Kitobni o'qish: «Alınan »
ÇEVİREN: MERAL KARAMUK
Blake Pierce
Blake Pierce, KAYBEDİLEN (Kitap 1), ALINAN (Kitap 2) ve YALVARAN (Kitap 3) kitaplarının dahil olduğu gizemli gerilim serisinin yazarıdır.
Blake Pierce, tutkulu bir okur ve gizem – gerilim türlerinin yaşam boyu sürecek bir hayranıdır. Blake sizinle iletişimde olmaktan mutluluk duyacaktır. Bu nedenle www.blakepierceauthor.com sitesini ziyaret edebilirsiniz..
Tüm hakları saklıdır. 1976 ABD Telif Hakları Yasası kapsamında izin verilenin haricinde, yazarın önceden izni olmadığı sürece, bu eserin hiçbir bölümü hiçbir biçim veya şekilde çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayınlanamaz, herhangi bir veri tabanında veya geri alma sisteminde aklanamaz. Bu e-kitap yalnızca kişisel kullanımınız içindir. Bu e-kitap bir başkasına satılamaz veya verilemez. Eğer bu kitabı başkalarıyla paylaşmak istiyorsanız lütfen her bir kişi için yeni bir kopya satın alın. Bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya yalnızca sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen iade edin ve kendinize bir kopya satın alın. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Bu eser tamamen kurmacadır. İsimler, karakterler, işletmeler, kurumlar, mekânlar, olaylar ve tesadüfler yazarın hayal gücünün ürünleridir veya kurmaca olarak kullanılmıştır. Yaşayan veya ölmüş gerçek kişilerle olabilecek benzerlikler tamamen tesadüfidir.
BLAKE PIERCE KİTAPLARI
RILEY PAIGE GİZEMİ SERİSİ
KAYBEDİLEN (Kitap 1)
ONCE TAKEN (Kitap 2)
ONCE CRAVED (Kitap 3)
Prolog
Kaptan Jimmy Cole, yolcularına Hudson Nehri hayalet hikayesini anlatmayı yeni bitirmişti. Uzun, koyu renkli ceketiyle baltalı bir katil hakkındaki öykü, böylesine sisli bir gece için mükemmel görünüyordu. Sandalyesinde arkasına yaslanıp, pek çok ameliyattan dolayı harap olmuş dizlerini dinlendirdi ve milyonuncu kez emekliliğini düşündü. Hudson’un teklif ettiği hemen her küçük köye gitmişti ve bugünlerde böylesine küçük bir teknede olsa bile Suzy, ondan en iyisini bekliyor olacaktı.
Geceyi bitirmiş, tekneyi kıyıya yönlendirmiş ve Reedsport iskelesine yanaşmak üzereyken, yolculardan biri bağırarak onun düşüncelerini dağıtmıştı.
“Hey, Kaptan, oradaki senin hayalet değil mi?”
Jimmy dönüp bakma zahmetine girmedi. Yolcularının dördü de, tatilde olan bu iki genç çift oldukça sarhoştu. Kuşkusuz ki genç adamlardan biri kızları korkutmaya çalışıyordu.
Ama sonra kızlardan biri: “Ben de görüyorum. Çok tuhaf değil mi?’’ dedi.
Jimmy yolcularına döndü. Kütük gibi sarhoştular. Geçen sefer de gecenin bu saatine kadar tekneyi kiralamışlardı.
İkinci adam işaret etti.
“İşte orada,” dedi.
Karısı gözlerini kapadı.
Heyecanla ve huzursuzca, “Ah, bakamıyorum!” dedi.
Jimmy, bıkkınlık içinde bunun böyle olmayacağını anlayarak sonunda adamın işaret ettiği yere dönüp baktı.
Kıyıdaki ağaçların arasında gözüne bir şey takıldı. Bu şey parlıyordu ve belli belirsiz bir insan biçimindeydi. Her ne ise, zemin üzerinde yüzer gibi görünüyordu. Ama net görebilmeleri için çok uzaktaydılar.
Jimmy daha dürbününe uzanamadan, o nesne ağaçların arkasındaki yamaca doğru kayboldu.
Doğruyu söylemek gerekirse Jimmy de biraz içmişti. Bu endişelenecek bir durum değildi. Bu nehri iyi biliyordu. Ve bu işi yapmaktan hoşlanıyordu. Özellikle gecenin bu saatinde, su sakin ve huzurlu olduğu zamanlarda Hudson nehri üzerinde olmayı seviyordu. Burda bazı şeyler onun sakinlik duygusunu sarsmaya başlamıştı.
Yavaşladı ve Suzy’i dikkatlice kramponlara karşı yöneltirken iskeleye çarptı. Yumuşakça yanaştığı için kendisiyle gurur duyup makineyi durdurdu ve tekneyi kramponlara yasladı.
Yolcular tökezleyerek, kıkırdayıp gülerek tekneden indiler. Rıhtımdan sahile doğru sendeleyerek gittiler ve otellerine doğru ilerlediler. Jimmy, parasını peşin ödedikleri için memnundu.
Ama gördüğü o tuhaf nesneyi düşünmeden duramıyordu. Sahil şeridinden çok gerideydi ve buradan görülmesi olanaksızdı. Kim ya da ne olabilirdi?
Bundan rahatsız olmuştu. Bunun ne olduğunu çözene kadar rahat edemeyeceğini biliyordu. Tek yol buydu.
Jimmy rahatsız olduğu için iki kez yüksek sesle içini çekti ve nehir boyunca, suyun kenarından ilerleyen tren yolunu takip ederek, yorgun adımlarla geri yürüdü. Bu tren yolu bundan yüz yıl önce, Reedsport daha çok genelev ve kumarhane merkeziyken kullanılıyordu. Oysa şimdi, yalnızca geçmiş zamanın bir kanıtıydılar.
Jimmy sonunda köşeyi döndü ve vagonların yakınındaki eski depoya vardı. Binaların üzerindeki güvenlik lambalarından loş bir ışık yayılıyordu. Sonra onu gördü: parlak bir insan figürü sanki havada yüzüyor gibiydi. Figür, elektrik direklerinden birinin kirişine asılmıştı.
Yaklaşıp baktığında sırtından aşağıya doğru ürperdi. Bu bir insandı ve hiçbir yaşama belirtisi göstermiyordu. Arkası dönüktü. Bir çeşit kumaşla kaplıydı ve esiri dik tutmak için etrafına defalarca çaprazlama kalın zincirler sarılımıştı. Zincirler gecenin karanlığında parlıyordu.
Aman Tanrım, yine mi?
Jimmy, birkaç yıl önce tüm bölgeyi sarsan o korkunç cinayeti düşünmeden duramıyorudu.
Dizleri titreyerek cesedin diğer tarafına yürüdü. Yüzünü görecek kadar yaklaştığında yaşadığı şokla neredeyse tren raylarının üzerine yığılacaktı. Kadını tanımıştı. Bu bölgede hemşirelik yapan bu kadın uzun yıllardır arkadaşıydı. Boğazı kesilmişti ve açık kalan ağzı başının etrafına sarılan zincirle kapanmıştı.
Jimmy acı ve korku ile içini çekti.
Katil geri dönmüştü.
Bölüm 1
Özel Ajan Riley Paige olduğu yerde donmuş, şaşkın gözlerle bakıyordu. Yatağının üzerindeki bir avuç dolusu çakıl taşının orada ne işi vardı? Birileri evine zorla girmiş (ona zarar vermek isteyen birileri) ve taşları oraya koymuştu.
Hemen taşların bir mesajı olduğunu ve eski bir düşmanından geldiğini anladı. Eski düşman ne kadar uğraşsa da onu öldüremediğini söylüyordu.
Peterson yaşıyor.
Bu düşünceyle bedeninin titrediğini hissetti.
Uzun zamandır bundan şüpheleniyordu ve artık emin olmuştu. Daha da kötüsü Peterson evinin içine girmişti. Bunu düşünürken içinden kusmak geldi. Acaba hala burada mıydı?
Korkudan nefesi kesiliyordu. Fiziksel gücünün azaldığını biliyordu. Daha o gün sadist bir katille ölümcül bir karşılaşmadan kurtulmuştu. Başı sarılıydı ve vücudu morluklarla doluydu. Eğer Peterson hala evin içindeyse, onunla karşılaşmaya hazır mıydı?
Riley hemen silahını kınından çıkardı. Elleri titreyerek dolabına gidip kapağı açtı. İçinde kimse yoktu. Yatağının altını kontrol etti. Orada da kimse yoktu.
Riley oturup kendisini net düşünmeye zorladı. Eve geldikten sonra hiç yatak odasına girmiş miydi? Evet girmişti çünkü silahının kınını kapının yanındaki komodinin üzerine koymuştu. Ama ışığı yakmamış, dönüp odaya bakmamıştı bile. Sadece kapıdan girmiş silahını komodinin üzerine bıraktıktan sonra çıkmıştı. Geceliğini banyoda giymişti.
Bu süre boyunca düşmanı evin içinde olabilir miydi? April’la birlikte eve geldikten sonra gecenin geç saatlerine kadar sohbet etmiş ve televizyon izlemişlerdi. Sonra April yatağa gitmişti. Bu ev gibi küçük evlerde gizlenebilmek büyük maharet gerektirirdi. Ama yine de bu ihtimali gözardı edemezdi.
Sonra yeni bir korku sardı her yanını.
April!
Riley köşedeki sehpada duran el fenerini kaptı. Sağ elinde silahı ve sol elinde fener olduğu halde yatak odasından çıkıp koridorun ışığını yaktı. Herhangi bir ses duymayınca doğruca April’ın yatak odasına yöneldi ve hızla kapıyı açtı. Oda zifiri karanlıktı. Tavandaki ışığı yaktı.
Kızı hala yatağındaydı.
April, şaşkınlıkla gözlerini kısarak, “Ne oldu anne?” diye sordu.
Riley odanın içine girdi.
“Yataktan çıkma,” dedi. “Neredeysen orada kal.”
April, sesi titreyerek, “Anne beni korkutuyorsun,” dedi.
Bu Riley’in beklediğinden çok daha iyiydi. Kendisi yeteri kadar korkmuştu ve kızının da korkmak için en az kendisi kadar nedenleri vardı. April’ın giysi dolabına giderek elindeki ışığı içeriye tuttu ve kimse olmadığını gördü. April’ın yatağının altında da kimse yoktu.
Şimdi ne yapması gerekiyordu? Evin geri kalanındaki her kuytu köşeyi kontrol etti. Bir keresinde iş ortağı Bill Jeffreys’in ona ne dediğini anımsadı.
Lanet olsun Riley, yardım çağır.
Riley’in uzun süredir her şeyi tek başına halletmesi Bill’i çileden çıkarıyordu. Ama bu kez Bill’in önerisine uyacaktı. Evde April’le birlikteyken başka şansı yoktu.
Kızına, “Sabahlığını ve ayakkabılarını giy,” dedi. “Ama odadan çıkma… Henüz değil.”
Riley kendi yatak odasına gitti ve komodinin üzerindeki telefonunu aldı. Davranış Analiz Birimi’ni aramak için otomatik arama tuşuna bastı. Karşı hatta ses duyar duymaz, ‘’Ben Özel Ajan Riley Paige. Evime bir saldırgan girdi. Hala burada olabilir. Hemen buraya birinin gelmesini istiyorum.’’ dedi. Bir iki dakika düşündü ve ‘’Bir delil ekibi de gönderin.’’ diye ekledi.
‘’Hemen gönderiyoruz,’’ diye yanıt geldi.
Riley telefonu kapatıp tekrar koridora çıktı. İki yatak odası ve koridor dışında ev hala karanlıktı. Saldırgan herhangi bir yerde pusuya yatmış ve saldırmak için bekliyor olabilirdi. Bu adam onu daha önce hazırlıksız yakalamıştı ve neredeyse elleriyle öldürüyordu.
Riley, ışıkları açıp silahını elinde hazır tutarak, evin içinde aceleyle dolaşıyordu. Elindeki feneri her dolaba ve karanlık köşeye tutuyordu.
Sonunda koridorun tavanına baktı. Yukarıdaki, aşağıya açılan merdivenle tavanarasına çıkmasına yarayan kapı içeriye ittirilmişti. Oraya tırmanıp bakmaya cesaret edebilir miydi?
O anda Riley polis sirenlerini duydu. Sesin verdiği rahatlamayla derin bir iç çekti. Ajanın, yerel polisi aradığını anladı. Çünkü BAU merkezindekiler yarım saatten fazla uzaklıktaydılar.
Yatak odasına gidip bir çift ayakkabı ve bornozunu alarak April’ın odasına geri döndü.
“Benimle gel,” dedi. “Yanımda dur.”
Riley, elinde hala silahı olduğu halde sol eliyle April’ın omuzlarına sarıldı. Zavallı kız korkudan tirtir titriyordu. Riley April’ı ön kapıya doğru götürürken birkaç polis memuru kaldırımdaydı.
Bir erkek polis evin içine girerek silahını çekti.
“Sorun nedir?” diye sordu.
“Eve birisi girmiş.” dedi Riley. “Hala burada olabilir.”
Polis memuru, Riley’in elindeki silaha tedirginlikle baktı.
“Ben FBI ajanıyım,” dedi Riley. “BAU ajanları yakında burada olurlar. Ben, tavanarası dışında tüm evi aradım. Eliyle işaret ederek, ‘’Koridorda tavanda bir kapı var.” dedi.
Polis memuru, “Bowers, Wright, içeri gelip tavanarasını kontrol edin. Geri kalanlarınız evin dışını, ön ve arkayı arasınlar.”
Bowers ve Wright doğruca koridora gidip merdiveni aşağıya indirdiler. İkisi de silahlarını çekti. Bir tanesi yukarı çıkıp elindeki ışıkla etrafa bakarken, diğeri aşağıda kaldı. Bir süre sonra adam tavanarasında kayboldu.
Sonra, “Burada kimse yok.’’ diye seslendi.
Riley rahatlamak istiyordu. Ama gerçeği söylemek gerekirse Peterson’un burada olmasını daha çok istiyordu. Burada olsa tutuklanabilir ya da daha iyisi vurulabilirdi. Onun ön ya da arka bahçeye çıkmamış olduğundan emindi.
“Bodrumunuz var mı?” diye sordu baş memur.
“Hayır, sadece küçük bir boşluk,” dedi Riley.
Memur dışarı seslendi, “Benson, Pratt, evin altını kontrol edin.”
April hala can havliyle annesine sarılıyordu.
“ Neler oluyor anne?” diye sordu.
Riley duraksadı. Yıllardır işiyle ilgili çirkin gerçekleri April’a söylemekten kaçınıyordu. Ama şimdi, ona fazla koruyucu davrandığını anlıyordu. Bu yüzden Peterson’un ellerindeki travmatik esaretini ya da en azından kaldırabileceği kadarını ona anlatmıştı. Üstelik ona adamın öldüğünden emin olduğunu söylemişti
Peki şimdi April’a ne diyecekti? Bunu bilmiyordu.
Riley ne diyeceğine karar vermeden önce, April “Peterson değil mi?” diye sordu.
Riley kızına sıkıca sarıldı. Tüm vücuduna yayılan titremeyi gizlemeye çalışarak başını salladı.
“O hala yaşıyor.”
Bölüm 2
Bir saat sonra Riley’in evi üniformalı ve FBI armalı insanlarla dolmuştu. Ağır silahlı FBI ajanları ve delil ekibi de polisle birlikte çalışıyordu.
“Yatağın üzerindeki çakıl taşlarını torbaya koyun,” diye seslendi Craig Huang. “Parmak izi ya da DNA örneği için incelenecekler.”
Riley, Huang’ın sorumlu olduğunu görünce önce memnun olmadı. Huang çok gençti ve Riley’in onunla olan önceki iş tecrübesi çok iyi gitmemişti. Ama şu an onun sağlam direktifler verdiğini ve durumu etkili bir biçimde organize ettiğini görüyordu. Huang, kendi işinin içinde olgunlaşıyordu.
Delil ekibi evin her santimini tarıyor ve parmak izi için toza buluyordu. Diğer ajanlar tekerlek izleri ya da ağaçlıkların arasında bir iz bulmak için evin arkasındaki karanlıkta kaybolmuşlardı. Şu an her şey yolunda gidiyor gibi görünüyordu. Huang, Riley’i diğerlerinin yanından uzaklaştırarak mutfağa götürdü. İkisi masaya oturdular. Hala titremekte olan April de onların yanına gitti.
“Peki ne düşünüyorsun?” diye sordu Huang Riley’e. “Onu bulmak için hala bir şansımız olabilir mi?”
Riley bıkkınlıkla içini çekti.
“Hayır, malesef gideli uzun zaman geçmiş olabilir. Bu akşam erken saatlerde, kızımla ben eve gelmeden önce buraya gelmiş olmalı.”
Hemen ardından evin arkasından çelik yelek giyinmiş bir kadın ajan geldi. Saçları, gözleri ve teni koyu renkti ve Huang’dan daha genç görünüyordu.
“Ajan Huang, bir şey buldum,” dedi kadın. “Arka kapının kilidinin üzerinde çizikler var. Birisi onu açmaya zorlamış gibi görünüyor.”
“İyi iş Vargas,” dedi Huang. “Artık içeriye nasıl girdiğini biliyoruz. Lütfen Riley ve kızı ile bir süre kalabilir misin?”
Genç kadının yüzü mutluluk içinde aydınlandı.
“Memnuniyetle,” dedi.
Kadın masaya oturdu ve Huang diğerlerinin yanına gitmek için mutfaktan çıktı.
“Ajan Paige, benim adım Ajan María de la Luz Vargas Ramírez.” dedi ve kıkırdadı. “Biliyorum çok uzun. Bu bir Meksika ismi. Herkes bana Lucy Vargas der.”
“Burada olmanıza sevindim Ajan Vargas,” dedi Riley.
“Yalnızca Lucy diyebilirsiniz.”
Genç kadın bir süre susup yalnızca Riley’e baktı. Sonunda, “Ajan Paige, umarım bunu söylemem sizi rahatsız etmez ama sizinle tanışmış olmak benim için gerçek bir onur. Eğitimim başladığından beri sizin işlerinizi takip ediyorum. Siciliniz bir harika.”
“Teşekkürler,” dedi Riley.
Lucy hayranlıkla gülümsedi. “Yani, Peterson davasını nasıl bitirdiğiniz, tüm hikaye inanılmaz.”
Riley başını salladı.
“Keşke her şey bu kadar kolay olsaydı,” dedi. “O ölmedi henüz. Bugün buraya giren saldırgan oydu.”
Lucy ona şaşkınlıkla baktı.
“Ama herkes diyor ki…” diye söze girdi Lucy.
Riley kesti.
“Birisi onun hayatta olduğunu düşünüyordu. Kurtardığım kadın Marie. Onun, orda bir yerlerde olup kendisiyle oynadığından emindi. Marie…”
Riley sustu. Acı içinde Marie’nin kendi yatak odasında sallanan bedenini anımsadı.
“O intihar etti,” dedi Riley.
Lucy her ikisine de korku ve şaşkınlıkla baktı. “Çok üzgünüm,” dedi.
Ardından Riley tanıdık bir sesin kendisine bağırdığını duydu.
“Riley? İyi misin?”
Döndüğünde Bill Jefreys’in mutfak girişinde dikilmiş endişe ile kendisine baktığını gördü. BAU buradaki problemle ilgili ona haber vermiş olmalıydı. Bu yüzden buraya kadar tek başına gelmişti.
“İyiyim Bill,” dedi. “April da iyi. Otursana.”
Bill masaya, Riley, April ve Lucy’nin yanına oturdu. Lucy, Riley’in eski ortağı, başka bir FBI efsanesi ile karşılaşmış olmaktan dolayı ona saygı ile bakıyordu.
Huang geriye mutfağa geldi.
“Evin içinde de dışında da kimseyi bulamadık,” dedi Riley’e. “Adamlarım bulabildikleri tüm delilleri topladılar. Çok uzun sürmez dediler. Bunların ne olacağı laboratuvar teknisyenlerine bağlı.”
“Ben de bundan korkuyordum,” dedi Riley.
“Öyle görünüyor ki bu akşamlık buradaki işimiz bu kadar,” dedi Huang. Ardından ajanlara son talimatları vermek için mutfaktan çıktı.
Riley kızına döndü.
“April, bu gece babanın evinde kalacaksın.”
April’ın gözleri kocaman açıldı.
“Seni burada bırakmıyorum,” dedi April. “Ve babamla kalmak istemediğimden eminim.”
“Kalmak zorundasın,” dedi Riley. “Burada güvende olmayabilirsin.”
“Ama anne…”
Riley karşı çıktı. “April, bu adam hakkında hala sana söylemediğim şeyler var. Korkunç şeyler. Babanla güvende olacaksın. Yarın seni okuldan sonra alacağım.”
April karşı çıkmadan önce Lucy söze girdi.
“Annen haklı April. Bunu ben söylüyorum. Aslında bunu senden benim istediğimi düşün. Seni oraya götürmeleri için birkaç ajan çağıracağım. Ajan Paige, izninizle eski kocanızı aramak ve ona olan biteni anlatmak istiyorum.”
Riley, Lucy’nin önerisi karşısında şaşırmıştı. Ayrıca sevinmişti de. Esrarengiz bir biçimde Lucy bu aramayı Riley’in yapmasının tuhaf olacağını anlamıştı. Ryan Riley’dense herhangi bir ajanın aramasını daha ciddiye alacaktı. Ayrıca Lucy, April’ı da iyi idare etmişti.
Lucy yalnızca kapı kolunu farketmekle kalmamış aynı zamanda empati de kurmuştu. Empati bir BAU ajanı için harika bir donanımdı ve işin stresi nedeniyle çoklukla gözardı edilirdi.
Bu kadın çok iyi, diye düşündü Riley.
“Hadi,” dedi Lucy April’a. “Gidip babanı arayalım.”
April Riley’e kızgınlıkla baktı. Yine de masadan kalkıp aramayı yapacakları oturma odasına kadar Lucy’i takip etti. Riley ve Bill mutfak masasında yalnız kalmışlardı. Ortada yapılacak bir şey kalmamış olmasına karşın Bill’in orada olması doğru gibi görünüyordu. Yıllarca birlikte görev yapmışlardı ve Riley daima, kırklarında ve siyah saçlarına düşmüş beyazlarla her ikisinin de uyumlu bir çift olduğunu düşünmüştü. Her ikisi de kendilerini işlerine adamış ve evliliklerinde sorunlar yaşamışlardı. Bill yapı ve mizaç olarak sağlamdı.
“O Peterson’du,” dedi Riley. “Buradaydı.”
Bill bir şey söylemedi. İnanmamış görünüyordu.
“Bana inanmıyor musun?” dedi Riley. “Yatağımın üzerinde çakıl taşları vardı. Onları oraya o koymuş olmalı. Başka türlü orada olamazlardı.”
Bill başını salladı.
“Riley, bir saldırgan olduğundan eminim,” dedi. “Bu kısmını hayal etmiş olamazsın. Ama Peterson? Bence bu kadarı fazla.”
Riley’in sinirleri geriliyordu.
“Bill, dinle beni. Bir gece kapının dışında tıkırtı duydum. Dışarıya baktım ve çakıl taşlarını buldum. Marie, birinin yatak odasının camına taş attığını duyduğunu söylemişti. Başka kim olabilir?”
Bill içini çekerek başını salladı.
“Riley, yorgunsun,” dedi. “Ve yorgunken kafamızın içinde ürettiğimiz hemen her şeye inanırız. Bu, hepimize olabilir.”
Riley gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu. İyi günlerinde Bill onu sorgulamadan içgüdülerine güvenirdi. Ama o günler geride kalmıştı. Ve Riley neden olduğunu biliyordu. Birkaç gece önce sarhoşken Bill’i aramış ve aralarında bir çekim olduğunu söyleyerek ona birlikte olmayı teklif etmişti. Bu, yapılabilecek en kötü şeydi, bundan emindi ve o günden beri bir daha içki içmemişti. Yine de ondan sonrasında Bill ile araları düzelmemişti.
“Bunun neyle ilgisi olduğunu biliyorum Bill,” dedi. “O aptalca telefon konuşması yüzünden. Artık bana güvenmiyorsun.”
Şimdi sinirden Bill’in sesi sertleşmişti.
“Lanet olsun Riley sadece gerçekçi olmaya çalışıyorum.”
Riley hiddetlenmişti. “Hemen git burdan Bill.”
“Ama Riley—”
“Bana inan ya da inanma. Senin seçimin. Ama şimdi sadece gitmeni istiyorum.”
Bill, pes etmiş bir edayla masadan kalktı ve gitti.
Riley mutfağın kapısından April da dahil hemen herkesin gittiğini görebiliyordu. Lucy geriye mutfağa geldi.
“Ajan Huang burada bir kaç ajan bırakıyor,” dedi. “Gece boyunca arabadan evi gözetleyecekler. Evde yalnız kalmanın iyi bir fikir olmadığını düşünüyorum. Ben de seninle kalmaktan memnun olacağım.”
Riley oturdu ve bir süre düşündü. Şu an istediği, ihtiyacı olan şey birilerinin Peterson’un ölmediğine inanmasıydı. Buna Lucy’nin ikna olacağından bile şüpheliydi. Durum çok vahim görünüyordu.
“Ben iyiyim Lucy,” dedi Riley.
Lucy başını sallayıp mutfaktan çıktı. Riley son ajanın da evi terkedip kapıyı arkasından kapatıp gittiğini duydu. Kalkıp ön ve arka kapıların kilitli olup olmadıklarını kontrol etti. Arka kapıya iki tane sandalye dayadı. Eğer birisi kapının kilidini zorlarsa, bunlar yeteri kadar ses çıkarırlardı.
Sonra oturma odasında durup etrafa baktı. Oda içen sızan ışık hüzmeleriyle şaşırtıcı bir biçimde aydınlık görünüyordu.
Bunlardan bazılarını kapatsam iyi olacak, diye düşündü.
Ama oturma odasının ışıklarının düğmesine elini uzattığında donup kaldı. Bunu yapamazdı. Korkudan donmuştu.
Peterson’un kendisi için tekrar geleceğini biliyordu.
Bölüm 3
Riley BAU binasından içeri girerken, bugün birileriyle karşılaşmaya hazır olup olmadığını merak ederek çekiniyordu. Bütün gece uyumamıştı ve yorgunluktan ölüyordu. Korku hissi tüm gece onu uyanık tutmuş ve artık bir şey kalmayana kadar adrenalin salgılamıştı. Şu an kendisini yalnızca boşlukta hissediyordu.
Derin bir nefes aldı.
Tek çıkış yolu vardı.
Azmini topladı ve FBI ajanlarının, uzmanların ve destek ekibinin toplandığı meşgul labirentin içine doğru yürüdü. Açık bölüme doğru ilerlerken tanıdık yüzler bilgisayarlarından başlarını kaldırıp ona bakıyorlardı. Çoğu gülümsedi ve birkaçı ona göz kırptı. Riley buraya gelmeye karar verdiği için yavaş yavaş mutlu olmaya başlamıştı. Bir şeyin ruhuna destek olmasına ihtiyacı vardı.
“Dolly Killer başarın için tebrikler,” dedi genç bir ajan.
Ajanın ne dedmek istediğini anlaması Riley’in birkaç saniyesini aldı. Sonra ‘’Dolly Killer’’ın, daha yeni yakaladığı psikopat Dirk Monroe’nun takma adı olduğunu anladı. İsim çağrışım yapmıştı.
Riley ayrıca bazılarının ona daha ihtiyatla baktıklarını farketmişti. Dün gece evinde meydana gelen olay için tüm ekibin telaşla ona gitmek için yarıştıklarını duymuşlardı. Büyük olasılıkla aklımın yerinde olup olmadığını merak ediyorlar, diye düşündü. Bildiği kadarıyla Peterson’un hala yaşadığına bürodaki kimse inanmıyordu.
Riley, gözlükleri siyah çerçeveli, bilgisayarıyla çok meşgul olan laboratuvar teknisyeni Sam Flores’in masasının önünde durdu.
“Benim için ne haberlerin var Sam?” dedi.
Sam ekranından başını çevirerek ona baktı.
“Yani izinin hakkında değil mi? Şu an bazı ön raporlara bakıyorum. Sanırım fazla bir şey yok. Laboratuvar çalışanları çakıl taşlarında bir şey bulamadılar. DNA ya da kalıntı yok. Parmak izi de yok.”
Riley umutsuzca iç çekti.
“Bir değişiklik olursa bana haber ver,” dedi Flores’in sırtına vurarak.
“Hiç sanmam,” dedi Flores.
Riley, kıdemli ajanlar tarafından paylaşılan bölüme doğru ilerledi. Küçük cam duvarlı ofislerden geçerken Bill’in içeride olmadığını gördü. Bu onu biraz rahatlatmıştı ama er ya da geç aralarındaki anlaşmazlığı çözmesi gerektiğini biliyordu.
Kendi düzenli ve iyi organize edilmiş odasına girer girmez kendisine bir telefon mesajı bırakıldığını gördü. Mesaj bazı BAU davalarında görev alan Mike Nevins adlı adli psikiyatristtendi. Yıllar içinde onun olağanüstü bir anlayış kapasitesine sahip olduğunu ve yalnızca davalarda yer almadığını anlamıştı. Riley, Peterson’a yakalanıp işkence gördükten sonra Mike ona kendi stres bozukluğu seansları ile yardım etmişti. Şimdi de, sık sık yaptığı gibi, iyi olup olmadığını kontrol etmek için aramış olmalıydı.
Özel Ajan Brent Meredith’in geniş gövdesi kapıda belirdiğinde Riley onu aramak üzereydi. Bölüm komutanının kara, köşeli görüntüsü onun sert, duygusuz özelliklerini yansıtıyordu. Riley onu görünce rahatlamıştı. Onun varlığı daima huzur veriyordu.
“Hoşgeldiniz Ajan Paige,” dedi.
Riley tokalaşmak için kalktı. “Teşekkürler Ajan Meredith.”
“Dün akşam yine küçük bir macera yaşadığını duydum. Umarım iyisindir.”
“İyiyim teşekkürler.”
Meredith ona sıcak bir ilgiyle baktı ve Riley onun kendisinin iş için hazır olup olmadığını değerlendirmeye çalıştığını biliyordu.
“Bir kahve molası için bana katılmak ister misin?” diye sordu.
“Teşekkürler ama bakmam gereken bazı dosyalar var. Başka zaman.”
Meredith başıyla onayladı ve başka bir şey söylemedi. Riley onun kendisinin konuşmasını beklediğini hissetmişti. Kuşkusuz o da Riley’in, Peterson’un davetsiz misafirliği konusundaki inancını duymuştu. Fikrini söylemesi için ona bir şans veriyordu. Ama Meredith, Peterson konusunda onunla aynı fikirde olmaya herkesten fazla meyilli değildi.
“Tamam, gitsem iyi olacak,” dedi. “Kahve ya da öğlen yemeği için çıktığında bana haber ver.”
“Veririm.”
Meredith durdu ve yeniden Riley’e döndü.
Yavaşça ve sessizce, “Dikkatli ol Ajan Paige.” dedi.
Riley bu kelimelerdeki anlamı keşfetmişti. Kısa süre önce ajansta başka bir komutan itaat etmesi için görevini askıya almıştı. Görevine geriye iade edilmişti ama konumu hala çok güçlü olmayabilirdi. Riley, Meredith’in kendisine arkadaşça bir uyarı yaptığının farkındaydı. Onun, kendisini tehlikeye atacak bir şey yapmasını istemiyordu. Ve Peterson ile ilgili yükselen söylentiler dava dosyasını kapatanlarla sorun çıkmasına neden olabilirdi
Riley yalnız kalır kalmaz dosya dolabına giderek Peterson davasına ait kalın dosyayı çıkardı. Dosyayı masasının üzerinde açarak, zihnini düşmanıyla ilgili yenileyip araştırmaya başladı. Yardımcı olabilecek fazla bir şey bulamamıştı.
Gerçek o ki adam bir muammaydı. Hatta Bill ve Riley onun izini bulana kadar varolduğuna dair herhangi bir kayıt bile yoktu. Peterson onun gerçek adı bile olmayabilirdi ve ikisi onunla bağlantısı olabilecek onlarca isim ortaya çıkarmışlardı.
Riley dosyaya bakarken kurbanların fotoğraflarını gördü, ıssız mezarlarda bulunan kadınlar. Hepsinde yanık izli ve boğularak öldürülmenin izleri vardı. Riley onu yakalayan ve bir hayvan gibi kafese kapatan büyük, güçlü elleri hatırlayarak ürperdi
Kaç tane kadını öldürdüğünü hiç kimse bilmiyordu. Henüz bulunamamış olanlarla birlikte daha fazla kurban olabilirdi. Marie ve Riley esir düşüp, hayatta kalıp olanları anlatana kadar hiç kimse bir kadına karanlıkta propan bir meşale ile işkence edilmesinin nasıl olduğunu bilmiyordu ve hiç kimse Peterson’un hala hayatta olduğuna inanmaya istekli görünmüyordu.
Bütün bu hikaye onun çok canını sıkıyordu. Riley, katillerin zihnine girme yeteneğiyle tanınıyordu… Yine de Peterson’un zihnine girmeyi başaramamıştı ve şu an onu daha az anlıyordu.
Gerçek bir psikopat olarak Riley’e hiç vurmamıştı. Aslında düşünülenin tam tersine kurbanlarını ıssız mezarlarda bırakıyordu. Bir mükemmelliyetçi de değildi. Öyle bile olsa, geride ipucu bırakmayacak kadar titizdi. Bu adam gerçek bir bilinmezdi.
Marie’nin intihar etmeden kısa bir süre önce kendisine söylediği şeyi anımsadı Riley. “Belki de o bir hayalet gibi Riley. Belki de sen onu yok ettiğinde olan buydu. Bedenini öldürdün ama onun içindeki şeytanı öldürmedin.”
O hayalet değildi ve Riley bunu biliyordu. Riley onun dışarıda bir yerlerde olduğundan ve sonraki hedefin kendisi olduğundan her şeyden çok emindi. Bu yüzden Riley’in endişeleneceği kadar hayalet olabilirdi ancak. Kendisinin dışında kimse onun varlığına inanmıyordu.
“Nerdesin pislik?” diye fısıldadı.
Bunu bilmiyordu ve bulmak için bir yol yoktu. Tamamen kapana sıkışmıştı. Olanları akışına bırakmaktan başka bir seçeneği yoktu. Dosyayı kapattı ve onu dolabındaki yerine geriye koydu.
Sonra ofis telefonu çaldı. Aramanın tüm özel ajanların ortak telefon hattından geldiğini gördü. Bu hat BAU telefon şebekesinin, ajanlara uygun aramaları yönlendirmek için kullandığı bir hattı. Genel bir kural olarak aramaya hangi ajan önce yanıt verirse davayı da o alırdı.
Riley diğer ofislere göz attı. Şu an ortalarda kimse yok gibi görünüyordu. Diğer tüm ajanlar moladaydılar ya da başka davalarla ilgileniyorlardı. Riley telefona yanıt verdi.
“Özel Ajan Riley Paige. Size nasl yardımcı olabilirim?”
Hattın diğer ucundaki ses ürkek geliyordu.
“Ajan Paige, ben Raymond Alford, New York Reedsport’ta polis şefiyim. Burada büyük bir problemimiz var. Sizinle bir video görüşmesi yapmamız uygun mu? Böylece belki daha iyi açıklayabilirim. Ayrıca görmenizin iyi olacağı bazı fotoğraflar var elimde.”
Riley meraklanmıştı. “Elbette,” dedi. Alford’a iletişim bilgilerini verdi. Birkaç dakika sonra onunla yüzyüze konuşuyorlardı. Yıllar içinde belirgenleşmiş kel kafası ile zayıf bir adamdı. O andaki durumundan heyecanlı ve yorgun olduğu anlaşılıyordu.
“Dün gece bir cinayet davası geldi,” dedi Alford. “Gerçekten berbat bir dava. Dur sana göstereyim.”
Fotoğraf Riley’in bilgisayarının ekranında belirdi. Bir kadın bedeninin tren raylarının yakınında zincirle asıldığını gösteriyordu. Beden çok sayıda zincirle sarılmış ve tuhaf bir biçimde giydirilmişti.
“Kurban ne giyiyor?” diye sordu Riley.
“Bir deli gömleği,” dedi Alford.
Riley şaşırmıştı. Fotoğrafa daha yakından baktığında bunun doğru olduğunu görebiliyordu. Sonra fotoğraf yokoldu ve Riley kendisini yeniden Alford’la yüzyüze buldu.
“Şef Alford, uyarınızı takdir ediyorum. Ama size bunun Davranış Analiz Birimi’nin işi olduğunu ne düşündürdü?”
“Çünkü buna tıpatıp benzeyen bir olay bu civarda beş yıl önce yine olmuştu.” dedi Alford.
Diğer bir kadın kurbanın görüntüsü belirdi. O da her yerinden zincirlenmiş ve deli gömleğine bürünmüştü.
“Bu da önceki yarı zamanlı hapishane çalışanı Marla Blainey. Bu kadının asılmak yerine nehire atılmış olmasının dışında tüm uygulama yöntemi aynı.”
Alford’un yüzü yeniden belirdi.
“Bu da yerel bir hemşire Rosemary Pickens,” dedi. “Kimse bu iki kadın için bunları hayal edemez. İkisi de çok seviliyordu.”
Alford bitkinlikle başını salladı.
“Ajan Paige, ben ve halkım gerçekten sabrımızın sonundayız burada. Bu son cinayet bir seri katilin ya da taklitçinin işi olmalı. Sorun şu ki bunların hiçbiri mantıklı değil. Reedsport’ta bu tür bir problem yaşamadık. Burası yalnızca yedi bin nüfuslu bir Hudson Nehri turistik kasabası. Bazen kavga eden turistleri nehirden çıkarırız ya da balıklarla mücadele ederiz, o kadar. Bu durum başımıza gelebilecek en kötü şey.”
Riley bu konuyu düşündü. Aslında tam da BAU’ya göre bir davaydı. Alford’u doğrudan Meredith’e yönlendirmesi gerekiyordu.
Ama Riley Meredith’in ofisine baktı ve henüz dönmemiş olduğunu gördü. Onu bu konuda daha sonra uyarması gerekiyordu. Bu arada belki biraz yardım edebilirdi.
“Ölüm sebepleri nedir?” diye sordu.
“Boğazları kesilmiş, ikisinin de.”
Riley şaşırdığını belli etmemeye çalıştı. Boğma ve kaba kuvvet uygulama, boğaz kesmeden daha yaygındı oysa.
Bu büyük olasılıkla alışılmadık bir katildi. Yine de Riley’in iyi tanıdığı psikopatlardan biriydi. Bu tür davalarda uzmanlaşmıştı. Yeteneklerini bu davada kullanamayacak olması kötüydü. Yaşadığı travma sonrasında bu görevi kabul etmek istemiyordu.
“Cesedi indirdiniz mi?” diye sordu Riley.
“Henüz değil,” dedi Alford. “Hala orada asılı.”
“Öyleyse indirmeyin. Şimdilik orada bırakın. Ajanlarımız gelene kadar bekleyin.”
Alford memnun olmamıştı.
“Ajan Paige, bu zor bir istek olacak. Ceset tren raylarının hemen yanında ve nehirden görülebilir. Kasabanın bu tür bir reklama ihityacı yok. Onu indirmek için çok baskı görüyorum.”