Kitobni o'qish: «Divan Şiirinden Seçmeler»
Ahmet Paşa
1
Gül istedim diken oldu yerim ne çâre kılam
Meğer libâs-i hayâtımı pâre pâre kılam
N’olaydı sihr bileydim ki hicre doymak için
Yüreğimi yüreğin gibi seng-i hâre kılam
Eğer sitâreye hükm olsa vaslın ey mehrû
Yaşımla rûz u şeb âfâkı pür-sitâre kılam
Dedim ki yâre kulum dedi bu sözü diyenin
Kesem kalem gibi bâşın dilin de pâre kılam
Dedim teveccüh edip öldür Ahmed’i dedi kim
Bu kâr-ı hayra ne lâzım ki istihâre kılam
2
Sernâme-i mahabbeti cânâne yazmışım
Hasret risâlesin varak-ı câne yazmışım
Nâlişlerini derd ile bîçâre bülbülün
Bâd-ı sabâ eliyle gülistâne yazmışım
Zülfün hikâyesini gönülde misâl edip
Gam kıssasını levh-ı perîşâne yazmışım
Resmetmişim gözümde hayâlini gûyiyâ
Nakş ü nigârı sâgar-ı mercâne yazmışım
Tâb-ı ruhunla sûzunu yazarken Ahmed’in
Şevkinden odlara tutuşup yane yazmışım
Ahmet Paşa
1
Gül istedim, yerim diken oldu. Ne yapayım, hayatımı, dikenlere takılıp yırtılan bir elbise gibi parça parça etmekten başka çare yok.
Ah, ne olurdu, büyü bilseydim de, ayrılığa dayanabilmek için yüreğimi senin yüreğin gibi mermer taş yapsaydım!
Ey ay yüzlü! Eğer sana kavuşmak yıldızların tesiriyle olursa, gece gündüz ağlayarak ufukları gözyaşımın yıldızlarıyla doldurayım.
Sevgilime: “Ben senin kulunum.” dedim; bana: “Bu sözü söyleyenin kalem gibi başını keser, dilini de parçalarım.” dedi.
O hâlde: “Lütfederek Ahmed’i öldür.” dedim; “Bu hayırlı iş için tereddüt etmeme ne lüzum var!” cevabını verdi.
2
Sevgilime büyük bir aşk mektubu yazdım; hasret duygularını ruhumun sahifelerine geçirerek ona gönderilecek bir kitap meydana getirdim.
Zavallı bülbülün dert ile inleyişlerini meltem vasıtasıyla gül bahçesine yazmış oldum.
Ey sevgili, saçlarının gönlümdeki macerasını örnek tutarak gam hikâyesini perişan kâğıt üzerine yazdım.
Hayalini gözüme öyle işlemişim ki sanki mercandan bir kadeh üzerine nakışlar yapmışım.
Yanağının kalbime verdiği ateşle Ahmed’in yanıklığını yazarken heyecandan alevlenerek neredeyse yanıverecektim.
Şehzade Cem
1
Ol dem kanı ki Kâ’be-i kûyun mekân idi
Ârâmgâhı gönlümün ol âsitân idi
Ol dem kanı ki sebzelerin tâze tutmağa
Ol gülistânda yaşlarım âb-ı revân idi
Ol dem kanı ki sâye-i perr-i hümâ gibi
Zıll-i zalîl-i gerd-i rehin sâyebân idi
Ol dem kanı ki mürg-i dile âsitânının
Her kûşe-i müşerrefi bir âsumân idi
Ol dem kani kı mesken idi eşiğin Cem’e
Hayfâ ki geçti bilmedik ol hoş zamân idi
2
Taşlarla döğünüp yürür âb-ı revânı gör
Rahm eyledi bu hâlime kevn ü mekânı gör
Dağlar başında ebr-i felek ağlayıp gider
Yanınca ra’din ettiği ah ü figânı gör
Çâk eyledi yakasını derd ile subhgâh
Çarhın şafak yerine ya döktüğü kanı gör
Deryalar acıyıp göğe boyadı câmesin
Toprak döşendi ruy-ı zemîn ü zamanı gör
Ey kimsesiz soran beri gel hisse-i gam al
Sen dahi bir nedir feleğin armağanı gör
İslâm içinde naz ü naîmi götürmiyen
Küffâr içinde cebr ile şimdi duranı gör
Şehzade Cem
1
Hani o zamanlar ki senin bana Kâbe gibi görünen köyünde bulunuyordum; gönlümün dinlenme yeri o yüksek makamdı.
Nerede o zamanlar ki gül bahçesine benzeyen yüzünün yeşilliklerini taze tutmak için gözyaşlarım akarsu oluyordu.
Hani o zamanlar ki geçtiğim yollardaki toprağın koyu gölgeliği, devlet kuşunun kanadının altı gibi, bana sığınak oluyordu.
Nerede o zamanlar ki senin ocağının her köşesi benim gönül kuşuma şerefli bir göktü.
Eşiğinin Cem’e mesken olduğu o zamanlar nerede? Ne yazık ki geçti, bilemedik; o zamanlar hoş zamanlarmış.
2
Taşlarla dövünüp ilerleyen akarsuya bak, benim şu hâlime acıyan tabiatı gör!
Dağlar başında göğün bulutu ağlayıp gidiyor, yanı başında gök gürültüsünün ettiği ahı ve feryadı seyret!
Sabahleyin dert ile yakasını yırttı. Feleğin şafak yerine şu döktüğü kana bak!
Denizler acıyarak elbisesini maviye boyadı, yeryüzü toprak döşendi, zamanı gör.
Ey kimsesiz soran, beri gel, gam hissesi al da feleğin armağanı nedir, sen de bir gör!
İslam içindeki nazlı ve nimetlerle dolu hayatı beğenmezken şimdi kâfirler içinde zorla duranı gör!
Necâtî
1
Lâle-hadler yine gülşende neler etmediler
Servi yürütmediler gonceyi söyletmediler
Taşradan geldi çemen sahnına bigâne deyu
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler
Âdeti hûbların cevr ü cefâdır amma
Bana ettiklerini kimselere etmediler
Hamdülillâh mey-i cânbahş ile sâkîlerimiz
Âb-ı hayvân ile kevser suyun istetmediler
Ey Necâtî yürü sabr eyle elinden ne gelir
Hûblar cevr ü cefâyı kime öğretmediler
2
Çıkalı göklere âhım şereri döne döne
Yandı kandîl-i sipihrin ciğeri döne döne
Ayağı yer mi basar zülfüne berdâr olanın
Zevk ü şevk ile verir cân ü seri döne döne
Sen olasın deyu bir bir asılıp âyîneler
Gelene gidene eyler nazarı döne döne
Şâm-ı zülfünde gönül Mısrı harâb oldu deyu
Sana iletti kebûter haberi döne döne
Ey Necâtî yaraşır mutribi şeh meclisinin
Raks urup okuya bu şi’r-i teri döne döne
Necâtî
1
Lale yanaklılar yine gül bahçesinde neler etmediler, selviyi yürütmediler, goncayı söyletmediler.
Dışarıdan geldi, çimenlik sahasına yabancıdır, diyerek gül devri sohbetine laleyi götürmediler.
Güzellerin âdeti cevr ve cefadır amma bana ettiklerini kimselere etmediler.
Tanrı’ya şükür ki sakilerimiz ruh veren şarabı sunarak abıhayatla kevseri arattırmadılar.
Ey Necâtî, yürü! Sabret çünkü elden ne gelir? Güzeller cevr ve cefayı kime öğretmediler?
2
Ahımın kıvılcımları döne döne göklere çıkalı, gök kandilinin bağrı yandı. Istırapla kıvranıp dönüyor.
Ey sevgili, senin zülfüne asılanın ayağı yere mi basar? Zevk ve heyecandan döne döne canını, başını verir.
Aynalar sarkarak belki sen olursun diye döne döne bir bir gelene gidene bakıyorlar.
Zülfünün gecesinde gönlümün şehri harap olduğu için güvercin döne döne uçarak sana haber getirdi.
Ey Necâtî, sultan meclisinin çalgıcısı bu taze şiiri döne döne oynayarak okusa yaraşır.
3
Dil sevdi yine cân ile cânân olacağı
Bîçâre bilir derdine dermân olacağı
Gün yüzü tulû eyleyicek subh-ı safâdan
Besbelli idi âfet-i devrân olacağı
Dil leblerinin şevki ile düştü şaraba
Sâkî içelim sun beri şol kan olacağı
Dil zülfüne dolaştı dedim güldü dedi yâr
Benzer ki olageldi perişân olacağı
Genc-i rûhu katında gönül hâlini anma
Billâh Necâtî ko şu viran olacağı
4
Gamzen çalışır, lâhzada kan eylemek ister
Bûsen dürüşür anı yalan eylemek ister
Her âdemi bir bûsede bin yıl yaşatırlar
Sâkîlerimiz tayy-ı zamân eylemek ister
Cânâne gelir meclise gelmez değil amma
Kendisini can gibi nihan eylemek ister
Ben kasdederim saklamağa aşkını lâkin
Gönlüm dolarak âh ü figân eylemek ister
Elvermiş iken ayağına baş ko Necâtî
Ol şûh-ı cihân serv-i revân eylemek ister
3
Gönlüm yine o canan olacağı canla sevdi; zavallı, derdine derman olacağı bilir.
Onun gün yüzü safa sabahından doğduğu zaman, dünyanın afeti olacağı besbelli idi.
Gönlüm o sevgilinin dudaklarının arzusuyla şaraba düştü; saki, şu kan olasıyı getir, sun da içelim.
“Gönlüm zülfüne dolaştı.” dedim; sevgili güldü ve dedi ki: “Perişan olması yaklaşmışa benziyor…”
Ey Necâtî, onun bir hazine gibi zengin ve güzel yanağı karşısında gönlünün hâlini anma. Allah aşkına, bırak şu viran olasıyı!
4
Gamzen, çalışır, her an kan etmek ister; öpücüğün atılarak onu yalancı çıkarmak ister.
Her insanı bir öpücükte bin yıl yaşatıyorlar. Sakilerimiz zamanı aşmak ister.
Sevgili, toplantıya gelmez değil; gelir, ama kendisini ruh gibi gizlemek ister.
Ben onun aşkını saklamaya niyet ederim. Fakat gönlüm dolarak ah ve figan etmek ister.
Ey Necâtî, fırsat düşmüşken onun ayağına baş koy. O cihan şuhu, selvi boyuyla yürüme arzusundadır.
Zeynep Hatun
Keşfet nikâbını yeri göğü münevver et
Bu âlem-i anâsırı firdevs-i enver et
Depret lebini cûşe getir havz-i kevseri
Anber saçını çöz bu cihânı muattar et
Hattın berat verdi sabâ yeline dedi
Tez er Hıtay’a Çin’i tamamet müsahhar et
Yâra yolunda aşk ile derdinden ölenin
Kim der sana ki hicr ile cânın mükedder et
Zeynep çü dost zülfü gibi tarumarsın
Divane olma şiirini divan ü defter et
Mihrî Hatun
Hâbdan açtım gözüm nagâh kaldırdım seri
Karşıma gördüm durur bir mah-çehre dilberi
Taliim sa’d oldu yahut kadre erdim galiba
Kim mahallem içre gördüm gice doğmuş müşteri
Nur akar gördüm cemâlinden egerçi zâhirâ
Kendisi benzer müselmana libası kâferi
Gözümü açıp yumunca oldu çeşmimden nihân
Şöyle teşhis eyledim kim ya melektir ya peri
Erdi çün âb-ı hayata Mihrî ölmez haşredek
Gördü çün şeb zulmetinde ol ayan İskender’i
Zeynep Hatun
Yüzünün örtüsünü aç, yeri, göğü aydınlat; bu maddeler âlemini nurlu cennete çevir!
Dudaklarını kımıldatarak kevser havuzunu coştur, amber gibi saçını çöz, bu cihanı kokularla doldur!
Şakağındaki zülüfler melteme ferman yazdı ve dedi ki: “Çabuk git, Hıtay ile Çin illerini zapt et!”
Ey sevgili, “Yolunda dert ile aşkından ölenin, ayrılıkla ruhunu üz.” diye sana kim söyler?
Zeynep, sevgilinin saçları gibi darmadağınsın, divane olma, şiirlerini defter ve divan hâline getir!
Mihrî Hatun
Uykudan gözümü açtım, ansızın başımı kaldırdım, ay yüzlü bir güzelin karşımda durduğunu gördüm.
Talihim mesut oldu yahut da galiba Kadir Gecesi’nin saadetine kavuştum; çünkü mahallem içinde geceleyin Müşteri’nin doğduğunu görmüştüm.
Gerçi görünüşte yüzünden nur akıyordu ve kendisi Müslüman’a benziyordu; fakat elbisesi kâfir biçimi idi.
Gözümü yumup açıncaya kadar gözden kayboldu; o andaki görüşüme göre ya melekti ya peri…
Mihrî artık kıyamete kadar ölmez, çünkü abıhayata ulaştı. Gece karanlıkları içinde o İskender’i açıkça gördü.
Zâtî
1
Bu bezm-i âlemârânın içinde camlar güldür
Sûrâhî gonce vü âvâzesi feryad-ı bülbüldür
Benefşe al ele bağ-ı bahara ta’n eder meclis
Şehâ zerrin kadeh nergis dühân-ı şem’ sümbüldür
Bu bir serv ü yalın yüzlü güzeldir şem’-i bezmârâ
Yanar par par sana karşu serinde dûdu kâküldür
Şehâ kavs-i kuzah çeng ü bu bezme Zühre çengidir
Şua’-ı mihr ü men nay ü felek def ay ü gün püldür
Bu meclis bir güzel rânâ teferrücgâhdır Zâtî
Sürahi çeşmesar olmuş ona ab-ı revân müldür
2
Noldun inlersin felek hercâyî cânânın mı var
Her makâmı seyreder bir mâh-ı tâbânın mı var
Benzini ey bûsitân fasl-ı hazân mı etti zerd
Yoksa başı taşra bir serv-i hırâmânın mı var
Ağlayıp feryâd edersin her nefes ey andelîp
Hâr ile hemsâye olmuş verd-i handânın mı var
Yoluna cânâ revân etsen gerek cânım dedim
Yüzüme bin hışm ile baktı dedi cânın mı var
Zülf-i dilber gibi ey Zâtî perîşânsın yine
Cevri bîhad yoksa bir yâr-ı perîşânın mı var
Zâtî
1
Âlemin süsü olan bu meclisin içinde kadehler güldür; sürahi gonca, çıkardığı sesler bülbül feryadıdır.
Eline menekşe al, meclis bahar bahçesini hiçe sayıyor; sultanım, altın kadeh nergis, mumun dumanı sümbüldür.
Meclisi şenlendiren bu mum bir selvidir, açık yüzlü bir güzeldir; dumanı başında kâkül olmuş, sana karşı par par yanıyor.
Sultanım, bu meclise ebemkuşağı saz, Zühre oyuncudur; ayın günün ışığı ney, gökler tef, güneş ve ay puldur.
Ey Zâtî, bu meclis güzel bir gezme yeridir; sürahi çeşme olmuş, ona akan su da şaraptır.
2
Ey felek ne oldun, inliyorsun, hercai bir sevgilin mi var? Her yeri dolaşan bir ayın mı var?
Ey çiçekli bahçe, senin benzini sonbahar mı sararttı, yoksa başı dışarı bakar salınan bir selvin mi var?
Ey bülbül, her an ağlayıp feryat ediyorsun, dikenle baş başa vermiş gülen bir gülün mü var?
Dedim ki: “Ey sevgilim, yoluna canımı vereyim!”; yüzüme öfkeyle baktı: “Senin de canın mı var ki!” dedi.
Ey Zâtî, gene güzellerin zülfü gibi perişansın. Yoksa, cevri sonsuz, peri gibi bir sevgilin mi var?
Fuzûlî
1
Küfr-i zülfün salalı rahneler îmânımıza
Kâfir ağlar bizim ahvâl-i perîşânımıza
Seni görmek müteazzir görünür böyle ki eşk
Sana baktıkça dolar dîde-i giryânımıza
Cevri çoğ eyleme kim olmaya nâgeh tükene
Az edüp cevr ü cefâlar kıluben cânımıza
Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alup
Her gelen gamlı gider şâd gelüp yanımıza
Gam-ı eyyâm Fuzûlî bize bîdâd etti
Gelmişiz acz ile dâd etmeğe sultânımıza
2
Dil-i zârımda ne kim var bilüpdür bilürem
Yâr hâl-i dilimi zâr bilüpdür bilürem
Yâri ağyâr bilüpdür ki bana yâr olmaz
Ben dahi anı ol ağyar bilüpdür bilürem
Zülfünü ehl-i vefâ saydına dâm eyleyeli
Beni ol dâma giriftâr bilüpdür bilürem
Ben ne hâcet ki kılam şerh ana hâl-i dilim
Dil-i zârımda ne kim var bilüpdür bilürem
Yâr hem-sohbetim olmazsa Fuzûlî ne acep
Özüne sohbetimi âr bilüpdür bilürem
Fuzûlî
1
Kara zülüflerine tapınışımız imanımızda gedikler açalı, karanlıkta kalan kâfirler bile bizim perişan hâlimize ağlıyor.
Ey sevgili, seni görmek imkânsız görünüyor; çünkü sana baktıkça ağlayan gözlerimize yaşlar doluyor.
Cevri çok etme; zira belki ansızın bitiverir; cevri az yaparak canımıza cefalar et!
Her gelen bizden bunca gam alarak yanımıza şen gelip gamlı gittiği hâlde yine gamımız eksik olmuyor.
Ey Fuzûlî, zamanın gamı bize zulmetti; âciz kalarak sultanımızdan imdat dilemeye geldik.
2
Dertli gönlümde ne varsa sevgilinin onları bildiğini bilirim; sevgili gönlümün hâlini perişan bilir, biliyorum.
Sevgilinin bana yâr olmadığını yabancılar biliyor; ben de bunu yabancıların bildiğini biliyorum.
Vefalıları avlamak için zülfünü tuzak yapalı, beni bu tuzağa tutulmuş biliyor, biliyorum.
Ona gönlümün hâlini açmama ne lüzum var; dertli gönlümde olanları biliyor, biliyorum.
Ey Fuzûlî, sevgili bana konuşma arkadaşı olmazsa şaşılacak şey mi? Benimle konuşmayı kendisi için bir leke sayıyor, biliyorum.
3
Dost bîpervâ felek bîrahm devrân bîsükûn
Derd çok hemderd yok düşmen kavî tali’ zebûn
Sâye-i ümmîd zâil âfitâb-ı şevk germ
Rütbe-i idbâr râh-ı âlî pâye-i tedbîr dûn
Akl dûn-himmet sadâ-yı ta’ne yer yerden bülend
Baht kem-şefkat belâ-yı aşk gün günden füzûn
Ben garîb ü mülk-i râh-ı vasl pür teşvîş ü mekr
Ben harîf-i sâde levh ü dehr pür nakş-ı füsûn
Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tûfan-ı belâ
Her hilâl-ebru kaşı bir serhad-i meşk-i cünûn
Yelde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bîsebât
Suda aks-i serv tek tesir-i devlet vâjgûn
Serhad-i matlûp pür mihnet tarîk-i imtihân
Menzil-i maksûd pür âsîb râh-ı âzmûn
Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek perdenişîn
Sâgar-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn
Tefrîka hâsıl tarîk-i mülk-i cem’iyyet mahûf
Âh bilmem neyleyim yok bir muvâfık rehnümûn
Çehre-i zerdin Fuzûlî’nin tutupdur eşg-i al
Gör ana ne rengler çekmiş sipihr-i nilgûn
3
Dost pervasız, felek merhametsiz, devran sükûnsuz; dert çok, dert arkadaşı yok, düşman kuvvetli, talih âciz.
Ümit gölgesi kaybolmuş, arzu güneşi hararetli; düşkünlük rütbesi yüksek, tedbirin mevkii aşağı.
Aklın himmeti kısa, ayıplama sesleri yer yerden üstün; talihin şefkati az, aşk belası günden güne daha fazla.
Ben garip, kavuşma yolunun bulunduğu ülke hile ve karışıklık dolu; ben saf bir insan, dünya kitabı nakışlar ve büyülerle dolu.
Her selvi boylunun cilvesi, bir bela tufanı dalgası; her hilal kaşlının kaşı, bir çılgınlık kitabının baş satırı.
Bilgi temkini rüzgârda lale yaprağı gibi sebatsız, suda selvi aksi gibi devlet tesiri tersine.
Emelin son hududu mihnet dolu bir imtihan yolu; varılmak istenen hedef zarar dolu bir tecrübe yolu.
Maksadın güzeli saz nağmesi gibi perde içinde; içki kadehi saf şarabın kabarcığı gibi baş aşağı.
Cemiyet ülkesinin yolu korkunç, karışıklık hasıl oluyor. Ah! Ne yapayım bilmem, muvafık bir yol gösteren yok…
Fuzûlî’nin sararmış yüzünü kızıl gözyaşları kaplamıştır; gör, bak, mavi gök ona ne renkler çekmiş, ne oyunlar etmiştir.
4
Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsân
Niçün kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı
Gamım pinhân tutardım ben dediler yâre kıl rûşen
Desem ol bîvefâ bilmen inanur mı inanmaz mı
Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyanır halk-ı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su
Habibim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta’neyliyen gafil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
4
Sevgili beni candan usandırdı, kendisi cefadan usanmıyor mu? Ahımdan gökler yandı, emelimin mumu yanmayacak mı?
Sevgili bütün hastalarının derdine çare lütfediyor. Bana neden ilaç vermiyor, beni hasta sanmıyor mu?
Ben gamımı gizli tutuyordum. “Sevgiliye aç!” dediler. Söylesem o vefasız acaba inanır mı, inanmaz mı?
Ayrılık gecesinde canım yanıyor, ağlayan gözüm kan döküyor. Feryadım halkı uyandırıyor, kara bahtım uyanmayacak mı?
Senin yüzünün gülüne karşı, gözümden su kanlı akıyor. Ey sevgili, bu gül mevsimidir, akan sular bulanmaz mı?
Ben sana meyletmiş değildim, sen aklımı başımdan aldın. Beni ayıplayan gafil seni görünce utanmayacak mı?
Fuzûlî çılgın bir rinddir, boyuna halka rüsva olur. Sorun ki bu ne sevgidir, bu sevgiden usanmıyor mu?
5
Benim tek hiç kim zâr ü perîşân olmasın yâ Rab
Esîr-i derd-i aşk u dâğ-ı hicrân olmasın yâ Rab
Demâdem cevrlerdir çektiğim bîrahm bütlerden
Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasın yâ Rab
Görüp endîşe-i katlimde ol mâhı budur derdim
Ki ol endîşeden ol meh peşîmân olmasın yâ Rab
Çıkarmak etseler tenden çeküp peykânın ol servin
Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasın yâ Rab
Demen kim adli yok yâ zulmü çok her hâl ile olsa
Gönül tahtına andan özge sultân olmasın yâ Rab
Cefâ vü cevr ile mutâdım anlarsız nolur hâlim
Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasın yâ Rab
Fuzûlî buldu genc-i âfiyet meyhâne küncünde
Mübârek mülkdür ol mülk vîrân olmasın yâ Rab
5
Ey Tanrı! Hiç kimse benim gibi acılı ve perişan olmasın. Aşk derdine ve ayrılık yarasına esir olmasın.
Merhametsiz güzellerden boyuna eziyetler görmekteyim. Bir Müslüman bu kâfirlere esir olmasın.
O ay gibi güzeli, beni öldürmek düşüncesinde gördüm. Derdim şudur: Aman Tanrı’m, sakın o sevgili, o düşünceden pişman olmasın!
O selvi boylunun attığı oku çekip vücudumdan çıkarmak isteseler, ey Tanrı’m, çıkan yaralı gönlüm olsun, o ok olmasın.
Adaleti yok yahut zulmü çok demem, her hâl ile olsun. Gönül tahtına ondan başka sultan olmasın Tanrı’m!
Cevr ve cefaya alıştım, onlarsız hâlim ne olur? Cefasına sınır, cevrine son olmasın Tanrı’m!
Fuzûlî meyhane köşesinde afiyet hazinesi buldu. O ülke mübarek bir ülkedir, viran olmasın Tanrı’m!
6
Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni
Az eyleme inâyetini ehl-i dertten
Yâni ki çok belâlara kıl mübtelâ beni
Oldukça ben götürme belâdan irâdetim
Ben isterim belâyı çü ister belâ beni
Temkînimi belâ-yı mahabbette kılma süst
Tâ dost ta’n edip demeye bîvefâ beni
Gittikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın
Geldikçe derdine beter et mübtelâ beni
Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni
Nahvet kılıp nasîb Fuzûlî gibi bana
Yâ Râb mukayyed eyleme mutlak bana beni
6
Can verme gam-ı aşka ki aşk âfet-i cândır
Aşk âfet-i cân olduğu meşhûr-ı cihândır
Sûd isteme sevdâ-yı gam-ı aşkda hergîz
Kim hâsıl-ı sevdâ-yı gam-ı aşk ziyândır
Yahşi görünür sûreti mehveşlerin ammâ
Yahşi nazar ettikte serencâmı yamandır
Aşk içre azâb olduğun andan bilürem kim
Her kimse ki âşıkdır işi âh ü figandır
Ger derse Fuzûlî ki güzellerde vefâ var
Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır
6
Allah’ım, beni aşkın belasına aşina et, bir an aşk belasından ayırma beni!
Dert çekenlerden lütfunu esirgeme: Yani beni çok belalara düşür!
Ben var oldukça, belaya karşı olan arzumu kaybettirme, bela beni istediği gibi, ben de belayı isterim.
Aşk belasında irademi gevşetme, ki sevgilim ayıplayarak bana vefasız demesin.
Gittikçe sevgilimin güzelliğini fazlalaştır, geldikçe beni daha beter derdine düşür!
Onun ayrılığıyla vücudumu öyle zayıf bir hâle getir ki meltem estiği zaman beni ona ulaştırması mümkün olsun.
Fuzûlî gibi kibir nasip ederek körü körüne beni bana bağlama Allah’ım!
6
Aşkın gamına canını kaptırma, çünkü aşk can belasıdır: Aşkın can belası olduğu bütün dünyada meşhurdur.
Aşk derdinin sevdasında hiçbir zaman menfaat isteme; çünkü aşk derdi sevdasının mahsulü sadece ziyandır.
Ay yüzlülerin şekilleri güzel görünür ama iyi bakılırsa bu görünüşün neticesi yamandır.
Aşkta azap olduğunu şundan bilirim ki âşık olan kimselerin işi hep ah ve feryattır.
Fuzûlî, “güzellerde vefa var” derse aldanma, zira şair sözü elbette yalandır.
Leylâ vü Mecnûn’dan
Mecnûn’la Ceylan
Gördü ki bir avcı dâm kurmuş
Dâmına gazâller yüz urmuş
Bir âhâ esîr-i dâmı olmuş
Kan yaşı kara gözüne dolmuş
Boynu burulu ayağı bağlu
Şehlâ gözü nemlü cânı dağlu
Ahvâline rahm kıldı Mecnûn
Baktı ana döktü eşg-i gülgûn
Gönlüne katı gelip bu bîdâd
Yumşak yumşak dedi ki sayyâd
Rahmeyle bu müşk-bû gazâle
Rahmetmez mi kişi bu hâle
Sayyâd bu nâtüvâne kıyma
Kıl cânına rahm câne kıyma
Sayyâd sakın cefâ yamandır
Bilmezsin mi ki kana kandır
Sayyâd bana bağışla kanın
Yandırma cefâ oduna canın
Sayyâd dedi budur maaşım
Açman ayağın giderse başım
Mecnûn ana verdi cümle rahtın
Pâk eyledi bergden dırahtın
Ol turfa gazâlin açtı bendin
Şâd eyledi cân-ı derdimendin
Yüz urdu yüzüne kıldı efgân
Göz sürdü gözüne oldu giryân
Ey çeşm-i nigâr yâdigârı
Seyl eyle bana gam-ı nigârı
Kıldıkta hayâl-i çeşm-i Leylî
Sen ver ben hastaya tesellî
Mecnun’la Ceylan
Giderken baktı ki bir avcı tuzak kurmuş ve tuzağına ceylanlar düşmüş. Bu tuzağa esir olan bir ceylanın kanlı gözyaşları kara gözlerine dolmuş. Boynu bükülmüş, ayağı bağlı, şehla gözü nemli ve canı yaralı. Mecnun bu ceylanın hâline acıdı, ona bakarak gül rengi gözyaşları döktü. Bu zulüm, gönlüne çok sert geldi; yumuşak yumuşak dedi ki:
“Avcı, bu mis kokulu ceylana merhamet et! İnsan bu hâle acımaz mı? Bu zavallı zayıfın canına acı, cana kıyma! Avcı, cefa yamandır, ondan sakın. Bilmiyor musun ki kan edene kan olur! Avcı, bunun kanını bana bağışla, canını cefa ateşinde yakma.”
Avcı cevap verdi:
“Benim yiyeceğim budur, başımı kesseler ayağını açmam. Bu avı öldürmeyi ihmal edersem sonra çoluğumun çocuğumun hâli ne olur?”
Mecnun, bir ağacı yapraklarından temizler gibi üstündeki bütün kıymetli şeyleri çıkararak ona verdi. O güzel ceylanın bağlarını açtırıp dertli canını şad etti. Yüzünü yüzüne dayayarak figana başladı ve gözünü onun gözüne sürerek ağladı:
“Ey bana sevgilimin gözünü hatırlatan, onun gamını çekmemi kolaylaştır! Leyla’nın gözü hayalime geldikçe ben hastaya sen teselli ver!”
Bepul matn qismi tugad.