardı. Randall, Avery’nin kola şişeleriyle ve gülümseyen bir suratla sürekli olarak kâbuslarından fırlayan yaşlı ve ufak tefek seri katildi. Onun fotoğrafının üstündeyse ‘Kimseye Güvenmeyin: Avukat ya da Polis’ yazıyordu.

“Bunu gördün mü?” diye kükredi Connelly.

Gazeteyi alıp sert bir biçimde masaya indirdi.

“Ön sayfadasın! Cinayet Masası’ndaki ilk gününde yine manşet oldun. Bunun ne kadar amatörce olduğunun farkında mısın? Yok, yok,” dedi Ramirez’e bakıp. “Sakın konuşmaya kalkışma. İkiniz de her şeyi berbat ettiniz. Bu sabah kiminle konuştuğunuzu bilmiyorum, ama ortalığı fena karıştırdınız. Harvard, Cindy Jenkins’in öldüğünü nereden öğrendi? Kappa Kappa Gamma’nın web sitesinde ona bir anı sayfası açmışlar.”

“İyi bir tahmin olabilir mi?” dedi Avery.

“Siktir git, Black! Seni bu vakadan alıyorum. Duydun mu?!”

Baş komiser O’Malley odaya girdi.

“Bir dakika,” dedi Ramirez. “Bunu yapamazsınız. Neler bulduğumuzu bilmiyorsunuz.”

“Neler bulduğunuz umurumda değil,” diye kükredi Dylan. “Henüz lafımı bitirmedim. Gitgide daha iyi oluyor. Bir saat önce vali aradı. Jenkins’in babasıyla golf oynarmış. Bir seri katilin hapisten çıkmasını sağlayan eski bir ceza avukatının, neden yakın bir arkadaşını ilgilendiren bir cinayet vakasının başında olduğunu soruyor.”

“Sakin ol,” dedi O’Malley.

Dylan suratı kıpkırmızı kesilmiş, ağzı açık kalmış bir halde hızla ona döndü. Daha ufak tefek, sessiz ama gergin ve patlamaya hazır baş komiserini görünce geri çekildi.

“Nedeni her ne olursa olsun, bu vaka duyuldu,” dedi O’Malley sakin bir ifadeyle. “Bu yüzden, bir sakıncası yoksa Dylan, ikisinin bütün gün neler yaptığını öğrenmek istiyorum.”

Connelly bir şeyler homurdanıp diğer tarafa döndü.

Baş komiser başını Avery’ye salladı.

“Açıklamaya başla.”

“Kimseye kurbanın ismini vermedim,” dedi Avery. “Ama Kappa Kappa’dan bir kızla, Cindy Jenkins’in en yakın arkadaşı Rachel Strauss’la görüştüm. Kız parçaları birleştirmiş olmalı. Özür dilerim,” dedi ve samimi bir özür ifadesiyle Dylan’a baktı. “Havadan sudan konuşma konusunda pek becerikli değilimdir. Yanıtlar arıyordum, şunları buldum.”

“Anlatsana,” dedi Ramirez araya girip.

Avery toplantı masasının etrafından dolandı.

“Karşımızda bir seri katil var.”

“Yapma!” diye sızlandı Dylan. “Bunu nereden bilebilirsin. Daha bir gündür vakaya bakıyorsun. Elimizde bir ölü kız var. Dediğin şey mümkün değil.”

“Sesini keser misin?” diye patladı O’Malley.

Dylan dudağını ısırdı.

“Bu, sıradan bir cinayet değil,” dedi Avery. “Bunu bana siz de söylediniz, baş komiserim. Bunu siz de anlamış olmalısınız,” dedi Dylan’a. “Kurbana hayattaymış süsü verilmiş. Katilimiz ona tapan birisi. Kızın üstünde tek bir çürük, zorlama yok. Dolayısıyla, çeteleri ve aile içi şiddeti devre dışı bırakabiliriz. Adli tıp kızın güçlü ve muhtemelen doğal bir anestezikle uyuşturulduğunu doğruladı. Katil bunu, insanı anında paralize eden ve ağır ağır öldüren çiçek özlerinden kendisi elde etmiş olabilir. Bu bitkileri yeraltında tuttuğunu varsayarsak, ışığa, bir su sistemine ve besine ihtiyacı var. Bu tür tohumların ne şekilde ithal edildiğini, nerede satıldığını ve ekipmanların nereden bulunduğunu araştırdım. Ayrıca, katil kurbanın en azından bir süre canlı kalmasını istemiş. Bunun nedeninden onu kamera görüntülerinde görene dek emin değildim.”

 

“Ne?” dedi O’Malley alçak sesle.

“Onu bulduk,” dedi Ramirez. “Ama hemen heyecanlanmayın. Görüntüler kumlu ve bir şey anlamak zor, ama tüm kaçırılma olayı iki ayrı kamera kayıtlarında görülüyor. Jenkins Pazar sabahı saat iki buçuktan kısa bir süre sonra partiden erkek arkadaşının evine gitmek için ayrılmış. Erkek arkadaşı Kappa Kappa Gamma dairesinden beş blok kadar ötede yaşıyor. Avery, Jenkins’in izlemiş olabileceği yolu izledi ve bir ara sokak keşfetti. Tanrı bilir bunu ne hissederek yaptı, ama şüphelerini izleyip yakınlardaki bir içki dükkânının güvenlik kamerasının görüntülerini inceledi.”

“Bunun için bir arama izni gerekiyor,” dedi Dylan.

“Sadece benden istenirse,” dedi Avery. “Bazen dostane bir gülümseme ve ilginç bir sohbet çok işe yarıyor. Dükkân geçen sene on kere yağmalanmış. Bir süre önce, dışarıya bir güvenlik kamerası takılmış. Dükkân ara sokak gibi karşı tarafta ve yaklaşık olarak yarım blok kadar aşağıda, ama Cindy Jenkins olduğunu düşündüğüm bir kızın net bir biçimde saldırıya uğradığını görebiliyorsunuz.”

“Beni o sırada aradı,” dedi Ramirez. “İlk söylediğinde, delirdiğini düşündüm. Cidden. Videoyu izleyince pek bir şey anlamadım. Öte yandan, Black benden adli tıbbı aramamı ve tüm ekibi oraya götürmemi istedi. Tahmin edebileceğiniz gibi buna çok sinirlendim. Ama,” dedi heyecanla, “haklı çıktı. Ara sokağın arka tarafındaki bir yükleme alanında bir diğer kamera var. Şirketten görüntüleri izlemek için izin istedik. Kabul ettiler ve güm!” dedi kollarını iki yana açarak. “Adamın teki kurbanımızı tutarak ara sokaktan çıkıyor. Aynı elbise. Aynı ayakkabılar. Adam daha ufak tefek, Cindy’den daha kısa boylu ve dans ediyor. Ciddi ciddi kızı tutmuş dans ediyor. Kızın uyuşturulmuş olduğu belli. Ayaklarını sürüyor. Adam bir ara kameraya bile bakıyor. O hasta hergele bizimle dalga geçmiş. Kızı bir minivanın ön tarafına oturuyor ve hiçbir şey olmamış gibi çekip gidiyor. Araba bir Chrysler ve koyu mavi renkli.”

“Plakası?”dedi Dylan.

“Sahte. Çoktan kontrol ettim. Sahte plaka takmış olmalı. Beş eyalet çapında son beş senede satılmış koyu mavi renkli Chrysler minivanları araştırıyorum. Biraz zaman alacak, ama belki biraz daha fazla bilgiyle listeyi daraltabiliriz. Ayrıca, adam muhtemelen kılık değiştirmiş. Suratı neredeyse hiç belli olmuyor. Bıyık takmış, büyük bir ihtimalle peruk ve gözlük de takmış. Görebildiğimiz tek şey boyu, bir altmış beş, bir altmış sekiz arası; bir de ten rengi: beyaz.”

“Kasetler nerede?” diye sordu O’Malley.

“Aşağı katta, Sarah’da,” dedi Avery. “Biraz zaman alabileceğini, ama izlediklerinden katilin bir eskizini yarına dek çıkarmaya çalışacağını söyledi. Yüz tanıma sistemine eklediğimizde, şüphelilerimizle karşılaştırabilir ve neler bulabileceğimizi görmek için veri tabanına da koyabiliriz.”

“Jones ve Thompson nerede?” dedi Dylan.

“Hâlâ çalıştıklarını umuyorum,” dedi Avery. “Thompson parkta gözetimden sorumlu. Jones da ara sokaktaki minivanın peşinde.”

“Bir oradan ayrılana kadar, Jones ara sokaktan on blokluk bir çapta en az altı kamera daha buldu. Bunlar işe yarayabilir.”

“Minivanın izini bulamasak bile, en azından gittiği yönle ilgili tahminleri aza indirebiliriz. Adamın ara sokaktan kuzeye doğru gittiğini biliyoruz. Bu da Thompson’ın parkta bulduklarıyla örtüşüyor ve bir alanı bir üçgen içine alıp gerekirse ev ev dolaşmamız da mümkün.”

“Ya adli tıp?” dedi O’Malley.

“Ara sokakta hiçbir şey yokmuş,” dedi Avery.

“Bu kadar mı?”

“Elimizde birkaç şüpheli de var. Cindy kaçırıldığı gece bir partideymiş. George Fine diye bir genç de oradaymış. Çocuk senelerdir Cindy’yi izliyormuş. Onunla aynı dersleri alıyor, gittiği yerlerde tesadüfen karşısına çıkıyormuş. O gece Cindy’yle ilk kez öpüşmüş ve bütün gece dans etmişler.”

“Onunla konuştunuz mu?”

“Henüz konuşmadık,” dedi Avery ve Dylan’ a baktı. “Harvard Üniversitesi’nde olası bir karmaşa yaratmadan önce izninizi isteyecektim.”

“Eh, en azından bir nebze protokolden anlaman iyi bir şey,” diye homurdandı Dylan.

“Bir de erkek arkadaşı var,” dedi Avery O’Malley’ye. “Winston Graves. Cindy’nin o gece onun evine getirmesi gerekiyormuş. Ama oraya hiç gitmemiş.”

“Tamam, o halde elimizde iki potansiyel şüpheli, olayın görüntüleri ve izlenmesi gereken bir araba var. Çok etkilendim. Ya cinayet niyeti? Bunu düşündünüz mü?”

Avery bakışlarını başka yöne çevirdi.

İzlediği görüntüler, kurbanın o şekilde parka bırakılışı yaptığı işi çok seven bir adama işaret ediyordu. Adam bunu daha önce yapmıştı, tekrar yapacaktı. Onu bir tür güç gösterisi motive ediyor olmalıydı, çünkü polisi hiç umursamamıştı. Ara sokaktaki kameraya eğilip selam verişi de Avery’ye bunları söylüyordu. Bunu yapması için ya büyük bir cesaret, ya da aptallık gerekliydi. Cesedin bırakılışıyla ya da kurbanın kaçırılışıyla ilgili hiçbir şey de bunu düşünmeden yaptığını göstermiyordu.

“Bizimle oyun oynuyor,” dedi Avery. “Yaptığı işi seviyor ve yine yapmak istiyor. Bence iyi bir planı var. Bu iş henüz bitmedi.”

Dylan alaycı bir tavırla gülüp başını salladı.

“Çok saçma,” dedi asabi bir sesle.

“Tamam,” dedi O’Malley. “Avery, yarın şüphelilerle konuşmak için iznin var. Dylan, Harvard’la konuş ve olacakları haber ver. Ben de bu gece müdürü arayıp ona bildiklerimizi anlatayım. Ayrıca, kamera görüntüleri için de genel bir araştırma izni çıkarabiliriz. Thompson’la Jones’u bunlardan haberdar edelim. Dan, bütün gün çalıştığını biliyorum. Bir iş daha yap, sonra paydos dersin. Elinde yoksa, Harvardlı o iki gencin adreslerini bul. Eve dönerken evlerinin önünden bir geç bakalım. Orada olduklarından emin ol. Kimsenin kaçmasını istemiyorum.”

“Bunu ben de yapabilirim,” dedi Ramirez.

“Pekâlâ,” diye ellerini çırptı O’Malley. “Haydi, işe koyulun. İkinize de aferin. Kendinizle gurur duymalısınız. Avery ve Dylan, bir dakika daha kalın.”

Ramirez elini Avery’den tarafa çevirdi.

“Sabahleyin seni almamı ister misin? Sekizde olur mu? Birlikte gideriz.”

“Tabii.

“Sarah’yla eskiz hakkında konuşacağım. Belki daha erken tamamlar.”

Bir partnerin yardımcı olmaya bu denli hevesli oluşu, hem de bunu kendi isteğiyle ve başkası tarafından dürtülmeden yapıyor olması Avery için yeni bir durumdu. Teşkilata katıldığından beri birlikte çalıştığı herkes onu öldürüp bir çukura atmak istemişti.

“Harika,” dedi.

Ramirez gittikten sonra, O’Malley Dylan’ı toplantı masasının bir ucuna, Avery’yi de diğer ucuna oturttu.

“Beni iyi dinleyin,” dedi alçak ama kararlı bir sesle. “Müdür bugün beni aradı ve bu vakayı tanınmış ve gözden düşmüş eski bir ceza avukatına vererek ne yapmaya çalıştığımı sordu. Avery, ona bu iş için senin doğru polis memuru olduğunu ve kararımın arkasında olduğumu söyledim. Bugün yaptıkların yanılmadığımı gösteriyor. Ama saat neredeyse yedi buçuk ve hala buradayım. Bir karım ve beni evde bekleyen üç çocuğum var. Bir an önce gidip onları görmek ve bu boktan yeri bir süreliğine unutmak istiyorum. İkiniz de bu endişeleri paylaşmıyor gibisiniz. O yüzden, belki de neden söz ettiğimi anlamayacaksınız.”

Avery geriye yaslanıp merakla ona baktı.

“Anlaşmaya bakın ve saçmalıklarınızla beni artık rahatsız etmeyin!” diye bağırdı O’Malley.

Odaya gergin bir hava çöktü.

“Dylan, bir şef gibi davranmaya başla! Bana her sümsük ayrıntıyı anlatmak için telefon açma. İnsanlarla kendi başına nasıl başa çıkabileceğini öğren. Sana gelince,” dedi Avery’ye. “Şu salak esprileri kes ve hiçbir şey umurumda değil tavrını bırak ve bir kez olsun umursuyormuş gibi davran. Çünkü umursadığını biliyorum.” Uzun uzun ona baktı. “Dylan ve ben saatlerdir seni bekliyoruz. Telsizi kapatmak mı istiyorsun? Telefonlara bakmamak mı istiyorsun? Düşünmene yardımcı mı oluyor? Tamam. Bildiğin gibi yap. Ama bir üstün aradığında, onu hemen geri ara. Bir dahaki sefere aynı şeyi yaparsan seni bu vakadan alırım. Anlaşıldı mı?”

Avery utanç içinde tamam der gibi başını salladı.

“Anlaşıldı,” dedi.

Dylan da “Anladım,” dedi.

“Güzel,” dedi O’Malley.

Omuzlarını dikleştirip gülümsedi.

“Bunu daha önce yapmalıydım, ama şu andan daha iyi bir fırsat bulamadım. Avery Black, seni boşanmış iki çocuklu Dylan Connelly’yle tanıştırmak isterim. Eve hiç gitmediği ve fazla içtiği için karısı onu iki sene önce terk etti. Şimdi, çocuklarıyla birlikte Maine’de yaşıyor ve Dylan çocuklarını hiç görmediği için sürekli olarak sinirli.”

Dylan gerildi, bir şey söyleyecek gibi oldu, ama fikrini değiştirdi.

“Dylan? Seni bir davayı mahveden ve dünyanın en kötü seri katilini serbest bırakıp Boston sokaklarına salan eski ceza avukatı Avery Black’le tanıştırayım. Katil tekrar cinayet işledi ve Black’in hayatını alt üst etti. Avery geride mülti milyon dolarlık bir işi, boşandığı kocasını ve onunla hiç konuşmayan çocuğunu bıraktı. O da senin gibi üzüntülerini işle ve alkolle gidermeye çalışıyor. Gördün mü? Düşündüğünden de çok ortak yanınız varmış.”

Son derece ciddi bir ifadeyle onlara baktı.

“Beni bir daha utandırmayın, yoksa ikinizi de bu vakadan alırım.”

SEKİZİNCİ BÖLÜM

Toplantı odasında yalnız kalan Avery ve Dylan birkaç saniye boyunca hiç konuşmadan karşılıklı oturdular. İkisi de kıpırdamadı. Dylan başını önüne eğmişti. Suratını buruşturmuştu ve bir şey düşünüyor gibiydi. Avery ona karşı ilk kez bir sıcaklık hissetti.

“Nasıl olduğunu biliyo…” diye konuşmak istedi.

Dylan o kadar hızlı ve sert bir biçimde ayağa kalktı ki, sandalyesi geriye kayıp duvara çarptı.

“Sakın bunun bir şeyi değiştireceğini sanma,” dedi. “İkimizin hiçbir ortak yanı yok.”

Kaba beden dilinden öfke ve mesafeli olma mesajı yayılmasına rağmen, bakışları farklı bir şey söylüyordu. Avery onun bir sinir krizi geçirmek üzere olduğundan emindi. Baş komiserin dediği bir şey onu tıpkı Avery gibi etkilemişti. Her ikisi de yaralıydı ve yalnızdı. Yapayalnız.

“Bak, ben sadece düşündüm ki…” dedi Avery.

Dylan arkasını dönüp kapıyı açtı. Dışarı çıkarkenki hali Avery’nin korkularını doğruladı: Kan çanağına dönmüş gözleri yaşla dolmuştu.

“Lanet olsun,” diye fısıldadı.

Avery için en kötü zamanlar gecelerdi. Artık düzenli olarak görüştüğü ne bir arkadaş grubu, ne de işinden başka bir uğraşı vardı ve o kadar bitkindi ki daha fazla koşturamayacağını düşünüyordu. Açık renkli büyük masada yalnız kalınca başını eğdi ve keyifsizce akşamın nasıl olacağını düşündü.

Neyse ki, o akşam iş yerinden çıkmak diğer günlerden farklı olmamıştı; sadece havadaki bir şey değişmiş ve gazetenin birinci sayfasında çıkan haber teşkilattaki pek çok kişiyi daha da cesaretlendirmişti.

“Hey, Black,” diye seslendi birisi ve gazetedeki fotoğrafını işaret etti. “Güzel surat.”

Bir diğer polis memuru Howard Randall’ın fotoğrafına hafifçe vurdu.

“Bu haberde ikinizin çok yakın olduğu yazıyor, Black. Jerontofiliden mi hoşlanıyorsun? Anlamını biliyor musun? Yaşlı insanları becermekten hoşlanıyorsun demek.”

“Çok komiksiniz,” diye gülümsedi ve parmaklarını bir tabanca gibi onlara doğrulttu.

“Siktir git, Black.”

* * *

Garajda beyaz renkli bir BMW duruyordu; beş senelikti, kirliydi ve yıpranmış durumdaydı. Avery bunu arabayı bir ceza avukatı olarak en başarılı olduğu dönemde almıştı.

Ne diye bunu aldın ki? diye düşündü. İnsan gidip de neden beyaz renkli bir araba alır?

Başarı, dedi içinden. Beyaz BMW parlak ve gösterişliydi. Herkesin kimin patron olduğunu görmesini istemişti. Araba artık ona başarısızlığı hatırlatıyordu.

Avery’nin dairesi Güney Boston’da Bolton Sokağı’ndaydı. İki katlı bir binanın ikinci katında iki yatak odalı ufak bir dairesi vardı. Bir gökdelenin teras katındaki lüks dairesinden sonra büyük bir düşüş sayılırdı, ama ferah ve düzenli bir yerdi. Yoğun bir günün ardından oturup rahatlayabileceği güzel bir terası da vardı.

 

Oturma odası kahverengi kalın bir halıyla kaplı, açık plan bir alandı. Mutfak girişin sağındaydı ve odanın diğer bölümlerinden iki büyük tezgâhla ayrılıyordu. Evde bitki veya hayvan yoktu. Kuzeye baktığı için, içerisi genellikle karanlık oluyordu. Avery anahtarlarını masaya fırlattı ve eşyalarının geri kalanını da onların yanına koydu: tabanca, omuz kayışı, telsiz, rozet, kemer, telefon ve cüzdan… Duşa giderken soyunmaya başladı.

O gün olanları düşünebilmek için uzunca bir duş aldıktan sonra, bornozunu giyip dolaptan bir bira aldı. Sonra da telefonunu alıp terasa çıktı.

Cep telefonunun ekranında neredeyse yirmi cevapsız arama ve on tane de yeni mesaj vardı. Birçoğu Connelly ve O’Malley’dendi. Sesli mesajların çoğunda da sesler bir hayli yükselmişti.

Avery bazen öylesine işine odaklı ve azimli oluyordu ki, o sırada yaptığı işe bir faydası dokunmayacak kimselerin telefonlarına yanıt vermiyordu. Özellikle de henüz parçalar birleşmemişken. O gün de farklı değildi.

Arayan son numaralara ve onu bir önceki ay aramış olan kişilere göz attı. Bir tanesi bile kızı veya eski kocası değildi.

Birden, ikisini de özlediğini hissetti.

Numaraları tuşladı.

Telefon çaldı.

Bir telesekreter mesajı çıktı: “Selam, ben Rose. Şu anda yanıt veremiyorum, ama kısa bir mesaj ve isminizi ve numaranızı bırakırsanız, en kısa sürede size geri döneceğim. Çok teşekkürler.” Bip.

Avery telefonu kapattı.

Eski kocası Jack’i aramayı düşündü. Jack iyi bir adamdı; altın gibi bir yüreği olan üniversitedeki sevgilisiydi. Gerçekten de düzgün bir adamdı. Avery on sekiz yaşındayken ihtiraslı bir ilişki yaşamışlardı, ama hayallerini süsleyen işin peşine hastalıklı bir egoyla düşünce ilişkilerini mahvetmişti.

Senelerce ayrılmalarından ve kızıyla arasının açılmasından başkalarını sorumlu tutmuştu: Yalanları yüzünden Howard Randall, eski patronu, para, güç ve gerçeğin bir adım ötesinde kalabilmek için sürekli olarak eğlendirmesi ve büyülemesi gereken insanlar. Yavaş yavaş müşterileri daha az güvenilir insanlardan oluşur hale gelmişti. Buna rağmen devam etmek, gerçeği görmezden gelmek ve adaleti bir şekilde dilediği gibi kullanmak istemişti. Sadece kazanmak için. Kendisine sık sık ‘bir dava daha,’ derdi. Bir dahaki sefere, gerçekten masum birisini savunup bu işi düzelteceğim.

Howard Randall’ın o dava olduğunu düşünmüştü.

Masumum, diye bağırmıştı Randall ilk görüşmelerinde. Bu öğrenciler benim her şeyim. Neden onlardan birine zarar vereyim?

Avery ona inanmıştı ve çok uzun süredir ilk kez kendisine de inanmaya başlamıştı.

Randall altmışlarının sonlarında, cinayet işlemek için bir nedeni olmayan, dengesiz kişisel inançları kimse tarafından bilinmeyen ve dünyaca tanınmış Harvardlı bir profesördü. Daha da önemlisi, zayıf ve savunmasız gözüken bir tipti ve Avery her zaman güçsüzleri savunmak istemişti.

Onu hapisten kurtardığında, bu olay kariyerinin doruk noktası, en büyük başarısı olmuştu… Ta ki Randall onu bir sahtekâr durumuna düşürerek tekrar kastlı olarak cinayet işlemeye başlayana dek.

Avery’nin bilmek istediği bir tek şey vardı: neden?

Bir keresinde, hücresinde ona ‘Neden bunu yaptın?’ diye sormuştu. ‘Hayatının sonuna dek hapse mahkûm olmak için neden yalan söyleyip beni oyuna getirdin?’

Çünkü kurtulabileceğini biliyordum, demişti Howard.

Kurtulmak, dedi Avery içinden.

Kurtuluş bu mu? diye düşünüp etrafına bakındı. Burada mı? Şu anda mı? Böyle arkadaşım olmadan mı? Ailem olmadan mı? Elimde bir birayla, geçmişteki hatalarımı düzeltebilmek için katillerin peşinden koştuğum yeni bir hayatla mı? Birasından bir yudum alıp başını salladı. Hayır, buna kurtuluş denmezdi. En azından, henüz diyemezdi.

Yine katili düşünmeye başladı.

Zihninde adamın bir resmi oluşmaya başlamıştı: sessiz, yalnız, dikkat çekmek için uğraşan, bitkiler ve cesetler konusunda uzman olan birisi. Bir alkolik veya uyuşturucu bağımlısı olabileceği ihtimallerini bir kenara bıraktı. Adam fazla dikkatliydi. Minivan bir aileye işaret ediyordu, ama adamın davranışları bu aracın bir ailenin sahip olduğu değil, onun kendisinin istediği şey olduğunu gösteriyordu.

Aklından bir sürü düşünce ve imge geçen Avery, terastaki rahat sandalyesinde aniden uyuya kalmadan önce iki bira daha içti.

Bepul matn qismi tugadi. Ko'proq o'qishini xohlaysizmi?