Kitobni o'qish: «Şiirler, Karasözler»
Abay’ın 175’inci yılına armağan
ABAY HAKKINDA SÖYLENENLER
Nursultan A. NAZARBAYEV:
“Biz Abay’ı tanıtmakla Kazakistan’ı âleme tanıtacağız. Kazak halkını tanıtacağız. Abay, her zaman bizim ulusal şiarımız olmak zorundadır.”
Kasım J. TOKAYEV:
“Âlim, filozof, şair, münevver, ulusun yeni edebiyatının temellerini kurucu, çevirmen ve bestekâr olan Abay Kunanbayev’in ülke tarihinde sönmez bir iz bıraktığı şüphesizdir. Ulusun cibilliyeti, doğal yapısı, hayat tarzı, gündelik işleri, dünyaya bakış açısı, mizacı, canı, dini, maneviyatı, dili ve ruhu onun şiirleri ile nasihatlerinde yansımasını bulmuş, daha sonra ‘Abay âlemi’ denen eşsiz bir kavram olarak değerlendirilmiştir.”
Muhtar AUEZOV:
“Abay cesareti, Abay sesi, Abay hayatı, zamanın nefesi, halkın sesidir. Bugün o ses, bizim sesimize karışıp, yankılanarak, yeni bir dünya görüşüne dönüşüyor.”
Ahmet BAYTURSUNOV:
“Kazakların baş ozanı Abay Kunanbayev’dir. Kazaklar arasında, eski ya da yeni zamanlarda, bizim bildiğimiz ondan büyük ozan yok.”
SUNUŞ
Büyük bilge, şair, yazar, düşünür, eğitimci, bestekâr ve çevirmen Abay Kunanbayulı’nın hayatı ve edebî şahsiyeti üzerine yapılan çeşitli araştırmalar Alaş Orda Muhtariyeti döneminde başlamış ve zamanla artarak devam etmiştir. Abay araştırmaları, özellikle Kazakistan’ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra Kazakistan dışında Türkiye başta olmak üzere Türk dili konuşan ülkelerde büyük hız kazanmış ve eserleri Türk dillerine aktarılmıştır. Bu alanda uzun yıllar süren özverili çalışmalar neticesinde yüce şair Abay’ın kara sözleri ile bazı şiirleri de değerli dostumuz Zafer Kibar tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmış, 2014 yılında Türk okuyuculara sunulmuştu. Ancak aradan geçen zaman zarfında baskıların tükenmiş olması sebebiyle Uluslararası Türk Akademisi olarak kuruluşumuzun 10’uncu ve bilge Abay’ın doğumunun 175’inci yılında bu eserleri yeniden yayımlamayı uygun bulduk. Yeni baskılara, ilk baskılarda yer alan şiirlerle kara sözlerin yanı sıra çevirmenin Türkiye Türkçesine sonradan aktardığı farklı şiirler de dâhil edilmiştir.
Usta şair ve yazar, az ve öz sözle derin anlamlı eserler vermiştir. Eserlerin çevirmeni tarafından her ne kadar sade bir üslupla yazıldığı belirtilse de Kazakların bile ilk okuyuşta kolay anlayamadıkları, hem sözü hem özü güçlü şiirlerle kara sözleri Türkiye Türkçesine çevirmenin kolay olmadığı muhakkaktır. Buna rağmen Abay mirasını aslına sadık kalmakla birlikte akıcı bir üslupla anlaşılması ve okunması kolay olacak bir biçimde çevirmeyi başaran Zafer Kibar’a teşekkür ederim.
Söz sanatının zirvelerinde, bilgi okyanusunun derinliklerinde bulunan büyük şahsiyet Abay, şiirleri ve kara sözlerinde genel olarak din ve ahlak, eğitim ve bilim, adalet ve dürüstlük, dostluk ve sevgi, iyi insani özellikler gibi konuları ele alır; insanları durmadan okumaya, öğrenmeye, yeni bilgiler edinmeye, düşünmeye, zihni açık tutmaya, gayretli olmaya, vatanı sevmeye, ana dile saygı duymaya, iyi insan olmaya davet eder. Öyleyse zekânın, eğitimin, bilginin, bilimin ön plana çıktığı çağdaş dünyada şüphesiz ki Abay’ın öğüt ve nasihatlerinden, dünya görüşünden edineceğimiz bilgi, alacağımız ibret derya gibidir.
Türk Dünyası’nın sönmeyen yıldızı Abay’ın eşsiz öğüt ve nasihatlerinin insanlığa ışık ve manevi güç kaynağı olması dileklerimle…
Prof. Dr. Darhan KIDIRALİUluslararası Türk Akademisi Başkanı
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ
Değerli okuyucular,
Abay Kunanbayev’in eserlerini, tıpkı kendisinin yaptığı gibi, mümkün olduğunca sade bir üslup ile Türkiye Türkçesine aktararak bilgi ve beğenilerinize sunmaya çalıştım.
Bilgi dağarcığımıza binlerce merkezden yönelen doğru veya hileli bilgileri sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek ve ulusumuzu daha da yüceltecek hakikatlere ulaşabilmek için, büyük düşünürlerimizden Peyami Safa’nın deyişiyle “öncelikle kendi klasiklerimizi okumalıyız” diye düşündüğümden, bu çalışmayı yaptım. Bizim büyük klasiklerimizden biri de, hiç şüphe yok ki Abay’dır.
Abay’ın edebî mirası, ilk kez, 2002 yılının Mart ayında, Murat Muhtarulı Avezov’un Ankara’da yapacağı bir konuşma için hazırladığı metnin Türkçe yazımını kontrol ederken dikkatimi çekti. “Sen de bir kirpiş osı düniyege, ketigin tapda bar kalan” diyordu, Abay. Bu veciz sözden aldığım esinle, aşağıdaki şiiri yazmıştım.
Abay’ın Sesi
Sesi yankılanıyor tarihin derinliklerinde,
Bak ne diyor, Abay Kunanbay milletime;
“Sen de bir kerpiçsin, bu dünyada,
Gediğini bul da, git yerleş oraya.”
Çağ kapandı, çağ açılıyor,
Fikrimde muammalar çırpınıyor,
Hangi yol hakikate gidiyor,
Hangi hakikat milletimi yüceltiyor?
Aklımız, kanatlı bir kerpiç gibi esrimekte,
Aydınların her biri, başka bir yöne çekmekte,
Gediğim nerede, Şanzelize yollarında bir taş mı,
Yoksa altın renkli bir kaya mıyım, Han Tengri’de?
Çalışmalarımda; Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektör Yardımcısı olarak görev yaptığım 2002–2003 yıllarında hazırlanması için uygun ortamı sağlamaktan kıvanç duyduğum ve değerli dostlarım Kenan Koç, Ayabek Bayniyazov ve Vehbi Başkapan üçlüsü tarafından çıkarılan “Kazakça-Türkçe Sözlük” yanı sıra, merhum eski kayın atam Ahmedi Iskakulı’nın yönetiminde 1970’li yıllarda hazırlanan 10 ciltlik “Kazakça Açıklamalı Sözlük” ile TDK’nin “Büyük Türkçe Sözlük”ünden faydalandım.
Bu eserler, ilk kez 2014 yılında, Kazakistan Cumhuriyeti’nin Saygıdeğer Ankara Büyükelçisi Canseyit K. Tüymebayev’in teklifi üzerine Türk Dünyası Kültür Başkenti Eskişehir’in Saygıdeğer Valisi Güngör Azim Tuna’nın onayı ile beşer bin adet bastırılmış ve dağıtılmıştır. Geçen zaman içinde kitaba erişmek isteyen ancak erişemeyen insanlar da olmuştur.
Ayrıca Nur-Sultan şehrinde faaliyet gösteren Uluslararası Tercüme Bürosu’nun talebi üzerine daha önce çevirdiğim şiirleri ve kara sözleri gözden geçirdim, bazılarını yeniden düzenledim. Daha önce ulaşamadığım için çevirmediğim pek çok şiir ile bir adet uzun şiirin de çevirisini yaparak bu kitaba ekleme fırsatı buldum.
Aslının şahaneliğine layık olması için büyük bir özveri ile çevirip yeniden yazdığım bu eseri değerlendirerek yayınlanmasına destek olan Uluslararası Türk Akademisi’ne ve Başkanı Saygıdeğer dostum Prof. Dr. Darhan Kıdırali Beyefendiye minnettarım.
Ülkemizin şair, yazar ve bilge insanlarına esin vermesi; okuyan herkesi Allah aşkı-insan sevgisi, merhamet ve adalet içinde aklıselim ile yaşamaya sevk etmesi dileklerimle…
Zafer KİBAR
ABAY (İBRAHIM)
Abay (İbrahim), Semey Bölgesi’ndeki Şınğıs (Cengiz) Dağı’nın eteklerinde, 1845 yılında dünyaya geldi. Abay’ın öz babası Kunanbay, atası Öskenbay, önceki atası Irğızbay’dır. Atalarının hepsi kadılık yapmış kişilerdir.
Abay on yaşına geldiğinde, babası O’nu, Semey şehrindeki Ahmet Rıza Medresesi’ne eğitime gönderdi. O dönemdeki bütün medreseler gibi, bu medrese de sadece dini eğitim veriyordu. Eğitim dili Arapça ve Farsça idi. Abay, bu medresede üç yıl eğitim aldı. Medresedeki eğitimi yanı sıra, kendi kendine Arapça, Farsça ve Çağatay dillerinde yazılmış masal, destan ve hikâyeleri de okuyordu.
Abay, üçüncü yılında, Semey şehrindeki Mahalle Mektebi’ne kaydoldu ve Rusça öğrenmeye başladı. Fakat buradaki eğitimi uzun sürmedi. Üç ay sonra, yaşı on üçe geldiğinde; hem Rusça, hem Arapça, hem Farsçayı çok iyi derecede öğrenerek, eğitim-öğretimini tamamlamıştı.
Bütün çocuklarına karşı sert olan Kunanbay, Abay’ın akranlarından üstün olduğunu erkenden sezmişti. Dolayısıyla, O’nu kendi yanına alıp, kadılık işlerinde çalıştırmaya başladı. Başlangıçta babasının getir-götür işlerini yaptı. Yavaş yavaş büyük toplantılara, davalara katıldı. Böyle bir ortamda yaşayan Abay, kendisinin yaşına başına uygun olmayan çok ağır yükümlülükler üstlendiğinden çabuk gelişti. Şehirdeki eğitim yıllarında Doğulu ozanları ve şairliği sevmeyi öğrenen Abay, bu dönemlerinde, halkın tavır ve davranışlarını gözlemleyerek kendini geliştirdi. Bu genç öğrenci, halkı tanımak ve onu erkenden çözümleyebilmek suretiyle düşüncelerini olgunlaştırdı.
Abay, büyüdükçe, dava ve çekişmeleri şiirle anlatmayı alışkanlık hâline getirdi. Özellikle delikanlılık döneminde, kızlara ithaf ettiği tanışma mektuplarını çoğunlukla şiirle yazıyordu. Fakat o dönemdeki şiirlerinin çoğu, kendi de dikkat etmediği, başkaları da saklamadığı için unutuldu.
O, gittiği her yerde, kimi zaman uzun, kimi zaman kısa, pek çok konuda şiirler söyledi, yazdı. Abay, “akıllı ve değerli” bir kişi olarak tanındı, sözleri her dinleyene kıymetli geldi. Eski yöneticilerin rüşvetçilik, taraf tutuculuk ve adaletsizlik gibi alışkanlıklarından uzak durup, olabildiğince adil ve dürüst olmaya, özellikle uysal halka dost, zorbalara düşman olmaya çalıştı. Abay bu yönüyle, kendi dönemine, örnek üstat olmak istedi. Bununla birlikte yıldan yıla eğitimini ve bilgisini arttırmaya uğraştı.
Yaşı otuzu geçtikten sonra, Rusça kitapları dikkatle okudu. Dil bilgisini iyice geliştirdikten sonra, esaslı kitapları okumaya girişti. Semey şehir kütüphanesine giderek, kütüphanedeki kitapları kendisi inceleyip, seçti ve okudu.
1886 yılından itibaren Abay, içtenlikle ozanlığa yöneldi. Bu yıl içinde 16–17 şiir yazdı. Bu yıllarda, Puşkin ve Lermontov’un bazı şiirlerini Kazakçaya tercüme etti.
1890–1891 yıllarında, pek çok şiir yazmakla birlikte, kendisinin yazmış olduğu pek çok şiiri de besteledi. Tercüme işlerine de çok vakit ayırdı. Bu yıllardan itibaren üstatlık, nasihatçilik yoluna düştüğünden, Kara Söz ile söylediği vasiyetlerini yazmaya başladı.
Abay, 1904 yılında hastalandı. Çok geçmeden, 60 yaşında iken Hakk’ın rahmetine kavuştu. Abay, Jidebay’a defnedildi.
Abay, bu altmış yıllık ömründe, sadece Kazak halkı için değil, bütün insanlık için sönmez miras bıraktı. Abay’sız bir Kazak edebiyatı düşünmek mümkün değil. Çünkü Abay, Kazak edebiyatının gelişmesine olağanüstü büyük hizmetleri olmuş, çok değerli bir ozandır. Abay’ın adı, insanlık tarihine altın harflerle yazılmıştır. O, gelecek nesillerin yüreğinde, sonsuza kadar yaşayacaktır.
ŞİİRLER
1855–1881
Doğu Şairlerince
Yüzü gül, gözü mücevher,
Hem yakut gibi, lebi ahmer1.
Hem gerdanı kardan, bihter2,
Kaşınız kudret, bileği inceler.
Sizsiniz güzellere rehber,
Size âşık olan şu garipler;
Süleyman, Cemşîd, İskender,
Bir bakışınız, tüm mülke değer.
Sizinle karşılaşsa bir kez yiğitler,
Seyre dalarlar, kendinden geçer.
Gider kuvveti, yumulur gözler
Niye felç gibi, tutmaz olur dizler?
Alfabe Şiiri
“Elif” gibi ay yüzüne öğüt verdim,
“Be” ile bela derdine nispet ettim.
“Te” ile dilimden çıkarıp türlü şifayı,
“Se” ile ustaca saygı-methiye ettim.
“Cim” cemalin nasıl da gün gibi bana
“Ha” habiplik bulamadım, senden cana.
“Hı” yalnız ben değil, bütün halk intizar,
“Dal” dertliyim, aşk ateşi vermez deva.
“Zel” zelillik gördün ya, şakıyıver, dil,
“Rı” rıza göstermediğini, yâr, kendin bil.
“Ze” zehir gibi yaktı aşkın alabildiğince,
“Sin” selamette kalışım artık çok müşkül.
“Şîn” şeker dudaklar aklıma düştükçe,
“Sad” sabrım biter, ben ne eyleyeyim!
“Dad” dağıttı ömrümü boş yere böylece
“Tı” taleplerimden hiç geri dönmeyeyim.
“Zı” zalim kılıçlar gibi, cana saplandı,
“Ayn” aklımı başımdan koparıp aldı.
“Ğayn” gariplik başıma geldikten sonra
“Fe” faydan olur mu diye mektup saldı.
“Kaf” kabul olur mu mektubum huzurunda,
“Kef” kemale ermiş aklın, asil şahsiyetim.
“Lâm” lebinden ilaç yapsan, derdime deva
“Mim” merhametinle iyileşirdi tüm felaketim.
“Nûn” nale ile kaygılandırıp yaktınız ziyadesiyle
“Vav” vaylana vaylana öldüm aşkınızın vehmiyle.
“He” hiç faydanız olmayacaksa öldü sayınız öyle,
“Lâmelif” la ilahe illallah diyerek gömünüz gönle.
“Ye” yârim! Nasıl olacak cevabi sözün,
“Med” kaşın, “teşdid” kirpiğin, “sükûn” gözün,
“Ötre” ile altlı üstlü yazmak da mümkün,
Altlı üstlü olmayı kabul ederse gönlün…
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Gölgede yatmadan, layığını bulamadan,
Ne gün doğdu başına,
Gece gündüz huzursuzca aramaktan?
Sen serbestçe yaşasan da,
Kız ölür mü koca bulmadan?
Gece gezmek yakışır mı sana,
Sağa sola bakarak korkudan?
“Ölürüm” mü diyorsun yoksa
Bundan başkasını bulamadan?
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Sabrın sonu selamet, gülüm.
Sabretsin biraz, şu hâlini
Bilir mi ki asil gülüm?
Gönül alır, söz söyler
Aradaki gönül hatım,
Akarsu gibi coşar
Balçıksızdır yalağım,
Ne hastayım, ne sağım,
Tükendi gücüm, dermanım.
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Hayal kurma boş yere,
Farzetmekten fayda yok,
Dünya hazır geçmeye,
Ecel hazır gelmeye.
Hoş, kız alsa da koynuna,
Azap çekmeden, talih yok,
Henüz batıp gitmeye.
Yalnızca bu şekilde
Gelişir mi iman ile talih de?
“Kız beni seviyor” diye
Sevinip durma kendince!
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Boşaltma, aklını bozarsın,
Her şeyi kendin bilsen de,
Daha sen de cayarsın.
Tutuşursun, yanarsın.
Kendi elinle meşakkate
Kendi başını sokarsın.
Ne zaman doyurdun
Ayı gibi amcasını,
Kadınını kısrağını?
Karsak gezmez kara tepede
Bakmadan niye kamçılarsın?
O zaman iyi mi olur;
Tutup biri döverse,
Elbiseni soydurup
Alay mevzuuna dönüşünce?
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Hasretle sararıp solma!
Kız peşinde koşmadan yaşayınca
Beddua mı ediyor birisi sana?
Kız istersen, başlık ver
Bu öğüt değil mi sana?
Görüp alsan görkemlisini,
Seçip alsan asilini
Gönül yine de yetinmez mi?
İlk karda kartalcı çıkar ava
İlk karda kartalcı çıkar ava,
Taşlıkta tilki bulunur göz açıp bakana,
İyi at ile geçimli yoldaş – bir ganimet -,
Uygun tertipteki giyim, avcı adama…
Beklenmedik bir anda kavuşunca ayak izine,
Çabucak asılırlar dizgine, takılırlar peşine.
Kartalcı dağ başında, izci düşüncede,
İzin gittiği yönü kestirdiklerinde,
Göz bandını çıkarırlar, ırak bir yerde.
“Alçak uçarsam tilki kaçıp kurtulur” diye,
Kanlı göz, kasıntıyla vurup çıkar göklere…
Yırtıcı kuş avını görüp süzüldüğünde,
Pençesindeki sekiz mızrak ile gözü tilkide,
Yiğit de… Bırakmaz sonraki güne.
Kanat, kuyruk uğuldatarak ıslık atar gökte,
Kartal, gökten ağar gibi süzüldüğünde.
Görür görmez kalakalır kaçan tilki olduğu yerde,
Boşuna kaçmakla kurtulamayacağını bilince!
Kabartır tüylerini, açar ağzını, gösterir dişini de
O da boğuşur hayatı pahasına, gücü yettiğince…
Şark şurk ederek başlar ikisi çatışmaya.
Yiğidin hası çıkmış gibi kan meydanına.
Birisi gök, birisi yer… Dahası,
İnsan için batışırlar kızıl kana…
Kar apak, tilki kızıl, kartal kara,
Benzer, oldukça güzel yıkanmaya.
Kara saçı kaldırsa iki dirsek havaya
O da bulk-bulk etmez mi sıvazlansa?
Apak et, kıpkızıl bet, çırılçıplak…
Kara saçlar kızıl yüzü kapladığında.
Damadı yiğit, nişanlısı güzel olanların,
Tıpkı benzer dar döşekte kavuşmasına.
Arkasından uylukları kımıldar,
Kırıp büker, altına tam bastığında.
Kuşu da, sahibi de horozlanır,
Altmış iki hileli tilkiyi avladığında.
İlginç görür, keyifli olan avcılar,
Yıkılana çarpılacak yere bakmazlar.
Kırık bıçak altında hırıldayan tilkinin dahi,
Mağrur kartala zayıf rakip olmadığını anlarlar…
“Ganimet bol olsun” diye gülümser
Avı, terkisine bağlanan büyükler,
Kalpağı bir silkeler, tekrar giyer,
Nasıbayı3 çiğner, gönlü hoşnut kaldığında…
Dağdan iğde derer gibi alıverince,
Bir sevinç yaşar, merakı her kanıverişte
Hiç kötü niyet yok, kalplerinde,
Av olur sohbetleri kuş salıverilince.
Kendim gördüm, hiç ziyanları yok kimseye…
Mürüvvetli bir işim oldu, yalan dünyada.
Yüreği sezgili, gönlü düşünceliye,
Hepsi de açık değil mi, düşündüğünde?
Anlamazsın, üstünkörü bakarak ırgalansan,
Resmini göremezsin, çok bakmazsan.
Gölgesi düşer, iç dünyana,
Her kelimesini bir bir düşünüp, tartsan…
Bunu okusa… Yiğitler! Avcı okusun,
Bilemezsin, kuş salıp, dem tatmasan.
1884
Kaplanmış ak gümüş gibi geniş alınlı
Kaplanmış ak gümüş gibi geniş alınlı,
Alası az kara gözü nur parıltılı,
İncecik karakaşını çizip bırakmış,
Bir cana benzetiyorum doğan ayı.
Alından aşağı inen burun köşeli,
Akça yüz, al-kızıl bet bağlar dili.
Ağzını açsa, görünür kirsiz dişi,
Elle dizilmiş gibi, heyecan verici.
Söylese, sözü edepli ve manalı,
Gülüşü, tıpkı bülbül şakıması…
Boynu var, yusyumru, ak ipek gibi,
O narin gerdanı gün yakmaz ki.
Omzu dik, uyluğu düz tahta gibi,
Gövdesinde iki elma durmaz ki,
Kabaca uzun da değil, kısa da,
Nazik beli, kıvrılır çubuk dalı gibi.
Bileği var, küçük çocuğun dengi gibi,
Kırışıksız ak parmakları işe elverişli.
Uzun ve gür kara saçları ipek dallı,
İpek gibi heyecanlandırır, göz alıcı.
Hangi kızda lezzet var, kimsenin tatmadığı?
Güzeli bu zamanın, karşılıksız yatmayanı…
On sekiz, on dokuza geldikten sonra,
Alınmazsa verem olur, el dokunulmayanı.
Bunların bazılarının mizacı;
Hiçbir şey görmemiş gibi kırılgan olur.
Bazıları “samimi, açık olayım” diye,
Uygunsuz adamlarla kıkırdayıp durur.
Evvelden bize malum güzellik hâli;
Yiğidi yurt överdi, kız desteklerdi.
Kimi yiğit övgü için fenalıktan kaçınır,
Kendi nezaketiyle sır gizlerdi.
Kimi yiğit, arsızlık ile utanmadan,
Elinin ulaşamayacağı şeyi tırmalayan…
Uygun işe koşmayan, fikir bulmayan,
Hiç değilse çalışıp, mal bakmayan…
Haysiyetli olmaz, böyle yiğit,
Öylesine, boşu boşuna ırgalanan…
1885
“Yaşımda bilim var” diye dikkat etmedim
“Yaşımda bilim var” diye dikkat etmedim,
Faydasını göre göre denemedim…
Yetiştikten sonra düşmedi avucuma,
Elimi vaktinden geç uzatmadım, kitaba.
Bu mahrum kalışımın sorumlusu kim,
Ellerimi tam açmasam, gelişir miydim?
İnsanın bir mürüvveti, “çocuk” diyeyim,
Çocuk okutmayı kötü görmedim.
Medreseye çocuğumu “bil” diye verdim,
“Hizmet etsin, rütbe alsın” diye vermedim.
Kendim de öne çıktım, yükseldim,
Kazaklara nasihatten yetinmedim.
Hiç yok ki, emeğin kıymetini bilenim,
Nihayet, sakin yaşamayı ters görmedim.
1886
Kartlaştık, kaygıya daldık, artan arzudan
Kartlaştık, kaygıya daldık, artan arzudan,
Ürküyorum sonraki genç kuşaklardan,
Alın teri değil, dik bakışlı göz satandan,
Bütün yurt alıcı oldu, hiçbirini ayırmadan.
Zengin alır; kimi zaman “çok veririm” diyerek,
Yetiştiremeyince, sadece “veririm” diyerek.
Kadı ve yönetici alır, güç göstererek,
“Ben Kazak’tan öcünü alırım” diyerek.
Yoksul alır; “hizmetimle öderim” diyerek.
Elli başı; “oy attırıp, güç veririm” diyerek.
Yalın vuran nezaketsiz düşman alır;
“Vermezsen, ben seni sevmem” diyerek.
Dost alır; “vermezsen, acıtırım” diyerek,
“Hasmına katılırım, yeminle” diyerek,
“Aramız bozulursa, kolay bulunmam,
Ne için kolaylıkla erk vereyim” diyerek.
Rezil-ahlaksız “kötülükle çözerim” diyerek,
Sever görünüp, “güler yüz gösteririm” diyerek,
Yüz büyükbaş için, iki yüz alıcı var,
“Başına baş katar, baştan ayağı bakarım” diyerek.
Yurdu toplayıp mal kesiniz “et yedireceğim” diyerek,
“Et yedirirsem, sadece benimle olman için” diyerek.
Karakarga gibi bağrışıp-çığrışır bütün yurt;
“Kim çok yedirirse, ben ona itaat ederim” diyerek.
“Bozulduğunda tasasız yüz göreyim” diyerek,
Ant içmeyi kim düşünür “dert göreyim” diyerek,
Saldırgan it gibi kinlenerek çıkar gelir,
“Ben kaparsam bir yerini, parçalarım” diyerek.
Rus söyledi; “kendine erk vereyim” diyerek,
“Kimi sevip seçersen, Bey bileyim” diyerek.
Daha bozulmasa iyi, halkın düzeldiği yok,
Ulular dolaşır “bu işinize kızarım” diyerek.
Halk dolanır ya, art niyeti çözüm bilerek,
“Teselli eden kişiyi, el bilirim” diyerek.
Var mıymış, öylesine kanaatle ömür süren,
Allah’ın verdiğini yiyip, şükrederek?
Babasını oğlu aldatır, ağabeyini kardeşi,
Bu itlik neymiş ki, her gün ettiği.
Mal için arını satan cahilin
Ağzında dili kurusun, çıkmasın sesi.
Uzak-yakın, avare bizimkilerin hepsi,
Acımadan gözetleyerek yaşarlar birbirini.
Yuva bozar; mal ile bağın hastalıklısı,
Allah “can” diye yaratmış bunların hepsini!
Günde ant içenin, verdiği canı kurusun,
Arını satıp dilenenin, malı kurusun.
Kısa günde, kırk yere depo kurup,
Kurnaz dille hilekârlık edenin düzeni kurusun.
Bir at için yüz renge boyanan kaygılı yüzün,
Öz evinde göbeklenen kibirlisi kurusun.
Kartlaştık, kaygıya daldık, uyku kaçmış
Kartlaştık, kaygıya daldık, uyku kaçmış,
Öfken zehirmiş, düşüncen ekşimiş.
Dertleşecek kişi yok, sözden anlar,
Kim uğraş edinip, gönül açar?
Genç yaşlanacak, yok doğacak, doğan ölecek,
Kaderde yok, giden ömür yeniden gelecek,
Bastığın iz, gördüğün güzellik geride kalacak,
Bir Allah’tan başka her şey değişecek.
Er işi akılla uğraşmak, nefsi yenmek,
Hünersizin fenalığı sona erecek.
Yarını düşünmeden, uzağı görmeden,
Erincek kalabalıklara inanır, kendiliğinden.
Kötüler, harcayamaz helal emek, onların ki,
“Hırsızlık, kurnazlık ettim” diye salınıp yürümek.
Art niyetinin fenalığını, görmeden kalmaz ki,
Bir gün kırılır, bin gün kırılmayan çömlek.
Âdemoğlu, diriliği devlet bilecek,
Akıl alacak, mal bulacak, adil olacak.
Bunlardan birinin olmadığı köyleri gezmek,
Ne ayıp, boş konuşmayla gün geçirmek?
Nadana haram, akıllı kulağa ilmek,
Bu sözden öncekini tez öğrenmek…
Doğru sözün kıymetini kim bilecek,
Akılsız, gerçeğe değil, yoğa iman edecek.
Kızıl şafak, gümüş tepelik, altın kasnak,
İlginç masallara kulak kesilecek.
Aksakalın, babanın, bilginin,
Sözüne sırt dönüp, tez iğrenecek.
Akıllı halk, kılı kırka bölecek,
Her şeye kendince paha verecek.
Terazi de, kadı da, kendi varlığında,
Nadanın dayanağı, çoklukla olmasında…
Alaş’a4 içi düşman olurken, yüzü gülecek,
Sağlığında gözetlediği yakını, ölse böğürecek…
İşi yolunda bir-iki kişiyi görse;
“Allah’ın sevip yarattığı, işte bu” diyecek.
Toplum bozulursa, bezer şeytan-düzenini,
Melekler çekinir, kaygı kaplar her yeri.
“Kendi itliğimle oldu” demez ki,
“Yendi ya” diye, şeytana verir desteği.
Güçlüymüş, kurnazmış, inatçıymış tavrını takınır,
Gıybetle-iftirayla, halkı bölük bölük ayırır…
Art niyetle var mıymış, candan geçmek,
Bir gün olmaz mıymış, kendi kendine düşmek?
Elden geliverir mi yurt yönetmek,
Helali, haramı kim denkleştirecek?
Övünç için gayretsiz yönetici olmak,
İt gibi hor olup, kendine söz getirmek.