Öldürme Nedeni

Matn
0
Izohlar
Parchani o`qish
O`qilgan deb belgilash
Shrift:Aa dan kamroqАа dan ortiq

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Park çoktan halka kapanmıştı.

İki sivil giyimli polis memuru Ramirez’in arabasının iki yanına geçti ve ana otoparktan sola doğru gitmesini işaret etti. Adamlar arasında Avery’nin bölümünden de polis memurları vardı. Avery bir sürü eyalet polisi gördü.

“Eyalet polisi neden burada?” diye sordu.

“Merkezleri sokağın hemen yukarısında.”

Ramirez arabayı bir dizi polis devriye arabasının yanına çekti. Alanın büyük bir bölümü sarı polis kordonuyla çevrilmişti. Haber kanallarının minibüsleri, gazeteciler, kameralar, başka haberciler ve parkın müdavimleri kordonun ardında durmuş neler olduğunu görmeye çalışıyorlardı.

“Buradan öteye kimse geçemez,” dedi bir polis memuru.

Avery rozetini gösterdi.

“Cinayet masası,” dedi. Yeni pozisyonunu ilk defa dile getirmişti ve gurur duymuştu.

“Connelly nerede?” diye sordu Ramirez.

Polis memurlarından biri ağaçları işaret etti.

Sollarında kalan bir beysbol sahasının yanından ilerlediler. Onları bir sıra ağaçtan önce yine sarı kordonlar karşıladı. Sık ağaç örtüsünün altındaki patika Charles Nehri’nin yanından uzanıyordu. Polis memurlarından biri, bir adli tıp uzmanı ve bir fotoğrafçıyla birlikte bir bankın yanında durdu.

Avery oraya daha önceden varmış olanlarla konuşmamaya gayret etti. Seneler boyunca, sosyal etkileşimlerin odak noktasını alt üst ettiğini ve başkalarından gelen çok sayıda sorunun ve formalitelerin bakış açısını zorladığını hissetmişti. Ne yazık ki, onun tüm departmanda aşağılanmasına neden olan şeylerden biri de buydu.

Kurban, banka yanlamasına oturtulmuş bir genç kızdı. Ölü olduğu belliydi, ama maviye dönmüş teni, pozisyonu ve surat ifadesi haricinde oradan geçen birisi bir terslik olup olmadığını ilk bakışta sorgulamazdı.

Kızın elleri, sevgilisini bekleyen bir âşık gibi bankın sırt kısmında duruyordu. Çenesiyse ellerine dayanmıştı. Dudaklarında muzip bir ifade vardı. Bedeni sanki uzun süre orada oturmuş da birisine bakmak için hafifçe dönmüş, ya da derin bir iç çekmiş gibi yana kaymıştı. Üstünde sarı renkli yazlık bir elbise, ayaklarında beyaz renkli plaj terlikleri vardı. O güzelim kestane rengi saçları sol omzundan arkaya atılmıştı. Bacak bacak üstüne atmıştı ve ayak parmakları hafifçe patikaya değiyordu.

Kurbanın sadece gözleri çektiği acıyı ele veriyordu. Bu gözlerden acı ve inanmazlık yayılıyordu.

Avery zihninde gecelerini ve gündüz hayallerini ele geçirmiş olan yaşlı adamın sesini duydu. Kendi kurbanlarıyla ilgili olarak, ona bir keresinde, Onlar ne ki? Sadece araçlar; isimsiz ve suratsız araçlar, demişti. Milyarlarca kişi arasından amaçlarını bekleyen sadece birkaç kişi.

İçi öfkeyle doldu. İfşa olmaktan, utanmaktan ve en çok da tüm hayatının yerle bir olmasından dolayı öfkelendi.

Cesede biraz daha yaklaştı.

Bir avukat olarak, sayısız adli tıp raporları, adli tabip fotoğrafları ve üstünde çalıştığı davalarla ilgili her şeyi incelemek zorunda kalmıştı. Bir polis memuru olarak ise eğitimi, cinayet kurbanları üzerinde kendi kendine yaptığı rutin incelemeler ve dürüst değerlendirmeler sayesinde inanılmaz derecede gelişmişti.

Kurbanın elbisesinin yıkandığını, saçlarının temizlendiğini fark etti. El ve ayak tırnaklarına yeni oje sürülmüştü. Kurbanın tenini kokladığında, burnuna hindistancevizi, bal ve belli belirsiz bir formaldehit kokusu geldi.

“Onu öpmeyi mi düşünüyorsun?” dedi birisi.

Avery o sırada cesedin üstüne eğilmişti ve elleri arkasındaydı. Bankta üstüne ‘4’ yazılmış sarı renkli bir not duruyordu. Bunun yanında da kızın belinin alt kısmında sarı renkli elbisesi yüzünden zor fark edilen keçeleşmiş turuncu renkli kıllar gözüküyordu.

Cinayet Masası Şefi Dylan Connelly ellerini beline dayamış bir yanıt bekliyordu. Dalgalı sarı saçları ve delici mavi gözleri ona sert ve güngörmüş bir hava veriyordu. Göğüs ve kolları mavi gömleğinden dışarı fırlamak üzereydi. Kahverengi keten bir pantolon ve siyah renkli kalın botlar giymişti. Avery onu sık sık ofiste görüyordu; tam olarak tipi sayılmazdı, ama adamın hayvani vahşiliği hoşuna gitmişti.

“Burası bir suç mahalli, Black. Bir dahaki sefere, nereye adım attığına dikkat et. Parmak ve ayak izlerini sen gelmeden önce aldığımız için şanslısın.”

Avery şaşkınlıkla yere baktı; nereye bastığına dikkat etmişti. Connelly’nin çelik gibi gözlerine baktı ve onun sadece sorun çıkarmaya çalıştığını anladı.

“Burasının suç mahalli olduğunu bilmiyordum,” dedi. “Söylediğiniz için teşekkürler.”

Ramirez kıs kıs güldü.

Connelly dişlerini sıkıp öne doğru bir adım attı.

“İnsanlar neden sana tahammül edemiyor biliyor musun, Black? Sadece sonradan teşkilata katıldığın için değil. Teşkilatta olmadığın zamanlarda polislere saygı duymadığın ve şu anda aramızda olduğun için daha da az saygı gördüğün için. Şunu çok açık söyleyeyim: Senden hoşlanmıyorum, sana güvenmiyorum ve seni ekibimde gerçekten de istemiyorum.”

Ramirez’e döndü.

“Bildiklerimizi ona anlat. Bir duş almak için eve gideceğim. Midem bulanıyor,” dedi. Ellerindeki eldivenleri çıkarıp yere attı. Avery’ye de “Gün sona ermeden bir rapor bekliyorum,” dedi. “Tam saat beşte. Toplantı salonunda. Anladın mı? Geç kalma. Buradan gitmeden önce de bu pisliği mutlaka temizle. Eyalet polisi kenara çekilip çalışmamıza izin verecek kadar anlayışlı davrandı. Sen de onlara yeteri kadar nazik davran”.

Connelly bıkkınlıkla oflayıp uzaklaştı.

“İnsanlarla iletişimi çok iyi,” dedi Ramirez.

Avery omuzlarını silkti.

Suç mahallinde görevde olan adli tabip Randy Johnson isimli, hevesli bir Afrika kökenli Amerikalıydı. Kadının iri gözleri ve rahat bir tavrı vardı. Kısa ve rasta örgülü saçları beyaz bir başlığın altında kısmen gözüküyordu.

Avery onunla daha önce de çalışmıştı. Bir aile içi şiddet vakasında çok iyi anlaşmışlardı. Birbirilerini en son bir içki içmek için buluştuklarında görmüşlerdi.

Avery’yle bir diğer vaka üstünde çalışacağı için heyecanlanan Randy elini uzattı, ama elinde eldiven olduğunu fark edince uyandı ve “Pardon,” dedi. Sonra ayyy! der gibi bir ifadeyle “Bana bir şeyler bulaşmış olabilir,” dedi.

“Seni gördüğüme sevindim, Randy.”

“Cinayet masası için tebrikler,” dedi Randy eğilip. “Bu dünyada yükseliyorsun.”

“Sapıklar sıraya girecek. Burada neler var?”

“Bence birisi âşıkmış,” dedi Randy. “Onu bir güzel temizlemiş. Sırtından açmış. İçini boşaltmış, çürümesin diye doldurmuş ve dikiş atmış. Temiz giysiler. Manikür. Özenli de yapılmış. Henüz iz yok. Laboratuara gidene dek elimde fazla bir şey yok. Sadece iki yara izi buldum. Ağzını görüyor musun? Böyle gülümsemesi için ya içten tutturman gerek, ya da jel kullanman…” Cesedin dudağının köşesini işaret etti. “Enjeksiyon olduğunu düşünüyorum. Şurada da bir tane var,” dedi kurbanın boynunu gösterip. “Rengine bakılacak olursa, bu daha önce olmuş. Belki kaçırıldığı sırada. Ceset kırk sekiz saatten beri ölü. Birkaç ilginç saç teli buldum.”

“Ne kadar zamandır burada?”

“Bisikletçiler onu saat altıda burada bulmuşlar,” dedi Ramirez. “Park her gece yarısı ve sabah üç gibi kontrol ediliyor. O saatlerde hiçbir şey görmemişler.”

Avery ölü kızın gözlerine bakmadan edemiyordu. Kız bakışlarını hem uzaklarda, hem de deniz kıyısında, nehrin onların bulunduğu tarafında bir yere çevirmiş gibiydi. Avery dikkatle bankın arka tarafına geçti ve kızın gözlerinin nereye çevrilmiş olduğunu anlamaya çalıştı. Nehrin aşağısında bir grup tuğladan yapılmış alçak bina vardı. Bunlardan biri diğerlerinden kısaydı ve tepesinde beyaz renkli bir kubbe vardı.

“Şurası ne binası?” diye sordu. “Beyaz kubbeli olan şu büyükçe bina.”

Ramirez gözlerini kısıp o yöne baktı.

“Omni Tiyatrosu olabilir mi?”

“Hangi gösterilerin sergilendiğini öğrenebilir miyiz?”

“Neden?”

“Bilmem, içimden bir ses öyle dedi.”

Avery doğruldu.

“Kim olduğunu biliyor muyuz?”

“Evet,” dedi Ramirez notlarına bakıp. “Cindy Jenkins olduğunu düşünüyoruz. Harvard son sene öğrencisi. Kızlar birliği üyesi. Kappa Kappa Gamma. İki gece önce ortadan yok olmuş. Kampüs polisi ve Cambridge polis memurları dün gece fotoğrafını yayınlamışlar. Connelly de adamlarının fotoğrafları kontrol etmesini istemiş. Kızın fotoğraflarıyla eşleşmiş. Bunun hâlâ doğrulanması gerekiyor. Ailesini aramam lazım.”

“Gözlem açısından ne durumdayız?”

“Bununla Jones ve Thompson ilgileniyorlar. Onları tanıyorsun, değil mi? Harika dedektiflerdir. Bugün bize rapor verecekler. Ondan sonra, fazladan kaynağa ihtiyaç duyduğumuzu kanıtlayamadığımız takdirde tek başınayız. Parkın girişinde kamera yok, ama otoyolda sokağın karşısında birkaç tane var. Öğleden sonra bunlarla ilgili bilgiler gelir.”

“Görgü şahidi var mı?”

“Şu ana dek yok. Motorcular temiz. Yine de biraz laf almaya çalışabilirim.”

Avery etrafa baktı. Sarı renkli polis kordonu parkın büyük bir kısmının etrafını çevirmişti. Nehrin yakınlarında, bisiklet yolunda veya çimlerde sıra dışı hiçbir şey bulunmamıştı. Zihninde olayları canlandırmaya çalıştı. Adam ana yoldan parka gelmiş ve banka kolaylıkla ulaşmak için arabasını nehre yakın bir yere park etmiş olmalıydı. Peki, şüphe uyandırmadan cesedi nasıl oraya taşımıştı?

Bunu düşündü. İnsanlar izliyor olabilirdi. Adamın buna hazırlıklı olması gerekirdi. Belki de kızı canlıymış gibi göstermişti. Avery tekrar cesede baktı. Kesinlikle öyle olmuş olabilirdi. Kız ölü olduğu halde çok güzeldi, hatta dünyevi olmayan bir hali vardı. Katilin kızın kusursuz görünmesi için çok vakit harcamış ve plan yapmış olması da gerekirdi. Bunun bir çete işi olmadığını fark etti. Kızgın bir âşık da değildi. Farklı bir olaydı. Avery bunu daha önce görmüştü.

 

Birden, O’Malley’nin haklı olup olmadığını düşündü. Belki de hazır değildi.

“Arabanı ödünç alabilir miyim?”diye sordu.

Ramirez kaşını kaldırdı.

“Suç mahalli ne olacak?”

Avery kendinden emin bir tavırla omzunu silkti.

“Sen büyük bir çocuksun. Ne yapacağını bilirsin.”

“Nereye gidiyorsun?”

“Harvard’a.”

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Bir ofis bölmesinde gezegendeki herkesten daha üstün, başarılı ve güçlü bir halde oturuyordu. Karşısındaki bilgisayar monitörü açıktı. İçine derin bir nefes çekip gözlerini yumdu ve hatırladı.

Evinin daha ziyade bir fidanlığı andıran devasa bodrum katını hatırladı. Ana odanın duvarlarının dibinde çeşit çeşit kır çiçeği vardı: kırmızı, sarı ve beyaz. Her biri farklı zamanlarda alınmış çok sayıda psikedelik bitki de uzun yalaklara ekilmişti; bazıları bu dünyaya ait değilmiş gibi gözüken otlar veya garip çiçeklerdi. Birçoğu, muazzam etkileri olmasına rağmen, herhangi bir vahşi yaşam ortamında dikkat çekmeyecek kadar sıradan bir görünüme sahipti. Zaman ayarlı bir sulama sistemi, termometre ve LED ışıkları sayesinde hayatta kalıyorlardı.

Ahşap kirişlerden yapılmış uzun bir koridordan diğer odalara geçiliyordu. Duvarlarda resimler asılıydı. Bunların birçoğu ölümün farklı aşamalarında bulunan, sonra da içleri doldurularak ‘yeniden’ doğmuş havası verilen hayvanlara aitti: bir yün yumağıyla oynayan, arka ayaklarının üstünde duran bir tekir kedi; sırtüstü yatmış karnının okşanmasını bekleyen siyah beyaz benekli bir köpek.

Sonra, kapılar başlıyordu. Sol taraftaki kapının açıldığını hayal etti. Orada onu, gümüş renkli bir masaya yatırılmış çıplak bedeni, yine gördü. Etrafı güçlü floresan ışıklar aydınlatıyordu. Bir cam büfede, içlerinde renkli sıvı olan bir sürü şeffaf kavanoz duruyordu.

Parmaklarını bacağının dış tarafında gezdirdiğinde kızın tenini hissetmişti. Gerçekleşmiş olan her hassas işlemi tek tek aklından geçirdi: Kızın bedeni boşaltılmış, tahnit edilmiş, temizlenmiş ve içi doldurulmuştu. Yeniden doğuş işlemi boyunca, insan ödüllerine ayırdığı duvarı süsleyen fotoğraflar çekmişti. Fotoğraflardan bazılarını asmıştı bile.

İçine inanılmaz, akıl almaz bir enerji doldu.

Senelerdir insanlardan uzak durmaya çalışmıştı. İnsanlar hayvanlardan daha ürkütücü, daha şiddet dolu ve kontrol edilmesi daha güç yaratıklardı. Hayvanları çok severdi. Ama insanların Sonsuz Ruh için çok daha güçlü kurbanlar olduğunu fark etmişti. Kızın ölümünden sonra, gökyüzü yarılmış, Yüce Yaratıcı’nın karanlık bir imgesi ona bakıp şöyle demişti: Daha fazla.

Aksi bir ses onu düşüncelerinden sıyırdı.

“Yine mi gündüz gündüz hayal kuruyorsun?”

Huysuz çalışanlardan birisi suratını ekşitip tepesine dikilmişti. Adamın suratı ve yapısı eski bir futbol oyuncusu gibiydi. Mavi renkli şık bir takım elbise, sert yanını gizleyemiyordu.

Süklüm püklüm başını eğdi. Omuzlarını da biraz öne eğince, dikkat çekmeyen, ufak tefek bir elemana dönüştü.

“Özür dilerim, Bay Peet.”

“Özür duymaktan bıktım. Bana şu rakamları hazırla.”

Katil içinden kahkaha atan bir dev gibi gülümsedi. İş yerinde oyun, özel hayatındaki oyunlar kadar heyecanlıydı. Kimse onun ne kadar özel, ne kadar kendini işine adamış ve evrenin hassas dengesi için ne kadar elzem olduğunu bilmiyordu. Hiçbiri Yukarı Dünya’da şerefli bir yer edinemeyecekti. Giyinmek, toplantılara gitmek, bir yerden bir yere para aktarmak gibi günlük, önemsiz ve dünyevi işleri anlamsızdı; bunlar sadece onun için anlamlıydı, çünkü onu dış dünyaya bağlıyor, Efendi’nin işlerini yapmasını sağlıyordu.

Patronu bir şeyler homurdanıp uzaklaştı.

Gözlerini açmadan Efendisini hayal etti: Rüyalarında ona fısıldayan ve düşüncelerini yönlendiren o muğlâk ve karanlık şekil.

Dudaklarından fısıldayarak söylediği bir bağlılık şarkısı döküldü: “Ah Efendim, Ah Efendim, işimiz saf. Sen iste, ben de vereyim: Daha fazla.”

Daha fazla.

BEŞİNCİ BÖLÜM

Avery’nin elinde bir isim vardı: Cindy Jenkins. Üye olduğu kız birliğini de biliyordu: Kappa Kappa Gamma. Harvard Üniversitesi’ni ise gayet iyi biliyordu. Bu Sarmaşık Ligi okulu onu üniversiteye ilk başlayacağı sene geri çevirmişti, ama okuldan iki çocukla çıktığı için üniversite eğitimi boyunca Harvard hayatına sızmanın bir yolunu bulmuştu.

Diğer üniversitelerin aksine, Harvard’ın kız ve erkek birlikleri resmi olarak tanınmıyordu: Kampüs içinde veya dışında Yunan evleri yoktu. Ancak kampüs dışındaki çok sayıda evde veya binada ‘kuruluş’ veya özel ‘kulüp’ adı altında düzenli olarak partiler verilirdi. Avery kendi üniversite eğitimi boyunca, üniversite hayatının ikilemini ilk elden görmüştü. Güneş batana dek herkes sadece notlarına odaklanmış gibi yapar, sonra bir grup çılgın parti hayvanına dönüşürdü.

Avery bir kırmızı ışıkta durduğunda İnternet’ten hızla bir araştırma yaptı ve Kappa Kappa Gamma’nın Cambridge’de aynı sokakta iki bölgeyi kiraladığını gördü: Church Sokağı. Kiralık yerlerden biri özel günler, diğeriyse toplantılar ve sosyalleşme faaliyetleri için kullanılıyordu.

Longfellow Köprüsü’nde ilerledi, MIT’nin yanından geçti ve Massachusetts Caddesi’nden sağa saptı. Sağında sık ağaçların ve asfalt kaplı patikaların arasındaki muhteşem kırmızı tuğlalı evleriyle Harvard Yard belirdi.

Church Sokağı’nda arabasını park edebileceği bir yer gördü.

Arabayı park etti, kapıyı kilitledi ve başını güneşe doğru kaldırdı. Ilık bir gündü; hava otuz dereceye yakındı. Saate baktı: on buçuktu.

Kappa binası dış cephesi tuğla olan uzun ve iki katlı bir yerdi. Giriş katında bir sürü giyim mağazası vardı. İkinci katın ofislere ve kız birliği faaliyetlerine ayrıldığını tahmin etti. İkinci katın zilinin yanındaki tek işaret Harvard’ın mavi renkli zambak sembolüydü. Zili çaldı.

İnterkom sisteminde tiz bir kadın sesi duyuldu.

“Evet?”

“Polis,” dedi Avery sesini yükselterek. “Kapıyı açın.”

Bir an için yanıt gelmedi.

“Ciddi soruyorum,” dedi ses, “kimsiniz?”

“Polis,” dedi Avery ciddi bir ses tonuyla. “Bir sorun yok. Kimsenin başı dertte değil. Sadece Kappa Kappa Gamma’dan birisiyle görüşmem gerekiyor.”

Kapı açıldı.

Avery’yi ikinci katta üstünde gri renkli bol bir eşofman üstü ve beyaz bir eşofman altı olan uykulu ve pespaye kılıklı bir kız karşıladı. Saçları koyu renkti ve bir gece önce sıkı eğlenmiş gibi gözüküyordu. Suratının büyük bir kısmını saçları örtüyordu.

Gözlerinin altında koyu renkli halkalar vardı ve normalde gururla sergilediği vücudu kalın ve şekilsiz gözüküyordu.

“Ne istiyorsunuz?” dedi kız.

“Sakin ol,” dedi Avery. “Bunun kız birliği faaliyetleriyle bir ilgisi yok. Birkaç soru sormak için geldim.”

“Kimliğinizi görebilir miyim?”

Avery rozetini gösterdi.

Kız onu tepeden tırnağa süzdü, rozetini inceledi ve geri çekildi.

Kappa Kappa Gamma için ayrılmış olan alan geniş ve aydınlıktı. Yüksek tavanlıydı. Birkaç tane rahat görünümlü ten rengi koltuk ve mavi renkli armut şekilli koltuk gelişigüzel yerleştirilmişti. Duvarlar koyu maviye boyanmıştı. Bir bar, bir ses sistemi ve kocaman, düz ekran bir televizyon vardı. Pencereler neredeyse zeminden tavana kadar yükseliyordu. Avery sokağın karşısında bir diğer alçak apartmanın tepesini, sonra da göğü görebiliyordu. Gökyüzünde birkaç bulut süzülüyordu.

Kendi üniversite eğitiminin Kappa Kappa Gamma’daki çoğu kızınkinden çok daha farklı olduğunu tahmin etti. Bir kere, eğitim ücretini kendisi ödemişti. Her gün derslerden sonra yerel bir hukuk firmasında çalışmış, sekreterlikten saygı duyulan avukat stajyerliğine yükselmişti. Ayrıca, okurken nadiren içki içmişti. Babası ciddi bir alkolikti. Üniversiteyken çoğu gece ya arkadaşları için şoförlük yapar, ya da yurtta ders çalışırdı.

Kızın suratında umut dolu bir ifade belirdi.

“Cindy’yle mi ilgili?”diye sordu.

“Cindy arkadaşın mı?”

“Evet, en yakın arkadaşım,” dedi kız. “lütfen bana iyi olduğunu söyleyin.”

“İsmin nedir?”

“Rachel Strauss.”

“Polisi sen mi aramıştın?”

“Evet. Cindy cumartesi gecesi partimizden bayağı sarhoş ayrıldı. Onu o zamandan beri de gören olmadı. Bu, onun yapacağı bir şey değil.” Gözlerini devirip hafifçe gülümsedi. “Genellikle, ne yapacağı bellidir. Bayan Kusursuzdur. Her zaman aynı saatte yatar, asla değişmeyen bir programı vardır… Değişiklik yapabilmesi için beş sene önceden haber vermeniz gerekir. Cumartesi gece çok çılgındı. İçki içti. Danslar etti. Bir süre vaktin geç olduğuna aldırış etmedi. Öyle davrandığını görmek güzeldi.”

Rachel birkaç saniye dalgınlaştı.

“Gerçekten de mutlu görünüyordu, anlatabiliyor muyum?”

“Herhangi bir nedeni var mıydı?” diye sordu Avery.

“Bilmiyorum. Sınıf birincisidir. Sonbaharda başlayacağı bir iş bulmuştu.”

“Ne işi?”

“Devante diye bir yerde. Boston’daki en iyi şirkettir. Cindy muhasebe okuyor. Çok sıkıcı biliyorum, ama rakamlar söz konusu olduğunda bir dahidir.”

“Bana cumartesi gecesinden biraz söz eder misin?”

Rachel’ın gözleri doldu.

“Gerçekten de Cindy için geldiniz, değil mi?”

“Evet,” dedi Avery. “Biraz oturabilir miyiz?”

Rachel koltuğa çöküp ağlamaya başladı.

Hıçkırıklar arasında konuşmaya çalıştı.

“Cindy iyi mi? Nerede?”

Avery işinin en çok bu kısmından nefret ederdi. Kurbanların akrabalarıyla ve arkadaşlarıyla konuşmak. Ancak onlara söyleyebileceği şeyler kısıtlıydı. İnsanlar bir vaka hakkında ne kadar çok şey öğrenirlerse, bir o kadar çok konuşurlardı ve bu konuşmalar bir şekilde suçları işleyen kişilerin kulağına giderdi. Kimse bunu anlamaz, ya da o anda umursamazdı: Fazlasıyla üzgün olurlardı. İstedikleri tek şey yanıtlar olurdu.

Avery kızın yanına oturdu.

“Aradığına gerçekten çok sevindik,” dedi. “Doğru olanı yaptın. Ne yazık ki, devam eden bir soruşturmadan söz edemem. Ama sana şunu söyleyebilirim: O gece Cindy’nin başına neler geldiğini öğrenebilmek için elimden gelen her şeyi yapağım. Bunu tek başıma yapamam, yardımına ihtiyacım var.”

Rachel tamam der gibi başını sallayıp gözyaşlarını sildi.

“Yardım edebilirim,” dedi. “Yardım edebilirim.”

“O geceyle ve Cindy’yle ilgili olarak hatırladığın her şeyi öğrenmek istiyorum. Kimlerle konuştu? Aklında takılan bir şey var mı? Neler demişti? Onunla ilgilenen kişiler kimlerdi? Partiden giderken dikkatini çeken bir şey oldu mu?”

Rachel kendisini tamamıyla bıraktı.

En sonunda, tek elini kaldırdı, başını salladı ve toparlandı.

“Evet, tabii.”

“Diğer kızlar nerede?” dedi Avery onun dikkatini dağıtmak için. “Kız birliği evlerinin Kappa giysileri gitmiş, akşamdan kalma kızlarla dolu olduğunu sanıyordum.”

“Dersteler,” dedi Rachel gözlerini silerek. “Birkaçı da kahvaltılık bir şeyler almaya gittiler,” dedi. “Bu arada, biz teknik olarak bir kız birliği evi değiliz. Burası sadece yurda gitmek istemediğimiz zamanlarda kalmak için kiraladığımız bir yer. Cindy asla burada kalmadı. Ona göre fazla modern. O daha ‘ev’ havası olan yerleri sever.”

“Nerede oturuyor?”

“Yakınlardaki bir öğrenci evinde,” dedi Rachel. “Ama cumartesi gecesi eve gitmeyecekti. Erkek arkadaşıyla buluşacaktı.”

Avery dikkat kesildi.

“Erkek arkadaşıyla mı?”

Rachel evet der gibi başını salladı.

“Winston Graves, ukala bir son sınıf öğrencisi, kürekçi, gerzek. Hiçbirimiz onunla neden çıktığını anlamadık. Şey, aslında ben anlıyorum galiba. Yakışıklı ve ailesi çok varlıklı. Cindy’nin asla çok parası olmadı. Sanırım, insan yoksul olunca, bu tür kişiler cazip geliyor.”

Evet, biliyorum, diye düşündü Avery. Paranın, itibarın ve hukuk şirketindeki önceki işinin onu Ohio’dan ayrılan ürkek ve kararlı genç kızdan farklı biri olduğuna nasıl inandırdığını hatırlıyordu.

“Winston nerede oturuyor?” diye sordu.

“Winthrop Meydanı’nda. Buraya çok yakın. Ama Cindy oraya hiç gitmemiş. Winston Pazar sabahı erkenden buraya gelip onu aradı. Planlarını unuttuğunu ve sızdığını düşünmüş. İkimiz Cindy’nin evine gittik. Orada da yoktu. Ondan sonra polisi aradım zaten.”

“Başka bir yere gitmiş olabilir mi?”

“Kesinlikle, hayır,” dedi Rachel. “Cindy asla böyle bir şey yapmaz.”

“Tamam, o halde buradan ayrıldığında Winston’ın evine gideceğinden emindin.”

 

“Kesinlikle.”

“Planlarını değiştirecek herhangi bir şey olmuş olabilir mi? Gecenin başlarında, hatta sonlarında da olabilir.”

Rachel başını salladı.

“Hayır, ama belki de olabilir,” dedi. “Hiç önemli olmadığına eminim, ama senelerdir Cindy’ye âşık olan bir çocuk var. İsmi George Fine. Yakışıklı, sert görünümlü, yalnız takılan, ama biraz garip bir çocuk. Anlarsınız ya? Egzersiz yapar ve sık sık kampüste koşar. Geçen sene, onunla birlikte ortak bir ders almıştım. Kendi aramızda hep ilk seneden beri neredeyse her dönem Cindy’yle ortak bir ders aldığı konusunda şakalaşırız. Cindy’ye kafayı takmış durumda. O da cumartesi gecesi buradaydı ve işin en çılgınca yanı, Cindy’nin onunla dans etmiş olması. Hatta onu öptü. Cindy’nin asla yapağı bir şey değil. Yani, Winston’la çıkıyor. Gerçi kusursuz bir ilişkileri yok, ama Cindy o gece çok sarhoştu ve çok eğleniyordu. Öpüştüler, dans ettiler ve Cindy gitti.

“George peşinden gitti mi?”

“Bilmiyorum. Gerçekten de bilmiyorum. Cindy gittikten sonra onu gördüğümü hatırlamıyorum, ama çok sarhoş olduğumdan fark etmemiş olabilirim.”

“Cindy’nin sat kaçta gittiğini hatırlıyor musun?”

“Evet,” dedi Rachel. “Saat tam iki kırk beşti. Cumartesi gecesi geleneksel Bir Nisan partimizdi ve süper bir şaka yapacaktık. Ama herkes o kadar çok eğleniyordu ki, bu şaka Cindy gidince aklımıza geldi.”

Rachel başını önüne eğdi. Bir süre havayı sadece boşluk kapladı.

“Peki, tamam,” dedi Avery. “Bunlar faydalı oldu. Teşekkür ederim. Kartvizitimi vereyim. Başka bir şey hatırlarsan veya kız birliğinden arkadaşlarının anlatmak istediği bir şey olursa, bunları dinlemeyi çok isterim. Bu, devam etmekte olan bir soruşturma. O yüzden, en ufak bir ayrıntı bile bize bir ipucu verebilir.”

Rachel başını kaldırıp, gözlerinde yaşlarla ona baktı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, sesi sakindi ve titremiyordu.

“O, öldü, değil mi?”

“Rachel, bilgi veremem.”

Rachel tamam der gibi başını salladı, sonra elleriyle yüzünü örtüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Avery eğilip ona sıkı sıkı sarıldı.

ALTINCI BÖLÜM

Avery dışarıya çıkınca yüzünü güneşe çevirdi ve derin derin iç çekti.

Church Sokağı işlek bir yerdi ve mağazaların girişlerinde çok sayıda kamera vardı. Gecenin bir yarısı da olsa, kızın orada kaçırıldığına inanamıyordu.

Nereye gittin? dedi içinden.

Telefonunda kısa bir arama yapıp, Winthrop Meydanı’na giden en kestirme yolu buldu. Church’te biraz yürüdü, Brattle’dan sola saptı. Brattle Sokağı Church’ten daha genişti ve orada da bir o kadar mağaza vardı. Brattle Tiyatrosu ‘nun sokağın karşısında olduğunu gördü. Binanın bir yanında ufak bir ara sokak vardı ve bir kafe sokağı kaplamıştı. Ağaçlar bölgeyi gölgelere boğmuştu. İlginç bir yerdi. Avery sokağın karşısına geçip, binaların arasındaki dar sokağa girdi.

Tekrar Brattle’a çıktı ve Church Sokağı’nın her iki yanında bir blok çapında bulunan bütün mağazaların girişine baktı. Dışında kameralar olan en az iki mağaza vardı.

İçki ve sigara satan ufak bir dükkâna gitti.

Kapının zili çınladı.

“Yardımcı olabilir miyim?” dedi yaşlı ve Rasta saçlı beyaz bir hippi.

“Evet. Dışarıda bir kameranız olduğunu fark ettim. Sokağın ne kadarını görüyor?”

“Tamamını,” dedi adam. “Her iki yönü de görüyor. İki sene önce taktırmak zorunda kaldım. Lanet olasıca üniversiteliler. Herkes Harvardlı gençlerin çok özel olduğunu sanıyor, ama onlar da herkes gibi serseriler. Senelerdir camlarımı kırıyorlar. Bir tür üniversiteli şakası, değil mi? Benim için değil. O camlar kaça patlıyor biliyor musunuz?”

“Bunu duyduğuma üzüldüm. Bakın, yanımda arama iznim yok,” dedi Avery rozetini gösterip. “Ama bu salak çocuklardan bazıları bu sokağın ilerisinde bir olay çıkarmış olabilir. Orada hiç kamera yok. Sizin kamera kayıtlarınıza bakmam mümkün mü? Saatini biliyorum. Çok uzun sürmez.”

Adam kaşlarını çatıp söylendi.

“Bilmiyorum,” dedi. “Dükkâna göz kulak olmam gerek. Burada benden başka kimse yok.”

“Zamanınıza karşılık size ödeme yaparım.” Gülümsedi. “Elli kâğıt nasıl?”

Adam hiçbir şey demeden başını eğdi, tezgâhın ardından çıktı ve kapıdaki ‘açık’ levhasını döndürerek ‘kapalı’ya çevirdi.

“Elli kâğıt mı?” dedi. “İçeri gelin!”

Dükkânın arka tarafı sıkışık ve karanlıktı. Adam kutuların ve yedek ürünlerin arasında kalan ufak bir televizyonu çıkardı. Televizyonun üstündeki daha yüksek bir rafta buna bağlı olan bir dizi elektronik alet duruyordu.

“Bunları pek sık kullanmam,” dedi. “Sadece bir olay olduğunda bakarım. Kasetler her hafta pazartesi gecesi silinir. Dediğiniz şu olay ne zaman oldu?”

“Cumartesi gecesi.”

“Tamam, şanslısınız o halde.”

Adam televizyonu açtı.

Ekranda beliren siyah beyaz görüntü dükkânın hemen önünü gösteriyordu. Avery dükkânın girişinin yanı sıra, sokağın ta Brattle’a kadar uzanan karşı tarafını da gayet iyi görebiliyordu. Özellikle incelemek istediği alansa yaklaşık olarak eli metre ötedeydi. Görüntü daha kumluydu ve ara sokağın önündeki şekilleri seçmek neredeyse imkânsızdı.

Ufak bir farenin yardımıyla geriye doğru tarama yapılabiliyordu.

“Saat kaçta oldu demiştiniz?” diye sordu adam.

“İki kırk beş,” dedi Avery. “Ama başka zamanlara da bakmam gerek. Şuraya otursam da kendim baksam bir sakıncası olur mu? Siz dükkâna geri dönebilirsiniz.”

Adam şüpheyle kaşlarını çattı.

“Bir şey çalmayacaksınız, değil mi?”

“Ben bir polis memuruyum. Hırsızlık, ilkelerime ters düşer.”

“O zaman, siz farklı bir polis memurusunuz,” diye güldü adam.

Avery siyah renkli ufak bir sandalyeyi televizyonun karşısına çekti. Üstünde birikmiş olan tozu silip oturdu. Ekipmanları şöyle bir gözden geçirdi ve görüntüyü geriye ve ileriye nasıl alacağını kolaylıkla anladı.

Saat iki kırk beşte birkaç kişi Brattle Sokağı’ndan geçmişti.

Saat iki ellide sokak boş gözüküyordu.

Saat iki elli ikide, saçları ve elbisesi nedeniyle bir kız olduğu anlaşılan birisi Church yönünde beliriyordu. Kız Brattle’da ilerleyip sola sapıyordu. Kafeyi geçtikten sonra, ağaçların altındaki bir karaltı bir şekilde onunla birleşiyordu ve sonra, ikisi de gözden kayboluyordu. Avery bir an için sadece çeşitli siyah tonlarının belirsiz hareketlerini görebildi. Görüntü devam etti ve ağaç şekilleri eski halini aldı. Kız tekrar ortaya çıkmadı.

“Lanet olsun,” diye fısıldadı Avery.

Belinden şık ve modern bir telsiz çıkardı.

“Ramirez, neredesin?”

“Kimsiniz?” dedi çatlayan bir ses.

“Kim olduğunu biliyorsun. Yeni partnerin.”

“Hâlâ Lederman’dayım. İşim bitmek üzere. Cesedi az öne aldılar.”

“Hemen yanıma gelmen gerek,” dedi Avery. Ona adresi verdi. “Sanırım, Cindy Jenkins’in nerede kaçırıldığını öğrendim.”

* * *

Bir saat sonra, Avery ara sokağın iki yanının birden kordonlanmasını sağlamıştı. Bir polis arabası ve adli tıp minibüsü Brattle Sokağı’nın kaldırımına park etmişti Bir polis memuru da sokağa girmek isteyenleri engellemek için nöbet tutuyordu.

Ara sokak, bloğun ortasına kadar geniş ve karanlık bir sokak olarak ilerliyordu. Sokağın bir yanında her yanı cam olan bir emlakçı binası ve bir de yükleme alanı vardı. Diğer tarafındaysa konutlar… Ayrıca, dört arabanın sığabileceği genişlikte bir otopark ve ara sokağın sonunda başka sarı kordonlar ve bir polis arabası daha vardı.

Avery yükleme alanının önünde durdu.

“Şurada,” dedi ve yüksekteki bir kamerayı işaret etti. “Bunun görüntülerine ihtiyacımız var. Muhtemelen, emlakçıya ait. İçeri girelim de bakalım.”

Ramirez başını salladı.

“Deli misin? O kasetteki görüntülerde hiçbir şey yok.”

“Cindy Jenkins’in bu ara sokağa girmesi için hiçbir neden yoktu,” dedi Avery. “Erkek arkadaşı aksi yönde oturuyor.”

“Belki canı yürüyüş yapmak istemiştir,” dedi Ramirez. “Bak, ben sadece senin içine bir şey doğdu diye buraya bir sürü adam getirttik diyorum.”

“İçime bir şey doğduğu falan yok. Görüntüleri sen de gördün.”

“Ne olduğunu anlamadığım bir sürü siyah şekil gördüm!” dedi Ramirez ısrarla. “Katil neden burada saldırsın? Her yer kamera dolu. Gerzeğin teki olması gerek.”

“Gidip öğrenelim,” dedi Avery.

Top Emlak Şirketi, hem cam binanın hem de yükleme alanının sahibiydi.

Ön masa güvenliğiyle kısa bir süre görüştükten sonra, Avery ve Ramirez’e daha kıdemli birisi gelene dek şık deri koltuklarda beklemeleri söylendi. On dakika sonra, güvenlik şefi ve şirketin başkanı geldi.