Kitobni o'qish: «KADIM SEHRIN SIFRELERI»

Shrift:

İstanbul’da geçen bir macera yazmanın artık zamanının geldiğini hatırlatan sevgili Banu Uğurlu ve Fatih Üstündağ’a; kimi şifrelerin çözüm noktalarını belirlerken yaşadığım kararsızlıklar sırasında, çocukluk anılarını paylaşarak fikirler veren “acil destek hattı”, sevgili editörüm Hülya Şat’a teşekkürlerimi sunarım.

Ve doğup büyüdüğüm, uzaklara düşsem de hep kalbimde taşıdığım canım İstanbul’a minnet dolu teşekkürler…

1. BÖLÜM
Ne Ekip Ama!

Emirgân sırtlarındaki dik yokuşu, pergel gibi bacaklarıyla, oldukça çevik adımlarla aşan adam aniden durdu. Uzun ve irice burnuyla tuhaf bir zıtlık oluşturan küçük, yuvarlak tel çerçeveli gözlüklerini düzeltti; dikkatli gözlerle çevresine baktı. Az kalmış olmalı, diye düşündü. Derin derin nefes alınca soğuk havanın ciğerlerini yaktığını hissetti. Gün henüz ışımaktaydı. Bu yüzden keskin soğuğun etkisi fazlasıyla hissediliyordu. O sırada birkaç yağmur damlası, lacivert pardösüsünün omuzlarına inince yeniden yürümeye koyuldu. Bir yandan üst cebini yokladı; zarf yerindeydi. Yağmur iyice bastırmadan onu adresine ulaştırsa fena olmayacaktı.

Adam az sonra, yüz yıllık çam ağaçlarının arasına gizlenmiş, üç katlı, beyaz badanalı köşkün iki kanatlı, ferforje bahçe kapısının önünde durdu. Yaklaşık otuz yıl önce bir hayırseverin okula dönüştürülmek üzere bağışladığı binaya hayranlıkla baktı. Derin bir sessizliğe bürünmüştü. Gözleri bahçe kapısının hemen yanındaki bekçi kulübesine kaydı; boştu. Demek ki okulun gece bekçisi yoktu. Ardından cebindeki zarfı çıkarıp posta kutusunun aralığından kaydırdı. Son bir kez daha okula bakarak içini çekti ve tırmandığı yokuşu bu kez uçarcasına inmeye koyuldu.

Işıl öğretmen telaşla ikinci katın merdivenlerini çıktı ve kendine öğrencilerin arasından yer açmaya çalışarak, pek de uzun olmayan koridor boyunca koşar adım ilerledi. Bu sırada çarpmaktan kıl payı kurtulduğu birkaç öğrenciyi, “Koridorda koşulmaz, arkadaşlar!” diye uyardı. Atkuyruğu yaptığı kahverengi saçları attığı her adımda sağa sola sallanıyor, beyaz önlüğünün etekleri geriye doğru uçuşuyordu. Hızını alamayıp koridorun sonundaki sınıfın, ardına kadar açık duran kapısından içeri nefes nefese daldı. Dalmasıyla yüzünün asılması bir oldu. Sınıf boştu. Yalnızca dipteki sıralardan birinde harıl harıl bir şeyler yazmakta olan öğrenci dışında kimse yoktu.

Işıl öğretmen nefesini kontrol altına almaya çalışarak, “Diğerleri nerede Ateş?” diye sordu.

Ateş kafasını, neredeyse yapıştığı defterden kaldırıp şaşkın bir ifadeyle öğretmenine baktı. Elini, adına yakışan dalgalı kızıl saçlarına götürerek kafasını kaşıdı. Kelimenin son harfini uzatarak, “Teneffüsteee…” diye karşılık verdi. “İki ders arası temiz hava almak ve dinlenmek için biz öğrencilere bahşedilen arayı değerlendiriyorlar.”

Ateş bir an öğretmeninin bu anlamsız sorusunun amacını düşündü. Aslında onun da arkadaşlarıyla birlikte sınıfın dışında herhangi bir yerde olması gerekirdi. Oysa ev ödevlerini okulda yetiştirmek gibi bir huyu vardı. Ateş de en az kendisini sürekli uyaran öğretmenleri gibi, bu huyundan hoşlanmıyordu. Ama huydu işte, öyle kolay kolay değişmiyordu ki!

Işıl öğretmen çok zeki bir kadındı ve sorusunun amacı, konuyu Ateş’in bu konudaki disiplinsizliğine getirmek olabilirdi. Sıradaki soruyu ise tahmin etmek hiç de zor değildi: Peki o hâlde senin ne işin var burada, niye arkadaşlarınla birlikte değilsin?.. Sorunun ardından öğretmenin çekeceği söylevin içeriğini de iyi biliyordu Ateş. İşin kötüsü, söylev teneffüsün süresini yiyip biterecek, ders başlayacak ve böylece ödevini yetiştiremeyecekti. Çilli yüzünün hafifçe kızardığını hissetti. Ödevini evde yapmamasına gerekçe olarak yaratıcı ve yeni bir “bahane” bulup teneffüsü kurtarmak için beynini zorladı.

Öğretmen, Ateş’in aklından geçenlerden habersiz, burnunun ucuna inen lacivert çerçeveli gözlüklerini geriye doğru itip yüzünü hafifçe buruşturdu. “Saçmalama Ateş!” diye söylendi. “Teneffüsün ne olduğunu biliyorum! Ama böylesine berbat bir havada, en azından sizin, koridoru istila etmek yerine, sınıfı birbirine katmayı tercih edeceğinizi düşünmüştüm!”

Ateş yüzü normal rengine kavuşurken pencereden dışarı bir bakış attı. Gerçekten de yağmur şiddetini artırmıştı. Bahçede ağaçlardan, böceklerden ve kuşlardan başka canlı varlık olmadığına emindi. Az önce kurduğu cümledeki “temiz hava almak” kelimeleri kendisine de saçma geldi. Teneffüs sırasında koridorların havasının ne kadar temiz olduğu da tartışılırdı!

Işıl öğretmen, “O zaman gidip arkadaşlarını çağır lütfen!” dedi. “Size vermem gereken önemli bir haber var ve pek zamanımız yok!”

Ateş kahverengi gözlerini kocaman açıp öğretmenine baktı. Çağırmak mı, diye düşündü. Sınıf mevcudu 28 kişiydi ve bunun anlamı, kimi zaman “balta girmemiş ormanı” hatırlatan koridora dalıp 27 sınıf arkadaşını bulmak demekti. Asıl Işıl öğretmen saçmalıyordu! Üstelik yasak olduğu hâlde, alt ve üst katların koridorlarına sızan “kendini bilmezler” de vardı. Ateş, “Ama, nasıl?..” diye ağzında gevelese de öğretmen umursamadı. Elindeki zarfa gözlerini dikmişti, Ateş’e bakmıyordu bile.

Ateş koridora adım atar atmaz, ilerideki sınıfın kapısında dikilen birkaç arkadaşını gördü. Kızlar neşe içinde laflıyorlardı. Belki de sınıfı toplaması tahmininden kolay olacaktı. Hem onlardan kendisine yardımcı olmalarını isteyebilirdi.

Böylece kızlara doğru birkaç adım atmıştı ki, tam o sırada bir omuz darbesiyle dengesi bozuldu. İri cüssesine rağmen, doksan derecelik bir açıyla dönmüştü. Kendini toparlayıp yeniden kızların olduğu tarafa yönelince artık sınıfın kapısında olmadıklarını gördü. “Yer değiştirme hızları, çenelerinin hızına eşit!” diye homurdandı. Teneffüs zilinin çalmasını beklemekten başka bir çaresi olmadığını düşünürken, aklına parlak bir fikir geldi. Hızlı adımlarla koridorun diğer ucuna doğru ilerlemeye koyuldu. Bir yandan gözleriyle kat hizmetlisini arıyordu. Tahmin ettiği gibi ortalarda yoktu. Yine dişlerini ve akciğerlerini daha da karartmak için teneffüsü fırsat bilmişti! Ateş, adamın “içeriğinin” yavaş yavaş nikotin, karbonmonoksit, arsenik ve adını bilmediği başka birtakım maddelere dönüştüğünden şüpheleniyordu!

Kimsenin kendisiyle ilgilenmediğine emin olunca merdivenlerin başındaki kutunun cam kapağını açıp baktı. Mekanizma ne kadar karmaşık olabilirdi ki!.. Birkaç tuşa dokunmasıyla teneffüsün sona erdiğini duyuran sesin binayı kaplaması bir oldu. Ateş cam kapağı acele hareketlerle kapatıp geldiği yöne doğru gerisin geri yürüdü. Koridorun yarısını katetmişti ki, hizmetlinin panik içinde koşturduğunu gördü. Adam mekanizmayı durdurmaya çalışsa da artık çok geçti. Öğrenciler homurdanarak sınıflarına girmeye başlamışlardı.

Ateş herkesten önce sırasına döndü. Arkadaşları yerlerine yerleşene kadar birkaç dakikası daha vardı. Ama Işıl öğretmen o birkaç dakikayı da ele geçirmeye kararlıydı! Kimsenin oturmasını beklemeden konuşmaya başladı. “Arkadaşlar, size çok önemli bir haberim var!”

Sıraların çekilme gıcırtısına karışan sesini duyurmak için daha da yükseltti. “Bir süre önce, okulumuz adına bir yarışmaya başvurmuştum. Açıkçası artık umudumu kesmiştim, ama bugün yaptığım başvuruya bir yanıt geldi.” Sözlerini kanıtlamak istercesine, elindeki zarfı havaya kaldırıp salladı. Bu sırada çenesini de hafifçe yukarı kaldırmıştı; kendisiyle gurur duyuyor gibiydi.

Ön sıradaki bilmiş kızlardan biri, “Ne yarışması, bilgi mi?” diye sordu.

Işıl öğretmen, “Aslında bildiğimiz yarışmalardan biraz farklı.” diye karşılık verdi. “Bir tür okullar arası hazine avı!”

Sınıfın hepsi sözleşmişçesine bir ağızdan, “Hazine avı mı?” diye bağrıştı.

Öğretmen, çocukların ilgisini çekmiş olmaktan memnun, gülümseyerek başıyla onayladı. “Üstelik hiç vakit kaybetmeden işe koyulmamız gerekiyor. Çünkü ‘av’ bana mektup gönderildiği an başlamış oldu!”

Herkesi saran heyecan dalgasını birbirine karışan sorular izledi:

“Nasıl bir hazine?”

“Nerede arayacağız?”

“Nasıl arayacağız?”

Işıl öğretmen ellerini çırparak, “Biraz sessiz olup beni dinlerseniz açıklayacağım.” diye seslendi. O sırada masasındaki çekmeceden bir kutu çıkardı. İçindeki ufak tefek gereçleri çekmecenin içine boşaltıp kutuyu ön sıradaki bilmiş kıza uzattı. “Selin, sınıftaki tüm arkadaşlarının isimlerini küçük kâğıtlara yazıp katlayarak içine atar mısın lütfen? Kendi adını yazmayı da unutma.”

Selin abartılı hareketlerle çantasından kâğıt çıkarıp yazmaya koyuldu. Öğretmen bu görevi ona verdiği için yüzüne kendini beğenmiş bir ifade yerleşmişti.

Işıl öğretmen, zarfın içindeki mektubu çıkartıp çocuklara doğru tuttu. “İşte, burada yazdığı üzere, okulumuz, İstanbul il sınırları dâhilinde düzenlenen hazine avına katılacak az sayıdaki şanslı okuldan biri! ‘Hazine avı’ kelimeleri size bir oyunu çağrıştırıyor olabilir. Ancak hiç şüpheniz olmasın ki zekâ, bilgi, hız gerektiren oldukça zor ve yorucu bir oyun! Çünkü hazineye ulaşmak için bir dizi şifrenin çözülmesi gerekecek ve bir yandan da İstanbul’da oradan oraya koşturmak! Son şifreye ulaşıp onu en çabuk çözen okul ise tahmin edeceğiniz gibi hazinenin sahibi olacak.”

Öğretmenin sözleri uğultuya neden oldu. İsimlerin yazılı olduğu kâğıtları kesip sıra arkadaşının yardımıyla katlayan Selin, gözlerinin parlamasına engel olamayarak, “Hazine, mücevher dolu bir sandık mı?” diye sordu.

Öğretmenden önce arka sıralardan bir ses duyuldu. “Aslında Kaptan Flint’in definesi! İstanbul’a gömmüş!”

Sınıftan gülüşmeler yükselirken Selin, “Ay çok komik!” diyerek yüzünü buruşturdu.

Öğretmen de kendini tutamayıp gülümserken, “Mücevher olduğunu sanmıyorum Selin.” diye cevapladı. “Ama değerli olduğuna ve okulumuza yarar sağlayacağına eminim.” Ardından tüm sınıfa döndü. “Hepinizin bu heyecana ortak olmak isteyeceğinizi biliyorum. Ama kurallara göre her okuldan yalnızca üç öğrenci katılabiliyor.”

Bu defa sınıftakilerden, öğretmenin sözlerini onaylamadıklarını gösteren bir uğultu yükseldi. Bir tek Ateş konuşulanlarla hiç ilgisi yokmuş gibi ödevini tamamlamaya çalışıyordu. Çünkü nasılsa az sonra bu şamata sona erecek ve Işıl öğretmen ödevleri kontrol etmeye koyulacaktı. Şu hazine avı meselesi çok işine yaramış ona zaman kazandırmıştı.

“Hayal kırıklığına uğramanızı anlıyorum.” diye devam etti öğretmen. “Ama yarışmaya başvurma fikri bana ait olduğu için, meslektaşlarımın önerisiyle sadece kendi sınıfımı bu oyuna dâhil ediyorum. Böylece zaten katılma şansınız onda bire yükseliyor!” O sırada Selin’in uzattığı kutuyu altından tutup hafifçe havada salladı. “Şanslı üçlüyü belirlemek için çekiliş yapacağız.” Sonra bir an durdu. Alt dudağını ısırdı. Aklına gelen fikri kendi kendine onaylarcasına başını salladı ve sınıftan dışarı fırladı. Hemen ardından yanında müstahdemle geri döndü. “Adil bir seçim için çekilişi Bekir Efendi yapacak.” diye bildirdi.

Bekir Efendi utangaç bir ifadeyle, kararmaya yüz tutmuş dişlerini göstererek sırıttı. Elini kutunun içine daldırdı. Sınıfın tümü, gözlerini adama dikip bekledi. O ise bu ilginin keyfini sürmek için elini kutunun içinde döndürmeye başladı.

Sonunda Işıl öğretmen, “Hadi ama Bekir Efendi sonsuza dek bekleyemeyiz!” diye uyarınca, ilk küçük kâğıt parçası kutudan çıktı.

Bekir Efendi, “Kaan!” diye açıkladı.

Sınıftan bu seçimi onaylamayan sesler duyulurken, sıraların birinin ardına sinmiş, simsiyah saçlı, siyah gözlü, ufak tefek bir çocuk yavaşça ayağa kalktı. Sınıf arkadaşları arasında 13 yaşını en önce o doldurduğu hâlde, sınıfın en küçüğüymüş gibi duruyordu. Üstüne üstlük içine kapanık ve sessiz bir çocuktu, bu yüzden neredeyse hiç arkadaşı yoktu. Zaten ona kalsa o anda, bütün bakışları üstünde hissetmektense buhar olup uçmayı tercih ederdi. Adını duyunca yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Ne yapacağını bilemeyerek yerinde sağa sola doğru hafifçe sallandı. Öğretmeni gülümseyip oturmasını işaret edince yeniden sırasına gömüldü.

Bu sırada Bekir Efendi yine kutuyu karıştırdı. Ardından, “Ceren!” dedi yüksek sesle.

Kaan’ın iki sıra arkasında oturan Ceren ayağa kalktı. Kaan’ın aksine oldukça uzun boyluydu. Sarı saçları atkuyruğu hâlinde sırtına iniyordu. Onun da pek arkadaşı yoktu. Ama nedeni utangaç oluşu değildi. Tam tersine fazlasıyla açık sözlüydü. Sınıftaki kızların aralarında yaptıkları konuşmalara tahammül edemez ve bunu hiç çekinmeden söylerdi. Ceren’e göre, hepsinin tek bildiği son moda giysilerden, popüler şarkıcılardan ve televizyon programlarından söz etmekti. Hem müzik bilgisi, toplama gençlerden oluşturulmuş ve bir anda ünlenmiş müzik gruplarının solistine hayran olmakla sınırlı kalan birileriyle Ceren’in nasıl bir ortak noktası olabilirdi ki! Erkeklerin neredeyse tek anladıkları şey ise futboldu. Biri, sevdiğiniz spor dallarını sayın dese, çoğu boş boş bakmakla yetinebilirdi!

Ceren’in isminin okunmasının ardından, yine hoşnutsuzluk içeren homurtular duyuldu. Ceren hiçbirini umursamadı, omuzlarını dikleştirmekle yetindi. Öğretmen işaret edince o da yerine oturdu.

Müstahdem bu beklenmedik önemli göreve kendini iyice kaptırmış, son ismi açıklamak üzereydi. Küçük kâğıdı kalın parmaklarıyla açtı. Bir an bekledi. Belli ki heyecan yaratmak istiyordu. “Evet veee…” diye kelimeyi uzattı. Sonra da, “Ateş!” diye var gücüyle bağırdı.

Işıl öğretmen olduğu yerde irkilirken, Ateş kelimenin tam anlamıyla yerinden sıçradı. İsminin neden böylesine yüksek sesle söylendiğini anlayamamıştı. Bir an için adamın, zili vaktinden önce kendisinin çaldığını anladığını düşündü. Oysa Ateş ayağa kalkarken, Bekir Efendi ağzı kulaklarında kutuyu öğretmene teslim ediyordu.

Bekir Efendi kapıyı ardından kapatarak çıkarken, öğretmen heyecanla karışık bir sevinç içinde adı açıklanan üç öğrencisine döndü. “Sizi buraya yanıma alayım.” diye işaret etti.

Yüzünde sersemce bir ifadeyle yerinden kalktığını gören birkaç arkadaşı, Ateş’e gülümsedi. Öğretmenin yanına doğru yürürken, koridor hizasında oturan bir çocuk, elini yumruk yapıp Ateş’e doğru uzattı. Ateş de aynı hareketi yapınca yumruklarını dostça tokuşturdular. Bunu başka birkaç çocuğun dostça omzuna vurması izledi. Ateş hafifçe gülümseyerek onlara teşekkür etti. Sonra da oldukça arkadaş canlısı olmasına rağmen, daha önce sadece selamlaşmakla yetindiği Ceren ve Kaan’ın yanında yerini aldı.

Işıl öğretmen, üçünden de daha heyecanlı görünüyordu. “Evet arkadaşlar, okullar arası düzenlenen hazine avında, Çamlı Köşk Okulunu temsil edecek ekibimiz; Kaan, Ceren ve Ateş’ten oluşmaktadır.” diye bildirdi. “Yarışma sonuçlanana kadar, yani önümüzdeki birkaç gün onları okulda göremeyeceksiniz. Çünkü İstanbul’u arşınlıyor olacaklar! Ve eminim ‘iyi şanslar’ dilemeniz işlerine yarayacaktır.”

Bunun üzerine, “İyi şanslar” dileklerine, “Çok şanslısınız!” diye çınlayan sesler karıştı.

Işıl öğretmen; Kaan, Ceren ve Ateş’e çantalarını almalarını söyledi. Sınıfa ise az sonra döneceğini ve mümkünse okulu ayağa kaldırmadan, sessizce beklemelerini…

Ateş az önce tamamladığı ödevine bakıp içini çekerek hızla toparlandı. Diğerlerinin ardından sınıftan çıkarken, birinin, “Ne ekip ama!” diyerek güldüğünü duydu.

2. BÖLÜM
İlk Şifre ve Esrarengiz Mektup

Az önceki karmaşa yerini, derin bir sessizliğe bırakmıştı. Koridora çıkınca Işıl öğretmen gülümsedi. Öğrencilerine cesaret vermek istiyordu. Çünkü üçü de oldukça şaşkın görünüyordu. Her zaman hazırcevap ve girişken olan Ateş bile dilini yutmuştu sanki.

“Öğretmenler odası boştur şimdi, orada rahatça konuşabiliriz. Hem ebeveynlerinize de haber vermem gerekiyor. Onların izni olmadan böyle bir yarışmaya katılamazsınız. Aslında zamanım olsaydı planlı hareket ederdim, ama ilk şifreyi mektupla birlikte gönderdikleri için gerçekten kaybedecek vaktimiz yok.” Işıl öğretmen derin bir nefes verdi ve merdivenleri uçarcasına çıkmaya başladı.

“Şifre” kelimesi onca kelimenin arasından sıyrılıp sanki bir süre havada asılı kalmıştı. Beş harfli bir kelimenin içinde barındırdığı gizem, nasıl da heyecan vericiydi. Ateş, Ceren ve Kaan kalplerinin daha hızlı attığını hissettiler.

Ateş, öğretmeninin ardından koşturarak, “Benimkiler sorun çıkarmaz.” dedi. “Zaten ikisi de geç saatlere kadar çalışıyorlar.”

Ceren, “Benimkiler de!” diye onayladı. “Yani geç saatlere kadar çalışmıyorlar ama sorun çıkarmazlar. Ne de olsa okulla ilgili… ödev gibi bir şey…”

Kaan sessizliğini korumakla yetindi. Onunkilerin ne diyecekleri belli olmazdı. Kaanların evinde, en ufak bir istek kocaman bir soruna dönüşebilirdi.

Öğretmenler odası gerçekten de boştu. Işıl öğretmen, bir ucu okulun fotoğraflarıyla tarihçesinin asılı olduğu duvara doğru uzanan, uzun ve geniş toplantı masasını işaret etti. “Siz oturun. Hatta ben ebeveynlerinizle görüşürken ilk şifreye göz atın.” Konuşurken bir yandan da masanın kenarında duran bloknottan kopardığı sayfaya, mektupla gelen şifreyi yazdı. Sonra da telsiz telefonu ve velilerin telefon numaralarının yazılı olduğu listeyi kapıp gerisin geriye odadan çıktı.

Ateş ortamı ısıtmak için gülümsemeye çalıştı. “Eğlenceli birkaç gün olacağa benziyor.”

Ceren, “Elbette bu senin eğlence anlayışına bağlı.” diye terslendi. “Bence zorlu ve yorucu geçecek.”

Ateş bu huysuz kıza cevap yetiştirmek yerine, şifrenin yazılı olduğu kâğıdı önüne çekti ve yüksek sesle okumaya başladı.

Dünyanın en değerli hazinesine ulaşmak için, say sıfır’dan 10’a.

Ancak saymaya “dünyanın başlangıç noktası”ndan başla.

“Nokta” dendiğine bakma, boyundan büyük bir taş ara.

Altınları yitip gitmiş olsa da değerini hiç azımsama.

Arar da bulamazsan, git sor Sultan’a, mutlaka cevap verir o sana.

Üçü de soran gözlerle birbirlerine baktılar. Bu da neydi böyle?

Ceren, “Zorlu olacağını söylemiştim.” diye bilgiçlik tasladı. Sonra düşündüğünü gösterircesine kaşlarını çatarak kâğıda gözlerini dikti. “İlk cümleye bakılırsa hazineye ulaşmak için 11 şifre çözmek gerekiyor sanırım. Ama 1’den değil de 0’dan başlamasının bir nedeni olmalı.”

Kaan da gözlerini kâğıda dikmişti. Mırıldanarak şifreyi yeniden okudu. Sonunda konuşmaya karar vermiş olacak ki, “Sıfır sayıyla değil yazıyla; bence bunu dikkate almamız gerekir.” dedi.

Ateş başını olumlu anlamda sallayarak söze girdi. “İkinci cümlede ise dünyanın başlangıç noktası diyor. Sıfır derken de sıfır noktasını kastediyor olabilir. Bir bakıma aynı şeyi tekrarlıyor. Demek ki önemli bir ipucu.”

Kaan, “Dünyanın başlangıç noktası ya da sıfır noktası, Greenwich’tedir.” diye heyecanla atıldı. “Başlangıç meridyeni orada olduğu için…”

Ceren, “Evet haklısın.” diye onayladı. Bu sırada cam gibi parlayan mavi gözlerini Kaan’a dikmişti. “Hem zaten Greenwich, İstanbul il sınırları dâhilindeki nadide bir ilçemizdir!”

Kaan, kızın bu alaycı tavrı üzerine, oturduğu yerde büzüldü. “Greenwich’in İngiltere’nin başkenti Londra’da olduğunu biliyorum.” diyerek kendini savundu. “Ben sadece…”

Ateş, “Sen doğru olanı yaptın Kaan…” diyerek atıldı. Ancak konuşurken Kaan’a değil de Ceren’e bakıyordu. Kızın tutumuna kızmıştı. “Aklımıza gelen her bilgiyi paylaşmalıyız. İmkânsız ya da saçma olduğunu düşünsek bile… Hem anlaşılan o ki, yardım almadan bu işin altından kalkamayacağız.”

Kaan, Ateş’ten cesaret alarak, “Işıl öğretmen bize yardım etmez mi?” diye sordu. “Sosyal bilgiler öğretmeni olduğuna göre…”

Ceren başını olumsuzca salladı ama bu defa konuşurken sesi daha yumuşaktı. “Sorarız, ama sanmıyorum. Duymadın mı, okulu temsil edecek ekibi sayarken yalnızca üçümüzün ismini söyledi. Yoksa kendi ismini de eklerdi. Bu işte bir başımızayız!”

Ateş, “Ben de Işıl öğretmenin bizimle şifreleri çözeceğini sanmıyorum.” diyerek Ceren’e katıldı. “Zaten yardım derken başka bir şeyi kastetmiştim: Kitapları! Kitaplardaki bilgilerden destek alıp akıl yürütmemiz gerekiyor.” Bir an durdu. Kendi kendini onaylarcasına, “Evet, yapmamız gereken kesinlikle bu!” diye ekledi.

O sırada öğretmenler odasının kapısı açıldı ve Işıl öğretmen yüzünü kaplayan bir gülümsemeyle içeri daldı. “Ebeveynlerinizle görüştüm, her şey yolunda.” diye açıkladı. Gerçi Kaan’ın annesini ikna etmek pek öyle kolay olmamıştı. Kadın, oğlunun iki arkadaşıyla birlikte, koskocaman İstanbul’da başına buyruk dolaşacak olmasını saçma bulmuştu. Nasıl bir yarışmaydı ki bu? Artık insanlar ne yarışması düzenleyeceklerini şaşırmışlardı! Kaan’ın yerine başkası gidemez miydi?.. Neyse ki sonunda ikna olmuştu. Öğretmenin, sorularına verdiği mantıklı cevaplar karşısında daha fazla itiraz edememişti.

Işıl öğretmen aslında çekilişte Kaan’ın adının çıkmasına çok memnun olmuştu. Böylece bu içine kapanık çocuğun biraz olsun özgüven kazanacağına inanıyordu. Hazine avı, çocukların yalnızca İstanbul’u keşfetmelerini sağlamayacaktı; kendilerini de keşfedeceklerdi. İstanbul’u tanırken, kendilerini de daha yakından tanıyacaklardı.

Öğretmenin sözleri üzerine üçünün de yüzü ışıldadı. Bu sırada Ateş hemen, “Yardıma ihtiyacımız var.” diye atıldı.

Işıl öğretmen masadaki sandalyelerden birine oturdu ve, “Elbette olacak. Yüzyıllardır katlanarak büyüyen, dünyanın en eski ve en güzel şehirlerinden birinden söz ediyoruz. Aynı zamanda tarihî ve coğrafyası en karışık şehirlerin birinden de… Ona sığınan kimseyi geri çevirmemiş, herkese kucak açmış, hep dolup taşmış cömert bir şehir… Size ben yardımcı olmak isterdim ama…” Kadın yüzünü sıkıntıyla buruşturdu.

Ateş, onu bu durumdan kurtarmak için, “Biz kitaplardan yardım alacağımızı düşündük.” dedi.

“İyi düşünmüşsünüz. Bir de harita edinin mutlaka. İnternete başvurmayın. Bu yarışmayı amacından uzaklaştırır!”

Ateş, “Peki ya diğer şifreler?..” diye sordu. “İlkini çözdüğümüzde, elbette çözebilirsek…” O sırada şifrenin yazılı olduğu kâğıdı havaya kaldırıp salladı. “Sonrakine nasıl ulaşacağız?”

Öğretmen, “Ben bildireceğim size.” dedi.

“Siz mi? Yani şifrelerin hepsini biliyor musunuz?”

“Hayır, tabii ki bilmiyorum.” Sonra önlüğünün cebindeki telefonunu çıkardı. Siz her şifreyi çözüp sorulan yere ulaştığınızda cep telefonuma bir sonraki şifre gönderilecek.”

Ceren şüphe dolu gözlerle baktı. “Nereden bilecekler şifrede sorulan yere gidip gitmediğimizi? Hazine avını düzenleyenler her ekibin peşine birini mi takacaklar?”

Işıl öğretmen gülümsedi. “Kaç katılımcı okul olduğunu bilmiyorum. Ama her ekibin peşine birini takmaları zor olur herhâlde. Bu durumda sanırım, şifrelerde sorulan yerlerde birileri bekleyecektir. Sonra da doğru noktaya ulaşan her ekibin kendi okulundaki yetkilisine, yani bizim okulumuz için bana yeni şifreyi göndereceklerdir. En azından ben öyle olacağını tahmin ediyorum.”

Ceren, “Kimin hangi okulu temsil ettiğini nasıl anlayacaklar?” diye sordu. Sesinde yine alaycı bir ton vardı. Hazine avını düzenleyenlerin bir açığını yakaladığını düşünüyordu.

Bunun üzerine Işıl öğretmen yerinden fırladı. “Ah, neredeyse unutuyordum.” dedi heyecanla. Zarftan çıkan ve kaybetmemek için çantasına koyduğu üç rozeti aldı. “Bunları paltonuzun, montunuzun üstüne görülecek şekilde takın. Her okulu temsil eden rozet farklı olmalı. Böylece herkesi tanıyıp ayırt edebilecekler.”

Ateş, “Beyaz kartal!” derken kocaman rozetini inceledi. “Epey çarpıcı!”

Işıl öğretmen mektubu gözleriyle taradı. Hiçbir şey atlamak istemiyordu. “Telefon?” diye sordu. “Hanginizin cep telefonu var?”

Üçünün de vardı. Işıl öğretmen, çocukların numaralarını cep telefonuna kaydetti. “Öyleyse her yeni şifreyi aynı anda üçünüze de gönderirim. Böylece şarj bitmesi ya da telefon sessize alındığı için mesajın geldiğinin duyulmaması türünden aksaklıklar yaşamayız.” Ardından ayağa kalktı. “Sınıfı çok boş bıraktım. Umarım hâlâ yerindedir! Kendinize dikkat edin!”

Son cümle artık yola koyulmanın zamanının geldiğini bildiriyordu. Üçü de sırt çantalarını taktılar. Öğretmen kapıdan çıkmak üzereyken durdu. Yine çantasına elini daldırıp bir miktar para çıkardı. “Okul yönetiminden… Yol ve yemek parasına ihtiyacınız olacak. Hem harita için de lazım.”

Ateş, “Benim öğrenci kartım…” derken, öğretmen çocukların itiraz etmelerine izin vermeyeceğini belli edercesine baktı. “Öğrenci kartınla karnını doyurabileceğini sanmıyorum Ateş.” Sonra da yüzünde muzip bir gülümsemeyle, “Bir de turistleri izleyin.” dedi. “En azından ilk şifreyi çözerken belki bir faydası olur…”

Okulun giriş kapısına indiklerinde, Ceren, “Kendimizi yağmurun altına atmadan önce karar verelim.” dedi. “Ne tarafa gideceğiz? Çözmemiz gereken şifre yetmezmiş gibi Işıl öğretmen de şifreli konuştu. ‘Turistleri izleyin’ ne demek?!”

Kaan, “Bulmamız gereken turistik bir yer demek ki!” diye fikrini açıkladı.

Ateş, “Söz konusu olan İstanbul.” diye atıldı. “Şehrin büyük bölümü turistik.” Ardından şifreyi yeniden satır satır okudu. Son cümlede takılıp kaldı. “Git sor Sultan’a, git sor Sultan’a…” diye tekrarladı. “Ama hangi sultana?”

Ceren, “Fatih Sultan Mehmet olabilir mi?” diye sordu. “İstanbul’u fethettiğine göre…”

Ateş, “1481’de öldüğüne göre, gidip sormamız imkânsız!..” diye karşılık verdi.

Kaan, “Belki de şifrenin kastettiği kişi değil, bir yer ismidir.” diye mırıldandı. Bir yandan Ceren’e kaçamak bir bakış attı. Kızın yine terslemesinden çekiniyordu.

Oysa Ceren terslemek yerine, heyecan içinde haykırdı. “İyi düşündün! Tabii ya! Turistlerin en çok gidip gördüğü sultan! Sultanahmet!”

Kaan, “Yani aradığımız şey Sultanahmet’te mi?” diye sordu. Daha birkaç ay önce Kaan’dan yaşça büyük olan kuzeni şehir dışından gelmişti. İstanbul’da yaşayan bir arkadaşıyla buluşmaya giderken yanında Kaan’ı da götürmüştü. O gün Sultanahmet’e de gitmişler; yemek yiyip biraz etrafı gezmişlerdi.

Ateş omuzlarını silkti. “Olabilir. Hem fena bir başlangıç sayılmaz. En azından çemberi daraltmış oluruz. Yine de oraya kadar gitmeden önce araştıralım. Yakınlarda bildiğim bir kütüphane yok ama bir kitabevi var.”

Sıkıca sarınıp şemsiyelerini açtıktan sonra, okul binasından dışarı fırladılar. Ateş’in elini kaldırıp selam verdiği bekçi izin kâğıdı sormadı. Hatta gülümseyerek, “İyi şanslar!” diye seslendi. Haber çabuk yayılmış olmalıydı…

Kitabevine vardıklarında içerinin sakin olduğunu gördüler. Ateş hemen rafları düzenleyen görevliye İstanbul’la ilgili kitapların nerede olduğunu sordu. Görevli elindekileri bırakmadan, olduğu yerde doğruldu. “Ne tür bir şey arıyorsunuz?”

Ateş, “İstanbul hakkında bir kitap…” diye tekrarladı.

“Öyle de ne tür bir kitap olacak? Roman mı, araştırma kitabı mı, şehir rehberi mi? Yoksa sadece şehrin tarihiyle mi ilgili? Şehrin tamamını kapsayan ya da ayrı ayrı ilçelerini anlatan kitaplar da var. Ayrıca sarayları, müzeleri, lokantaları…”

Üçünün de gözleri korkuyla açıldı. Ceren telaşla, “Biz Sultanahmet’le ilgili bir kitap bakalım önce.” diyerek adamın sözünü kesti.

Bunun üzerine görevli elindeki kitapları bırakıp rafların arasında dolaşmaya başladı. Az sonra kucağında bir yığınla geri döndü. “Yalnızca Sultanahmet’le ilgili kitap bulamadım. Ama isterseniz bunlara bir göz atın.”

Kitap yığınını aralarında bölüşüp birkaç koltuk ve bir sehpadan oluşan köşeye yerleştiler. Müşterilerin acele etmeden kitap seçebilmeleri için ayrılmış bir bölümdü burası.

Ceren, Ateş’e, “Şifre gözümüzün önünde olsun.” dedi. Bunun üzerine şifrenin yazılı olduğu kâğıdı sehpaya koydular. Aralarında paylaştıkları kitaplara göz atmaya başladılar.

Çok geçmeden Ateş bol renkli resimli, ansiklopedi boyutlarında bir kitabı karıştırırken birden durdu. Heyecanla, “Hey, şuraya baksanıza!” dedi. “Bu taş Sultanahmet’teymiş! Şifrede ne diyor? Nokta dendiğine bakma, boyundan büyük bir taş ara. Bizden daha uzun olduğuna bahse girerim.”

Ceren, “Adı neymiş?” diye atıldı. Bir yandan elindeki tarih kitabının dizin kısmını açtı.

“Milion Taşı!”

Ceren, “İşte burada!” diye neredeyse bağırdı. “Milion Taşı, Bizans İmparatorluğu zamanında dünyanın başlangıç noktası olarak kabul ediliyormuş.” Sonra Kaan’a kaçamak bir bakış attı. “Yani dünyanın Greenwich’ten önceki başlangıç noktası diyebiliriz.” Gözleri satırların arasında kaydı. “Ve Altın Kilometre Taşı, yani Miliarium Aureum adıyla da anılmaktaymış. Şifrenin dördüncü cümlesinde, ‘Altınları yitip gitmiş olsa da değerini hiç azımsama.’ diyor. Artık dünyanın başlangıç noktası olarak görülmüyor, ama tarihteki önemine bakılırsa değerini azımsayamayız.”

Ateş, “Bence bulduk. Şifredeki her satıra uyuyor.” dedi. “Öyleyse bir de gidip yerinde görelim kendisini!”

Kitabevindeki görevliye teşekkür edip çıkmak üzereyken Kaan, Işıl öğretmenin sözlerini hatırladı. “Bir şehir haritası alalım.”

Görevli onlara bu konuda da yardımcı olup bir dizi haritayla dolu standı işaret etti. Ateş ilk gördüğü İstanbul haritasını almak üzereyken üstünde gördüğü yazı dikkatini çekti. Bu bir karayolları haritasıydı. İşlerine yaramazdı. Rafları biraz daha karıştırdıktan sonra resimli bir şehir planı buldular. Kasada parayı öderken, bu kez de görevliye Sultanahmet’e nasıl gidebileceklerini sordular. Adam önce kaşlarını çatıp bir süre düşündü, ardından sabırla güzergâhı tarif etti.

Kitabevinden çıktıklarında yağmur neredeyse durmuştu. İlk şifreyi çözdüklerini düşünen çocukların da keyfi yerine gelmişti. Ceren otobüs durağına doğru yürürken alayla gülerek, “Görevlinin bizden kurtulduğu için sevindiğine eminim.” dedi.

Işıl öğretmen ders bitimi hemen cep telefonunu kontrol etti. Henüz ikinci şifreyi bildiren bir mesaj gelmemişti. Ama zaten çocuklar şifreyi hemen çözmüş olsalar bile, Sultanahmet’e gitmeleri zaman alırdı. Kadın kendi kendine gülümsedi. Şifreyi okur okumaz cevabını bulmuştu. Öğrencilerine küçük bir ipucu vermekte de bir sakınca görmemişti. Ancak diğer şifrelerin daha zor olma ihtimali vardı. Umarım altından kalkabilirler diye düşündü.

Sonra birden yüzüne endişe dolu bir ifade yerleşti. Aklına getirmemeye çalışsa da başaramıyordu. Heyecanına aslında nedenini bildiği tuhaf bir huzursuzluk gölge düşürüyordu.

O sabah, yalnızca Çamlı Köşk Okulunun hazine avına katılabileceğini bildiren mektubu almamıştı. Okulun yetkilisine gönderilmiş olan bir başka mektup daha vardı. Işıl öğretmen düzgün bir el yazısıyla ancak belirgin dil bilgisi hatalarıyla dolu olan mektuba anlam verememişti.

Mektupta, hazine avını kazanan okula verilecek ödülün yanı sıra çok değerli başka bir “hazine”nin de saklı olduğu yazıyordu. Mektubu yazan her kimse, bu çok değerli hazinenin ne olduğunu açıklamıyordu. Ancak peşinde onu ele geçirmek isteyen kötü niyetli kişilerin olduğunu açıkça belirtiyordu. Yani hazine avı oyununa katılanlar yalnızca bilgi peşindeki öğrenciler değildi. Bu kişiler şifreleri ele geçiremeyecekleri için öğrencileri izleyeceklerdi. Bu durumda çocuklar beklenmedik tehlikelerle karşı karşıya kalabilirlerdi.

Işıl öğretmen mektubun Çamlı Köşk Okulunun yarışmadan çekilmesi için gönderildiğini düşünerek içini rahatlatmaya çalıştı. Katılımcı okullardan birinin yetkilisi, kendi okulunun şansını artırmak için böyle bir yalan uydurup diğer okulların gözünü korkutmayı ve böylece yarışmadan çekilmelerini sağlamayı planlamış olabilirdi pekâlâ. Acaba mektubu gönderen “uyanık yetkili” hangi okulların katılacağını nasıl öğrenmişti?

19 103,36 s`om
Yosh cheklamasi:
0+
Litresda chiqarilgan sana:
12 aprel 2024
ISBN:
9789752118089
Mualliflik huquqi egasi:
Автор
Yuklab olish formati:
Matn
O'rtacha reyting 3, 1 ta baholash asosida
Matn
O'rtacha reyting 0, 0 ta baholash asosida
Matn PDF
O'rtacha reyting 4,7, 3 ta baholash asosida
Matn PDF
O'rtacha reyting 0, 0 ta baholash asosida
Matn PDF
O'rtacha reyting 4,3, 3 ta baholash asosida
Matn PDF
O'rtacha reyting 0, 0 ta baholash asosida
Matn PDF
O'rtacha reyting 0, 0 ta baholash asosida
Matn
O'rtacha reyting 0, 0 ta baholash asosida
Matn PDF
O'rtacha reyting 5, 1 ta baholash asosida
Matn
O'rtacha reyting 0, 0 ta baholash asosida