Kitobni o'qish: «Biz Babasız Büyüdük»
ÖNSÖZ – I
Şunu hemen belirteyim ki elinizdeki bu kitap, ortak bir çalışmanın ürünüdür. Kemal Göz ile bir araya geldiğimizde Türk dünyası edebiyatlarının yakınlaşması için neler yapabileceğimizi düşündük. Daha hayatta iken Prof. Dr. Salican Cigitov’un da tecrübelerinden istifade edelim, dedik. Hoca zaten Kemal’e yüksek lisans tezi olarak Aşım Cakıpbekov’un hikâyelerini vermişti. Vefatından sonra ise tez danışmanlığını ben üstlendim. İyi bir çalışma oldu, Kemal başarıyla savundu. Şimdi bu çalışmayı kitaplaştırmayı kararlaştırdık. Zira Kırgız edebiyatından yalnızca Cengiz Aytmatov’u tanıyan Türk okuyucusunun onu da tanıması gerekiyordu. Ayrıca Cakıpbekov’un en önemli özelliklerinden birisi, Aytmatov’un eserlerini Rusça’dan Kırgızca’ya tercüme eden kişi olmasıydı. Cakıpbekov, hem tercümeleriyle hem de hikâyeleriyle başarıya ulaştı.
Cakıpbekov’un ulaştığı bu başarı, çok okumasından, özellikle Rus edebiyatının dünya klâsikleri arasına giren eserlerini sıradan bir okuyucu gibi değil, son derece titiz bir gözle, eleştirel bir bakış açısının süzgecinden geçirmek suretiyle özümleyerek okumasından kaynaklanmaktadır. Kendi yazdığı eserleri dünya klâsikleri ile karşılaştırarak edindiği tecrübeleri kaleme almış olduğu hikâyelere yansıtan yazar, Kırgız nesrinde neredeyse yeni bir akımın yolunu açmıştır. Kırgızcayı kullanmaktaki hünerini özellikle eserlerinde yapmış olduğu tasvirlerle kanıtlayan Cakıpbekov’un bu özelliğini Kırgızistan’ın en büyük edebiyat eleştirmenlerinden Salican Cigitov da hatıralarında “Şimdilerde Kırgızcayı onun kadar ustaca kullanan yazar maalesef edebiyatımızda yok” diyerek belirtmiştir. Her eserinde sanatçı kişiliğini kanıtlamış olan Cakıpbekov, içinden çıktığı halkın örf-âdet ve geleneklerini bütün ayrıntılarıyla, son derece canlı bir şekilde yansıtmıştır.
Netice itibariyle Cakıpbekov’un bütün eserlerinin Türkiye Türkçesine kazandırılmasının; hem kardeş Kırgız edebiyatının mühim kalemlerinden birinin Türk okuru tarafından tanınmasına hem de iki kardeş halk arasındaki kültür etkileşiminin hızlanmasına katkı sağlayacaktır.
Doç. Dr. Orhan SöylemezBişkek
ÖNSÖZ – II
Bir sonbahar günü merhum Salican Cigitov ile Mira Caddesinde bir yürüyüş yapmıştık. Kendisi uzun uzun bana kardeş edebiyatların birbirlerini tanımaları gerektiğini anlatmış ve bu alanda yapılan çalışmaların sayılı olduğunu söylemişti. Aynı sohbetten benim Aşım Cakıpbekov’un hikâyelerini Türkiye Türkçesine aktarmam gerektiği fikri çıktı. Zira Cakıpbekov unutulmak üzere olan bir yazardı ve Salican Cigitov’a göre onun edebiyattaki yeri ve önemi ona verilen değerden çok daha fazlaydı. Aktarmak üzere üzerinde çalışacağımız hikâyeleri Salican Cigitov seçmişti. Onun seçtiği hikâyeleri aktarma ve kendisine gösterme şansı bulmuştuk, ama kaderin acı bir tecellisi olarak tam hikâyelerin analizleri üzerine çalışmaya başladığımız sırada iki senedir muzdarip olduğu hastalığından dolayı Prof. Dr. Salican Cigitov’u kaybettik. Tezin danışmanlığını ise Çağdaş Edebiyatlar üzerinde yaptığı çalışmalarla tanınan Doç. Dr. Orhan Söylemez üstlendi ve çalışma onların fikirleri ve katkılarıyla bitirildi.
Aşım Cakıpbekov’u konu alan bu çalışma, hem Kırgızistan hem de Türkiye’de onun hakkında yapılan en ayrıntılı çalışma olmakla birlikte birçok eksikliği de barındırmaktadır. Zira daha önce Cakıpbekov’un eserleri üzerine herhangi bir eleştiri kaleme alınmadığı gibi, hayatını konu alan ciddî bir yayın da yapılmamıştı. Bu yüzden Cakıpbekov’un dostları, eşi, çocukları ile konuşulmuş ve hakkında çıkan gazete haberleri derlenmiştir.
Tez üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde yazarın hayatını ve edebî kişiliğini inceledik. İkinci bölümde çalışmaya aldığımız hikâyelerin tahlilini yaptık. Son bölümde ise hikâyelerin Türkiye Türkçesine aktarılmış halini verdik.
Çalışmam sırasında benden yardımlarını esirgemeyen eşim Gülmira’ya teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca Türkiye Türkçesine aktardığımız hikâyelerden bazılarını sabırla okuyarak dilbilgisi hatalarını düzeltme zahmeti gösteren Yrd. Doç. Dr. Kamil Akarsu’ya da teşekkür ederim.
Kemal GÖZBişkek
KİTABA DÂİR
Bu kitapta yer alan beş hikâyenin her biri de keyifle okunacak nitelikte çalışmalardır. Kırgız edebiyatını Cengiz Aytmatov ile tanıyan okuyucular, onun eserlerini Kırgızcaya tercüme eden gizli mütercim, gizli yazar Aşım Cakıpbekov’u ve onun eserlerini yakından tanıma fırsatı bulacaklardır. Bu bile bir edebiyatseveri, bir okuyucuyu heyecanlandırmaya yeterli nedendir.
Elinizdeki eser sağlayacağı pek çok açılımın yanında hem Kırgız halkı ve kültürünü bir başka açıdan tanımaya çalışanlar için yeni bir kaynak olacak hem de Aytmatov üzerine inceleme yapanları mukayeseli çalışmalara sevk edecektir.
Salima
Aşım Cakıpbekov’un 1959 yılında Ala-Too dergisinin birinci sayısında yayınlanan bu eseri, onu Sovyetlerin yetiştirdiği tek tip yazar profilinden ayıran en önemli çalışmalarından biridir. Nitekim bu hikâyede ne rejim övülmüş, ne propaganda yapılmış ne de birilerinin hoşuna gidebilmek için gayret içerisine girilmiştir. Hikâyede yazarın küçükken Latipa isimli bir Kırgız kadınla yaşadığı aşk söz konusudur ve bu hikâyeyi okuyanlar Cengiz Aytmatov’un dünyaca meşhur “Cemile” adlı hikâyesinden aşağı kalmadığını göreceklerdir.
Biz Babasız Büyüdük
Aşım Cakıpbekov “Biz Babasız Büyüdük” adlı küçük hikâyeyi edebiyat dünyasına yeni yeni adım atmaya başladığı yıllarda kaleme almıştır.
Hikâye anlatıcının geriye dönerek çocukluk yıllarını hatırlamasıyla başlar. Anlatıcı bir öğretmendir, okulda çocukları soyadları ile çağırır, fakat soyadlarını unuttuğu zamanlarda kimin çocuğu olduklarını sorar. Hemen arkasından aklına hep aynı soru gelir, “Baban var mı?” Nitekim küçüklüğünde kendisine de birçok defalar bu soru sorulmuş ve o hep “Yok!” demiştir.
İkinci Dünya Savaşının Kırgız toplumunda meydana getirdiği derin sarsıntıları işleyen hikâye, cephe gerisinde çekilen sıkıntıları, savaşın toplum yapısında meydana getirdiği değişiklikleri yansıtmaktadır. Nitekim, erkekler savaşa gitmiş, geride sadece yaşlılar, çocuklar ve kadınlar kalmıştır. Cephe gerisinde yokluk içerisinde geçen zor yıllarda çocukların dünyaları ise bambaşkadır.
Gözlerimden Uçan Ak Kayık
Hikâyenin ana fikri, yazarın iç dünyasındaki çalkantılardır.
Bunu bir şekilde dışa vurmak isteyen Cakıpbekov, hikâyenin baş kişisinin beyni ve kalbi arasındaki diyalog yoluyla bu durumu açıkça ortaya koymuştur.
Kısaca, bu hikâyedeki asıl çatışmayı, yazarın kendi kendisiyle olan mücadelesi şeklinde isimlendirmek mümkündür.
Sagın
Aşım Cakıpbekov’un bu hikâyesindeki mesajlar esasında hikâyeyi oluştururken kullanmış olduğu tezatlar arasında gizlidir. Köyde doğup büyümüş olan bir köy çocuğunun şehre gidip üniversitede okuduktan sonra kendi doğasına yabancılaşması ve kendi köyünün insanları ile ortak bir paydada buluşmakta zorlanması hikâyeci tarafından vurgulanmak istenmiştir.
Aygaşka
Yazar bu hikâyesini yazarken ve yazdıktan sonra “Parti”yi öven bir eser yazmak istemediğini, çünkü “Parti”ye ve prensiplerine inanmadığını günlüklerinde anlatmaktadır. Bu açıdan bakıldığında eseri, Cengiz Aytmatov’un “Gülsarı” adlı povesti (uzun hikâyesi) ile mukayeseli olarak incelemek mümkündür. “Aygaşka”nın diğer eserden on yıl önce yazıldığı hesaba katıldığında ortaya ilginç bir durum çıkmaktadır. Nitekim yazarın “Parti”ye inanmayışı ve bu inançsızlığını eserine yansıtması toplumda ve rejimde karşılığını bulmuş ve eser, yazarın ilk hikâye kitabında yerini alamamış ve siyasî baskılar neticesinde yazar hikâyenin sonunu değiştirmek zorunda kalmıştır.
Sadece bu gerçekler bile hikâyeyi okumaya ve üzerinde düşünmeye değer kılmaktadır.
HAYATI ve EDEBÎ KİŞİLİĞİ
Hayatı
Kırgız edebiyatının önemli isimlerinden Aşım Cakıpbekov 1935 yılında Kırgızistan Cumhuriyeti sınırları içerisindeki Talas’a bağlı Şeker köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.1 Babasının adı Cakıpbek, annesinin adı Tang Issık’tır. Babası ölünce dört yaşında yetim kaldı. Hayatı sıkıntılar içerisinde geçti. II. Dünya Savaşında ağabeyi Aytalı, Saratov’daki çatışmalarda hayatını kaybetti. Bu ölümler onun karakterini belirleyen etken oldular. Köy muhtarlığında yazıcı olarak çalışan ağabeyi Aytalı’nın evrak çantasını sonraları Şeker köyünde aynı görevde bulunacak olan 15 yaşındaki Cengiz Aytmatov’un kullandığını, hem eşi Kükün Ece’den2 hem de Kırgızstan Madaniyatı gazetesinde Cakıpbekov’un kaleme aldığı hatıralarından öğreniyoruz.3 Aslında ilk bakışta önemsiz gibi görünen bu ayrıntı, Cengiz Aytmatov ve Aşım Cakıpbekov’un aynı sosyal çevre içerisinde beraber büyüdüklerini hatırlatması açısından dikkate değerdir. Netice itibariyle kaleme aldıkları eserlerinde Şeker köyünün coğrafî yapısını, işledikleri karakterlerde ise aynı köyün insan tiplerini kullanan bu iki yazarın eserleri arasındaki benzerlikler, sonraları Kırgız edebiyat çevrelerinde yıllarca sürecek polemiklere sebep olmuştur. Bahsedilen tartışmalar, özellikle Aşım Cakıpbekov’un 1960 yılında yayımlanan “Aygaşka” adlı hikâyesi ile Cengiz Aytmatov’un “Gülsarı” adlı eseri etrafında yoğunlaşmaktadır.
İlköğrenimini kendi köyü Şeker’de, yine Kükün Ece’den alınan bilgilere göre Cengiz Aytmatov’un “Birinçi Mugallim” adlı eserinde tarif ettiği Düyşön okulunda (Şeker Okulu) okuyan Cakıpbekov, bu okuldan sonra Ak-Süyök Ortaokuluna devam etmiş, 8. sınıftayken, ünlü drama yazarı Rayhan Şükürbekov’un yardımlarıyla Frunze’de bulunan A. S. Puşkin adındaki 5 No’lu yatılı ortaokula kaydını yaptırmıştır. Aşım Cakıpbekov’la aynı yıl 5 No’lu ortaokula kaydını yaptıran Salican Cigitov’dan4 alınan bilgilere göre Kırgızistan’ın birçok bölgesinden gelen öğrencilerle birlikte okulun yatılı kısmında kalmış; yemek, elbise, giyecek ve diğer ihtiyaçları okul idaresi tarafından karşılanmıştır. Öğrencilerden edebiyata meraklı olanlar Genç Edebiyatçılar Kulübünü kurmuşlardır. Zamanın ünlü yazarlarını, şairlerini ve eleştirmenlerini okula davet ederek edebiyat sohbetleri yapan ve yazmış oldukları şiirleri birbirlerinin beğenisine sunarak, dönemin çocuklar için neşredilen gazete ve dergilerinde yayımlatma uğraşı içinde bulunan bu kuşak arasından sonraları Kırgız edebiyatının üstat kalemleri arasına girecek olan birçok değerli şahsiyet yetişmiştir.5 Kırgızcayı çok iyi bilen Tatar ve Rus öğretmenlerin derslere girdiği, geometri, kimya, fizik gibi sayısal ağırlıklı derslerin Rusça olarak okutulduğu 5 No’lu ortaokuldaki öğrencilik yıllarında çalışkanlığı ile dikkatleri üzerine çeken Cakıpbekov, Rusçayı çok iyi öğrenmiş, kendisi de şiir yazmasına rağmen bunları yayımlatmak için gazete ve dergilerin yazı işlerine göndermemiştir. Derslerden arta kalan boş vakitlerini çoğunlukla kitap okuyarak değerlendiren ve yine Salican Cigitov’a göre kendi halinde, sakin bir kişiliğe sahip olan yazar, daha o yıllarda Dostoyevski’nin önemli eserlerini okumuş, Kırgızca olarak yazdığı küçük bir hikâyeyi ise bizzat kendisi Rusçaya çevirerek Literaturniy Kırgızstan gazetesinde yayımlatmıştır.
1953 yılında Kırgız Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesine kabul edilmiştir. Fakülteye kabul edildiği yıllardan itibaren devletin verdiği az miktardaki burs ile yaşamak mecburiyetinde kalmış, dolayısıyla son derece zor ve sıkıntılı günler geçirmiştir. Bu sırada annesini de kaybetmiştir.
Üniversitede okuduğu yıllarda en yakın arkadaşları Bek-sultan Cakiev ve Ernis Tursunov’un Kırgız edebiyat dünyasında yavaş yavaş tanınmaya başlamaları ve ilk eserlerini zamanın süreli basın-yayın organlarında yayınlatmaları elbette Aşım Cakıpbekov’u da etkilemiştir. Yazmış olduğu şiirleri beğenmeyen ve günlüklerinde de ifade ettiği gibi kendisini nazımdan çok nesirde daha başarılı gören Cakıpbekov’un üslupçu kişiliği ve zor beğenen yapısı eserlerine de yansımıştır. Günlüklerinden anlaşıldığı kadarıyla üniversitede okuduğu yıllarda on beş hikâye yazan, fakat bunların hiçbirini beğenmeyen Cakıpbekov’un bu yıllarda, Ernis Tursunov’la beraber Nazım Hikmet’in “Ferhad ile Şirin” adlı dramasını “Mahabat Bayanı” adıyla Kırgız Türkçesine çevirdiğini, “Namıs”, “Turmuştun Şorduu Oyunçuğu”, “Şeralı” adlı hikâyeleri yazdığı ve “Kedey Han” adlı bir komedinin üzerinde çalıştığı bilinmektedir.6 Bunlardan başka Kara Kalpakların “40 Kız” ve Rasul Gamzatov’un “Tanya” adlı destanlarını Kırgız Türkçesine çevirmek için üzerinde çalışan Cakıpbekov’un bu çalışmalarının yayımlanıp yayımlanmadığını söylemek, mevcut bilgilerle şimdilik mümkün değildir.7
1958 yılında üniversiteden mezun olan Cakıpbekov, aynı yıl zamanın kültür ve edebiyat dergisi Ala-Too’nun yazı işlerinde çalışmaya başlamıştır. 1961 yılına kadar bulunduğu bu görevden sonra doğduğu köy Şeker’e giderek 1964’e kadar ilkokul öğretmenliği yapan yazar, yine 1964’te Kırgız Mambasın yazı işleri bölümünde, 1959-1965 yılları arasında ise Mektep yayınevinin yazı işleri müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur.8
Üniversiteden mezun olduktan bir yıl sonra Kükü Rıspaeva ile evlenen Cakıpbekov, eleştirmenler ve ilim adamları tarafından Kırgız edebiyatının ölümsüzleri arasında gösterilen “Aygaşka” adlı hikâyesini de bu yıllarda yazmıştır.9 “Aygaşka” etrafında yapılan polemiklere günlüklerinde şu satırlarla temas etmiştir:
… Çok önceleri çıkması gereken hikâye kitabım yeni çıkmak üzere. Redaktör S. Ömürbaev boş sözler söyleyen korkağın tekiymiş. “Aygaşka”yı direktörüne göstermiş. Edebiyatın ‘e’ sinden anlamayan direktör “Aygaşka”yı okuyup, her tarafını çizmiş ve ‘Bu hikâyede işlenen ideoloji bozuk’ demiş. İşte böyle, “Aygaşka”yı kitaptan çıkarmaya mecbur kaldım. Bu yüzden kitabın basılması gecikti. Aslında “Aygaşka”da işlenen ideoloji, yönetime körü körüne bağlı şakşakçıların gözüyle bakıldığı zaman gerçekten de bozuk. Yazarın ne istediği, hangi konumda olduğu belirsiz. Hikâyede yaşadığımız devir eleştiriliyormuş gibi kokular geliyor. Bu durumu Kambaralı10 da kaleme aldığı eleştiri makalesinde belirtmiş. Fakat yazar özgür olarak yazmazsa hangi eser ölümsüz olur? Şayet “Aygaşka”da yansıttığım, “Parti”nin bozuk siyasî işlerine inanacak olsaydım övmek istemesem bile kendiliğinden “Parti”yi öven bir eser çıkardı ortaya. Fakat inanamadığım bir şeyi nasıl överim? Başka halklar bir kenara, Kırgız gibi yüzyıllardır şahsî mal edinmeye alışmış bir halkı malından ayırmanın zamanı mı? Halk buna hazır değil. Bu fikirlerimin ne kadar doğru olduğunu önümüzdeki bir iki yıl içinde göreceğiz. (10 Ağustos 1961)
Bu ifadeler yazarın eseri etrafında meydana gelen polemiklerin ve devrin siyasî yönetiminin edebiyatçılara ve edebiyat eserlerine olan bakış açısının, Aşım Cakıpbekov’un şahsında, bütün Sovyet yazarlarının özgür olarak düşünüp heyecanlandıkları konuları, toplumun ve siyasî yönetimin bozuk taraflarını, dahası edebiyatın ruhunda olması gereken gerçekçiliği eserlerine yansıtmalarını nasıl engellediğini göstermesi açısından dikkate değerdir.
Cakıpbekov’un ilk hikâye kitabı Caraluu Kögüçkön 1961 yılında basılmıştır. Bu kitabın ardından 1966 yılında basılan Kataal Bakıt, 1969 yılında basılan Biz Atasız Öskönbüz ve 1981 yılında basılan Kırgız Cerinin Comoktoru adlı hikâye kitapları ile ismini edebiyat çevrelerinde kabul ettiren Cakıpbekov, Stefan Tsevey’in hikâyelerini çevirip Beytaanış Ayaldın Katı adıyla 1965 yılında yayımlatmış ve yine M. U. Lermentov’un Geroy Naşevo Vremeni adlı romanını Bizdin Zamanın Uulu adıyla Kırgızcaya çevirip bastırmıştır.11 (1970)
1969-1985 yılları arasında Kırgızfilm Sinema Stüdyosunun Senaryo Bölümü Baş Redaktörülüğünde bulunan Cakıpbekov, “Issık-Köldün Apiyimi”, “Aydagı Cezkempir” ve “Ata Curt” adlı filmlerin senaryolarını da yazmıştır.12 Fakat, onun bu görevde bulunduğu 16 yıl boyunca kayda değer bir eser ortaya çıkaramamasının Cakıpbekov’un hayatında bir dönüm noktası olan 1976 yılının bir sonbahar günüyle yakından ilgisi vardır. Bu konuyu Cakıpbekov’un kendi kaleminden çıkan cümlelerden öğrenmek gerekir:
Galiba 1976 sonbaharıydı, o zamanlar Kırgız Film Stüdyosunda çalışıyordum. 1978 yılında ünlü yazarımız, Kırgızistan Sinemacılar Birliğinin Başkanı Cengiz Aytmatov elli yaşına girecek, bu vesileyle Kırgızistan’da büyük kutlama törenleri düzenlenecekti. “Aytmatov halkımızın bayrağı, bütün dünyadaki gururumuz” diyerek Valeri Vilenski, Konstantin Orozaliev, Lonid Dyduçenko ve ben, aramızda anlaşarak Cengiz Aytmatov’u anlatan bir belgesel film çekme kararı aldık. Bu kararı almakla beraber fikrini almak için hep beraber Cengiz Aytmatov’un yanına gittik. Anlattıklarımızı dikkatle dinleyen Aytmatov, yaptığımız bu teklifi kabul etti. Konuşma bitip de yanından ayrılma zamanı geldiğinde bana ‘Sen biraz bekler misin Aşım?” dedi. Aytmatov’un sözü üzerine başımı ona doğru çevirip bir anda olduğum yerde kaldım. O gün Cengiz ağabeyimin bana söyledikleri bugünkü gibi aklımda: ‘Aşım..” dedi. “..Biliyorsun, zamanım çok az, her işim saatiyle, dakikasıyla. Sen, biraz önce anlattığınız belgesel film işiyle fazla zamanını harcama; benim Rusça yazılan kitaplarımı Kırgızcaya çevir. İsimlerini de sana bırakıyorum, iyice düşün ve kendin koy. Kırgızca yazmak için vaktim yok demedim mi? Eğer vakit bulabilseydim kendim de yapardım ama biliyorsun…” dedi. İşte böylece, Cengiz Aytmatov’la aynı köyün çocukları olmanın verdiği övünç kaynağının üzerine onun eserlerini Kırgızca’ya çevirmek gibi yıllarca düşünsem aklıma gelemeyecek büyük şeref de bana nasip oldu. Büyük bir heyecanla bu görevi kabul ettiğimi hatırlıyorum. Önceleri kendisinin bizzat Kırgızca yazdığı “Cemile”, “Yüz Yüze”, “Birinçi Muallim” ve “Samançının Yolu” vb. adlı eserleri defalarca gece gündüz okudum. Benim için en önemlisi bir şekilde Aytmatov’un üslubunu yakalamaktı. Bu kitapları okurken beni hayretler içerisinde bırakan bir şeyin daha farkına vardım. Her bir kahramanın karakteri bizim Şeker köyündeki ihtiyar neneleri, genç kızları, delikanlıları anlatıyordu. Ben ise üniversitede okuyorum, yüksek tahsilli insan olacağım diye dilimizin kendi yöremize has özelliklerini unuttuğumu fark ettim. Cengiz ağabeyimin eserlerini defalarca okumam, kendi köyümüzdeki halktan duyduğum, küçüklüğümde toz toprak içinde orada burada oynarken ruhumun derinliklerine kadar sinen kelimeleri yeniden hatırlamama neden oldu…
Cengiz ağabeyimin izni ve ricasıyla onun hem hemşerisi hem de kardeşi olarak bir çok önemli eserini Kırgızcaya çevirdim.13
Cakıpbekov, Cengiz Aytmatov’un “Selvi Boylum Al Yazmalım,” “Erken Gelen Turnalar,” “Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek” adlı hikâyelerini ve Gülsarı, Beyaz Gemi, Gün Uzar Yüzyıl Olur, Dişi Kurdun Rüyaları,14 adlı romanlarını Kırgızcaya çevirmiştir.15 Bunlardan başka Kızıl Elma ve Deve Gözü adlı hikâyeleri de Kırgızca’ya çevirmiştir.16
Merhumun Kırgızcaya çevirdiği bu eserler çeşitli tarihlerde Ala-Too dergisinde yayımlanmış ve Aşım Cakıpbekov’un ismi, bu eserleri Rusça’dan çeviren sıfatıyla belirtilmiştir. Fakat Cengiz Aytmatov’un eserlerinin Kırgızcalarının bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulan üç ciltlik Cengiz Aytmatov külliyatında onun adı Kırgızca’ya çeviren sıfatıyla yazılmamıştır.17 Aşım Cakıpbekov, bu tartışmalı konuya akademisyen Çolpon Coldoşeva ile yaptığı söyleşide kendisi de açıklık getirmiştir:
Keneşbek Asanaliev adında ünlü bir bilim adamımız, edebiyatçımız, eleştirmenimiz var. Kendisi iyi bir insan. Üç ciltlik Aytmatov külliyatının redaktörleri belirleniyor. Galiba dört beş kişiyiz. Baş redaktör K. Asanaliev oldu. Her cildin başına “eserleri Kırgızcaya çeviren” sıfatıyla benim adım da yazılmıştı. Cengiz Aytmatov’un namını koruyacağım diye telaşa düşen K. Asanaliev benden habersiz matbaaya gidip benim adımı kitaptan çıkarttırmış. Bu olaydan çok sonra haberim oldu. Fakat kitap artık basılmıştı. Aytmatov’a yaranmak için başka birinin emeğini yok saymanın hikâyesi işte böyle oldu.
Oysaki çevirdiğim eserlerin birçoğu Ala-Too’da yayımlandığı yıllarda, benim adım, eserlerin sonuna ‘yazarın izni ile çeviren Aşım Cakıpbekov’ diye yazılmıştı… Bildiğiniz gibi çevirmenliğin de kendine göre bir kalem hakkı var. Bu konuda bazılarınca çıkarılan dedikoduların aksine Cengiz ağabeyime herhangi bir lafım yok. Çünkü benim adımın yazılmadığı üç ciltlik külliyat çıktığı zaman dahi Cengiz ağabey beni yanına çağırıp çevirdiğim eserlerini bir kâğıda not etti ve altına imzasını attı. Bu belge hâlâ yayınevinin arşivinde duruyor. Eğer o belge olmasaydı bana herhangi bir ödeme yapmazlardı.
Şimdiye kadar hep sessiz kaldım. Bunları kimseye söylemedim. Fakat edebiyat tarihine, özellikle Cengiz Aytmatov’un büyük işlerine olan küçük katkım bilinsin istedim, yoksa adaletsizlik olurdu.18
Görüldüğü gibi bu üzücü olay Cengiz Aytmatov’un iradesi dışında gerçekleşmiştir. Cengiz Aytmatov’un eserlerini Kırgızcaya çevirmek için hayatının yirmi senesini veren Cakıpbekov’a yapılan bu haksızlık elbette ki üzücüdür. Fakat burada üzerinde durulması gereken asıl mesele, bahsedilen yirmi sene boyunca kalem gücünün tamamını Aytmatov’un eserlerini çevirmek için harcayan Cakıpbekov’un bu süre içerisinde şahsî edebî kabiliyetini kullanarak ortaya yeni eserler çıkarmamış olmasıdır.
Sadık Tural’ın Cengiz Aytmatov’un Dünyası adlı kitap için kaleme almış olduğu “Sunuş” yazısında Aytmatov’un eserlerinin 154 ayrı dünya diline çevrildiğini ifade eden cümlelerindeki 154 rakamına Kırgızcayı da ekleyerek bu sayıyı 155 olarak değiştirmek gerekmektedir.19 Ayrıca bu kitapta Aytmatov’un eserlerinin Kırgızca isimleri bizzat Cakıpbekov’un Rusçadan çevirdiği şekilleriyle verilmesine rağmen kitabın tek bir satırında bile Cakıpbekov’un ismine rastlanmamış olması üzerinde durulması gereken başka bir noktadır.
Cakıpbekov’un yaptığı çevirilerin edebî değerini ise Beyşebay Usubaliev Kırgız Ruhu gazetesinde yayımlanan yazısında “Aşım ağabeyim vefat ettikten sonra Elveda Gülsarı’nın hem Rusçasını hem de Aşım Cakıpbekov’un çevirdiği Kırgızcasını yan yana koyup karşılaştırarak okudum. Aşım Cakıpbekov, Aytmatov’u Kırgızca konuşturmuyor, şarkı söyletiyordu sanki…” satırlarıyla ifade etmektedir.20
1985-93 yılları arasında Kırgızistan Madaniyatı gazetesinin yazı işleri müdürü yardımcılığı ve yazı işleri müdürlüğü görevlerinde bulunan Cakıpbekov, Kırgızistan Yazarlar Birliğinden gelen istek üzerine 1985 yılından itibaren Manas Destanı’nı nesir türünde yazmaya başlamıştır.21 Son derece zor ve bir o kadar da zahmetli olan bu görevi Manas Destanı’na yakışır bir şekilde layıkıyla yerine getirebilmek için iki yıl gibi uzun bir süre hazırlık devresi geçiren ve dünyanın en uzun destanını tam manasıyla özümseyerek son derece başarılı bir şekilde romanlaştıran yazar, Tengri Manas adını taşıyan kitabını 1991-92 yılları arasında bitirmiştir. Kitabı yayımlatabilmek için çalmadığı kapı kalmayan Cakıpbekov, Tengri Manas’ın ilgi görmemesi üzerine derin hayal kırıklıkları yaşamış, ilerleyen yaşı ve hayatı boyunca çektiği sıkıntılar Cakıpbekov’un vücudunu yorgun düşürmüştür. Yüksek tansiyon teşhisi konularak iki defa hastaneye kaldırılan Cakıpbekov’un eşi Kükün Ece’den alınan bilgilere göre bir kaç defa sinirlenerek kitabın el yazması metinlerini Kırgızistan Meclis Binası önünde yakacağını dahi ilan eden talihsiz yazar, çocuğu gibi gördüğü Tengri Manas’ın yayımlandığı günü görememiştir.22
Arkasında 882 som emekli maaşı, basılmamış bir kitabın el yazması metinlerini ve tozlanmış eski dergi sayfalarında kalan “yazarın izni ile çeviren Aşım Cakıpbekov” yazılarını bırakan Cakıpbekov’un yaşamış olduğu sıkıntılar, takvimler 4 Haziran 1994’ü gösterirken son bulmuştur.23
Tarihler 4 Haziran 1994’ü gösterirken Gülsayra Momunova’nın “Cakşı Adam”ı, Beyşabay Usubaliev’in “Aşım Bayke”si, Tölödin Nasirdinov’un “Aşıke”si ve Kırgız edebiyatının “Aygaşka”sı ebediyete intikal etmiştir.24
Böylece Aşım Cakıpbekov’un birinci ömrü bitmiş, ikinci ömrü başlamıştır.
Edebî kişiliği
Aşım Cakıpbekov’un eserlerini tam manasıyla anlayabilmek için yazarın yaşadığı devrin siyasî ve sosyal şartlarını da anlamak zorunluluğu vardır. Çünkü edebiyat ve sosyal hayat hep iç içe geçmiş, birbiri ile bütün halinde olan ayrılmaz parçalardır. Yani sanatçı bir bakıma yaşadığı toplumun aynasıdır. Bu durumu genellemek elbette imkânsızdır. Sanat sanat için midir, toplum için midir? Bu soru yüzyıllardan beri sanatçının kafasını kurcalayan, ona yön veren önemli bir ayrıntıyı da işaret etmektedir. Belki özgür düşüncenin ve demokrasinin hâkim olduğu toplumlarda sanatçı istediği gibi kendisini ifade edebilme serbestliğine sahiptir, ama Sovyetler Birliği gibi sanatı ve edebiyatı propaganda aracı olarak gören totaliter zihniyetin hâkim olduğu yönetim şekillerinde bu böyle değildir. Acaba sanatçı kendisini istediği gibi ifade edebilir mi? Bu soru da kendi içerisinde karmaşık çelişkiler içeren başka bir probleme işaret etmektedir. Sovyetler Birliğinde yukarıda bahsi geçen totaliter rejimin sanat ve edebiyat üzerinde çok sıkı bir baskı uyguladığını biliyoruz. Buna rağmen Cengiz Aytmatov bütün dünyaca tanınan eserlerini kaleme nasıl aldı? Gün Olur Asra Bedel, Beyaz Gemi, Dişi Kurdun Rüyaları gibi Sovyet rejimini üstü kapalı da olsa eleştiren eserler yine bizzat Sovyetlerin sağladığı maddî imkânlarla basılmamış mıydı?
Bu durumu açıklayan iki seçenek vardır: Birincisi, Partinin politikalarının seçilmiş Genel Sekreterin bakış açısına göre değişkenlikler gösterebileceği gerçeği, ikincisi ise Aytmatov gibi yazarların sistem tarafından algılanış biçimi.
Öne sürülen birinci tez aslında kabul edilebilir gerçekleri de içerisinde barındırmaktadır. Stalin’in ölümünden sonra Parti Genel Sekreteri olan Huruşev’in, Stalin zamanındaki baskı politikalarına son vermesi, edebiyatçıları ve sanatçıları gerçekçiliğe çağırması, Stalin zamanında “halk düşmanı” olarak cezalandırılıp haksız yere çalışma kamplarına gönderilen ya da idam edilen aydınların aklanması için gerekli düzenlemeleri yapması toplum yapısında da kökten değişiklikler meydana gelmesine neden olmuştur. Bununla beraber Huruşev’in de bir iç darbe ile yönetimdeki yerini kaybetmesi ile yönetim anlayışındaki gelişmeler de farklı olmuştur. Zira Salican Cigitov’un “Cengiz Nasıl Ortaya Çıktı?” adlı makalesinde konuya dair ileri sürdüğü görüşler son derece dikkate değerdir:
Nitekim Sovyetler Birliğini L. İ. Breciev ve M. A. Suslov’un yönettiği dönemlerde Stalin’in yönetim anlayışı ülkeye yeniden hâkim olmuş, ilmî düşünce, sosyal fikirler, sanat ve edebiyat üzerinde yeni bir baskı kurulmamış mıydı? Başka bir şekilde ifade edecek olursak Partinin XX. Kongresinde alınan radikal kararlarla gözü açılan Sovyet halkına yeniden körleş denilmemiş miydi? Ülkemizin gelişmesini pek istemeyen, Stalinizmin insanlar üzerinde kurduğu baskıya ve ruhî zindanlara yeniden girilmesini dileyen Parti çalışanları, iş sahasındaki yöneticiler, gazeteciler, ilim adamları, edebiyatçılar ve aydın olarak nitelendirilebilecek bir kısım tipler (böyleleri çok rahat bir şekilde bulunabilecek kadar çoktu) bunu fırsat bilip yeniden körleşiverdi. Sıradan insanlar ise her zamanki âdetleri olduğu üzere olan biteni bütün açıklığı ile gördüğü halde yalancıktan görmezlikten gelerek bu durumdan kurtuldu. Tepkisini Stalinizm zamanı ile alâkalı akıllarda kalan gülünç olayları son derece komik fıkralara dönüştürerek gösterdi. Elbette bu durumu, sıradan halk kitlelerinin yeniden kurulmak istenilen otoriter rejime, demokrasinin kısıtlanmasına, siyaset dünyasındaki vurdum duymazlığa şiirsel bir şekilde karşı çıkması olarak yorumlamak mümkündür. Diğer taraftan Stalinizm’in yeniden canlandırılmak istenmesine Sovyetlerin ilim ve sanat dünyasında önemli yerleri olan bazı aydınlar bütün güçleri ile karşı çıktı. Bu aydınların arasında Cengiz Aytmatov da vardı. 25
Demek ki Parti politikaları üzerinde Parti başında bulunan genel sekreterlerin dünya görüşleri de son derece etkili oluyordu. Bu görüş açısı değişikliklerinden edebiyatın etkilenmemesi ise imkânsızdı. Sistem bunları görmezden gelemezdi elbette. Bu tür eserler kabul edilebilir bir şekilde yorumlanmalıydı. Zira bu yoruma göre Aytmatov eserlerinde sistemi eleştirmiyordu, Aytmatov eserlerinde sistemin nasıl ileriye gidebileceğini düşünüyor, gerçek bir vatanperver gibi meydana gelen aksaklıkları dile getirerek, daha iyiye nasıl ulaşılacağı sorusunu soruyordu.
Bu yüzden son derece akıllıca yazdığı eserler demir perdenin diğer tarafında yaşayan kapitalist dünya tarafından çok başka, demir perde içerisindeki komünist dünya tarafından ise çok başka şekillerde anlaşılıyordu. Bu yazıda, alâkasız gibi görünmesine rağmen Aytmatov’u örnek vermek yazarın karşılaştırılabilir bir yapıya sahip olmasından ileri gelmektedir. Zira Kırgız edebiyatında Aytmatov’un yakaladığı başarıyı ve ünü yakalayan başka yazar yoktur. Onun eserleri birçok dile çevrilmiş ve hem içeride hem de dışarıda bir çok bilim adamına tahlil imkânı verecek kadar yankılar uyandırmıştır.
Çalışmanın konusu olan Aşım Cakıpbekov’un yazarlığa adım attığı dönem Stalin’in öldüğü yıllara denk gelir. Koyu bir Stalin hayranı olan genç öğrenci, günlüklerinde Huruşev’in Stalin zamanı baskılarının sona erdiğini ifade eden mektubunu sert bir üslupla eleştirir. Zira çocukluk yıllarını ve ilk gençlik devresini Stalin zamanında geçiren bütün Sovyet gençleri gibi o da Stalin’e hayrandır. Genç bir üniversite öğrencisi, yazar olabilmek için ciddî bir şekilde ön hazırlık yapan bir idealisttir Cakıpbekov ve Stalin’i çok sevmektedir. Fakat aynı Cakıpbekov, Huruşev devri serbestliğinden yararlanarak kaleme aldığı “Aygaşka” adlı eserinde Stalin döneminde hayal bile edilemeyecek kadar sert bir üslupla sistemi eleştirir. Bahsi geçen baskı döneminde kaleme alındığı takdirde kendisini büyük bir ihtimalle bir çalışma kampına göndermeye yetecek kadar içerisinde delil olan bu eserini ondan sonraki dönemde yayınlayabiliyor olması, elbette yukarıda izahına çalışılan göreceli politikalar neticesinde ortaya çıkmış bir çelişkidir.
Cakıpbekov, sadece bir eserinde sistemi eleştirmiştir. Fakat bu eserin basılabilmesi de yine yukarıdaki bakış açısı ile izah edilebilecek bir durum neticesinde mümkün olmuştur. Cakıpbekov’un eseri de hâkim ideoloji tarafından sistemin bozuk yanlarını gösteren, komünist toplumu daha iyiye götürmeyi amaç edinen bir bakış açısı ile kaleme alınmış olarak algılanır. Yani burada sisteme göre bir başkaldırı söz konusu değildir, samimi bir komünist ülkesinin daha ileriye gidebilmesi için gayret sarf etmiş ve bunu kendince dile getirmiştir.
Cakıpbekov hayatın gerçekliğinden yola çıkarak kaleme aldığı eserlerini ideolojik bir bakış açısı ile yazmamıştır. İyi bir gözlemci olan yazar, eserlerinde hayal ürününe fazla yer vermemiştir. Bizzat kendi başından geçenleri olduğu gibi, gözlemlediği olayları da hikâyeleştirmiş ve eserlerini realizmin esasları doğrultusunda kaleme almıştır.